10 Ocak'04
Sayı: 2004 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kerkük olayları ve Türk gericiliğinin provokatif oyunları
  Yeni özelleştirme hamlesi ve mücadele sorumluluğu
  İhanetin hesabını vereceksiniz!
  Sermaye hükümeti emeklileri de sefalete mahkum etti!
  BDSP'li tekstil işçilerinden açıklama... Haramidere'nin haramileri sömürü ve zorbalıkta sınır tanımıyor!
  Eğitim-Sen Genel Başkanı sermaye sözcüleri ile aynı dili konuşmamalı...
  Türkiye demokratikleşiyor!
  Kamu emekçileri hedef tahtasında
  Birleşik Metal Genel Kurulu üzerine...
  Soruşturma terörüne son!
  BES'te kongreler süreci ve birleşik mücadele platformu
  Yeni bir yılın başına dünya ve Ortadoğu...
  Ordu-hükümet gerilimi...
  İşgal karşıtı direniş, kirli manevraları boşa düşürecektir
  Iraklı direnişçiler "tek cephe" içinde birleşmeye hazırlanıyor!
  Suriye'ye ABD ve İsrail'in taleplerini yerine getirmesi tavsiye ediliyor!
  BMİS Genel Kurulu'nda FTM-CGS temsilcisi Jean-Francois Care ile konuştuk...
  Küba devrimi 45 yaşında
  El Salvador'da başkanlık seçimi ve FMLN
  Amerikancı besleme "gazeteci"!..
  Yerel seçimler yaklaşırken...
  Bültenlerden...
  2003 üzerine gözlemler: Soldaki ve sağdaki ideologlar ve peygamberler
  Hep aynı hikaye
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
BMİS Genel Kurulu üzerine...

Metal işçisi sendikasını arıyor!

Birleşik Metal-İş Sendikası 26-28 Aralık tarihleri arasında 16. Merkez Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Ayrıca 2003’ün son ayları başka bir dizi sendika genel kuruluna da sahne oldu. Söz konusu BMİS Genel Kurulu ve ondan önceki genel kurulları izleyenler, BMİS Genel Kurulu’nun kendinden önce gerçekleşen sendika ve konfederasyon genel kurullarından belli farklılıkları olduğunu söyleyebileceklerdir. Gerçekten de 16. Genel Kurul son aylarda yaşanan genel kurullara göre işçi sınıfının mücadelesinin, sorunlarının en fazla tartışıldığı genel kurul oldu. Üç gün boyunca genel kurul kürsüsünden yapılan konuşmalarda sendikal hareketin ve sınıf mücadelesinin bir dizi sorunu hararetli tartışmalara sahne oldu. Kuşkusuz ifade ettiğimiz farkı yaratan konuşmaların harareti değildi. Sendika kongrelerinde alışkın olduğumuz ve yazık ki bu genel kurulda da kendine yer bulan demagojiöylemler bir yana bırakılırsa, özellikle delege konuşmalarının ciddi bir sendikal anlayış tartışması niteliği taşımasıydı.

Anlayış tartışmasının önemi

DİSK 1980 sonrasında ikinci defa kurulduğunda Türkiye’de sol hareket ciddi bir ideolojik kırılma yaşıyor, DİSK’in yeni çizgisi bu kırılmanın etkileri altında belirleniyordu. “Çağdaş sendikacılık” adı altında işbirlikçi, uzlaşmacı (daha süslenmiş haliyle sosyal diyalogcu) bir anlayış, “yeni dünya düzenini anlamak” (siz teslim olmak olarak okuyun) adı altında ‘89 Bahar Eylemleri çıkışını ve ‘91 kırılmasını yaşayan sınıf kitlelerine hakim kılınmaya çalışılıyordu. Liberal uzmanların feyizleriyle pazarlanan bu yaklaşım sınıf hareketini ve sendikal hareketi yıllar boyunca kemirdi. Devlet eliyle bürokratlaşıp kastlaşan sendika yöneticilerinin ideolojik dayanağı oldu.

