17 Nisan'04
Sayı: 2004/07


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs alanlarını zaptedelim!
  Gençliğin 1 Mayıs'a katılımını kitlesel örgütleyelim!
  1 Mayıs'a yönelik pratik görevlere nasıl yaklaşmalıyız?
  NATO Zirvesi ve güncel devrimci görevler
  Sendika bürokratları AB konusunda sermayeyle işbirliği içerisinde
  Yeni yönetmeliklerle kölelik yasalarına eğitim sektöründe işleyiş kazandırılıyor...
  Sermaye devleti "ağa"sının önüne secdeye yattı
  OSİM-DER coşkulu bir şenlikle açıldı
  "Sol", sosyal-demokrasi ve CHP tartışmaları...
  Irak halkının direnişi er geç emperyalist haydutları dize getirecektir!
  Büyüyen direnişin yarattığı ilk yankılar
  Bush-Şaron katilleri suç işlemeye devam ediyor!
  Devrimci değerleri sömürme sevdasında olanların gerçekliği üzerine birkaç söz!
  Hapishaneler gerçeği ve yeni saldırı hazırlıkları
  Şov dünyasının pazarlama aracı: Demokrasi!
  "Kazanan biz olacağız, kazanan devrim davası olacak!"
  Sınıfı ve devrimi öörgütlemede parti kadrosunun tayin edici rolü
  Solu olmayan alternatifler!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Yoksulluğumuzun ve acılarımızın gerisinde Sabancılar’ın sömürü ve zulüm düzeni duruyor...

Sermaye devleti “ağa”sının
önüne secdeye yattı

Düzen güçleri, ağaları Sabancı’nın ölümünü son bir haftadır ülkenin temel gündemi haline getirdiler. Sabancı için devlet töreni tertiplendi. Hükümeti, ordusu, emniyeti, patronları, bürokratları vb. ile sermayenin tüm temsilcileri cenazede yerlerini aldılar. Burjuva medya haber programlarında Kıbrıs, ve Irak’ta yaşanan gelişmelerden önce Sabancı’nın ölümüne yer verdi. Gazete manşetleri Sabancı’nın ölümüne ayrıldı.

Burjuva medya Sabancı’nın yaşamı ve ölümü üzerinden yaptığı haberlerin hepsinde döne döne “ölünün arkasından kötü konuşulmaz” telkinlerinde bulundu. Sabancı’nın yaptığı “iyilikler”, “babacanlığı”, “yardım severliği” üzerine, yalanlar birbiri ardına sıralandı.

Biz bu oyuna eli kanlı katillerin ölümünde de tanık olmuştuk. Abdullah Çatlı için dönemin başbakanı Tansu Çiller’in “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözleri unutulmuş değil. Onlar için ölünün arkasından kötü konuşmak mübah değildir, ama halkı aldatmak mübahtır. Ölen sömürü ve soygun düzeninin eli kanlı bir katili olduğunda “şeref”li ilan edilir, ya da önde gelen bir para babası olduğunda devlet töreniyle uğurlanıp “ulusal kahraman” ilan edilir... Ancak ölen, daha doğrusu vahşice katledilen, zindanda yatan ve kendisini işçi ve emekçi milyonların haklı davasına adayan bir devrimci olduğunda “ölünün arkasından kötü konuşulmaz” adeti rafa kaldırılır. “İyi oldu teröriste”, “hak yerini buldu” denmekte bir sakınc görülmez.

Sabancı gibi sermaye düzeninin baş temsilcilerinin ardından burjuva medyanın ölünün arkasından kötü konuşulmaz diye bas bas bağırması elbette boşuna değil. Karaya ak diyerek işçi ve emekçilerden gerçekleri gizleyenler, böylece yağlı bir kemik elde ederler. Gazetelere verilen sayfalarca ilan bunun sadece bir kısmıdır. Eğer beyniniz bütünüyle felç edilmemişse, kralın soytarılarının her yanından salyalar damlayan yazıları ve sözlerine bakıp tiksinmemeniz olanaksızdır.

