17 Nisan'04
Sayı: 2004/07


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs alanlarını zaptedelim!
  Gençliğin 1 Mayıs'a katılımını kitlesel örgütleyelim!
  1 Mayıs'a yönelik pratik görevlere nasıl yaklaşmalıyız?
  NATO Zirvesi ve güncel devrimci görevler
  Sendika bürokratları AB konusunda sermayeyle işbirliği içerisinde
  Yeni yönetmeliklerle kölelik yasalarına eğitim sektöründe işleyiş kazandırılıyor...
  Sermaye devleti "ağa"sının önüne secdeye yattı
  OSİM-DER coşkulu bir şenlikle açıldı
  "Sol", sosyal-demokrasi ve CHP tartışmaları...
  Irak halkının direnişi er geç emperyalist haydutları dize getirecektir!
  Büyüyen direnişin yarattığı ilk yankılar
  Bush-Şaron katilleri suç işlemeye devam ediyor!
  Devrimci değerleri sömürme sevdasında olanların gerçekliği üzerine birkaç söz!
  Hapishaneler gerçeği ve yeni saldırı hazırlıkları
  Şov dünyasının pazarlama aracı: Demokrasi!
  "Kazanan biz olacağız, kazanan devrim davası olacak!"
  Sınıfı ve devrimi öörgütlemede parti kadrosunun tayin edici rolü
  Solu olmayan alternatifler!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Solu olmayan alternatifler!

Kamuoyunda ‘Derviş’in raporu’ olarak adlandırılan metin aşağıda alıntıladığımız cümleler ile başlıyor:

“Avrupa sosyal demokrasisi ve bu bağlamda Alman sosyal demokrasisi, artık Marksist bir akım değildir ama Marksist kökenden geldiği de doğrudur. Diğer bir deyişle, sosyal demokrasi başlangıç aşamasında Marks’ın damgasını vurduğu sol akımdan kaynaklandı, o akımın bir boyutu oldu, o gelenekten geldi. Her ne kadar çok büyük evrimler geçirmiş, köklü değişimlere uğramış olsa da, evrensel sosyalist düşünce tarzı sosyal demokrasinin temel boyutlarının en köklüsüdür.”

Temel vurgudaki eksik

Sayın Kemal Derviş ve Yusuf Işık, sosyal demokrasinin, Marks’ın damgasını vurduğu sol akımdan doğduğunu belirtip, değişime uğrasa da evrensel sosyalist düşünce tarzının sosyal demokrasi için önemine vurgu yaparak başlıyorlar raporlarına. Bu saptamada kanımızca eksik olan yön, sosyal demokrasinin geçirdiği evrimler ve köklü değişmelerin ne olduğu sorusunun sorulmamasıdır. Biz bu yazımızda geniş tahliller yapmayı bir kenara bırakıp, bizzat metnin bazı nirengi noktalarını irdeleyerek bu köklü değişimin ne yönde olduğunu tartışacağız.

Rapor kendi ifadesi ile ‘dünyada da çağdaş sosyal demokrat politikaların en kritik faktörlerinden birini oluşturan eğitim alanı’nın öncelikleri arasında ilk iki sırayı, “Eğitimin 21. yüzyılın dünya ile rekabet ve uluslararası işgücü piyasasında yer alabilmek için gerekli donanımı sağlama” ve “bu bağlamda genelde diploma-meslek farkının ortaya konması ve uluslararası sertifikasyonun geçerli hale getirilme” olarak tanımlıyor.

Kanımızca bu noktada solun kendisine sorması gereken soru, eğitimin amacının işgücü piyasalarında yer alabilmek için gereken beceri ve diploma farkını elde etmek mi olup olmadığıdır. Aslında sorunun yanıtı 1901’de Francisco Ferrer tarafından verilmiş: “Hükümetlerin okulları isteme nedeni, eğitim yoluyla toplumun yenilenmesini ummaları değil, sanayi şirketlerini ve buralara yatırdıkları sermayeyi kârlı hale getirmek için insanlara, işçilere ve mükemmel emek araçlarına duydukları ihtiyaçtır.” (Aktaran, Joel Spring, çeviren: Ayşen Emekçi, ‘Özgür Eğitim’, sayfa 19)

Emek ve rekabet dünyası

Sorunun yanıtı bu kadar açıksa, sol düşünce bu konuda hükümetlerin isteğine göre mi hizaya geçecektir, yoksa eğitimi bir özgürlükler projesi olarak mı algılayacaktır?

