10 Ocak'04
Sayı: 2004 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kerkük olayları ve Türk gericiliğinin provokatif oyunları
  Yeni özelleştirme hamlesi ve mücadele sorumluluğu
  İhanetin hesabını vereceksiniz!
  Sermaye hükümeti emeklileri de sefalete mahkum etti!
  BDSP'li tekstil işçilerinden açıklama... Haramidere'nin haramileri sömürü ve zorbalıkta sınır tanımıyor!
  Eğitim-Sen Genel Başkanı sermaye sözcüleri ile aynı dili konuşmamalı...
  Türkiye demokratikleşiyor!
  Kamu emekçileri hedef tahtasında
  Birleşik Metal Genel Kurulu üzerine...
  Soruşturma terörüne son!
  BES'te kongreler süreci ve birleşik mücadele platformu
  Yeni bir yılın başına dünya ve Ortadoğu...
  Ordu-hükümet gerilimi...
  İşgal karşıtı direniş, kirli manevraları boşa düşürecektir
  Iraklı direnişçiler "tek cephe" içinde birleşmeye hazırlanıyor!
  Suriye'ye ABD ve İsrail'in taleplerini yerine getirmesi tavsiye ediliyor!
  BMİS Genel Kurulu'nda FTM-CGS temsilcisi Jean-Francois Care ile konuştuk...
  Küba devrimi 45 yaşında
  El Salvador'da başkanlık seçimi ve FMLN
  Amerikancı besleme "gazeteci"!..
  Yerel seçimler yaklaşırken...
  Bültenlerden...
  2003 üzerine gözlemler: Soldaki ve sağdaki ideologlar ve peygamberler
  Hep aynı hikaye
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Ankara’dan Beşar Esad’a Amerikancı telkinler...

Suriye’ye ABD ve İsrail’in taleplerini
yerine getirmesi tavsiye ediliyor

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Türkiye ziyareti, burjuva medyanın son günlerdeki baş gündemlerinden birini oluşturuyor. Birkaç yıl öncesine kadar Ankara’daki Amerikancı iktidar tarafından PKK’ye destek verdiği gerekçesiyle “düşman ülke” kategorisinde yer alan Suriye, sermaye basınından da aynı muameleyi görüyordu. A. Öcalan’ın Suriye’den çıkarılıp İmralı’ya getirilmesiyle başlayan süreç, durumu -en azından şimdilik- tersine çevirmiş görünüyor.

Sermaye iktidarı ABD’den
bağımsız bir politika mı izliyor?

Yarım asrı aşkın bir süredir ABD emperyalizminin uşaklığını yapan işbirlikçi burjuvazi ile onun adına ülkeyi yönetenler, aynı zamanda Ortadoğu halklarına karşı ABD’nin “ileri karakolu” olma misyonunu yerine getirmişlerdir. Erdoğan’ın “İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke” olmakla övünmesi, Fransız emperyalizmine karşı kahramanca direnen Cezayir’in bağımsızlığı için BM’de yapılan oylamada Türkiye temsilcisinin red oyu kullanması, ABD’nin emriyle “Bağdat Paktı”nın (CENTO) kurulması/ayakta kalabilmesi için harcadığı çabalar akla ilk gelen örnekler...

İşbirlikçi tekelci burjuvazi geleceğini ABD-İsrail ile üçlü “şer ittifakı”nda görüyor, bu saldırgan işbirliğini sürekli güçlendiriyor. Erdoğan’ın 28 Ocak’ta ABD’ye, ardından da İsrail’e yapacağı ziyaretler de, ilişkilerin gitgide perçinlendiğini gösteriyor. Elbette, Irak’ı işgal eden emperyalist haydutlara destek için harcanan çabaları, bu amaçla çıkarılan tezkereyi de unutmamak gerek.