Gerçek hiçbir şey, imaj herşeydir

Burjuva medyanın felsefesi budur. Sabancı’ya atfedilen “iyi fabrikatör”, “halktan biri”, “işçi dostu”, “fakir fukara babası”, “sanatın dostu” vb. yalanlarıyla gerçekler gizlenerek, sahte bir imaj yaratılmak istenmektedir. Tüm bunlar, bireysel olarak sadece Sabancı’yı değil, Sabancı üzerinden sömürü düzenini aklama çabalarının ürünüdür.

Sermayenin basındaki en has uşağı Ertuğrul Özkök’ün Sabancı’ya methiyeler dizdiği yazısı buna en açık örnektir. Özkök, Sabancı holdingdeki tören esnasında holding binasının girişine asılmış Sabancı portresine bakarken, birden gözünün önüne Hulusi Kentmen’in geldiğini söylüyor. Öyle ya, Yeşilçam’ın pos bıyıklı, babacan fabrikatörüydü Kentmen. Onlarca filmde canlandırdığı iyi fabrikatör rolleriyle sınıf karşıtlıklarının üstünü örtmek için hayli işe yaramıştı. Bunun farkında olan Özkök’ün, Kentmen öldükten sonra “TÜSİAD onun heykelini diktirmeli” diye öneride bulunması da boşuna değildi. Sabancı’nın da oynadığı “iyi fabrikatör” rolü ile doğrusu Kentmen’den aşağı kalır bir yanı yoktu. İşte bu nedenle Özkök, Saancı portresine bakarken Kentmen’i anmaktadır.

Sadece Özkök gibi satılmış kalemler değil Diyanet İşleri de bu “iyi fabrikatör” ve “hayırsever” oyununun bir parçası idi. Sakıp Sabancı’nın cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu kıldırdı. Bardakoğlu törende yaptığı konuşmada “Temenni ve dua ediyorum ki, merhum Sakıp Sabancı bey de toplumun her dert ve sorunuyla alakalı alanlarda yaptığı güzel ve hayır işlerinin karşılığını yüce rabbimizden alacaktır. Mekanı cennet olsun” dedi. Böylece Sabancı’nın ve Sabancı şahsında kapitalizmin aklanmasında din de bir kez daha kullanıldı. Ne de olsa Sabancı’nın cenaze töreni kızı Dilek Sabancı’nın şirketi Vista tarafından organize edilmişti. Bu organizasyonda her türlü ayrıntı düşünülmeliydi!

Ancak bilinmeli ki, sizin milyon dolarlarla yürüttüğünüz ve her türlü aracı kullandığınız bu yalan kampanyanız, fabrikalarda çalışan ve her geçen gün kölelik zincirlerine yenileri eklenen, türlü uygulamalar ile yaşamları felce uğratılan işçilerin gözünde kan emicilerin pisliklerini örtmeye yetmeyecektir.

Sabancı’nın kim olduğunu
biz çok iyi biliyoruz!

Diyorlar ki, Sabancı binlerce insana ekmek veriyormuş! Acaba üç kuruş ücrete kölelik koşullarında çalışan binlerce işçi mi Sabancı gibi asalakları doyuyuruyor, yoksa yan gelip yatan Sabancı gibileri mi onları?

Sabancı işçi dostuymuş! Peki, o yüzden mi Adana’da sendikaya üye olan Eksa işçilerinin sendikalaşmasını engellemek için denemedik yol bırakmadı. Daha üç-beş ay önce BOSSA fabrikalarında işten atılan binlerce işçi ve taşeronlaştırma saldırıları hafızalarımızda. Adapazarı’nda Fulora Su fabrikasında sendikalaşan işçilerin örgütlenmesini engellemek için yapılan itirazın üç yıldır mahkemelerde sürünmesi Sabancı’nın nasıl bir “işçi dostu” olduğunu göstermeye yeter. Lastik işçilerinin her seferinde Sabancı’nın hükümete verdiği emirle ertelenen grevleri bir başka örnektir. “Milli güvenliğe” aykırı bulunarak kısa bir süre önce ertelenen lastik grevinin bizzat Sabancı’nın emriyle gerçekleştirildiği bir sır değildir. Böylesi örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir, anck bu kadarı bile Sabancı’nın işçinin dostu mu yoksa düşmanı mı olduğunu göstermeye yeter.

