10 Ocak'04
Sayı: 2004 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kerkük olayları ve Türk gericiliğinin provokatif oyunları
  Yeni özelleştirme hamlesi ve mücadele sorumluluğu
  İhanetin hesabını vereceksiniz!
  Sermaye hükümeti emeklileri de sefalete mahkum etti!
  BDSP'li tekstil işçilerinden açıklama... Haramidere'nin haramileri sömürü ve zorbalıkta sınır tanımıyor!
  Eğitim-Sen Genel Başkanı sermaye sözcüleri ile aynı dili konuşmamalı...
  Türkiye demokratikleşiyor!
  Kamu emekçileri hedef tahtasında
  Birleşik Metal Genel Kurulu üzerine...
  Soruşturma terörüne son!
  BES'te kongreler süreci ve birleşik mücadele platformu
  Yeni bir yılın başına dünya ve Ortadoğu...
  Ordu-hükümet gerilimi...
  İşgal karşıtı direniş, kirli manevraları boşa düşürecektir
  Iraklı direnişçiler "tek cephe" içinde birleşmeye hazırlanıyor!
  Suriye'ye ABD ve İsrail'in taleplerini yerine getirmesi tavsiye ediliyor!
  BMİS Genel Kurulu'nda FTM-CGS temsilcisi Jean-Francois Care ile konuştuk...
  Küba devrimi 45 yaşında
  El Salvador'da başkanlık seçimi ve FMLN
  Amerikancı besleme "gazeteci"!..
  Yerel seçimler yaklaşırken...
  Bültenlerden...
  2003 üzerine gözlemler: Soldaki ve sağdaki ideologlar ve peygamberler
  Hep aynı hikaye
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Yerel seçimler yaklaşırken...

Serhat Ararat

28 Mart Yerel Seçimleri yaklaşırken ittifak arayışları, pazarlıklar da yoğunlaşmış bulunuyor. Yerel seçimlere dönük yapılan “hazırlıklar”, tasfiyeciler cephesinde derinleşen çürüme ve kokuşmayı gözler önüne seriyor. Seçimler, bir bakıma politikaya ilginin arttığı bir süreçtir. Aynı zamanda ahlaki yozlaşmanın da uç noktaya çıktığı bir süreçtir. Tasfiyecilerin cephesinde iki önemli noktanın altı çizilebilir:

Birincisi, İmralı Partisi ve yönetenlerinin seçimlere dönük planları ve çabalarıdır. İkincisi, belediye başkanı olmak için egemen ve orta sınıf siyaset esnafının sergilediği tutumdur.

Bir kez İmralı Partisi’nin, yerel seçimleri tasfiyeciliği çok yönlü derinleştirmek ve çok daha dönülmez noktalara götürmede bir araç olarak kullanmak için yoğun bir çaba içinde olduğu gözlenmektedir. Bu çabaların Kongra-Gel’in kuruluş sürecine denk gelmesi de boşuna değildir. Tasfiyecilikte sergilenen bu son oyunlar halkımıza “demokratikleşme”, “demokratik güç birliği”, “demokratik yarış” olarak gösteriliyor. Oysa gerçeklik çok daha farklıdır. Bir yanda 1991-95 özel savaş konseptinin iki numaralı adı olan Murat Karayalçın’ın liderliğindeki SHP ile ittifak çabası sergilenirken ve bu konuda somut bir noktaya varıldığı açıklanırken, bir yandan da her açıdan kendilerine mutlak anlamda itaat edecek, İmralı tasfiyeciliğine sırt çevirmeyecek adaylar belrlemeye çalışmaktadırlar.

İyi kötü Kürt halkı bir önceki yerel seçimde tutumunu ortaya koymuş ve ulusal istemlerindeki kararlılığını verdiği oylarla belirlemişti. 1999 yerel seçimleri seçilen adayların kişilik özelliklerinden bağımsız olarak böyle bir rol oynamıştı. Şimdi ise en gerici kesimlerle yapılan birliklerle seçimlerin bir tür referandum rolü oynamasının önüne geçilmektedir. Sadece bu da değil, aynı zamanda halkımızın ulusal bilinci ve ruhunu katletme operasyonu daha da derinleştirilmek istenmektedir. M. Karayalçın’ın kimliği üzerinde uzun uzadıya durmanın bir gereği yok. Çünkü halkımız bu kişiliği çok iyi tanıyor... Binlerce köyün boşaltılmasından, yüzbinlerin sokaklara atılmasından, açlığa, hastalığa ve ölüme mahkum edilmesinden, yüzlerce faili belli cinayetin işlenmesinden ikinci derece sorumlu olan bi kişiyi halkımız çok iyi tanıyor.

