10 Ocak'04
Sayı: 2004 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kerkük olayları ve Türk gericiliğinin provokatif oyunları
  Yeni özelleştirme hamlesi ve mücadele sorumluluğu
  İhanetin hesabını vereceksiniz!
  Sermaye hükümeti emeklileri de sefalete mahkum etti!
  BDSP'li tekstil işçilerinden açıklama... Haramidere'nin haramileri sömürü ve zorbalıkta sınır tanımıyor!
  Eğitim-Sen Genel Başkanı sermaye sözcüleri ile aynı dili konuşmamalı...
  Türkiye demokratikleşiyor!
  Kamu emekçileri hedef tahtasında
  Birleşik Metal Genel Kurulu üzerine...
  Soruşturma terörüne son!
  BES'te kongreler süreci ve birleşik mücadele platformu
  Yeni bir yılın başına dünya ve Ortadoğu...
  Ordu-hükümet gerilimi...
  İşgal karşıtı direniş, kirli manevraları boşa düşürecektir
  Iraklı direnişçiler "tek cephe" içinde birleşmeye hazırlanıyor!
  Suriye'ye ABD ve İsrail'in taleplerini yerine getirmesi tavsiye ediliyor!
  BMİS Genel Kurulu'nda FTM-CGS temsilcisi Jean-Francois Care ile konuştuk...
  Küba devrimi 45 yaşında
  El Salvador'da başkanlık seçimi ve FMLN
  Amerikancı besleme "gazeteci"!..
  Yerel seçimler yaklaşırken...
  Bültenlerden...
  2003 üzerine gözlemler: Soldaki ve sağdaki ideologlar ve peygamberler
  Hep aynı hikaye
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Yeni özelleştirme hamlesi ve
mücadele sorumluluğu!

2003’ün hesabı 2004’te görülecek!

Sermaye hükümetinin 2003 yılı için belirlediği özelleştirme programı, ihaleye çıkarılan stratejik işletmeler için gelen düşük teklifler nedeniyle büyük ölçüde aksadı. Bu işletmelerden Petkim’in satışı, ihalede en yüksek teklifi vermesine rağmen Uzanlar’a yönelik operasyonun ardından iptal edildi. Tekel’in tütün bölümüne verilen teklifler ise bu işletmenin değerinin üçte birini aşmadı, bu nedenle ihale iptal edildi. Tekel’in içki bölümü yine değerinin çok altında olmakla birlikte satıldı. Tüpraş’ın ihalesi ise diğer işletmelerde karşılaşılan düşük tekliflerden duyulan korku nedeniyle uzatılarak bu yıla bırakıldı. Hükümetin amacı böylelikle uygun şartların olgunlaşmasını bekleyerek olabilecek en yüksek fiyattan bu kuruluşları satmak.

2003’te “babalar gibi satacağız” sloganıyla yola çıkan AKP hükümeti, hedefinin büyük bölümünü gerçekleştirmek için 2004’ün ilk aylarını seçmiş bulunuyor. Tüpraş için belirlenen ihale tarihi 13 Ocak, Petkim için ise 30 Ocak. Tekel’in tütün bölümünün özelleştirilmesi için ise öncelikli olarak “yeni bir strateji”nin belirlenmesi hedefleniyor. Yılın ilk çeyreğinde bu “yeni strateji”nin belirlenmesinin ardından Tekel’in de ihale takvimi netleşecek.

2004’ün ilk özelleştirme hamlesi olarak planlanan Tüpraş ihalesi için hükümetin biçtiği fiyat 2-2.5 milyar dolar arasında. Ancak halihazırda teklif veren şirketler, 750 milyon ile 1.1 milyar dolar arasında bir değer biçmiş bulunuyor. Teklif veren şirket sayısı da sadece iki. Bu şirketlerden en yüksek teklifi bir Tataristan şirketi olan Tatneft verdi. Diğeri ise başını Çukurova Holding’in çektiği “Anadolu Konsorsiyumu”.

Teklif sayısının az ve ihale için biçilen fiyatın oldukça düşük kalması uluslararası sermayenin Türkiye’yi ekonomik ve siyasal bakımdan yatırım için güvenli bulmamasına bağlanıyor. Ekonominin kriz ortamından çıktığı ileri sürülse dahi, yeni bir kriz beklentisi uluslararası mali sermayeyi Türkiye’ye yatırım yapmaktan alıkoyuyor. Diğer yandan Irak’taki direniş ve bu direnişin Filistin direnişi ile birlikte bölgeyi topyekûn bir istikrarsızlaştırma sürecine sokacağı beklentisi uluslararası sermaye için bölgeyi riskli hale getiriyor. Gelecekte yatırımlarını yitirme korkusu nedeniyle daha güvenli alanları tercih ediyor.

Özelleştirme yağma ve peşkeştir!

Ancak böylesine stratejik ve kârlılık düzeyi yüksek işletmelere bu denli ucuz fiyatlar biçilmesinin başka nedenleri de olsa gerek.