Sabancı’nın sanata yaptığı katkılar ise anlatmakla bitmez! İnsanlığın tarihsel ve sanatsal ürünlerini parayı basıp toplamak ve insanlığın ortak zenginliklerini köşklerine kapatmak bunların başında gelir. Kendisi herhangi bir sanat eseri mi yaratmıştır ki “sanat insanı”, “sanatın ve sanatçının” dostu olmuştur? Onun için sanat alınıp satılan bir metadır yalnızca.

Sabancı fakir fukara babasıdır, yardıma muhtaç birçok insana destek olmuştur, diyorlar... Ama bu insanlar neden bir parça ekmeğe muhtaçtır diye sormuyorlar. Ülkemizde her geçen gün zenginler ve yoksullar arasındaki uçurum büyüyor. Biz yoksullaştıkça Sabancılar zenginleşiyor. Bugün borsanın yüzde 16’sı Sabancılar’ın elindedir. Sizce nerden geliyor bu değirmenin suyu? Halkı soyup soğana çeviren, onuruyla oynayıp dilencileştiren bu asalaklar, dağıttıkları üç kuruş bahşişle bir de kahraman ilan ediliyorlar!

Sabancı’yı gerçekten tanımak istiyorsanız Alpaslan Türkeş’le olan ilişkisine ve Türkeş’in bu konudaki açıklamalarına dönüp bakın. Sabancı faşist MHP’nin eski lideri Türkeş’e özellikle ‘80 döneminde çantalarla para aktarmıştır. 12 Eylül’de MHP tetikçilerini besleyip destekleyen bizzat Sabancı’nın kendisidir. Dahası bu ülkedeki tüm faşist darbe hazırlıklarının ve darbelerin gerisinde de yine o vardır.

Sabancı’yı ölümünden birkaç gün önce ziyaret eden Erdoğan yaptığı açıklamada, Sabancı’nın sürdürülen İMF yıkım programlarının kararlılıkla uygulanmasını istediğini söylüyor. O ölüm döşeğinde bile işçi ve emekçi milyonların yıkımı pahasına elde edeceği kârdan başka bir şey düşünmeyecek kadar çürümüş bir sınıfın, burjuvazinin temsilcisidir.

Sömürü, soygun ve zulüm düzeninin
temsilcileri cenazede buluştular

Neden gece-gündüz çalıştığımız halde bir parça ekmeğe muhtacız? Neden başımızı sokacak bir evden yoksunuz? Neden sağlık ve eğitim hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanamıyoruz? Neden işsiziz? Neden insanca çalışma ve insanca yaşama olanağından yoksunuz? Kimdir bizi böyle yaşamaya mahkum edenler? Yaşadığımız sömürünün, sefaletin, işsizliğin, artan baskı ve zulmün sorumluları kimler? Bu soruları soran, yaşadığı haksızlıkların, adaletsizliklerin sorumlularını arayanlar, Sabancı için düzenlenen cenaze töreninde en ön safları tutanlara baksınlar. Soruların cevabı oradadır. İşte, yaşadığımız her türlü acıların ve felaketlerin sorumluları. İşte, sömürü, baskı ve zulüm düzeninin temsilcileri.

İşbirlikçi burjuvazi, emperyalist tekeller, hükümet, ordu, emniyet, bürokrasi ve sermaye medyasından oluşan bir avuç azınlık... Hamileri Sakıp Sabancı için Sabancı Center ve Fatih Camii’nde düzenlenen törende buluşan kan emici asalaklar ve onların hizmetkarları...

