17 Nisan'04
Sayı: 2004/07


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs alanlarını zaptedelim!
  Gençliğin 1 Mayıs'a katılımını kitlesel örgütleyelim!
  1 Mayıs'a yönelik pratik görevlere nasıl yaklaşmalıyız?
  NATO Zirvesi ve güncel devrimci görevler
  Sendika bürokratları AB konusunda sermayeyle işbirliği içerisinde
  Yeni yönetmeliklerle kölelik yasalarına eğitim sektöründe işleyiş kazandırılıyor...
  Sermaye devleti "ağa"sının önüne secdeye yattı
  OSİM-DER coşkulu bir şenlikle açıldı
  "Sol", sosyal-demokrasi ve CHP tartışmaları...
  Irak halkının direnişi er geç emperyalist haydutları dize getirecektir!
  Büyüyen direnişin yarattığı ilk yankılar
  Bush-Şaron katilleri suç işlemeye devam ediyor!
  Devrimci değerleri sömürme sevdasında olanların gerçekliği üzerine birkaç söz!
  Hapishaneler gerçeği ve yeni saldırı hazırlıkları
  Şov dünyasının pazarlama aracı: Demokrasi!
  "Kazanan biz olacağız, kazanan devrim davası olacak!"
  Sınıfı ve devrimi öörgütlemede parti kadrosunun tayin edici rolü
  Solu olmayan alternatifler!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Burjuvazi yarına kendi “sol”unu hazırlıyor…

“Sol”, sosyal-demokrasi ve CHP tartışmaları...

Yerel seçimleri izleyen ilk günlerden başlayarak seçim sonuçları üzerine yapılan değerlendirme ve tartışmaların odağında büyük ölçüde sol, sosyal-demokrasi ve CHP var. Başını sermaye medyasının çektiği bu tartışmaya Amerikancısı’ndan şeriatçısına hemen herkes bir yerinden katılıyor ve herkes de sorunu CHP ekseninde ele alıyor. Tabloya baktığınızda sanırsınız ki bu ülkenin düşünen ve eli kalem tutan hemen tüm çevreleri için, “solun başarısızlığı”na bir açıklama getirmek ve ona bundan sonrası için bir çıkış yolu göstermek, kolektif bir kaygı durumunda. 12 Eylül’den başlayarak aralıksız ve sistematik bir biçimde sol düşünce, değer ve güçlerin karalanması ve yıpratılması, bastırılması ve ezilmesi operasyonuna katılmış, destek vermiş, alkış tutmuş bu aynı çevrelerin bugün kalkıpsolun “derdine yanma” tutumu sergilemelerindeki ikiyüzlülüğü bir yana bırakalım. Bunun bir önemi yok; ikiyüzlülük ve riyakârlık çoktan beridir burjuva düşünce ve politika yaşamının en olağan özelliği haline gelmiş durumda. Önemli olan, bilinçli bir biçimde yürütülen bu tartışmanın gerisindeki politik amaçtır.

Seçimlerin ortaya çıkardığı tablo hemen hiçbir sürpriz içermezken ve dahası, CHP önden beklenenin üzerinde sayılabilecek bir oy da almışken bu tartışmanın bu denli hararetle, adeta bir kampanya halinde sürdürülmesi, tabiatiyle rastlantı değil. Söz konusu olan gerçekte bilinçli ve planlı bir operasyondur. Amaç ise, “sol” olarak gösterilen ve gündelik dilde sosyal-demokrasi olarak anılan gerici burjuva akımın yarınki ihtiyaçlar için bugünden hazırlanmasıdır.

Yerel seçimler AKP için sonun
başlangıcı olduğuna göre

Ortada yerel seçimlerin netleştirdiği bir burjuva siyaset tablosu var. Buna göre seçmen desteğini şu veya bu ölçüde koruyan ve dolayısıyla yaşama gücü gösteren partiler şunlardır: AKP, CHP, DYP, MHP ve SP. Bu tablonun kendisi daha ilk bakışta, tekelci burjuvazi yönünden iyi düşünülmüş bir CHP operasyonunun anlamını ve önemini kendiliğinden ortaya koyuyor.