Kısacası, Türk sermaye devletinin Amerikan emperyalizminden bağımsız, hele onu rahatsız edecek bir ilişki geliştirmesi söz konusu bile değil. Tam tersine, Amerikancı iktidarın Ortadoğu politikaları, ABD-İsrail eksenlidir. Yani emperyalist-siyonist çıkarları kendi çıkarı kabul eden bir çizgidir. Belki bunun tek istisnası; Güney Kürdistan’da bağımsız bir Kürt devletinin kurulması ihtimaline karşı Suriye ve İran’la ortak tutum alma arayışı olabilir. Bu da her üç ülkenin Kürdistan’ın bir parçasını sömürgeleştirmiş olmalarından kaynaklanıyor.

Türk devleti arabulucu mu taraf mı?

İktidar çevreleri Esad’ın ziyaretine “özel” bir önem atfediyor. Aradaki önyargıların ortadan kalkacağı, Hatay sorunu, başta Fırat nehri olmak üzere su paylaşımı gibi sorunların çözülmesi için ortam oluşacağı, iki ülke arasındaki ekonomik-ticari ilişkilerin geliştirileceği vurgulanıyor. Fazla gündeme getirilmemekle birlikte, “Adana mutabakatı”yla başlayan “terörle mücadele” konusunda ortak hareket etme ile güvenlik sorunlarıyla ilgili işbirliğinin daha da geliştirilmesi gündemde. Türkiye’nin istediği kişileri hızla iade eden Suriye yönetimi, bu konuda ne kadar kararlı olduğunu gösterdi.

Esad’ın Türkiye ziyaretinden beklenti içinde olan emperyalist-siyonist gericilik, Ankara’daki işbirlikçilerinden arabuluculuk rolü yapmasını talep ediyor. İsrail’in Ankara Büyükelçisi Pinhas Avivi, hafta başında Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal’le görüşerek, Esad’a bazı mesajların iletilmesini istediklerini söyledi. Mesajların başında, Suriye’nin “terörizmi” desteklemeye son vermesi geliyor. İsrail Hamas, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin Şam’daki ofislerinin kapatılmasını, “terör örgütlerine mali destek vermeyin” ve “Suriye topraklarında eğitim görme imkanı tanımayın” mesajlarının iletilmesini istiyor.

İsrail tarafından gündeme getirilen teklifi sıcak karşıladıklarını açıklayan Erdoğan, sinagog saldırılarının ardından İsrail ile istihbarat konusunda işbirliğini artırmak istediklerini belirterek, “Şam ile Kudüs arasındaki arabuluculuk rolünü üstlenmemizin mümkün olacağını umuyoruz” açıklamasını yaptı. İslami söylemi siyasi ranta çevirip başbakan olan Erdoğan, Filistin halkına reva görülen siyonist devlet teröründen ise söz etme gereği bile duymuyor.

Daha Irak saldırısının hazırlık aşamasında bölge ülkelerini Amerikancı çizgiye davet etmek için girişimlerde bulunan A. Gül ise, Suriye yönetimine şu tür telkinlerde bulunduğunu övünerek açıklıyor: “Bölge ve dünya yeni bir istikamete doğru yürüyor, bu görmezden gelinemez. Bütün ülkelerin de buna ayak uydurması gerekiyor (...) Suriye ve Libya’nın bu gerçeği anlayıp tutum değiştirmeleri olumlu bir gelişmedir.” Burada “yeni istikamet”le kastedilen, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’yu yeniden düzenlemek için giriştiği emperyalist saldırganlıktan başkası değil. Yani A. Gül, başta Suriye olmak üzere bölge ülkelerine kendi sergiledikleri uşaklığı telkin ediyor.

Bush-Şaron katillerinin talep ettiği “arabuluculuk” da Gül’ün telkinine aynen uyuyor. Esad’a verilen mesajın özü, “tek çıkar yolunuz ABD-İsrail çizgisine gelmek, onların isteklerine yanıt vermektir” şeklinde özetlenebilir. Demek ki, Türk sermaye devleti “arabulucu” değil, emperyalist-siyonist tarafı açıktan temsil eden bir konumdadır. Bir başka ifadeyle, emperyalist-siyonist politikaların kabul görmesi için üstlenilen bir misyonla karşı karşıyayız.

