Burjuvazi yarına kendi solunu hazırlıyor
Sol, sosyal-demokrasi ve CHP tartışmaları...
Yerel seçimleri izleyen ilk günlerden başlayarak seçim sonuçları üzerine yapılan değerlendirme ve tartışmaların odağında büyük ölçüde sol, sosyal-demokrasi ve CHP var. Başını sermaye medyasının çektiği bu tartışmaya Amerikancısından şeriatçısına hemen herkes bir yerinden katılıyor ve herkes de sorunu CHP ekseninde ele alıyor. Tabloya baktığınızda sanırsınız ki bu ülkenin düşünen ve eli kalem tutan hemen tüm çevreleri için, solun başarısızlığına bir açıklama getirmek ve ona bundan sonrası için bir çıkış yolu göstermek, kolektif bir kaygı durumunda. 12 Eylülden başlayarak aralıksız ve sistematik bir biçimde sol düşünce, değer ve güçlerin karalanması ve yıpratılması, bastırılması ve ezilmesi operasyonuna katılmış, destek vermiş, alkış tutmuş bu aynı çevrelerin bugün kalkıpsolun derdine yanma tutumu sergilemelerindeki ikiyüzlülüğü bir yana bırakalım. Bunun bir önemi yok; ikiyüzlülük ve riyakârlık çoktan beridir burjuva düşünce ve politika yaşamının en olağan özelliği haline gelmiş durumda. Önemli olan, bilinçli bir biçimde yürütülen bu tartışmanın gerisindeki politik amaçtır.
Seçimlerin ortaya çıkardığı tablo hemen hiçbir sürpriz içermezken ve dahası, CHP önden beklenenin üzerinde sayılabilecek bir oy da almışken bu tartışmanın bu denli hararetle, adeta bir kampanya halinde sürdürülmesi, tabiatiyle rastlantı değil. Söz konusu olan gerçekte bilinçli ve planlı bir operasyondur. Amaç ise, sol olarak gösterilen ve gündelik dilde sosyal-demokrasi olarak anılan gerici burjuva akımın yarınki ihtiyaçlar için bugünden hazırlanmasıdır.
Yerel seçimler AKP için sonun
başlangıcı olduğuna göre
Ortada yerel seçimlerin netleştirdiği bir burjuva siyaset tablosu var. Buna göre seçmen desteğini şu veya bu ölçüde koruyan ve dolayısıyla yaşama gücü gösteren partiler şunlardır: AKP, CHP, DYP, MHP ve SP. Bu tablonun kendisi daha ilk bakışta, tekelci burjuvazi yönünden iyi düşünülmüş bir CHP operasyonunun anlamını ve önemini kendiliğinden ortaya koyuyor.
Yeni bir seçime kadarki dönem, ki bu önümüzdeki 3-4 yıl demektir, hükümet cephesinden AKP ile götürülecektir. Yerel seçim sonuçları üzerinden sağlanan ek imkanlar ve rahatlama bunu kesinleştirmiştir. Bu AKPnin tepe tepe kullanılacağı, iç ve dış politikada bugüne kadar atılmasında zorlanmalar yaşanmış bir takım adımların AKP hükümeti eliyle atılacağı bir dönem olacaktır. Emperyalizmin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin programını eksiksizce uygulamak, hele de ekonomik krizin yeniden ağırlaşması durumunda, AKPyi bugün büyük oranda oy desteğini aldığı işçiler ve emekçiler nezdinde önemli ölçüde bitirecektir. Bu sürecin AKPyi tümden tüketip tüketemeyeceği konusunda şimdiden elbette kesin bir şey söylenemez. Fakat bu sürecin sonunda AKPnin bugünk¨ tek başına hükümet konumunu yitireceğine kesin gözüyle bakılabilir.