Sermaye iktidarı özelleştirme ihalelerini sözde şeffaflık adına naklen yayınlama yoluna gitse de, bunun bir göz boyamadan ileri gitmediğini herkes biliyor. Özelleştirme ihaleleri tekellerin siyasal bağlantılarını harekete geçirmeleriyle birlikte, bürokrasinin rüşvet ve satın alınmasıyla içiçe sürdürülüyor. Eni sonu tekeller arası uzlaşı ve pazarlıklar özelleştirilecek işletmenin fiyatını ve alıcısını belirliyor. Alıcı elbette en az maliyetle işin içinden sıyrılmak istiyor. Sonuç olarak tekeller arası güç dengeleri ve pazarlıklarca saptanan fiyat, işletmenin gerçek değerinin çok çok altında belirlenerek peşkeş tamamlanıyor.

Petkim’in bundan önceki ihale süreci hatırlanırsa; ihaleye Uzanlar dışında Zorlu ve Vakıfbank katılmış, ancak Vakıfbank herhangi bir fiyat teklifinde dahi bulunmamış, Zorlu grubu da oldukça düşük bir fiyat biçmişti. Sonuçta gerçek değerinin çok altında bir fiyatla Uzanlar Petkim’e sahip olmuşlardı. Özellikle Sabancı’nın sahip olduğu fabrikaların ihtiyaç duyduğu yarı mamul mal üretiminde tekel durumunda olan Petkim’in Uzanlar’a satılması sermaye cephesinden büyük bir rahatsızlığa yol açmış, hemen ardından bilinen operasyon gelmişti.

Böyle bir ihale süreci basbayağı bir dolandırıcılık nitelenmesini gerektiriyor. Dolandırıcılık, yağma ve peşkeş, özelleştirme denilince ilk akla gelen sözcükler oluyor. Mevcut özelleştirme hazırlıkları yakından incelendiğinde bu kirli gerçeklerin en uç biçimlerine ulaşmak mümkün.

Örneğin Milliyet Gazetesi’nin 6 Aralık ‘03 tarihli sayısında yayınlanan bir yazıda Tüpraş’ın özelleştirme süreci ve teklif veren firmalar hakkında şunlar söyleniyor:

“Bu arada Tüpraş danışmanı Citigroup, unutulmasın. 1990’lı yıllarda Rusya’da petrol şirketlerinin özelleştirmesini yaptı. Arkasından Malezya’ya gitti. Malezya, Citigroup’u sevmedi... Şimdi Türkiye’de Tekel’e ve Tüpraş’a danışman, satış bitecek, parasını alacak.

“Hal böyle olunca biz hafta başı ABD’ye giden ÖİB Başkanı Metin Kilci’nin dönüşünü bekliyoruz. Önümüzdeki hafta işinin başında olacak. Kilci’ye açık açık soruyoruz; ‘sakın, bu işin arkasında başka iş olmasın?’ Çünkü Tatneft ile Tamoil bu yolculukta birlikte. Ama nasıl?

“İşte püf noktası. Eğer ÖİB bir an önce teklif zarflarını açarsa bu birlikteliğin nasıl olduğunu öğrenme şansımız olacak.

“Tamoil, Libya kökenli İtalyan şirketi. Amoco ile birlikte. Kuruluşunda en önemli aktör Lübnan doğumlu ABD vatandaşı Roger Tamraz.

“Diyeceksiniz ki; ne var bunda? Elbette bir şey yok ama 1995 yılına dönelim ve hatırlatalım.

“Tamraz’ın sicili karanlık. Siyaset-ticaret deyince işleri karıştırıyor. Türkiye’den Bakü-Ceyhan boru hattı için tam imtiyaz istemiş, dönemin MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile görüşüp Çiller’e gitmemiş miydi? Ermenistan -Azerbaycan -Türkiye üçgeninde yapmaya çalıştığı döngü dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller’le iş yaptığı iddiası ortalığı karıştırmamış mıydı?”

İşçi sınıfı bir dizi çetin mevzi
savaşı verecek!

İşçi sınıfı için özelleştirmenin şekli, yöntemi, alıcısı ve fiyatı bir önem taşımıyor. Özelleştirme krizin faturasını işçi sınıfına ödetmek anlamı taşıdığı ölçüde yabancı olsun yerli olsun tüm sermaye grupları bu temelde bir pay mücadelesi veriyorlar, hepsi bu. Özelleştirme gelirleri de zaten gerisin geri iç ve dış borç ödemeleri biçiminde sermayeye aktarılıyor. Dolayısıyla özelleştirme sürecinde iki karşıt sınıfın mücadelesi söz konusudur. İşçi sınıfı açısından özelleştirmeye karşı mücadele, işini, ekmeğini ve geleceğini savunmak demektir. Bu açıdan özelleştirmenin hedefinde olan işyerlerinde işçi sınıfı açısından gerçek anlamda mevzi mücadeleler yaşanacaktır.