Yeni bir seçime kadarki dönem, ki bu önümüzdeki 3-4 yıl demektir, hükümet cephesinden AKP ile götürülecektir. Yerel seçim sonuçları üzerinden sağlanan ek imkanlar ve rahatlama bunu kesinleştirmiştir. Bu AKP’nin tepe tepe kullanılacağı, iç ve dış politikada bugüne kadar atılmasında zorlanmalar yaşanmış bir takım adımların AKP hükümeti eliyle atılacağı bir dönem olacaktır. Emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin programını eksiksizce uygulamak, hele de ekonomik krizin yeniden ağırlaşması durumunda, AKP’yi bugün büyük oranda oy desteğini aldığı işçiler ve emekçiler nezdinde önemli ölçüde bitirecektir. Bu sürecin AKP’yi tümden tüketip tüketemeyeceği konusunda şimdiden elbette kesin bir şey söylenemez. Fakat bu sürecin sonunda AKP’nin bugünk¨ tek başına hükümet konumunu yitireceğine kesin gözüyle bakılabilir.

Sürecin AKP’yi zaman içinde yıpranmaya ve güç kaybetmeye götürecek bir başka yönü daha var. Bu onun şeriatçı “genleri”yle ilgilidir. Dışardan ABD’nin ılımlı islam yaratma projesinin ve içerden 28 Şubat terbiye operasyonunun melez bir ürünü olan AKP, meşruluk kazanmak ve hükümet olabilmek için bugüne kadar büyük bir “fedakarlık” gösterdi ve halen de gösteriyor. Şeriatçı damarını geri planda tutuyor ve şeriatçı tabanını oyalıyor. Fakat bunun hep böyle gitmesi kolay olmayacaktır. AKP, meclisteki özel ağırlığının yanı sıra yaptığı fedakarlığa paralel olarak devlet bünyesinde elde edeceği yeni mevzilere de dayanarak, zaman içinde bu alanda bazı adımları gündeme getirmeye yeltenecektir. Ya kimliğinin bu yönünden tümden vazgeçmek, ya da bunu yapmak zorundadır. Her iki duumda da onu sıkıntıların ötesinde bir bunalım, dolayısıyla bugünkü güç ve konumunu yitirmek beklemektedir. Dünkü kimliğinden vazgeçerse, dayandığı çekirdek tabanı yitirecektir, bu ise onun bitişi olacaktır. Bu tabanı tutacak adımlar atmaya kalkarsa, bu kez burjuvazinin ve düzen bekçilerinin hışmına uğrayacaktır.

Bu çelişik konumun ürünü sıkıntıları geride kalan birbuçuk yıl içinde çeşitli örnekler üzerinden izledik. Fakat bu henüz başlangıç aşaması olduğu ölçüde, durumu idare etmek AKP için yine de nispeten kolaydı. Fakat zaman ilerledikçe bu idare ediş de zora girecektir. Kaldı ki bunun bir de dış politika, ABD’nin Ortadoğu politikalarına uyum boyutu var. ABD’ye ve TÜSİAD’a dayanarak güç ve hükümet olanlar, örneğin Ortadoğu’da siyonist plan ve politikalara da uyum göstermek, tersi durumda ise sonuçlarına katlanmak zorundadırlar. AKP bu alanda da gerekli uyumu bugüne kadar iyi kötü gösterdi. Fakat gelinen yerde işleri bu alanda idare etmenin imkanları da giderek daralıyor. İsrail’le ilişkilerde sıkıntılar başgösterdi bile. Şeriatçı bir çekirdek tabana dayanıp da bölgede siyonist politkalara tam uyum göstermek sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Türkiye halkının büyük bir bölümüyle emperyalist ve siyonist politikalara karşıtlığı da göz önüne alınırsa, bu alandaki handikapın boyutları daha iyi anlaşılacaktır. Japonya’dan dil ucuyla da olsa İsrail yönetimine söz söylemek kolay da devamını getirmek o kadar kolay değil. ABD gezisinde siyonist lobilerden madalya ve dolayısıyla çok yönü tam destek alanlar, tersinden “sadakatsizlik” anlamına gelecek davranışların sonuçlarıyla da yüz yüze kalacaklardır. Siyonist lobinin ABD’yi yönettiği ve AKP’nin yularının da ABD’nin elinde olduğu unutulmamalıdır.