Sürecin AKPyi zaman içinde yıpranmaya ve güç kaybetmeye götürecek bir başka yönü daha var. Bu onun şeriatçı genleriyle ilgilidir. Dışardan ABDnin ılımlı islam yaratma projesinin ve içerden 28 Şubat terbiye operasyonunun melez bir ürünü olan AKP, meşruluk kazanmak ve hükümet olabilmek için bugüne kadar büyük bir fedakarlık gösterdi ve halen de gösteriyor. Şeriatçı damarını geri planda tutuyor ve şeriatçı tabanını oyalıyor. Fakat bunun hep böyle gitmesi kolay olmayacaktır. AKP, meclisteki özel ağırlığının yanı sıra yaptığı fedakarlığa paralel olarak devlet bünyesinde elde edeceği yeni mevzilere de dayanarak, zaman içinde bu alanda bazı adımları gündeme getirmeye yeltenecektir. Ya kimliğinin bu yönünden tümden vazgeçmek, ya da bunu yapmak zorundadır. Her iki duumda da onu sıkıntıların ötesinde bir bunalım, dolayısıyla bugünkü güç ve konumunu yitirmek beklemektedir. Dünkü kimliğinden vazgeçerse, dayandığı çekirdek tabanı yitirecektir, bu ise onun bitişi olacaktır. Bu tabanı tutacak adımlar atmaya kalkarsa, bu kez burjuvazinin ve düzen bekçilerinin hışmına uğrayacaktır.
Bu çelişik konumun ürünü sıkıntıları geride kalan birbuçuk yıl içinde çeşitli örnekler üzerinden izledik. Fakat bu henüz başlangıç aşaması olduğu ölçüde, durumu idare etmek AKP için yine de nispeten kolaydı. Fakat zaman ilerledikçe bu idare ediş de zora girecektir. Kaldı ki bunun bir de dış politika, ABDnin Ortadoğu politikalarına uyum boyutu var. ABDye ve TÜSİADa dayanarak güç ve hükümet olanlar, örneğin Ortadoğuda siyonist plan ve politikalara da uyum göstermek, tersi durumda ise sonuçlarına katlanmak zorundadırlar. AKP bu alanda da gerekli uyumu bugüne kadar iyi kötü gösterdi. Fakat gelinen yerde işleri bu alanda idare etmenin imkanları da giderek daralıyor. İsraille ilişkilerde sıkıntılar başgösterdi bile. Şeriatçı bir çekirdek tabana dayanıp da bölgede siyonist politkalara tam uyum göstermek sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Türkiye halkının büyük bir bölümüyle emperyalist ve siyonist politikalara karşıtlığı da göz önüne alınırsa, bu alandaki handikapın boyutları daha iyi anlaşılacaktır. Japonyadan dil ucuyla da olsa İsrail yönetimine söz söylemek kolay da devamını getirmek o kadar kolay değil. ABD gezisinde siyonist lobilerden madalya ve dolayısıyla çok yönü tam destek alanlar, tersinden sadakatsizlik anlamına gelecek davranışların sonuçlarıyla da yüz yüze kalacaklardır. Siyonist lobinin ABDyi yönettiği ve AKPnin yularının da ABDnin elinde olduğu unutulmamalıdır.
Tüm bunlar bir arada, bu kadar kaygan dengelerin üzerine oturan ve bunca çelişik eğilimi tatmin etmek zorunda olan AKPnin bir seçim döneminden daha fazla dayanamayacağını, bu dönemin sonunda tümden yokolmazsa bile bugünkü ayrıcalıklı konumunu kesin olarak yitireceğini göstermektedir. Beklenmedik gelişmelerin bu süreci daha da kısaltması da ihtimaller dahilindedir. Bunun için hiç de askeri bir müdahale gerekli değil. Heterojen yapısı, şu veya bu gelişmenin bir ihtiyaç haline getirmesi durumunda, AKPnin parlamenter çerçevede de bir iktidarsızlaştırma (hükümet edemez duruma düşürme) operasyonuna tabi tutulabileceğini gösteriyor. Büyük burjuvazinin şeriatçı geçmişinden doğabilecek sorunlara rağmen AKP konusunda gösterdiği rahatlığın gerisinde aynı zamanda bu var.