Her bir mevzide verilecek mücadelenin işçi sınıfı lehine kazanımlarla sonuçlanması sınıf mücadelesinin seyri açısından önemli sonuçlar yaratacaktır. Öncelikle sermayenin işçi sınıfına yönelik saldırılarında ilk ve önemli bir gedik açma imkanı yaratılmış olacaktır. Bu yönde bir sonuç, moral, siyasal ve sendikal bazda işçi sınıfı mücadelesi açısından ciddi mevzi kazanımlar anlamına gelecektir. Bu nedenledir ki, özelleştirmenin hedefindeki işçi bölüklerine büyük sorumluluklar düşmektedir.

Ancak bu işçi bölüklerinin bu sorumluluğun altından kalkmaları, iç örgütlenmelerini güçlendirmelerine ve sendikal bürokrasinin denetimini aşacak bir inisiyatifi göstermelerine bağlı olacaktır.

Halihazırda işçi hareketinin yaşadığı sorun ve zayıflıklar bu işçi bölükleri için de geçerlidir. Sendikal bürokrasinin denetimi tam, işçilerin iç örgütlenmeleri zayıf durumdadır. Bu işyerleri içerisinde göründüğü kadarıyla en örgütlü ve kararlı olanı Petkim işçileridir. Petkim işçilerinin işletmenin Uzanlar’a satıldığı ilk ihalesi sırasında gösterdikleri tepki oldukça zayıf ve cılız kalmıştır. Oysa Petkim işçileri aylar öncesinden başlayan bir mücadele süreci ile işletmenin özelleştirilmesine karşı çıkmışlardı. Aynı şey Tekel işçileri için de geçerlidir. Tekel işçileri de ciddi ve hemen hemen tüm Tekel fabrikalarını içine alan merkezi bir eylemlilik süreciyle özelleştirmeye karşı çıkmışlarsa da, Tekel ihale masasına geldiğinde izlemekle yetinmişlerdir. T&ml;praş’ta mücadele çok daha geri düzeylerde kalmıştır.

Tekel ve Petkim satışlarının iptal edilmesi burada çalışan işçiler için yeni bir şans demekti. Özelleştirmeyi durduracak bir mücadele, öncelikle ihale için sürdürülen pazarlıklara endekslenmemek durumundadır. Ancak bu işletmelerde satış ihalelerinin iptal edilmesiyle birlikte işçiler sessizliğe gömülmüşlerdir. Daha doğrusu sendika bürokrasisi işçiler üzerinde sahip olduğu kontrol mekanizmalarına dayanarak mücadeleyi boğmuştur. Oysa bu ara dönem bu işletmelerin ne amaçla ve nasıl satıldığını topluma anlatmak, işçi sınıfının diğer bölüklerinden eylemli dayanışma için girişimlerde bulunmak ve en önemlisi süreci göğüsleyecek bir mücadele programının hazırlanması için değerlendirilebilirdi. Eğer mücadelenin çapı ve şiddeti geçmiştekini aşamazsa sonuç farklı olacaktır.

Tekel işçilerinin sendikayı basarak yöneticileri tartaklaması nasıl davranılacağına ilişkin güzel ama yetersiz bir örnektir. Çünkü işçilerin gösterdiği bu inisiyatif, sendika bürokrasisine somut kararlar aldıracak bir yoğunluk ve süreklilik kazanamamıştır. Bununla birlikte tabanda gelişen bu inisiyatife bağımsız-örgütlü bir biçim verilememiştir.

Yapılması gereken açıktır. Gerek tek tek işyerlerinde taban örgütlenmelerini kurmak ve bu örgütlenmeleri birleşik militan bir mücadele hattında merkezileştirmektir. Böyle bir örgütlenme ile üretimden gelen gücün kullanımını da içerecek biçimde bir mücadele programı netleştirilerek adım adım hayata geçirilmelidir.

Özelleştirme saldırısını püskürtme görevi
tüm işçi ve emekçilerin omuzlarındadır!

Elbette, AKP hükümetinin yeni özelleştirme hamlesi karşısında mücadele sorumluluğu sadece özelleştirmenin hedefindeki işçi bölüklerinin değildir. Saldırı ve saldırıya karşı mücadelenin sonuçları işçi sınıfını bir bütün olarak ilgilendirmektedir. Dolayısıyla mücadelenin de aynı ölçüde ortaklaştırılması gereklidir. Bu sorumluluk öncelikle ileri ve öncü işçi-emekçilerin omuzlarındadır.

Özellikle “Kamu Yönetim Reformu” adı altında bir özelleştirme programı ile yüzyüze bulunan kamu emekçileri, işçilerin özelleştirme karşıtı mücadelelerine gerekli ilgiyi göstermek ve eylem alanlarında mücadeleyi ortaklaştırmak zorundadırlar. Çünkü saldırı özünde aynıdır. Ve kamu emekçileri de işçiler de saldırıların püskürtülmesinin işçi ve emekçilerin ortak mücadelesinden geçtiği yönünde belli bir bilinç açıklığına sahiptirler. Eğer bu bilinç açıklığıyla ileri-öncü-devrimci işçiler ve emekçiler mücadeleyi ortaklaştırmak için şimdiden bir araya gelmenin yollarını ve platformlarını aramak için harekete geçmek durumundadırlar.