Tüm bunlar bir arada, bu kadar kaygan dengelerin üzerine oturan ve bunca çelişik eğilimi tatmin etmek zorunda olan AKP’nin bir seçim döneminden daha fazla dayanamayacağını, bu dönemin sonunda tümden yokolmazsa bile bugünkü ayrıcalıklı konumunu kesin olarak yitireceğini göstermektedir. Beklenmedik gelişmelerin bu süreci daha da kısaltması da ihtimaller dahilindedir. Bunun için hiç de askeri bir müdahale gerekli değil. Heterojen yapısı, şu veya bu gelişmenin bir ihtiyaç haline getirmesi durumunda, AKP’nin parlamenter çerçevede de bir iktidarsızlaştırma (hükümet edemez duruma düşürme) operasyonuna tabi tutulabileceğini gösteriyor. Büyük burjuvazinin şeriatçı geçmişinden doğabilecek sorunlara rağmen AKP konusunda gösterdiği rahatlığın gerisinde aynı zamanda bu var.

“Merkez partisi” arayışı:
MHP ve DYP üzerine

Fakat burada asıl konumuz AKP değil. Biz burada AKP’yle değil, burjuvazinin bugünden onun yerine hazırlamaya çalıştıklarıyla ve bu çerçevede somut olarak CHP ile ilgiliyiz. AKP’yle bugün kurtarıldığına göre, daha önce sözünü ettiğimiz tablodan geriye CHP, DYP, MHP ve SP kalıyor. Alternatif olarak hazırlanacaklar arasında son ikisinin, MHP ve SP’nin, herhangi bir şansı yok. SP için bu özel bir açıklama gerektirmiyor. Yakın geçmişte beklemedik biçimde önemli bir hükümet ortağı olacak denli seçmen desteği kazanmayı başaran, fakat bunu bir daha yinelemesi hiç de kolay olmayan MHP’nin ise burjuvazi için asıl misyonu farklı.

Bu misyon burjuvazi için tüm önemini bugün de koruyor; düzenin gerçek egemenleri, günü geldiğinde MHP’ye yine çok iş düşeceğini iyi biliyorlar. Fakat tam da kendine özgü bu misyonundan dolayı o, hükümet alternatifi olarak kollanacak ve hazırlanacak bir parti konumunda değil. Emperyalist burjuvaziyle ve uluslararası sermayeyle daha ileriden bütünleşmeye çalışan, bunun gerektirdiği adımları atan ve tavizleri veren büyük burjuvazi için MHP hükümet düzeyinde fazlaca tercih edilir bir parti değil. Şoven milliyetçi konum ve söylem, burada bir sıkıntı kaynağı, tümden engelleyici olmazsa bile hız kesici bir etken. Gerçi dört yıla yaklaşan hükümet pratiği döneminde MHP bu alandaki uyumunu, İMF direktiflerini uygulamak uğruna bakanlarını harcıyacak denli bir uysallık göstermiş bir parti.Fakat bu onu 3 Kasım’da sandığa gömdüğü ve bugün bir parça olsun toparlanmasını geleneksel konum ve söylemine dönmeye borçlu olduğu için, gelecekte söz konusu uyumu aynı kolaylıkla göstermeyecektir.

Büyük sermaye çevrelerinin de sorunu böyle gördüklerine dair bazı somut işaretler var. Bizzat yerel seçim dönemi MHP söylemleri onlar için bu konuda ayrıca uyarıcı olmuş olmalı. AB ile bütünleşmek ve bunun bir gereği olarak Kıbrıs’ı “feda etmek”, büyük burjuvazinin bugünkü en belirgin tercihidir. Oysa buna muhalefet, halihazırda MHP için neredeyse biricik siyasal malzemedir. Kendini bu sorun üzerinden toparlamaya çalışan ve bunun böyle olduğunu da açık açık ilan eden bir MHP, bu yönüyle burjuvazi için bir sıkıntı kaynağıdır ve herhangi bir biçimde öne çıkarılması gereken bir parti değildir.

TÜSİAD’la içiçe biri olan eski Merkez Bankası başkanı Yaman Törüner, seçimlerin ardından MHP hakkında şunları yazıyor: “Milliyetçi Hareket Partisi, yeniden toparlanıyor görünse de, merkez partisi olmaya çok uzak. Hâlâ aşırı uç parti ve oy potansiyeli kısıtlı. Zaten, kitle partisi adayı hiçbir zaman olamadı. Bundan sonra yenilik yapacağı beklentisi de yok.” Bu sözleri büyük sermaye çevrelerinin MHP’ye bakışı olarak da görebilir ve gereğinden fazla uzattığımız bu bahsi böylece geçebiliriz.