Sol düşünce bu konuda eğitim ile kazanılan bilgilerin ‘haklı’ karşılığı olarak insanlar arasında sosyal, ekonomik, psikolojik, sosyolojik bir statü farkının varlığını doğal mı sayacaktır, yoksa insanların farklılıkları bünyelerinde taşıyarak tümünün eşit ve özgür olması gerektiğini mi haykıracaktır? Ve sol düşünce ‘emek’i rekabet dünyasında işgücü piyasalarına eklemleme olarak mı algılayacaktır, yoksa ‘çalışarak özgürleşeceksiniz’ ibaresinin Nazi toplama kamplarının giriş kapısını süslediğini hatırlayarak emeğin eleştirisini mi yapacaktır? Kafa ve kol emeğinin birbirinden ayrıştırıldığı rekabet dünyasında işçinin iradesinin yok sayıldığını görerek, ‘emek en yüce değer değildir’ diyen ve bizlere mimar ile arı arasında farkı anlatan Marks’ı mı hatırlayacaktır?

Rapordan anladığımız kadarıyla Derviş ve Işık bu tercihlerden ilk kısmını seçiyor. Onların vurgusuyla belirtecek olursak, sosyal demokrasinin geçirdiği ‘köklü değişim’ buysa, bu akımı ‘sol’ olarak tanımlamak ciddi kusur sayılmaz mı? Sağlık bölümü, “sağlık, özellikle de çocukların sağlık durumu Türkiye açısından son derece kritik, öncelikli konular arasında yer almaktadır” ibaresi ile başlıyor ki tamamına katılıyoruz. Ancak soldan yana bir ses olarak şu cümleler ile devam ediyor rapor:

“Kamunun belirli bir zorunlu düzeydeki sağlık hizmetlerinden tüm nüfusun yararlanmasını sağlayacak etkin, verimli bir sistem oluşturması ve bu sisteme dahil olmak için gerekli primi ödeyemeyecek kadar yoksul olanların primlerinin kamu tarafından karşılanması. (...) Özel sektörün hizmet sunumunda rekabetçi bir biçimde yer alması ve isteyenlerin kamu sistemine ek olarak yararlanacağı tamamlayıcı özel sağlık sigortalarının regüle edilmesi...”

İki cümle de yeni, bilinmedik değil, hatta işin içinde olanlar için hayli tanıdık.

İki öneri de Dünya Bankası ve IMF’nin gelişmekte olan ülkeler için ifade ettiği önerilerin tıpkısının aynısı. Biz de bu sayede bir kez daha anlıyoruz sosyal demokrasinin zaman içerisinde geçirdiği ‘köklü değişim’i. Oysa ki insan solun sesi olarak söz söyleyenlerden en azından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ya da Almatı bildirgelerini duymak istiyor.

Evrensel kurallar

Biz, unutanlar için, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesini hatırlatalım: “Herkes, kendisi ve ailesinin; yiyecek, giyim, konut ve sağlık bakımı ile gerekli sosyal hizmetler dahil, sağlık ve iyilik durumu için yeterli yaşam standardı hakkına, ve işsizlik, hastalık, iş göremezlik, boşanma, yaşlanma ve çevresinde kendi kontrolü dışında oluşacak geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.”

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) anayasası: “Irk, din, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum farkı gözetilmeksizin herkesin ulaşılabilecek en yüksek sağlık düzeyine ulaşması temel haklarından biridir.”

DSÖ Almatı Bildirgesi Madde 1: “Sağlık durumunun düzelmesi toplumsal ve ekonomik yönden kalkınmaya bağlı. Hükümetler kırsal ve kentsel kalkınma programlarını dengeli bir biçimde düzenlemeli, temel sağlık hizmetlerini geliştirip geliştirecek planları da kalkınma planları içine almalıdırlar.”

Yoksullara yardım eli!

Halbuki sayın Derviş ve Işık sadece ‘belirli zorunlu düzeydeki sağlık hizmetleri’ kamunun güvencesinde saymakta, bu zorunlu hizmetlerden yararlanmayı dahi ‘prim’ adını verdikleri bir bedele bağlamakta ve büyük bir lütufta bulunarak ‘çağdaş’ sosyal demokrasinin gereği olarak bu primi ödeyemeyecek yoksullara yardım ellerini uzatmaktalar.

“Belirli zorunlu düzeydeki sağlık hizmetleri”nin dışında sayılan hizmetler ise -örneğin doğum hizmeti bugün özel sağlık sigortaları tarafından kapsam dışı bırakılmaktadır, tamamen ücrete tabi olmaktadır. Öyle ya ‘doğum’ gibi bireysel haz ilişkisinin bir sonucu olan durum neden kamunun sorumluluğunda tanımlanmalıdır ki? Günümüzün ‘çağdaş’ sosyal demokratları yurttaşlara kamu güvencesinde tanımadıkları sağlık sistemi hizmetlerine ulaşmanın uygun adresini de göstermektedirler: ‘Rekabetçi özel sektör.’