Mücadeleci bir geçmişe sahip olan BMİS, bu süre içerisinde “çağdaş sendikacılık” akımının en tutarlı savunucusu oldu. Kendi içindeki mücadeleci dinamikler bu söylemin etkisi altına alındı. Özellikle son 8 yılda karşı karşıya kalınan her saldırıda mücadele yerine uzlaşı, işçiye güvenmek yerine patronun insafına ve çağdaşlığına sığınmak, genel merkezden şubelere kadar her yere sinmiş bir davranış çizgisi haline getirildi. Dahası sendika tabanında bulunan mücadeleci öğeler böyle davranmanın gerekliliği konusunda ikna edildi. Saldırılar karşısında diplomasi dışında bir şey yapmamak tabana kanıksatıldı. 28 Aralık günü birçok delege, adını açıkça koyarak, bu anlayışla hesaplaşma çağrısı yaptı. Bu çağrıyı yapan delege arkadaşlarımızın böyle bir hesaplaşmanın mahiyeti ve araçları noktasında kafaları ne kadar açık olduğundan bağımsız olarak söylemek gerekir ki, bu, BMİS için mütevazi ama önemli bir gelişmedir.

Muhalefet hangi anlayışın temsilcisi?

BMİS Genel Kurulu’nda dikkat çeken bir başka nokta, ‘80 sonrasında işçi sendikası genel kurullarında çok fazla görülmeyen program tartışmasıydı. Bunda yönetime aday olan sendika şube başkanlarının bir programla çıkmalarının ciddi bir etkisi oldu. Şube başkanlarından oluşan muhalefet yalnız bir programla çıkmıyor, aynı zamanda uzlaşmacı sendikal anlayışa karşı sınıf sendikacılığını hakim kılmak, yeni bir sendikal hareket yaratmak iddiasını da taşıyordu.

Uzlaşmacı sendikacılığın yol açtığı kayıpların, sınıf hareketine verdiği zararların BMİS tabanında çağdaş sendikal anlayışa karşı bir tepkinin önünü açtığını, eski mücadele geleneğine sahip çıkma eğiliminin buradan beslenerek güçlendiğini söylemek yanlış olmaz. Aynı şey genel kurulda yönetime aday olan muhalefetin bileşenleri için de ileri sürülebilir. Sürecin BMİS tabanını eğittiği kadar, biri dışında hepsi en az 10 yıldır sendikanın yönetici kademelerinde bulunan başkanları eğittiği de iddia edilebilir. Fakat bugünden kesin olan şudur ki, muhalefetin DİSK ve BMİS’in resmi çizgisi haline gelen ve eski yönetim tarafından genel kurulda bir şekilde savunulan çağdaş sendikacılık çizgisine açıktan savaş açabilmelerinin gerisinde, tabanın bu konuda bir bilinç ve duyarlılık cedil;inde olması gerçeği vardır. Acı deneyimler, hiç değilse sendika tabanındaki ilerici kesimleri, bu çizginin ne menem bir anlayış olduğu noktasında eğitmiştir. Muhalefeti yönetime getiren bu bilinçtir. Dün ağırlık olarak görülen programın son genel kurulda bayrak yapılabilmesini de bu bilinç sağlamıştır. Bu bilincin en temel zaafiyeti kuşkusuz örgütsüz olmasıdır.

Kan değişikliği mi, anlayış değişikliği mi?

Her BMİS Genel Kurulu bir önceki yönetimin değişmesiyle son bulmuştur. Hiçbir yönetim, delegeler tarafından ikinci defa seçilmemiştir. Bu yanıyla her genel kurulda yönetimi değiştirmek BMİS’de neredeyse bir gelenek haline gelmiştir. Bu BMİS işçisinin başarısız olana tepkisini ortaya koymaktan sakınmadığını gösterdiği kadar, kişileri değiştirmenin, kan değişikliğine gitmenin kendi başına sorunları çözmediğini de göstermektedir.

Son genel kurulda BMİS delegeleri yeni bir yönetimi işbaşına getirdiler. Anlamlı tartışmaların yapıldığı, hele de anlayış tartışmalarının damgasını vurduğu bir genel kurulda ortaya çıkan bu değişiklik kuşkusuz anlamlıdır. Yeni yönetimin bir sendikal programa sahip olması ve bunu uygulamak noktasında fazlasıyla iddialı olması, sınıf sendikacılığı anlayışını kendisine rehber edindiğini söylemesi bu durumu daha da önemli kılmaktadır. Ancak BMİS’in işçisiyle bütünleşmiş, her türlü uzlaşmacı anlayıştan arınmış bir sendika olup olmayacağı tamamen tabandaki işçinin ne yapacağı ile ilgilidir.

