Tarihsel önemde bir sürecin içerisindeyiz. Hücre saldırısına karşı başlatmış olduğumuz SAG Direnişimizi Ölüm Orucu aşamasına taşımış bulunuyoruz. Bu vesileyle kısaca birkaç şey söylemek istiyorum.
Düzen ve devrim cephesi, en durgun dönemlerde dahi sürekliliği kesilmeyen bir çatışma içerisindedir. Bugün, sermaye devleti, bu coğrafyada gerçekleşecek devrimin temel gücü olan işçi sınıfı başta olmak üzere tüm ezilenlere karşı kapsamlı bir saldırı içerisindedir; tüm alanlarda, iktisadi, siyasi, ideolojik, kültürel vb... Bu kapsamlı saldırının tüm sonuçlarına varabilmesi için, okun sivri ucunu öncelikle, ezilenlerin temel çıkarlarının temsilcisi devrimcilere yöneltir. Bu hep böyle olmuştur. Toplumun en direngen, en dirençli kesimini oluşturan devrimciler, dışarıda süreklileşmiş bir azgın devlet terörüyle, içerde hak gaspları, vahşi saldırılar ve katliamlarla karşı karşıya bırakılmışlardır. Amaç; en dirençli kesimleri ezerek, imha ederek, toplumu daha rahat köleleştirebilmenin koşullarını oluşturmaktır.
Bugün bu saldırıların en kapsamlısıyla karşı karşıyayız. F tipi denilen hücre cezaevleri tam da bu kapsamda bir amaç doğrultusunda gündemleştirilmiştir. Hepimizin bildiği gibi, hücrelerde teslim alınmak istenen, devrimci düşünce ve değerlerimiz, yaşam biçimi ve ideallerimizdir. Özünde ise bir ideolojik saldırıdır bu. Belki de düzen ve devrim cephesini karşı karşıya getiren en sert çatışmalardan biri olacaktır.
Bu nedenlerle, tam da sorunun ciddiyetine ve önemine denk düşen bir direniş sürecini başlatmış ve direnişimizi Ölüm Orucu aşamasına çıkarmış bulunuyoruz. Bunun özünde ideolojik çatışma olduğunu söylediğimizde, aslında biz, zaferi tüm sonuçlarından bağımsız olarak daha en başta, yanıtımızı tok ve net bir biçimde direniş olarak ortaya koyduğumuz yerde kazandık. Zafere inancımızı esasta ideolojik güçlülüğümüzden alıyoruz. Devrime ve komünizme olan sarsılmaz inancımızdan alıyoruz. Bununla birlikte; Esnemektense kırılmayı tercih ederiz, biz hazırız, bayrağımıza leke sürdürmeyeceğiz!, Artık tereddütsüz öleceğiz! diyen şehitlerimizden ve Teslim mi olacaksınız, ölecek misiniz? dayatmalarına Devrimci tutsaklar teslim alınamaz, asıl siz teslim olun! şiarıyla sembolleşen ve devrimarihimizde onurlu yerini alan görkemli Ulucanlar direnişimizden!
Kendi adıma ise şunu söyleyebilirim. Bir devrimcinin en temel sorumluluğu parti ve devrimin çıkarlarını herşeyin üzerinde tutmaktır. Bugüne kadarki siyasal yaşamımda bu temel sorumluluğun hakkını vermeye, her koşulda partinin ve devrimin kızıl bayrağını hep yükseklerde tutmaya çalıştım, bugün de olduğu gibi. Partim, bana Ölüm Orucu direnişçisi olma onurunu vermiş bulunuyor. Bu onura layık olmak, tarihsel önemdeki bu sorumluluğu yerine getirmeyi sadece partime karşı değil, devrime karşı da bir görev olarak algılıyorum. Çünkü, biz devrimci ve komünist tutsakları hücrelere atmayı planlayanlar, oralarda devrim ve komünizm ütopyamızı boğacaklarını sanıyorlar. Buna asla izin vermeyeceğiz. Yaşamımızın biyolojik olarak sona ermesine rağmen devrim ve sosyalizm savaşımımızın haklılığına gölge düşürmeyeceğiz. Düşmanın teslialma çabalarını direnişimizin gücüyle boşa düşüreceğiz!