Değişimin yönü ne?

‘Çağdaş’ sosyal demokratlara göre yurttaşlar sağlık için hem vergi vermek, hem ‘belirli zorunlu sağlık hizmetleri’ için prim ödemek, hem de tamamlayıcı sağlık hizmet alımı için özel sağlık sigortası yaptırmak zorunda.

‘Çağdaş’ sosyal demokrasinin, sağlık hizmetinin tümüyle kamunun ödevi sayan, her yurttaşın bu hizmetlere nitelikli ve bedelsiz ulaşması gerektiğini belirten sol düşünceden ne yönde değişime uğradığı kanımızca açıklıkla anlaşılıyor.

Şimdi TÜSİAD’ın ‘sol’u neden aradığını anladınız mı? (TÜSİAD ‘sol’u arıyor 02. 04.2004, Sesonline, İstanbul) Ben de kapitalist olsam böyle solu mumla ararım. Biz yine de ‘köklü değişim’e uğramış sosyal demokrasinin bir daha ‘köklü değişim’e uğrayabileceğinden umutluyuz; o nedenle hatırlatmak isteriz:

UNICEF’e göre Türkiye sağlıkta dünyanın en zayıf yirmi ülkesi arasındadır. On üzerinden yapılan puanlamada 0.5 puan alan Türkiye, ancak Irak, Liberya, Namibya ve Botsvana’yı geçebilmiştir.

Onlarca yıldır bu ülkede ‘Derviş’in raporu’nda ifade edilen önerilerin tamamı liberal partiler tarafından zaten uygulanmaktadır. Ulaşılan hedef ortadadır. Hal böyle iken ‘alternatif’ politika adı altında bir de ‘çağdaş’ sosyal demokratları çekebilecek halimiz kalmamıştır. Bilginize sunulur.

Osman Elbek (Tıp doktoru)
(13/04/2004, Radikal)



Devlet terörünü karşı ortak basın açıklaması...

“Baskılar bizi yıldıramaz!”

BDSP’nin çağrısıyla biraraya gelen Haklar ve Özgürlükler Cephesi (HÖC), Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP) ile Mücadele Birliği Platformu tarafından, son dönemdeki devrimci kurum ve dergi bürolarına yapılan keyfi gözaltı ve tutuklamaları protesto etmek amacıyla bir basın açıklaması yapıldı.

Önce el ilanları çıkararak ve kurumları tek tek gezerek ilanlarımızı astık. Ardından 1 Mayıs gündemiyle toplanan Hatay Demokrasi Platformu’nun toplantısında basın açıklamasının duyurusunu yaptık. 14 Nisan günü saat 12:30’da Antakya Arkeoloji Müzesi önünde “Baskılar bizi yıldıramaz, tutuklananlar serbest bırakılsın!/BDSP-HÖC-ESP-Mücadele Birliği” imzalı pankart altında bir araya gelen yaklaşık 40 kişi sloganlar eşliğinde basın açıklaması yaptı.

Açıklamada şunlara değinildi: “1 Nisan günü eşgüdümlü olarak İtalya, Belçika, Hollanda, Almanya ve Türkiye’de onlarca dergi bürosu, kültür merkezi, ev, yasal ve demokratik kurumlar emperyalizmin hiçbir hukuk anlayışıyla bağdaşmayan ve terör estirircesine ortak bir operasyonla keyfi bir şekilde basıldı. Onlarca arkadaşımız gözaltına alınarak tutuklandı. ... İktidar aylardır her türlü hukuksuzluğu kullanarak hazırlanıyordu. Kıbrıs’ın satılmasına ve ABD emperyalizminin silah gücü olan NATO zirvesinin sessiz sedasız toplanmasına olanak tanımak için ardı ardına demokratik kurumlara baskınlar düzenlemeye devam ediyor... Mesele hak ve özgürlükler mücadelesini engellemektir. Engelleyemezsiniz, temel hak ve özgürlükler mücadelemiz sürecektir...”

Polisin uyarısına rağmen sık sık “Yaşasın devrimci dayanışma!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Tecrite son, sansüre son!”, “Tutuklananlar serbest bırakılsın, devrimci basın susturulamaz!” sloganları atıldı. Demokratik kurumlar açıklamaya destek vermediler.

Antakya BDSP çalışanları