Merkez partisi arayışı:
MHP ve DYP üzerine
Fakat burada asıl konumuz AKP değil. Biz burada AKPyle değil, burjuvazinin bugünden onun yerine hazırlamaya çalıştıklarıyla ve bu çerçevede somut olarak CHP ile ilgiliyiz. AKPyle bugün kurtarıldığına göre, daha önce sözünü ettiğimiz tablodan geriye CHP, DYP, MHP ve SP kalıyor. Alternatif olarak hazırlanacaklar arasında son ikisinin, MHP ve SPnin, herhangi bir şansı yok. SP için bu özel bir açıklama gerektirmiyor. Yakın geçmişte beklemedik biçimde önemli bir hükümet ortağı olacak denli seçmen desteği kazanmayı başaran, fakat bunu bir daha yinelemesi hiç de kolay olmayan MHPnin ise burjuvazi için asıl misyonu farklı.
Bu misyon burjuvazi için tüm önemini bugün de koruyor; düzenin gerçek egemenleri, günü geldiğinde MHPye yine çok iş düşeceğini iyi biliyorlar. Fakat tam da kendine özgü bu misyonundan dolayı o, hükümet alternatifi olarak kollanacak ve hazırlanacak bir parti konumunda değil. Emperyalist burjuvaziyle ve uluslararası sermayeyle daha ileriden bütünleşmeye çalışan, bunun gerektirdiği adımları atan ve tavizleri veren büyük burjuvazi için MHP hükümet düzeyinde fazlaca tercih edilir bir parti değil. Şoven milliyetçi konum ve söylem, burada bir sıkıntı kaynağı, tümden engelleyici olmazsa bile hız kesici bir etken. Gerçi dört yıla yaklaşan hükümet pratiği döneminde MHP bu alandaki uyumunu, İMF direktiflerini uygulamak uğruna bakanlarını harcıyacak denli bir uysallık göstermiş bir parti.Fakat bu onu 3 Kasımda sandığa gömdüğü ve bugün bir parça olsun toparlanmasını geleneksel konum ve söylemine dönmeye borçlu olduğu için, gelecekte söz konusu uyumu aynı kolaylıkla göstermeyecektir.
Büyük sermaye çevrelerinin de sorunu böyle gördüklerine dair bazı somut işaretler var. Bizzat yerel seçim dönemi MHP söylemleri onlar için bu konuda ayrıca uyarıcı olmuş olmalı. AB ile bütünleşmek ve bunun bir gereği olarak Kıbrısı feda etmek, büyük burjuvazinin bugünkü en belirgin tercihidir. Oysa buna muhalefet, halihazırda MHP için neredeyse biricik siyasal malzemedir. Kendini bu sorun üzerinden toparlamaya çalışan ve bunun böyle olduğunu da açık açık ilan eden bir MHP, bu yönüyle burjuvazi için bir sıkıntı kaynağıdır ve herhangi bir biçimde öne çıkarılması gereken bir parti değildir.
TÜSİADla içiçe biri olan eski Merkez Bankası başkanı Yaman Törüner, seçimlerin ardından MHP hakkında şunları yazıyor: Milliyetçi Hareket Partisi, yeniden toparlanıyor görünse de, merkez partisi olmaya çok uzak. Hâlâ aşırı uç parti ve oy potansiyeli kısıtlı. Zaten, kitle partisi adayı hiçbir zaman olamadı. Bundan sonra yenilik yapacağı beklentisi de yok. Bu sözleri büyük sermaye çevrelerinin MHPye bakışı olarak da görebilir ve gereğinden fazla uzattığımız bu bahsi böylece geçebiliriz.