Emekçiler açlıktan kırılırken,
yoksulluktan ölürken neredesiniz?

Sakıp Sabancı’nın kaldığı hastaneye akın edenler, cenazesinde en önde yürüyenler, gazetelere boy boy taziye ilanları verenler... Depremde binlerce insan göçük altında kaldığında neredeydiniz? Kaçınız o insanların cenazesine katıldınız? Ülkemizde her dört dakikada bir işçi, iş kazası denen cinayetlerde yaşamını yitiriyor. “Sabancı ağaları” için seferber olanlar, bu konuda ne yaptınız? Açlıktan ya da soğuktan donarak ölen insanların cenazelerine niçin böylesi bir ilgi göstermiyorsunuz?

Peki ya siz Sabancı’nın ölümünü televizyonda, radyoda, gazete ve dergilerde sayfalar dolusu haber yapıp ülkenin temel gündemi haline getirenler; medya patronları, satılık kalemşörler... Bir insanın ölümü sizin için bu denli büyük bir haber değeri taşıyorsa, niçin zindanlarda öldürülen 110 tutsaktan bahsetmiyorsunuz? Niçin açlıktan, soğuktan, iş kazalarından dolayı yaşanan ölümlerden bahsetmiyorsunuz? Nerede etik değerleriniz, gazetecilik ilkeleriniz? Hani halkın gazetesi, halkın televizyonu, halkın radyosuydunuz? Bu ülke halkı Sabancılar’dan mı ibaret?

Ölüm haberlerine böylesine ilgiliyseniz, Irak’ta, Filistin’de yaşanan günü birlik katliamlarda ölenlerden de biraz bahsedin. Onların hayat öykülerine de yer verin.

Bu soruların cevabı aslında bizim için gayet açık. Siz bunu yapmazsınız, çünkü bu ölümlerden sizler de sorumlusunuz. Sabancı gibilerin sürdüğü lüks ve sefahatın gerisinde işçilerin, emekçilerin yalnızca alınteri ve emeği değil, kanları ve canları da var.



Sabancı’nın medyatik ölümü

Nekroloji ile nekrofili (Ölünün ardından kaleme alınan tanıtım yazısı ile ölüsevicilik) arasındaki uçurumu 3 günlük yayınlarıyla kapatan Türk egemen medyası, hakiki Sakıp Sabancı’yı değil, kendi sanal dünyasındaki Sakıp Sabancı’yı yansıttı. O bir melekti.

Cumartesi sabahı erken saatlerden Pazartesi günü akşamüstüne kadar Türkiye’deki yaygın medyanın bir tek konusu vardı: Sakıp Sabancı!

NTV, CNN Türk, TV8, SkyTürk, Habertürk gibi haber ağırlıklı TV’ler belgeseller, yorum ve izlenimler ve naklen yayınlarla vefatı izleyen neredeyse her saati izleyicilere aktarırken, radyo ve gazeteler de üç gün boyunca Sabancı’nın vefatını ve bu olayın yankılarını çok geniş bir şekilde aktardı. Zaten yoğun bakıma alındığında da manşetlere çoktan çıkmıştı.

Öncelikle teknik ve mesleki kriterleri göz önünde tutarak, bu Sabancı “coverage”ının (izleme ve aktarmanın) içerik ve süre/sayfa olarak haber değerini mübalağalı olarak aştığını, ihlal hatta iğfal ettiğini belirtmek gerekir.
Türkiye’yi hiç bilmeyen ama Türkçe bilen bir yabancı okur, radyo ve TV programlarını izleyip gazeteleri okusa, Sakıp Sabancı’yı bir peygamber, bir imparator, bir kral ya da bir melek sanır.

Haber değerinin diğer önemli unsuru olan, toplumdaki doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen insan sayısı konusunda da Türk medyası abarttı.