Emperyalist-kapitalist dünya düzeni
ile bütünleşme arayışı!

Türkiye-Suriye ilişkilerinin geldiği nokta, her iki tarafın da belli çıkarları/hesapları, bununla bağlantılı beklentilerinin bir sonucudur. ‘90 yılına kadar karşı kamplarda yer alan iki devletin ilişkileri de buna uygun olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortada kalan Suriye, Körfez Savaşı’na asker göndererek ABD’ye yakınlaşma yönünde ilk adımı atmıştı. Ancak, aradaki siyonist engel aşılamadığı için, Suriye yönetimi ABD’nin “terörü destekleyen ülkeler” listesindeki yerini muhafaza etti. Suriye-İsrail barış görüşmeleri de 2000 yılında tıkanarak son buldu. Kısacası, Şam yönetiminin emperyalist-kapitalist düzenle bir sorunu yok. Temel engel, siyonist İsrail’in Filistin, Lübnan ve Suriye açısından yarattığı sorunların çözülememesidir. Nitekim Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, kısa süre önce New York Tmes gazetesine verdiği demeçte, 2000 yılında çöken Suriye ile İsrail arasındaki barış görüşmelerinin yeniden canlandırılması için ABD’ye çağrıda bulunmuştu.

ABD-İsrail kaynaklı baskı ve tehditlere maruz kalan Suriye yönetimi, hem bu baskıyı dengelemek, hem de AB’nin İsrail’e baskı yapmasını talep edebilmek için AB emperyalistleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Beşar Esad bunu şu sözlerle dile getiriyor: “Türkiye’nin AB’ye girmesi ile Suriye kuzeyden AB’ye komşu olacaktır. Bu da çok önemlidir çünkü ileride biz de AB’nin ortakları olacağız.” Tabii AB emperyalistleri bu girişimleri karşılıksız bırakmıyor ama, ABD’yi açıktan karşılarına alamamak için de özen gösteriyorlar. Yine de Esad, siyonistler üzerinde etkili olabilecek tek gücün ABD olduğu varsayımından hareketle, Suriye-İsrail arasındaki sorunların çözümü için Amerikan emperyalizmine çağrıda bulunuyor.

Esad’ın izlediği politika kuşkusuz Suriye egemen sınıflarının çıkarlarına da tamamen uygundur.

Halkların kardeşliği mücadele
içinde pekişecektir!

Ortadoğu, zengin petrol yatakları ve üç kıtayı birleştiren stratejik konumundan dolayı, emperyalist saldırganlığın temel hedeflerinden biri olmuştur. Bölge halkları 20. yüzyılın başından itibaren emperyalist güçlerin gazabından kurtulamamıştır. Bir yanda emperyalist güçler arası gerici hesaplaşmalar, diğer yanda siyonist devletin kurulması bu kısır döngüyü süreklileştirmiştir. Hala bölge kanlı savaşlar arenası olmaya devam ediyor.

Emperyalist-siyonist saldırganlığın hedefindeki bölge halklarının kaderi birbirine daha sıkıca bağlanmıştır. Aynı merkezden saldırıya maruz kalan halklar, ancak güçlü enternasyonal dayanışma bağları kurabildikleri zaman bu gerici saldırıları püskürtebilirler. Bu başarılamadığı sürece Amerikan-İsrail zorbaları ile bölgedeki işbirlikçilerinin üstesinden gelmek pek olası değildir.

Amerikan emperyalizmi ve gerici işbirlikçilerinin saldırganlığı vahşi boyutlara ulaştırdıkları bir süreçten geçiyoruz. Buna karşın halklar arası dayanışma olması gereken düzeyin çok gerisindedir. Kuşkusuz bu dayanışmanın güçlenip yaygınlaşması, bölge emekçi halklarının anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadele alanlarına aktif bir şekilde inmeleriyle doğrudan bağlantılıdır. İşçi sınıfı ile emekçilerin siyasi temsilcisi olan komünistler başta olmak üzere, tüm ilerici devrimci akımlar bu sorumluluk bilinciyle hareket etmekle yükümlüdürler.