Ancak ne yazık ki, yaşadığı bilinç tutulması ve katliamından dolayı bu kişiyi başımıza taç edenlere bir soru sorma gereğini bile duymuyor. DEHAP veya benzeri gelenekten gelen bir partinin Karayalçın’ın partisi içinde eritilmesi tasfiyeciliğin yasal zeminde kazanacağı bir başarı olarak değerlendirilmelidir. Bunu “Demokratik işbirliği”, “Demokratik mücadelede kazanılan önemli bir başarı” olarak değerlendirmek, en hafif deyimle halkla ve onun en temel ulusal demokratik haklarıyla alay etmektir!

Kimi reformist ve düzen içi sol etiketli parti, çevre ve kişilerin bu en büyük tasfiye operasyonuna kan taşımaları bu gerçekliği değiştirmez, tersine daha da ağırlaştırır. Çünkü onlar da genel anlamda İmralı tasfiyeciliğini meşrulaştırdıkları gibi, yerel seçimler öncesinde sergilenen bu özel tasfiye ve kök kazıma hareketinin de suç ortaklığını yapmış oluyorlar. Anılan bu çevrelerin durumu ayrı bir değerlendirme konusudur, o nedenle sadece değinmekle yetiniyoruz.

Anılan tasfiyeci hareketin ikinci hedefi de, kendilerine mutlak anlamda itaat eden, hiçbir koşul altında kendilerine karşı çıkmayan veya çıkamayacak durumda olan, İmralı’nın, aynı anlama gelmek üzere rejimin çizgisini en iyi bir biçimde yürütebilen, rejim tarafından kabul edilebilir bir geçmişe ve kişiliğe sahip adayları belirlemektir. Kimi zaman bu, çok kaba ve en sıradan ahlaki ölçüleri ayaklar altına alan yöntemlerle yapılmaktadır. Avrupa’ya “davet” edilen DEHAP’lı belediye başkanları, TV’de milyonların gözleri önünde sorgulanıp mahkum edildikten ve bu, “özeleştirileri”yle tescil edildikten sonra gerisin geri gönderilmektedir. Bu başkanların başarılı olup olmadıkları, ya da herhangi bir vizyona sahip olup olmadıkları ayrı bir tartışma konusudur. Bize göre genel olarak bu belediye başkanları başarısızdır. Başarılı olma olanakları da yoktu. İki nednden dolayı; birincisi, iktidar perspektifine oturmuş, onun yerel ayağını oluşturacak bir anlayış ve politikadan yoksun idiler. İkincisi, kişilikleri, eğitimleri, ufukları bunu başaracak bir konumda değildi. Burada sorumlu aranacaksa bunun sorumlusu böyle bir anlayış ve politikadan yoksun olan İmralı çizgisinden başkası değildir. Kuşkusuz sorun burada yaşanan deneyimleri ve kişilikleri tartışmak değildir. Belediye başkanları başarısızdırlar, evet, ama bu, onlarn bir daha aday olmalarını önlemek ve bunu kendi ağızlarından onaylatmak, bunun için TV platformunu bir yargılama ve mahkum etme kürsüsüne dönüştürme, gazeteci kılıklı “sorgucuların” en sıradan ahlak ölçüsünü ayaklar altına alma hakkını ve yetkisini vermez. Bir zamanlar tekelci Türk TV’leri HEP ve DEP yöneticilerini programlara çıkarır ve o programı kendilerinin mahkum edildiği, gözden d¨şürüldüğü birer platforma dönüştürürlerdi. Şimdi aynı yöntemi daha bayağı bir tarzda Medya TV yapmaktadır.

Davet edilen belediye başkanları da itirazsız gelmekte, bu kürsülerde birer kişiliksizlik örneği sergilemektedirler. En azından izleyebildiğimiz büyük çoğunluk böyledir. Bu belediye başkanlarının derdi bir daha aday gösterilmek, bunun için “otorite” ile arayı bozmamaktır. Oysa kendileriyle ilgili karar verilmiştir. İpleri çekilmiştir, bir daha aday olmaları olanaksızdır. Bu durum ortaya çıktığında “otorite” açısından olumsuz bir etkide bulunmalarının önüne geçmek için bu mahkum ve teşhir programlarını yapmaktadırlar.

Dahası var. Bu belediye başkanları Avrupa “gezilerinde” tam bir denetim ve gözetim altında tutulmaktadır. “Davetçilerin” bilgisi ve onayı dışında kendi yakınlarıyla görüşmeleri bile olanaksızdır.

İşte “demokrasi” ve özgürlük” havarilerinin traji-komik durumlarının çok kaba bir özeti...

Şimdi aday yarışında olanların durumu da içler acısıdır. Bireysel, ailesel hesaplar herşeyin üstünde tutulmakta, “tek seçici otorite” karşısında kılıktan kılığa girmekte, kendi aralarında ise “yarışı” tam anlamıyla ayak oyunlarıyla yürütmektedirler... Ulusal istem ve söylemler ise yapılanların kılıfı işlevini görmektedir...