Sakıp Sabancı’nın ölümü elbette ailesini, yakınlarını ve Holding ile çevresini doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir ama bu vefatın Hakkari’deki ya da Edirne’deki yurttaşın günlük, siyasal, toplumsal, kültürel yaşantısı üzerinde hiçbir doğrudan ya da dolaylı etkisi olmamıştır.

Medya organları da Sabancı ailesi ya da Sabancı Holding için yayın yapmadıklarına göre, bu “coverage” abartılıdır. Üstelik de kasıtlı, bilinçli...

Neden?

Bu sorunun kuşkusuz birden fazla yanıtı var. Ben Salı günü derslerimde öğrencilerle bu konuyu tartışmaya açtım ve ilginç sonuçlara vardık:

* Sabancı Holding Türkiye’nin en büyük üç reklam vereninden biridir. Dolayısıyla Türk egemen medyasının bu abartılı “coverage”ı medya organlarının önemli bir reklam verenine aşırı saygı gösterisi olarak algılanabilir. (Kimileri buna yalakalık diyor ama...)

* Türk medyasının yüzde 60’ından fazlasını kontrol eden Doğan grubunun sahibi ile Sabancı ailesi ‘par alliance’ akrabadır. Dolayısıyla bu abartılı “coverage”ı aile içi destek olarak da değerlendirmek mümkün.

* Türk medyasının önde gelen medya mülkiyetine sahip kişileri (Aydın Doğan, Mehmet Karamehmet, Turgay Ciner, Ferit Şahenk...vs...) Sakıp Sabancı gibi birer büyük işadamıdır. “Coverage”daki abartı, iş adamlarının kendi aralarındaki bir post-mortem dayanışma örneği olarak da algılanabilir.

* İnsan, her ölümde, özellikle de yakınlarının, yaşıtlarının ve meslektaşlarının ölümünde biraz da kendi ölümünü görür. Doğanlar, Karamehmetler ve Şahenk’le, Sabancı’nın ölümünde biraz da kendi ölümlerinin provasını mı yaptılar acaba?

Sabancı’nın vefatının medyadaki abartılı yansıması, kuşkusuz gerçek hayattaki bazı abartmaların da sayesinde kendine uygun bir zemin buldu. Aslında pek kimsenin anlayamadığı ama üzerinde fikir yürütmediği en önemli olay, Genelkurmay Başkanı’nın Pazartesi günü düzenleyeceğini ilan ettiği basın toplantısının, cenaze nedeniyle ertelenip Salı’ya kaydırılması...

Bir devlet, bir genel kurmay plan, taktik ve stratejilerini bir özel sektör mensubunun önceliklerine göre mi düzenler? Orgeneral Hilmi Özkök’ün tercihi siyasi bir tercihtir ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ne zaman kime daha fazla imtiyaz tanıdığını göstermesi açısından anlamlıdır. (Kimileri buna anlamsızdır diyor ama...).

Sakıp Sabancı’nın medyatik ve güler yüzlü bir kişi olması, ayrıca bilim, kültür, sanat ve eğitim için önemli hayır işleri gerçekleştirmiş olması kuşkusuz olumlu noktalar olarak değerlendirilebilir, popülaritesinin kaynakları olarak anlaşılabilir.

Ne var ki bir gazeteci hatta bir yurttaş, görünenin ötesine bakmak için bir dizi soru sorup buna yanıtlar aradığında farklı bir manzara ile karşılaşabilir:

- Sakıp Sabancı’nın halka ve medyaya yönelik konuşmalarını neden yapmacık bir Kayseri şivesiyle yaptığını merak etmiyor musunuz?

- Bilim, kültür, sanat ve eğitim faaliyetlerinin hangi kesimin bilim, kültür, sanat ve eğitim ihtiyaçlarına yanıt verme gayreti içinde olduğunu hiç düşündünüz mü? (Mesela elini sallayan lise mezunu Sabancı Üniversitesi’ne girebiliyor mu?)