Yaman Törüner MHPye ilişkin bu görüşlerine, tam da, gelecekte AKPnin yerine hazırlanacak partinin hangisi olması gerektiğini ele alan bir yazısında yer veriyor. Ona göre bu parti konumu gereği DYP olmalıdır ve bu konudaki görüşleri, bizim tablodan geriye kalan iki partiden biri olan DYPyi de hızla geçmemizi kolaylaştırmaktadır: Bütün bu tespitlerden sonra, Doğru Yol Partisi için daha rahat bir değerlendirme yapılabilir. Mehmet Ağarın ilk seçimiydi. Bu sınavdan yüzünün akıyla çıktı. Söylemleri farklıydı. Artık, hem partisinde hem partisi dışında tartışılamaz. ... Ağar için bu seçim büyük tecrübe oldu. Dış dünya, Türk iş alemi ve medya ile iyi ilişkiler kurabilmiş durumda. ... Üstelik, Silahlı Kuvvetler, yargı ve üniversitelerle de bir sorunu yok. ANAP ve Genç Partinin olmadığı, SPnin AKP oylarını daha da tırtıkladığı, zaman içinde kitle partisi yaratamayan bir AKP ile karşılaşıldığı ve genellikle iktidar partilerinin büyüdüğü mahalli seçimlerin etkisinin kalktığı bir genel seçimde, DYPnin oyu ciddi boyutlara ulaşabilir. (Milliyet, 2 Nisan 2004)
DYPyi AKPnin yerini alacak güce ulaştırabilmek tekelci burjuvazi için elbette uygun tercih ve çözüm olur, ne var ki bu pek kolay değil. DYP Demirelli en iyi döneminde bile ancak koalisyon ortağı olabilecek kadar seçmen desteği alabilmiş bir partidir ve M. Ağar gibi sicilli bir Susurlukçu çete reisinin liderliğindeyken daha büyük bir başarı elde etme şansı yoktur. Demirel ve Çillerle büyük kentlerde seçmen desteği kazanamayan bir DYP, Mehmet Ağarla hiç kazanamaz. Büyük kentlerde seçmen desteği kazanamayan bir burjuva partisinin ise parlamenter tabloda özel bir ağırlık elde etmesi beklenemez.
Mevcut tablo içinde elbetteki burjuvazi DYPyi özel olarak kollayacak ve geleceğe hazırlayacaktır. Fakat onun elde edebileceği başarının sınırları konusunda hayal kurduğunu da sanmıyoruz. Soruna kendi kişisel politik eğilimleri üzerinden bakarak konuştuğu halde Yaman Törünerin kendisi bile bu konuda ihtiyatlı ifadeler kullanmak ihtiyacı duyabildiğine göre büyük burjuvazinin bu konuda haydi haydi gerçekçi olduğundan kuşku duyulamaz.
Hazır öteki partiler konusunda yararlanmışken aynı Yaman Törünerin tablomuzdan geriye kalan CHP konusundaki görüşlerini de dinleyelim: Sol partiler son iki seçimdir % 25ten fazla oy alamıyor. Sol partiler artık işsizin, çaresizin, fakirin partileri değil. Zenginlerin ve entellerin partileri. Kapitalizm, devletçi anlayışı dünya çapında sildi. Solun yeni söylemi kalmadı. Muhalefeti hiç yok. Artık, sol partiler kolay kolay merkeze yerleşip, kitle partisi yaratamaz.
Böylece yeniden CHPye ve CHP ekseninde sürdürülen sola ağıt tartışmalarına da dönmüş oluyoruz.
Burjuvazi solsuz yapamaz
Sola ilişkin yukarıdaki türden tüm küçümseyici ve aşağılayıcı niteleme ve tartışmalara rağmen gerçekte düzenin bugün sol etiket taşıyan bir partiye her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var. Seçimleri izleyen sol tartışması da büyük ölçüde bu ihtiyacın bir ürünü.
Herşey bir yana, genel planda sol iddiası ve etiketi taşıyan bir parti, burjuvaziye yürürlükteki demokrasi oyununun inandırıcılığı bakımından bile gerekli. Öte yandan, olağanüstü dönemler hariç, Türk burjuvazisi ülkeyi sol etiket taşıyan bir parti olmaksızın artık yönetemez. 60lar sonrası Türkiyesinin en temel siyasal gerçeklerinden biri budur ve Türkiyenin düzeni toplumsal bir devrimle değişmediği sürece de bu olarak kalacaktır. Sol partiler artık işsizin, çaresizin, fakirin partileri değil diyenler, CHP türü partilerin emekçilerin belki ana gövdesini değil ama kendisini solda gören ileri kesimlerini tuttuklarını ve böylece düzen için önemli bir sübap oluşturduklarını aslında çok iyi biliyorlar. CHP bugünkü haliyle bile böyle bir işlev yerine getiriyor ve böylecesosyal mücadelenin önünü tıkarayarak düzene temel önemde bir hizmet sunuyor.