Yaman Törüner MHP’ye ilişkin bu görüşlerine, tam da, gelecekte AKP’nin yerine hazırlanacak partinin hangisi olması gerektiğini ele alan bir yazısında yer veriyor. Ona göre bu parti konumu gereği DYP olmalıdır ve bu konudaki görüşleri, bizim tablodan geriye kalan iki partiden biri olan DYP’yi de hızla geçmemizi kolaylaştırmaktadır: “Bütün bu tespitlerden sonra, Doğru Yol Partisi için daha rahat bir değerlendirme yapılabilir. Mehmet Ağar’ın ilk seçimiydi. Bu sınavdan yüzünün akıyla çıktı. Söylemleri farklıydı. Artık, hem partisinde hem partisi dışında tartışılamaz. ... Ağar için bu seçim büyük tecrübe oldu. Dış dünya, Türk iş alemi ve medya ile iyi ilişkiler kurabilmiş durumda. ... Üstelik, Silahlı Kuvvetler, yargı ve üniversitelerle de bir sorunu yok. ANAP ve Genç Parti’nin olmadığı, SP’nin AKP oylarını daha da tırtıkladığı, zaman içinde kitle partisi yaratamayan bir AKP ile karşılaşıldığı ve genellikle iktidar partilerinin büyüdüğü mahalli seçimlerin etkisinin kalktığı bir genel seçimde, DYP’nin oyu ciddi boyutlara ulaşabilir.” (Milliyet, 2 Nisan 2004)

DYP’yi AKP’nin yerini alacak güce ulaştırabilmek tekelci burjuvazi için elbette uygun tercih ve çözüm olur, ne var ki bu pek kolay değil. DYP Demirel’li en iyi döneminde bile ancak koalisyon ortağı olabilecek kadar seçmen desteği alabilmiş bir partidir ve M. Ağar gibi sicilli bir Susurlukçu çete reisinin liderliğindeyken daha büyük bir başarı elde etme şansı yoktur. Demirel ve Çiller’le büyük kentlerde seçmen desteği kazanamayan bir DYP, Mehmet Ağar’la hiç kazanamaz. Büyük kentlerde seçmen desteği kazanamayan bir burjuva partisinin ise parlamenter tabloda özel bir ağırlık elde etmesi beklenemez.

Mevcut tablo içinde elbetteki burjuvazi DYP’yi özel olarak kollayacak ve geleceğe hazırlayacaktır. Fakat onun elde edebileceği başarının sınırları konusunda hayal kurduğunu da sanmıyoruz. Soruna kendi kişisel politik eğilimleri üzerinden bakarak konuştuğu halde Yaman Törüner’in kendisi bile bu konuda ihtiyatlı ifadeler kullanmak ihtiyacı duyabildiğine göre büyük burjuvazinin bu konuda haydi haydi gerçekçi olduğundan kuşku duyulamaz.

Hazır öteki partiler konusunda yararlanmışken aynı Yaman Törüner’in tablomuzdan geriye kalan CHP konusundaki görüşlerini de dinleyelim: “Sol partiler son iki seçimdir % 25’ten fazla oy alamıyor. Sol partiler artık işsizin, çaresizin, fakirin partileri değil. Zenginlerin ve entellerin partileri. Kapitalizm, devletçi anlayışı dünya çapında sildi. Solun yeni söylemi kalmadı. Muhalefeti hiç yok. Artık, sol partiler kolay kolay merkeze yerleşip, kitle partisi yaratamaz.”

Böylece yeniden CHP’ye ve CHP ekseninde sürdürülen “sola ağıt” tartışmalarına da dönmüş oluyoruz.

Burjuvazi “sol”suz yapamaz

Sola ilişkin yukarıdaki türden tüm küçümseyici ve aşağılayıcı niteleme ve tartışmalara rağmen gerçekte düzenin bugün sol etiket taşıyan bir partiye her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var. Seçimleri izleyen sol tartışması da büyük ölçüde bu ihtiyacın bir ürünü.

