İstanbuldaki bombalı saldırıların ardından gelişen yeni terörizm karşıtı söylem, sonuçlarını bir bir ortaya çıkarıyor. Devletin çeşitli ağızlardan sık sık tekrarladığı ABye uyum yasaları ile hızlanan demokratikleşme süreci bu saldırılardan etkilenmeyecek, biz diğer ülkeler gibi özgürlükleri kısıtlamayacağız sözlerinin hiçbir anlam ifade etmediği biliniyor. Saldırılardan önce de AB süreci ile hızlanan demokratikleşme sürecinin ne menem bir şey olduğunu gördük. Özellikle tezkere döneminde savaş karşıtlarının üzerinde estirilen terör, tam da hak ve özgürlüklerin sınırlarının sözde genişletildiği bir dönemde gerçekleşti. Hakları için sokağa dökülen onbinlerce kamu emekçisini terörist olarak niteleyen, 6 Kasımda binlerce öğciye vahşice saldırma emrini veren ve daha birçok faşizan uygulamaya imza atanların derdi, bırakın demokrasiyi genişletmek, onları mümkün olduğunca daraltmak olabilir ancak.
İşte siyasal iktidarının asıl derdinin ne olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya koyan bir gelişme. Geçtiğimiz hafta sadece istihbaratla ilgili birimlere Başbakan Erdoğan imzalı çok gizli damgalı bir genelge gönderildi. Genelge İstanbuldaki bombalı saldırılarla bir istihbarat açığının ortaya çıktığı, bu açığı kapatmak için yeni girişimlerde bulunmak gerektiğinden sözediyor. Böyle bir gizli genelgenin burjuva basında kendisine nasıl kolaylıkla yer bulabildiği ayrı bir tartışma, ama bundan daha önemlisi basının genelgeyi nasıl yorumladığı. Burjuva basının yorumu kendi misyonuna uygun bir sıradanlık taşıyor. Basın genelgenin yalnızca radikal dinci terör örgütlerinin daha sıkı izlenebilmesi amacıyla yayımlandığı konusunda hemfikir!
Genelge, yasal olarak daha önce yalnızca MİTe tanınmış yetki ve olanakları Emniyet Genel Müdürlüğüne de tanıyor. Genelge ile Emniyet Müdürlüğü, tanık koruma, örgütlere ajan yerleştirme ve koruma, tanık ya da ajanlara yeni kimlik veya pasaport verme, yüz değiştirme, ailelerini koruma, tanık veya ajanla ailelerinin geçimini garanti altına alma, takip, izleme gibi konularda yeni geniş yetkiler elde ediyor.
Örneğin emniyet artık istihbarat amaçlı özel şirketler kurabilecek, kurdurabilecek. Sıradan ticari işletme gibi görünecek olan bu şirketlerin giderlerini ve diğer giderleri Başbakanlık karşılayacak. Bu yetkilerin kullanımı Başbakanlık bünyesinde kurulacak olan özel birim tarafından kontrol edilecek.
Sermaye iktidarı kuruluşundan itibaren istihbarat işine önem vermiştir. Teşkilat-ı Mahsusadan MİTe kadar birçok yasal istihbarat örgütünün yanı sıra, JİTEM gibi yasadışı istihbarat örgütleri de sermaye devletinin pis işlerinin mimarı oldular. Düzenin 80 yıllık tarihinde bu kanlı örgütlerin önemli bir yeri vardır. Özellikle devrimci yükseliş dönemlerinde bu karşı-devrimci örgütler düzenin bekası için önemli kirli işler gerçekleştirmişlerdir.
Bu yeni genelge ile düzen gerçekte devrimci ve komünistleri zayıflatmayı hedeflemektedir. Düzenin bekası için yalnızca MİTi değil, Genelkurmay, jandarma ve emniyet bünyesinde kurduğu istihbarat örgütlerini sürekli geliştirmek derdindedir. Yeni genelgenin hedefi de budur. Bu emekçi kitleler için de daha az özgürlük, daha az demokrasi, daha fazla baskı ve zulüm anlamına gelecektir.
F tipi cezaevleri düzen cephesinin umduğu sonuçları yaratmadı. Bunun en temel nedeni, sergilenen korkunç vahşete rağmen gösterilen destansı direniştir. Devrimci tutsaklar, devrimci ve örgütlü kimliklerini savunmaya ve korumaya devam ettiler. Devrimci tutsakların örgütlülük bilinçleri öylesine içselleşmiş bir olgudur ki, tek ya da üç kişilik hücreler atılmalarına rağmen hala cezaevi konseyleri işlerliliğini sürdürmekte, dışarıya ortak açıklamalar ulaştırabilmektedirler.
Cezaevi konseyi, örgütün temsilcilerinden oluşan ortak kararların alındığı bir kurumsal yapıdır. Burada alınan kararlar doğrultusunda tüm tutsaklar tutum ve davranışlarını belirlerler. Şu an temsilciler oturup tartışacakları ortamları bulamıyorlar, ama buna rağmen ortak kararlar almanın yollarını buluyorlar. İşte bu kolektif bilinç ve irade, onları yenilmez kılıyor.
Düzen kendi cephesinden yeni saldırıları başlatmış bulunuyor. D tiplerine sevkler de bunun bir parçasıdır. Tet tip elbise ve zorla çalıştırma ile birlikte yüksek güvenlikli cezaevlerinin uygulamaya geçirilmesi söz konusu.
Bu saldırılara karşı devrimci tutsaklar üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirdiler. Yeni saldırılara karşı da aynı bilinçle ve kararlılıkla göğüs gereceklerinden kuşku duyulmamalıdır.
Bu durumda dışarda bizler de kendi cephemizden üzerimize düşen görev ve sorumlulukları belirleyip harekete geçmek durumundayız. Tüm çalışma alanlarımızın gündemlerinden biri de bu olmalıdır. Yalnızca devrimci tutsaklarla ilgilenen kurumlara bırakılabileceğimiz bir sorun değildir bu. Tutsaklarla ilgilenen kurumların kararlarının başarıyla yaşama geçmesinin birer dayanağı olabileceğimiz gibi, bu kurumlara öneriler getirerek daha sonuç alıcı bir çalışma içine de girebiliriz, girmeliyiz de. Elbette tek gündemimiz zindanlar değil, olamaz. Ama zindanlar, zindanlardaki tutsakları sahiplenmek ve onlarla dayanışmayı emekçiler içinde örmek, çalışma gündemimizin temel önemde bir parçası olmalıdır. Bu sağlıklı bir örgütlenme ve güçlü kadrolar yetiştirmenin de bir yoludur. Unutmayalım ki kurulu düzene karşı mücadele eden her inın yolu bir gün bir biçimde zindanlara düşebilir. Kurulu toplumsal düzeni yıkmak gibi temel tarihsel bir devrimci misyon ve iddiayı ortaya koyan bir siyasal akımın bu gerçeği gözden kaçırması mümkün değildir.
Saldırıları püskürtmenin başka bir yolu yok. Destansı direnişimize rağmen hücre saldırısını püskürtemedik. Ancak yine de F tipi zindanları sınıf düşmanlarımızın da amaçlarına ulaşamadığı bir mücadele alanına çevirmeyi başardık. Süreç bizim için birçok boyutuyla kazanımlarla doludur. Bu kazanımları kalıcı kılmanın yolu devrimci tutsaklara sahip çıkmaktır. Düşmanın uygulayacağı zulüm ne kadar ağır olursa olsun, onlara sahip çıktığımızı bilmeleri devrimci tutsakları politik ve moral olarak daha da güçlendirecektir.