Şov dünyasının pazarlama aracı: Demokrasi!
Uzun yıllardır televizyon seyretmek, insanların boş zamanlarında edilgen bir biçimde sürdürdükleri bir faaliyet olmaktan çıkarılmaya çalışılıyor. Önceleri canlı telefon bağlantılarıyla hazırlanmış televizyon programlarının süsü olan seyirciler, değişen teknolojiyle beraber genişleyen katılma payları sonucu birçok şovun yönlendiricisi de oldular. Yüzlerce programın canlı yayın konuğu ve ardı arkası kesilmeyen yarışmaların jürisi olma misyonu insanlarda, televizyona ve onun politik-kültürel yönlendiriciliğine görülmemiş bir bağlılık yarattı.
Medya alanında çalışan şirketlerin kapitalizmde diğer ticari işletmelerden çok daha önemli bir rolü var. Birçok ticari işletme kâr elde edebilmek amacıyla hedef kitlelerini belirlemek durumundayken, medya sektörü hedef kitlesini (ki bu hedef kitle toplumun tüm kesimlerini içine alan geniş bir yelpazeye sahiptir) belirlemekle değil, onu kendi ihtiyaçları ekseninde değiştirmek ve yönlendirmekle ilgilenir. Dahası insanları şekillendirirken temel aldığı kendi ticari ve bununla paralel politik kaygıları olduğu için, sahip olduğu görsel araçlarla, insanlara, özü aynı kalan ama iletilerin sunuluşunda biçimsel olarak değişikliklere uğratılmış bir düşünce sistemi sunar. Bu düşünce sistemi zaman zaman ana haber bülteninde vücut bulur, zaman zaman bir talk şovda...Bazen Kıbrıs sorununun tartışıldığı bir açık oturumdu, bazense birilerinin yine kendisiyle eşdeğerde olanların arasından seçildiği bir yarışma programıdır. Bu düşünce sistemi elbette yeni değildir, ancak bugünkü görünümü itibariyle, karşımıza bu denli süslü bir biçimde çıkabilmesi yenidir.
Medya eliyle sevimli hale getirilen kapitalist düşünce ve onun insanlara benimsettiği yaşam tarzı, sistem ve birey ilişkisini güçlendirme araçlarına bir yenisini daha eklemiş oldu. İnteraktif yarışmalar. İnsanlar bu programların katılımcısı oldukları ölçüde, onları eleştirmekten uzaklaştılar. Böylelikle oluşturulan kabullenme sisteminin içine öykünme ve örnek almayı ekleyebilmenin yolu olarak da ekrandaki yarışmacıların öz yaşam öyküleri devreye sokuldu. Ekranda ağlayanların sayısı çoğaldı, bununla beraber tartışanlara ayrılan saatler azaldı. En son Denktaşın da canlı yayında ağladığı düşünülürse, siyasetçilerin de bu yarışmalardan çok şey öğrendikleri söylenebilir.
Ancak bu yarışmaların en önemli misyonu insanlara seçim yaptırıyor oluşlarıdır. Kendilerine seçim hakkı verilmiş olan insanlar, programı düzenli olarak izlerler, taraf olurlar, tartışırlar ve netice de yarışmada destekledikleri adayın yanı sıra yarışmanın da savunucusu olurlar. Burada medya-siyaset işbirliğinin sonuçlarından birine rastlıyoruz. Yıllardır insanlar seçim dönemlerinde oy kullanarak yönetime katıldıkları yalanıyla aldatıldılar. Anayasanın hak ve ödev olarak tanımladığı bu durum çoğu kez sistemin iç tıkanıklıklarını aşmanın da bir aracı haline dönüştü. Birçok krizin erken seçimlerle aşılma çabası bunun bir göstergesidir. Politik ve ekonomik alanda yaşanan huzursuzlukların önüne demokrasi yalanlarıyla geçilebildiğine göre, bu ikilinin sosyal ve kültürel yansımalarına da başka bir alanda kullanılacak oylarla geçebilmek m¨mkün olmalıydı.