Herşey bir yana, genel planda sol iddiası ve etiketi taşıyan bir parti, burjuvaziye yürürlükteki demokrasi oyununun inandırıcılığı bakımından bile gerekli. Öte yandan, olağanüstü dönemler hariç, Türk burjuvazisi ülkeyi sol etiket taşıyan bir parti olmaksızın artık yönetemez. ‘60’lar sonrası Türkiye’sinin en temel siyasal gerçeklerinden biri budur ve Türkiye’nin düzeni toplumsal bir devrimle değişmediği sürece de bu olarak kalacaktır. “Sol partiler artık işsizin, çaresizin, fakirin partileri değil” diyenler, CHP türü partilerin emekçilerin belki ana gövdesini değil ama kendisini solda gören ileri kesimlerini tuttuklarını ve böylece düzen için önemli bir sübap oluşturduklarını aslında çok iyi biliyorlar. CHP bugünkü haliyle bile böyle bir işlev yerine getiriyor ve böylecesosyal mücadelenin önünü tıkarayarak düzene temel önemde bir hizmet sunuyor.

‘70’li yılların CHP pratiği, geniş çaplı bir sosyal uyanış ve mücadele ile yüzyüze kalan Türk burjuvazisi için başlı başına önemli bir deneyimdi. Türkiye tarihinin bu yıllarda gerçekleşen en büyük sosyal uyanışının dizginlenmesinde ve düzene eklemlenmesinde CHP’nin oynadığı muazzam rol artık tartışmasız bir tarihsel veridir. Burjuvazi, sol iddiası ve etiketi taşıyan bir partinin kendisi için ne anlama geldiğini ‘90’lı ilk yıllardan başlayarak, sırasıyla SHP, CHP ve DSP üzerinden somut olarak ayrıca gördü. İster SHP ve CHP örneklerinde olduğu gibi sağ partilerin yedeği ve ister DSP örneğinde olduğu gibi ana parti olarak, kurulan koaliyon hükümetlerinde sol etiketli partilerin bulunması, ona saldırı programlarını uygulamada görülmemiş kolaylıklar sağladı. SHP ve CHP’nin desteği ve hüküme ortaklığı olmasaydı kirli savaş konsepti bu denli kolay ve pervasızca uygulanamazdı. Ecevit başbakan olmasaydı, işçi sınıfının ve emekçilerin temel kazanımlarına yönelen tüm öteki saldırılar bir yana, büyük katliamlar gerçekleştirerek F tipi saldırısını hayata geçirmek bu kadar kolay başarılamazdı. (Mehmet Ağar bu gerçeği daha 19 Aralık katliam operasyonu sürüyorken en açık bir dille tarihin kayıtlarına ge&cceil;irdi).

Bu sürecin yine aynı ‘90’lı ilk yıllardan başlayarak sosyal-demokrat düzen partilerini zaman içinde ezilenlerin ve emekçilerin desteğinden yoksun bıraktığını da biliyoruz. Bugün düzen solunun mevcut güçsüzlüğüne ve emekçilerden kopmuşluğuna şaşırıyor görünenler, zamanında aynı partileri düzenin ve devletin ihtiyaçları doğrultusunda sağ partilerle aynı çizgi ve programda tekleştirme operasyonunun bir parçası idiler. Aynı ihtiyaç, şimdilerde “sol” kimliği biraz cilalamayı ve emekçiler için inandırıcı kılmayı gerektirmektedir. Bugünün ihtiyacı budur, CHP’nin düzen payına emekçiler karşısında inandırıcı bir sol alternatif olmayı başarmasıdır.

AKP’nin hayal kırıklığına uğratacağı
emekçilere “sol” barikat hazırlığı

‘89 çöküşüne bağlı olarak solun dünya genelinden güç ve itibar kaybettiği ve Türkiye’de sosyal-demokrat etiketli partilerin demagojik düzeyde olsun emekçilerin ve ezilenlerin sorunlarına sahip çıkmaktan uzak durduğu bir dönemde, siyasal ve sosyal demagojiyi etkili bir biçimde kullanan dinci parti, özellikle kent yoksullarının geri kesimlerini geniş kitleler halinde kendine çekmeyi başardı. Bugün AKP hala bu başarının meyvelerini devşiriyor. Fakat tam da bu durum, dinci akımın işçileri ve yoksulları tutma başarısının da sonu olacaktır. Emperyalizme ve büyük sermayeye yılları bulacak uşakça bir hizmet pratiği ve bunun emekçiler için yaratacağı ağır sonuçlar, Türkiye’de yeni bir dönemin de önünü açacaktır.