Sendikal hareketin temel sorunu

Sendikal hareketin işçi hareketini de doğrudan etkileyen temel sorunu, sendikaların sermayenin doğrudan ve dolaylı müdahaleleri sayesinde bürokrasi tarafından felçedilmesidir. Tabandaki duruma göre bu, bazı sendikalarda açık ihanet, bazı sendikalarda ise uzlaşmacı bir tarz ile işçi sınıfının mücadele dinamiklerinin boğulması sonucunu yaratmaktadır. Bu tabloyu insanları değiştirerek, bürokratlaşmış bir yöneticinin yerine daha “dürüstü”nü, “namuslu”sunu getirirek tersine çevirmek mümkün değildir. Bu tablonun panzehiri, tabanın sendikada etkin hale gelmesini sağlayacak araç ve yöntemlerin kullanılmasından geçmektedir. Öyle ki, sendikanın politikaları oluşturulacak taban örgütlülükleri tarafından belirlenmelidir. Bürokratik kastlaşmayı önlemenin en etkili ve pratik çözümü budur. Ancak yolla büroratik kast ve onu vareden anlayış sökülüp atılabilir. Çarkı değiştirecek bir değişim gücü yaratmadan bu çarkın içinde değiştirilecek her çivi aslında bir şeyi değiştirmeyecektir. BMİS’de şu an için yalnızca çivilerin sökülmüş olduğunu görmek ve söylemek gerekmektedir.

Birleşik Metal işçisinin görevi

Üç günlük genel kurulda kendini öncü işçiler şahsında gösteren bilinç ve iradenin örgütlü bir iradeye dönüp dönmeyeceğini zaman ve ortaya konulacak çaba gösterecek. Bu, genel kurulun sınıfa ve özelde de BMİS’e ne getireceğini belirleyecek en büyük etmen olacaktır. Önümüzdeki sürecin geride kalandan daha kolay olmayacağı açıktır. Sermayenin saldırıları hızını arttırarak devam edecektir. BMİS’in bu saldırılar karşışında nasıl bir tutum alacağını belirleyecek olan tabanın iradesidir. Tabandan yükselen mücadeleci bir hat yalnız sermayeyi geriletip sınıfın diğer bölüklerine umut saçmakla kalmayacak, Türkiye’deki sendikal bürokratik çarka da ciddi bir darbe vuracaktır.

Partinin görevi

Sınıf mücadelesi siyasal bir mücadeledir. Sendikalar bu mücadelede önemli bir yere sahiptir. Türkiye’de sınıf hareketinin, dolayısıyla sendikal mücadelenin gerilemesinin siyasal öznelerin gerilemesiyle çok doğrudan bir bağı vardır. Sınıf sendikacılığı, kim nasıl tanımlarsa tanımlasın, sınıfın ekonomik ve demokratik alandaki hak alma mücadelesini tarihsel görevleriyle bağlantılı bir şekilde ele alarak; sınıfın güncel talepleri için mücadeleyi, tarihsel amaçları doğrultusunda biçimlendirerek yapılabilir. Bu da ancak iktidar bilinciyle mümkündür.

Bu bilinç kendiliğinden oluşmaz. Bu ancak siyasal özneler tarafından taşınabilir. Bu bilincin sınıfta yer etmesi ise onun kendi hak ve talepleri için mücadele etmesiyle mümkündür. Dolayısıyla sendikal bürokrasi sadece sermayenin saldırılarına karşı mücadelenin değil, yanı sıra sınıfın siyasal mücadelesinin önünde de temel bir engeldir. Bugün, sınıf yığınlarının, sermayenin saldırılarına ve sendikal bürokrasinin taribatına karşı mücadeleye sevkedilmesi temel önemde siyasal bir görevdir. Taban örgütlülüklerinin yaratılması ve bunlar üzerinden sendikal bürokratik cenderenin dağıtılması görevinde en büyük pay kuşku yok ki partili işçilere düşmektedir. BMİS Genel Kurulu’nda ortaya çıkan tepkinin bu amaçlar doğrultusunda derlenip toparlanması bu görevin somut başlıklarından biridir.