- Bu alandaki yani “charity” denilen (İnsan eksenli Philanthropy ile karıştırmayalım) hayır faaliyetlerinin vergiden düşmek için kullanıldığını aklınıza getirdiniz mi hiç?

Bir TV yayınına göre kişisel serveti 5 milyar dolar civarında olan bir iş adamının ölümü kaçınılmaz olarak züğürtlerin çenesini yoracaktır. Ama biraz meraklı isek, bu devasa servetin çalışarak, yani alınteri ile sağlanmadığını herhalde biliyoruz.

Türkiye’deki büyük iş adamlarının geçmişlerine bakıldığında, savaş döneminde karaborsacılık ya da el koyma gibi pek de hoş olmayan zenginlik kaynaklarıyla karşılaşıyoruz.

Bu konular medyada pek gündeme getirilmiyor. (Kimileri hiç getirilmiyor, diyor...). Bir öğrencim Sabancı Holdinge bağlı onlarca işyerinden üçünde halen grev sürdüğünü, ama egemen medyanın bunu haber yapmaya bile tenezzül etmediğini söyledi. Bir başka öğrencim, ‘Sabancı, Başbakanla son görüşmesinde, Aman Tayyip Bey şu grevler olmasa...’ demiş olduğunu aktardı.

Bu ‘ağam’ muhabbeti de can sıkıcı... Akıllarınca Anadolu sempatikliği yapacaklar. Oysa ki 1923 kanunları ‘Ağa’, ‘Bey’, ‘Şeyh’ gibi sıfatların kullanımını yasakladı.

Bizim medyanın üzerinde durmadığı bir başka olay da Sakıp Sabancı’nın kardeşini neden ve kime kurban verdiği... Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde Kürt meselesine ‘Bask modeli’ öneren Sabancı, Alparslan Türkeş’in “Ağam çizmeyi aşıyorsun” tehdidinin ardından ‘faili meşhur’ bir şekilde kardeşini işyerinde kaybetmişti.

Amerikan mafya filmlerinde birine bir mesaj verilecekse, o kişinin kardeşinin değil mesela sevdiği atın kellesi, söz konusu kişinin kapısının önüne atılır. Bask modelinden sonra doğrudan siyasi ve hassas konulara girmemeyi tercih etmek zorunda kalan Sabancı’nın cenazesinin devlet eliyle ve töreniyle düzenlenmesi de manidar.

Sanayici, tüccar, bilim (?) adamı telefonlara koşuşup mikrofonların karşısına geçiverdi hemen: Rahmetli beni çok severdi! Yurtseverdi, çok hoşgörülüydü, bir keresinde bana demişti ki...

Hele biri, bir iktisat profesörü, yurtdışında imiş, hemen telefona sarılıp bir haber kanalına bağlanıp acil taziyelerini iletti. Bir yarış ki sormayın... Hepsi de ilkokul tahrir ödevi düzeyinde.

Akla gelebilecek her türlü olumlu ve övücü sıfatı kullanan Türk egemen medyası, Sabancı’nın ölümcül bombardımanı ile sınıf farklılıklarını kaldırmayı denerken, yurttaşlara tek yanlı bilgi verdi.

Övgüde ve sövgüde bir türlü dengeyi tutturamayan medya, hakiki Sakıp Sabancı’yı değil, iş adamlarının, sanayiinin, burjuvazinin kafasındaki ve gönlündeki Sabancı’yı yansıttı.

Bir öğrencim, egemen medyanın üç gün boyunca Sabancı Holding’in basın ve halkla ilişkiler bürosunca yönlendirilmiş olabileceğinden kuşkulandığını söyledi. Bir diğeri, “Cenazeyi bile Sabancı markasının prestijini güçlendirmek için kullandılar” dedi.

Sonuç olarak Sakıp Sabancı’nın hakiki ölümü her ölüm kadar doğal ve trajikti. Sabancı’nın medyatik ölümü ise sadece trajikti.

Ragıp DURAN
(14/04/2004, BİA)