70li yılların CHP pratiği, geniş çaplı bir sosyal uyanış ve mücadele ile yüzyüze kalan Türk burjuvazisi için başlı başına önemli bir deneyimdi. Türkiye tarihinin bu yıllarda gerçekleşen en büyük sosyal uyanışının dizginlenmesinde ve düzene eklemlenmesinde CHPnin oynadığı muazzam rol artık tartışmasız bir tarihsel veridir. Burjuvazi, sol iddiası ve etiketi taşıyan bir partinin kendisi için ne anlama geldiğini 90lı ilk yıllardan başlayarak, sırasıyla SHP, CHP ve DSP üzerinden somut olarak ayrıca gördü. İster SHP ve CHP örneklerinde olduğu gibi sağ partilerin yedeği ve ister DSP örneğinde olduğu gibi ana parti olarak, kurulan koaliyon hükümetlerinde sol etiketli partilerin bulunması, ona saldırı programlarını uygulamada görülmemiş kolaylıklar sağladı. SHP ve CHPnin desteği ve hüküme ortaklığı olmasaydı kirli savaş konsepti bu denli kolay ve pervasızca uygulanamazdı. Ecevit başbakan olmasaydı, işçi sınıfının ve emekçilerin temel kazanımlarına yönelen tüm öteki saldırılar bir yana, büyük katliamlar gerçekleştirerek F tipi saldırısını hayata geçirmek bu kadar kolay başarılamazdı. (Mehmet Ağar bu gerçeği daha 19 Aralık katliam operasyonu sürüyorken en açık bir dille tarihin kayıtlarına ge&cceil;irdi).
Bu sürecin yine aynı 90lı ilk yıllardan başlayarak sosyal-demokrat düzen partilerini zaman içinde ezilenlerin ve emekçilerin desteğinden yoksun bıraktığını da biliyoruz. Bugün düzen solunun mevcut güçsüzlüğüne ve emekçilerden kopmuşluğuna şaşırıyor görünenler, zamanında aynı partileri düzenin ve devletin ihtiyaçları doğrultusunda sağ partilerle aynı çizgi ve programda tekleştirme operasyonunun bir parçası idiler. Aynı ihtiyaç, şimdilerde sol kimliği biraz cilalamayı ve emekçiler için inandırıcı kılmayı gerektirmektedir. Bugünün ihtiyacı budur, CHPnin düzen payına emekçiler karşısında inandırıcı bir sol alternatif olmayı başarmasıdır.
AKPnin hayal kırıklığına uğratacağı
emekçilere sol barikat hazırlığı
89 çöküşüne bağlı olarak solun dünya genelinden güç ve itibar kaybettiği ve Türkiyede sosyal-demokrat etiketli partilerin demagojik düzeyde olsun emekçilerin ve ezilenlerin sorunlarına sahip çıkmaktan uzak durduğu bir dönemde, siyasal ve sosyal demagojiyi etkili bir biçimde kullanan dinci parti, özellikle kent yoksullarının geri kesimlerini geniş kitleler halinde kendine çekmeyi başardı. Bugün AKP hala bu başarının meyvelerini devşiriyor. Fakat tam da bu durum, dinci akımın işçileri ve yoksulları tutma başarısının da sonu olacaktır. Emperyalizme ve büyük sermayeye yılları bulacak uşakça bir hizmet pratiği ve bunun emekçiler için yaratacağı ağır sonuçlar, Türkiyede yeni bir dönemin de önünü açacaktır.