BDSP’li metal işçileri



Bir programın sınırları

Yeni yönetimin seçime bir programla girmesinin olumlu olduğunu belirmiştik. Yönetimin programında birçok konuya yer verilmiş. Ancak bir konu atlanmış görülüyor. Madem ki BMİS’i bugünkü kötü duruma düşüren uzlaşmacı anlayıştır. Ve madem ki sendika ile üyesi arasında çelişkiler oluşmuştur. O halde programda buna karşı daha somut öneriler yer alabilmeliydi.

Genel olarak kabul görüyor ki, Türkiye’deki sendikal hareketin en önemli sorunu bürokrasidir. Ve bu programın sahipleri demokratik bir sınıf ve kitle sendikacılığını savunmaktadır. Peki program içerisinde, kısa veya uzun vadeli bir hedef olarak, tabanın söz ve karar yetkisini geliştiren hedefler neden yoktur? İşyeri komitelerinin işyeri sorunlarında karar organı olarak kabul edilmesi, Genel Temsilciler Kurulu toplantılarında alınan kararların yönetim için bağlayıcı kabul edilmesi gibi demokrasiyi ve katılımcılığı geliştiren taleplere neden yer verilmemiştir? Bunların uygulanması ya da savunulması yeni yönetime ya hayal gelmiştir ya da sendika yönetimini ilgilendirmeyen konular olarak değerlendirilmiştir. Veya hiç akıllara gelmemiştir. Bizim için cevabı açıktır: Bu yeni yönetim sınırlarını aşmaktadır. Fakat neden ihmal edilmiş olursa olsunlar, bunlar o çok bahsedilen sınıf sendikacılı&curen;ının en temel özelliklerinden birkaçıdır.



Önümüzdeki DİSK Genel Kurulu
samimiyet sınavı olacak

Yeni seçilen yönetimin en büyük iddialarından birini, çağdaş sendikacılığa karşı sınıf sendikacılığının DİSK’e hakim kılınması oluşturuyor. Bu yanıyla Şubat ayında yapılacak genel kurulda herkes, BMİS delegelerinin ve yöneticilerinin her türlü koltuk ve delege hesaplarından uzak durarak DİSK içerisinde böyle bir çizginin hakim kılınması için mücadele vermesini bekliyor. Yeni yönetimin programında yazdığı gibi DİSK’in “işçi sınıfıyla buluşması ve sınıfının mücadelesinde sivil toplumculuğu aşan güçlü inandırıcı bir özne olması” görevi için bu günden çaba göstermeyi başarmak gerekmektedir. Böyle davranılmaması durumunda, yalnız BMİS Genel Kurulu’nda ortaya çıkan arayış heba edilmeyecek, aynı zamanda yönetimin ve savunduğu programın samimiyeti tartışmalı hale gelecektir. Bu açıdan DİGenel Kurulu yeni yönetimin ilk büyük sınavı olacaktır.



“Çağdaş sendikacılık” anlayışının geldiği yer...

“Kızıl sendikacılık” suçlaması
ne anlama geliyor?

Aralık ayının son günlerinde yapılan Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Kurulu’nda yoğun tartışmalar yaşandı. Eski yönetimin temsil ettiği uzlaşmacı “çağdaş” sendikal anlayış delegelerin çoğunluğu tarafından sert şekilde eleştirildi. Muhalefetin ortaya koyduğu programda da “çağdaş” sendikacılık eleştiriliyor, “sınıf sendikacılığı” savunuluyordu.

Eski genel sekreter Muzaffer Şahin, eleştirileri yanıtlamak için kürsüye çıktığında, muhalefeti “kızıl sendikacılığı savunmakla” suçladı. Daha başka şeyler de söyledi. Ama biz bu “kızıl sendikacılık” suçlaması üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü DİSK’e bağlı bir sendikanın yöneticisinin yönetime aday olan başkalarını “kızıl sendikacılığı savunmak”la suçlaması hem ibret alınması, hem de sendikal hareketin ve DİSK’in bu hallere niçin geldiğini anlamak bakımından önemlidir. Çünkü “kızıl sendikacılık”a ama aslında sınıf sendikacılığına yabancılaşmak ve tüm devrimci değerlerden uzaklaşmak anlamına geliyor.