CHP üzerinden sol tartışması yapanlar bunu daha şimdiden kendileri de satır aralarında öngörüyorlar ve ciddi ciddi yoksulların, emekçilerin ve ezilenlerin partisi olmayı başaramadığı için CHP’yi paylıyorlar. İnanılmaz gibi görünüyor ama onun başarısızılığının temel nedenlerinden biri olarak tam da bu gerçeğe işaret ediyorlar. Aydın Doğan memurlarından birinin (ki kendisi Milliyet gibi önemli bir gazeteyi yönetmektedir) şu görüşleri bu konuda yeterli bir fikir verebilir:

“...Türkiye’de sosyal demokrat partilerin oy kaybetmesi, partilerin ‘sol’ kimliklerini kaybetmeleriyle ilişkili. Bu partiler kendi gerçek kimliklerinden uzaklaştıkları, giderek bir merkez partisine dönüştükleri için gerçek tabanları erimeye yüz tuttu. Siyasal zemininde kayma olan bir hareketin, geniş kitleleri peşinden sürükleyebilmesinin ise mümkün olamayacağını siyasetle az çok ilgilenen herkes biliyor....

“Sol partiler dünyanın her yerinde siyasal güçlerinin önemli bölümünü toplumun ezilen kesimlerinin örgütlü gücünden (sendikalar gibi) alırlar. Türkiye’de bundan da söz edemiyoruz. Bugünkü CHP ve DSP gibi partilerin ekonomik politikalar açısından herhangi bir merkez partisinden çok farklı olmadığını da biliyoruz.” (Mehmet Y. Yılmaz, Milliyet, 31 Mart 2004)

Bu düşünceleri şu sıra CHP tartışmalarına katılan hemen herkes orta malı gerçekler olarak tekrarlayıp duruyor. Fakat nedense düzen solunun düzen sağı ile bu aynılaşmasının gerisindeki gerçek nedenlere kimse dokunmuyor. 12 Eylül sonrasında, ‘80 öncesi CHP’nin uzantısı durumundaki “sosyal-demokrat” akıma yöneltilen operasyonun temel amacı, tam da onları, bugün ciddi düşünür havalarında eleştiri konusu edilen bu konuma düşürmekti. Belli ki gelinen yerde büyük burjuvazi bunu artık sakıncalı görüyor ve bu çerçevede elindeki medya organlarıyla gerekli müdahalelerde bulunarak yakın geleceğe kendi “sol”unu hazırlıyor. Bu öylesine bir sol olacak ki, hem emekçilerde güven yaratacak ve dolayısıyla onların desteğini yeniden kazanacak, ama hem de kendisine yarın hükümet düzeyinde iş düştüğünde tamı tamıa bugünün AKP’sinin gösterdiği bir uyum ve uysallıkla hareket edecek.

Sermaye medyasının ilk bakışta birbiriyle çelişiyor gibi görünen ikili bir yüklenmesi var CHP’ye. O bir yandan statükoculukla, geleneksel kimliğine katı biçimde yapışmakla, kendini yenileyemekle vb., eleştiriliyor. Öte yandan ise dünkü konumunu ve kimliğini yitirmekle, sağ partilere benzemekle, sol konumu tutup emekçi ve yoksul halk kitlelerine dayanacağına sağa kayıp zengin partisi haline gelmekle eleştiriliyor.

Bu ikili eleştiride gerçekte herhangi bir çelişki yoktur. Herbiri büyük burjuvazinin farklı türden ihtiyaçlarına ve hesaplarına uygun düşüyor ve hizmet ediyor. İlk eleştirinin amacı, uluslararası sermayeyle daha ileriden bütünleşmenin gerektirdiği “reformlar” ve Kıbrıs türünden dünün “milli davalar”ı konusunda CHP’nin halen yapmakta yarar umduğu muhalefeti kırmak, böylece bu konularda bizzat ondan da alacağı güçle daha rahat adımlar atabilmektir. İkinci eleştirinin amacı ise, AKP’nin hayal kırıklığına uğratıp kaçınılmaz olarak yeni bir arayışa iteceği emekçiler ve yoksullar için şimdiden sol etiketli bir barikat hazırlayabilmektir.

Konuya önümüzdeki sayı devam edeceğiz.