CHP üzerinden sol tartışması yapanlar bunu daha şimdiden kendileri de satır aralarında öngörüyorlar ve ciddi ciddi yoksulların, emekçilerin ve ezilenlerin partisi olmayı başaramadığı için CHPyi paylıyorlar. İnanılmaz gibi görünüyor ama onun başarısızılığının temel nedenlerinden biri olarak tam da bu gerçeğe işaret ediyorlar. Aydın Doğan memurlarından birinin (ki kendisi Milliyet gibi önemli bir gazeteyi yönetmektedir) şu görüşleri bu konuda yeterli bir fikir verebilir:
...Türkiyede sosyal demokrat partilerin oy kaybetmesi, partilerin sol kimliklerini kaybetmeleriyle ilişkili. Bu partiler kendi gerçek kimliklerinden uzaklaştıkları, giderek bir merkez partisine dönüştükleri için gerçek tabanları erimeye yüz tuttu. Siyasal zemininde kayma olan bir hareketin, geniş kitleleri peşinden sürükleyebilmesinin ise mümkün olamayacağını siyasetle az çok ilgilenen herkes biliyor....
Sol partiler dünyanın her yerinde siyasal güçlerinin önemli bölümünü toplumun ezilen kesimlerinin örgütlü gücünden (sendikalar gibi) alırlar. Türkiyede bundan da söz edemiyoruz. Bugünkü CHP ve DSP gibi partilerin ekonomik politikalar açısından herhangi bir merkez partisinden çok farklı olmadığını da biliyoruz. (Mehmet Y. Yılmaz, Milliyet, 31 Mart 2004)
Bu düşünceleri şu sıra CHP tartışmalarına katılan hemen herkes orta malı gerçekler olarak tekrarlayıp duruyor. Fakat nedense düzen solunun düzen sağı ile bu aynılaşmasının gerisindeki gerçek nedenlere kimse dokunmuyor. 12 Eylül sonrasında, 80 öncesi CHPnin uzantısı durumundaki sosyal-demokrat akıma yöneltilen operasyonun temel amacı, tam da onları, bugün ciddi düşünür havalarında eleştiri konusu edilen bu konuma düşürmekti. Belli ki gelinen yerde büyük burjuvazi bunu artık sakıncalı görüyor ve bu çerçevede elindeki medya organlarıyla gerekli müdahalelerde bulunarak yakın geleceğe kendi solunu hazırlıyor. Bu öylesine bir sol olacak ki, hem emekçilerde güven yaratacak ve dolayısıyla onların desteğini yeniden kazanacak, ama hem de kendisine yarın hükümet düzeyinde iş düştüğünde tamı tamıa bugünün AKPsinin gösterdiği bir uyum ve uysallıkla hareket edecek.
Sermaye medyasının ilk bakışta birbiriyle çelişiyor gibi görünen ikili bir yüklenmesi var CHPye. O bir yandan statükoculukla, geleneksel kimliğine katı biçimde yapışmakla, kendini yenileyemekle vb., eleştiriliyor. Öte yandan ise dünkü konumunu ve kimliğini yitirmekle, sağ partilere benzemekle, sol konumu tutup emekçi ve yoksul halk kitlelerine dayanacağına sağa kayıp zengin partisi haline gelmekle eleştiriliyor.
Bu ikili eleştiride gerçekte herhangi bir çelişki yoktur. Herbiri büyük burjuvazinin farklı türden ihtiyaçlarına ve hesaplarına uygun düşüyor ve hizmet ediyor. İlk eleştirinin amacı, uluslararası sermayeyle daha ileriden bütünleşmenin gerektirdiği reformlar ve Kıbrıs türünden dünün milli davaları konusunda CHPnin halen yapmakta yarar umduğu muhalefeti kırmak, böylece bu konularda bizzat ondan da alacağı güçle daha rahat adımlar atabilmektir. İkinci eleştirinin amacı ise, AKPnin hayal kırıklığına uğratıp kaçınılmaz olarak yeni bir arayışa iteceği emekçiler ve yoksullar için şimdiden sol etiketli bir barikat hazırlayabilmektir.
Konuya önümüzdeki sayı devam edeceğiz.
|