Sermaye, Ekim Devrimi’nin zaferinden sonra, ama özellikle de 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren devrim, sosyalizm ve komünizm düşüncesinin işçi ve emekçiler arasında yaygınlaşmasına karşı büyük bir propaganda kampanyası yürüttü. Komünizmi veya sosyalizmi korkunç, uzak durulması gereken şeyler olarak göstermeye çalıştı. Bu uğurda en bayağı yöntemleri kullanmaktan da çekinmedi. Amaç elbette ki işçi ve emekçi yığınların devrimci örgütlenme ve mücadeleden uzak kalmalarını sağlamaktı. Bu kampanyanın başlıca hedefleri devrim ve sosyalizm mücadelesiyle özdeşleşmiş değerler, kişiler ya da örgütlenmeler olabiliyordu. “Kızıl sendikacılık” da bunlardan biriydi. Onyıllar boyunca işçi ve emekçilere “kızıl sendikacılık”ın ne kötü bir şey olduğu yalanları anlatıldı.

Sermaye bu çabasında çoğu zaman devlet güdümlü sendikal örgütlenmeleri de kullanmıştır. Türkiye’de bunun en bilinen örnekleri zamanında Türk-İş’in yaptığı “Komünizmi Telin Mitingleri”dir. Yani Türkiye işçi sınıfı sendikacıların ağzından devrim ve sosyalizmin kötülendiğine, onun değerlerine saldırıldığına sayısız kez tanık olmuştur.

Muzaffer Şahin’in BMİS Genel Kurulu’nda rakiplerini “kızıl sendikacılık” yapmakla suçlaması, geçmişte devrimci değerlere bir ölçüde sahip çıkmaya çalışan DİSK’in zaman içinde edindiği yeni sendikal anlayışı ve bunun üzerinden geldiği yeri göstermektedir. Geçmişte Ceza Yasası’nda yer alan ve asıl olarak devrimci düşünceyi baskı altına almayı hedefleyen 141 ve 142. maddelere karşı eylemler düzenleyen, “DGM’leri ezdik, sıra MESS’te!” diyen, faşizme ihtar mitingleri yapan ve Türk-İş’i sermayeyle ve CİA denetimindeki Amerikan sendikalarıyla ilişkilerinden dolayı en sert şekillerde eleştiren DİSK ortadan kaybolmuştur. Onun yerine Avrupa Birliği’ni, Avrupa’daki sınıf işbirlikçisi sendikaların icadı olan “çağdaş sendikacılığı” savunan, işçilerin haklarını korumakla değil ama işyerlerini z dönemlerinde korumakla övünen, her alanda uzlaşmacılığı ve burjuva hukukunu referans alan, işçi sınıfının devrimci politikayla yakınlaşmasından korkan, politikayı düzen partilerinin listesinden meclise kapağı atmaktan ibaret gören bir yönetici tipi ve buna uygun bir DİSK şekillenmiştir. Bu DİSK’in 1960-70’lerin Türk-İş’inden özünde hiçbir farkı yoktur. DİSK yöneticileri bugün, lafta sınıfın ve mücadelei eğerlerine sahip çıkan bir söylem tutturmaya çalışıyorlarsa, bunun tek nedeni, gerçekten söylediklerine inanmalarından değil, tabanı ancak bu şekilde denetim altında tutabileceklerini bilmelerinden dolayıdır. Çünkü özellikle de bazı sendikaların tabanında DİSK’in geçmiş mücadele mirasına ve sınıfın değerlerine sahip çıkan hatırı sayılır bir birikim hala da mevcuttur. BMİS genel kurulu aynı zamanda bunun da irifdesidir.

Başka gelişmeler ve BMİS Genel Kurulu sınıfın ve devrimin değerlerine yabancılaşmış “çağdaş”, uzlaşmacı sendikacılık açısından yolun sonuna yaklaşıldığını gösteriyor. Bu anlayış, etkin olduğu süre boyunca sendikal örgütlenmeleri tahrip etmekten, sınıfın mücadelesini geriletmekten başka bir şey yapmamıştır. Sermayenin dur durak bilmeyen saldırıları ve işçiler arasında giderek belirginleşen mücadele eğilimi bu sendikal anlayışın yaşam alanını her geçen gün daha da daraltmakta, sınıf sendikacılığının zeminini güçlendirmektedir. Metal işçisinin mücadele isteği karşısında köşeye sıkışan “çağdaş” sendika yöneticilerinin, muhataplarına “kızıl sendikacılık yapıyorlar” diye saldırmasının gerisinde bu gerçeğin görülmesi yatmaktadır.