Bugün direnişin kızıl bayrağı bizlerin ellerinde! Bu onura layık olmak, bayrağı hep yükseklerde dalgalandırarak, gerektiğinde onun rengini kanımızla daha da kızıllaştırmak boynumuzun borcu. Bizi teslim alabileceğini sananlar ne büyük bir yanılgı içerisinde olduklarını göreceklerdir. Devrim davasının yenilmezliği görkemli direnişimizle bir kez daha gösterilecektir sınıf düşmanına. Temsil ettiğimiz sınıfa, işçi sınıfına layık komünistler olduğumuz bir kez daha görülecektir. Sonuçları ne olursa olsun, kazanan biz olacağız, kazanan devrim davası olacak.
Yoldaşlar ve siper yoldaşları olarak, tarihsel önemde bir sorumluluğu omuzlamış bulunuyoruz. Bu sorumluluğun hakkını vereceğimize inancım tam.
Şimdiden zaferimizi kutluyorum!
Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!
Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!
Yaşasın Marksizm-Leninizm!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!
Türkiye Komünist İşçi Partisinin kurucu üyelerinden olan Hatice Yürekli yoldaş, tüm öteki siper yoldaşları gibi, Ölüm Orucu maratonunu soluklu bir biçimde koşmuş ve sarsılmaz bir iradeyle göğüslemiş bir komünistti.
90 yılının başında, sınıf hareketindeki kırılmanın ve onu izleyen yeni tasfiyeciliğin yaşandığı bir evrede, komünist hareketin saflarında yerini almış, zor bir dönemde devrimden ve sosyalizmden yana tercih yapmış bilinçli ve inançlı bir devrimciydi o.
Tüm siyasal yaşamı boyunca komünist kimliği ve parti üyeliği onurunu hep yükseklerde tutmuş, direnişçi kimliği değişmez bir davranış biçimi haline getirmişti. Bu nitelikleriyle sağlam ve sarsılmaz bir profesyonel devrimci olan Hatice Yürekli yoldaş, sınıf çalışmasının ihtiyaçları çerçevesinde fiilen fabrikalarda da bir işçi olarak çalışmıştı.
Her seferinde siyasi poliste tereddütsüz direnen ve ifade vermeyi reddeden, mahkemelerde hep siyasi savunma yaparak düzeni ve düzenin mahkemelerini cepheden yargılayan Hatice Yürekli yoldaş, zindan direnişçiliğinin gereklerini de sağlam ve sarsılmaz bir komünist devrimci olarak yerine getirdi. Bu bilinçle 20 Ekim 2000de başlayan zindan direnişinin 1. Ekibinde yeraldı ve bunu kendisi için en büyük onur saydı. Ulucanlar Davasında yaptığı savunmayı şu sözlerle bitiriyordu:
Ben gönüllü bir Ölüm Orucu direnişçisiyim. Bizim Ölüm Orucuna örgüt baskısıyla gittiğimiz söyleniyor. Bu çok çirkin/çaresiz bir yalandır. Bizler siyasi kimlikleri, gelecek idealleri olan ve bu idealler doğrultusunda yaşayan insanlarız. Devletin bizleri teslim alıp/imha etmeye dönük planlarına karşı en önde durmak, ölümüne direnişin ilk gönülleri olmak bir onurdur bizim için.
Ailesine yazdığı 12 Kasım 00 tarihli veda mektubu ise, bilinçli bir devrimcinin sarsılmaz inancının ifadesiydi:
... Bizler de, siyasi kimliğimizi, devrimci kişiliğimizi ve insan onurumuzu teslim almaya dönük bu kapsamlı saldırıya karşı, ölümüne bir direnişi başlatmış bulunuyoruz. Devrimci değerlerimizin varoluş nedeni, insanlığın geleceği ve bu barbar sistemden kurtuluşu içindir.
Bu yanıyla emeğe saygı, insana saygı bu direnişe omuz vermeyi gerektiriyor. Sadece kendimiz için değil, yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca işçi ve emekçinin haklı davasını savunmak için direniyoruz. Çünkü saldırı hepimizedir, bizim şahsımızda insanlığın geleceği teslim alınmak istenmektedir...
Yaşamını tereddütsüzce işçilerin ve emekçilerin davasına adayan, bu uğurda düzenle tüm bağlarını koparmakta tereddüt etmeyen ve tüm örgütlü devrimci yaşamı boyunca partisinin bayrağını yükseklerde tutan bu yiğit devrimcinin anısı önünde bir kez daha saygı ile eğiliyoruz.
Devrim davası onun gibi bilinçli, kararlı ve sarsılmaz devrimcilerin omuzları üzerinde yükselecek.