İnsanlara dayatılan kültürü televole dışında, onlara daha yakın gelebilecek araçlarla da destekleyerek empoze bir yolu olmalıydı. Bu yol bir yanıyla insanlarda hayatlarının değişebileceği umudunu da yaratmalıydı ki, etkisi daha uzun olabilsin. İnsanlar çobanlıktan cumhurbaşkanlığına uzanan yolun hikayelerini dinlemişlerdi yıllarca ve sıfırdan doğan işadamlarının... Değişen bir şey yok aslında: Şimdi de ırgatlıktan yükselen pop-starların hikayesini dinliyorlar. Umut da buradan doğuyor aslında. Beklentiler de bu yönde şekilleniyor. Yerel seçimlerle beraber sayısı artmış bir biçimde ekranlarda yerini alan bu kültürel seçimler, bugün gerçekten ve maalesef toplumun en önemli gündemini oluşturuyor. Hatta bu yarışmalarda oy kullanan insan sayısının siyasi seçimlere katılan insan sayısından daha fazla olduğu günler de olacaktır yakın zamanda. Yarışmacılarn oy isteme yöntemleri de siyasi partilerin yöntemlerine oldukça benziyor. Önce bir seçim şarkısı, ardından hedef kitlesine sesleniş ve beni buralara siz getirdiniz, hepinize teşekkürü borç bilirim söylevleri.
Bu tablo değişir mi? Değişir elbette; İnsanlara alternatif bir kültürün varolduğunu gösterip anlatabildiğimizde...
Medya-sermaye işbirliği sürüyor
Sistemin dağıttığı roller vardır. Kimileri muhalefet yapar, kimileri sistemi açıktan savunur. Sistemin içinde muhalefet yapanın da söylediği aslında diğerinden farklı değildir, sadece formülasyon değişir.
Geçtiğimiz hafta Sakıp Sabancı öldü. Görsel ve yazılı medyanın bütün bileşenleri yasa büründü. Sanatçılar ve köşe yazarları yıkıldılar. Televizyondan cenaze töreni canlı yayından aktarıldı. Saatlerce başka hiçbir yayın yapılmadı. Ve bir anda sistem içinde karşıt görüşlü olarak adlandırılanlar biraraya geldiler. Sermayenin dili, dini, ırkı olmaz söyleminin ispatı niteliğindeydi, ertesi gün çıkan günlük gazeteler. Vakit gazetesinin köşe yazarları da Milliyettekiler kadar üzgündü. Ve Radikal gazetesinin birçok köşe yazarı da onlarla aynı acıyı paylaşıyordu. Elbette pop-star yarışmasının adaylarının tümünün morali bozuktu ve bu performanslarını etkilemişti. Sabancı ailesine ve Türkiyeye başsağlığı dilendi.
Altı çizilmesi gereken bir nokta kalıyor. Sabancı ölmedi, kapitalizmle yaşıyor! Sabancının gerçek ölümü, onun cenazesi için yürüyen asalakların, çıkarcıların sokaklardan silinip, yerine işçi ve emekçilerin dolduğu gün olacaktır. Sabancı firmasının billboardlardaki reklamları sökülüp yerine devrimi müjdeleyen afişlerin asıldığı gün, tüm görsel ve yazılı basının işçi ve emekçinin sesine dönüştüğü gün ve insanlar değiştirme güçlerini oylamalar dışında kullanma iradesi ile gösterdikleri gün, Sabancı ile beraber bu düzen de toprağa gömülecektir.
İstanbulda Kızıldere anması
30 Mart 1972 Kızıldere katliamının tarihidir. Kızıldere siper yoldaşlığının en anlamlı örneğidir. Mahir Çayan, yoldaşları ve siper yoldaşlarının biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik sözleri, devrimciler için bir direniş şiarı olmuştur.
İstanbuldaki Kızıldere anması Temel Hak ve Özgürlükler Derneği tarafından 11 Nisan günü yapıldı. Anmaya yaklaşık 400 kişi katıldı.
İlk önce ölüm orucu şehidi Muharrem Karademirin şehit düşmesinin 40. günü anısına Gazi Cemevinde verilen yemeğe, buradan çok sayıda Ölüm Orucu şehidinin mezarının bulunduğu Sultançiftliği Cebeci Mezarlığına gidildi. TAYADlı analar başta olmak üzere mezarlık girişinden, şehitlerin gömüldüğü alana dek Devrim şehitleri ölümsüzdür!, Yaşasın Ölüm Orucu direnişimiz! sloganlar eşliğinde yüründü. Yapılan konuşmaların ardından, Grup Yorumun bir alt grubunun verdiği müzik dinletisi sunuldu. Anma sloganlarla bitirildi.
Anmaya biz de BDSP olarak katıldık. Katılımımız sınırlı, fakat anlamlıydı.
Mahir Çayan, yoldaşları ve siper yoyldaşlarını kavgamızda yaşatıyoruz!
Devrim şehitleri ölümsüzdür!
|