Bu, her iki taraf açısından da siyaset esnafının içinde bulunduğu tiksindirici tabloyu gözler önüne sermektedir.

Açık ki Öcalan sistemi içinde özgür ve kişilikli siyasetçinin ortaya çıkması mümkün değildir. Yine Kongra-Gel ile geliştirilmeye çalışılan Kuzey Kürdistan egemen sınıf hareketinin açmazını çok iyi anlatmaktadır...

Kürdistan sosyalistlerinin, devrimci yurtseverlerin seçimlerdeki tavrı nedir, ne olmalıdır; yerel yönetim stratejileri ne olmalıdır konuları da başka yazılarda değerlendirilecektir.



Anadolu Yakası BDSP çalışmalarından...

Son bir aydır tüm işçi ve emekçilerin merakla beklediği asgari ücret 30 Aralık günü açıklandı. Hem Erdoğan hem de AKP kurmayları şova varan açıklamalarla bilinçsiz işçi ve emekçileri umutlu bir beklentiye soktular. Bunca şovdan, sıkça telaffuz edilen 400-500 milyon gibi rakamdan sonra sadaka düzeyinde bir ücretin verilmesi işçi ve emekçileri yeni bir hayal kırıklığına uğrattı.

BDSP olarak tartışmaların yoğunlaştığı Aralık ayının ortalarından itibaren “Vergiden muaf, insanca yaşamaya yeten asgari ücret için mücadeleye!” talebiyle bir çalışma başlattık. Merkezi afiş ve bildirilerimizi bölgemizdeki işçi ve emekçilere ulaştırmak, onları mücadele saflarına çağırmak için bir dizi planlama yaptık. Bu planlamaları büyük oranda hayata geçirip anlamlı tepkiler aldık.

Faaliyete Kartal civarındaki temel fabrikalara iş çıkışında bildirilerimizi dağıtmakla başladık. Ertesi günlerde ise sömürünün yoğun olduğu yerlerin başında gelen Tuzla Tersane’de sabah dağıtımları yaptık. İki ayrı noktadan (İçmeler, Aydıntepe) yaptığımız dağıtımlarda tersane işçilerinden anlamlı tepkiler aldık. Yağan yağmura rağmen dağıtımımızı sürdürmemiz ve sözlü ajitasyonla çalışmamızı birleştirmemiz sonucu işçilerle anlamlı sohbet imkanı bulduk.

Bunun dışında çalışma yürüttüğümüz mahallelerde, işçilerin yoğun olarak servislere bindikleri duraklarda bildirilerimizi dağıttık. Pek çok fabrikaya seslenme imkanı yaratması nedeniyle sabah servis dağıtımlarının verimli olduğunu söyleyebiliriz.

Afiş çalışması:

Çalışma yaptığımız bütün mahallelerde afişlerimizi kullanmış bulunmaktayız. Buralar dışında E-5 güzergahında da yaygın bir şekilde afişleme yaptık. E-5 afişi sırasında, afişleri sökmekle görevli, belediyeye bağlı taşeron işçilerle anlamlı bir diyaloğumuz oldu. Onlara bu afişleri niye yaptığımızı anlattık ve afişleri sökmemelerini rica ettik. Bizi ilgiyle dinledikten sonra afiş yapmamıza bir süre yardımcı oldular.

Çalışmayı yeni araçlarla zenginleştirme hedefindeyiz. Fabrikalarda oluşan tepkileri harekete geçirmeyi hedefleyen özgün bildirilerle, yerel toplantılarla işçi ve emekçileri saldırılara karşı tutum almaya ve mücadele alanlarına çağırmaya devam edeceğiz.

Anadolu Yakası’ndan BDSP çalışanları



Faaliyetimiz kesintisiz sürecek...

Irak halklarının haklı ve meşru direnişiyle dayanışmak için BDSP imzalı “Irak’taki emperyalist işgale karşı sokağa, eyleme, direnişe!” ve “Filistin, Afganistan, Irak... Emperyalist işgale son, halklara özgürlük!” şiarlarının yazılı olduğu afişlerimizi mahallemizin merkezi yerlerinde yaygın olarak yaptık.

Uzun tartışmaların ardından asgari ücret 30 Aralık günü açıklandı. Sermaye sınıfı işçi ve emekçilere açlık, yoksulluk, sefalet dayatıyor. Biz de insanca yaşama hakkı için örgütlü mücadeleye çağrı yapan bildirilerimizi fabrikalara, işçi servislerine dağıttık. Ayrıca BDSP imzalı “İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!” şiarlı afişlerimizi semtin merkezi yerlerine yoğun bir şekilde yaptık.

BDSP çalışanları/Gülsuyu