Acele polis aranıyor
Bugün, bazen niyet ettiğim tartışma çabasına ara verip bir başka modelden söz edeyim.
Önce, bir iş ilanı:
ABD Dışişleri Bakanlığı, Uluslararası Narkotik ve Emniyet Dairesi adına, DynCorp şirketi, Irakta polis, adalet ve cezaevi hizmetlerinin yeniden kurulması yönündeki uluslararası girişime katılacak, uygun deneyim ve uzmanlığa sahip kişiler aramaktadır.
Adaylarda aranan şartlar şunlardır:
ABD vatandaşı olmaları,
İç güvenlik alanında 10 yıllık deneyime sahip bulunmaları,
Halihazırda bu tür işlerde çalışıyor ya da tercihen en fazla 3 yıl önce ayrılmış olmaları,
İngilizce anlaşabilecek seviyede bulunmaları,
Geçerli bir ABD ehliyetine sahip olmaları,
Temiz bir geçmişlerinin olması,
Sağlık durumlarının mükemmel seviyede bulunması,
Geçerli ABD pasaportlarının olması,
Özel yeteneklerinin bulunması.
Başvurular, Irak (Askere) Katılma Merkezi, Uluslararası Polis Programı ve DynCorpa yapılabilir.
Bu girişimin içindeki Teksas merkezli Uluslararası Polis Programı bu işi şöyle tanımlıyor:
Katılanlar büyük deneyim kazanır. Sorun çözme kabiliyetlerinin artışı, çok kültürlü bir ortamdaki ilişkiler ve dinamik bir çevrede çalışmış olmaları sayesinde, döndüklerinde, eski görevlerinde daha başarılı olur.
***
Uluslararası, hatta İngilizce bilme ifadeleriyle ABD vatandaşlığı şartının bir arada bulunma garabeti bir yana, bu ilan şu anlama geliyor:
DynCorp adında özel bir şirket, ABD yönetimi adına, Amerikalı polislerden, gardiyanlardan ve benzerlerinden küçük bir ordu oluşturup Irakın içişlerini yürütmek üzere harekete geçmiş.
Savaş ile işgal, özgürlük ile sömürgeleştirme, demokrasi ile polis devleti, devlet kuvveti ile özel kuvvet, halkın kendi kaderini tayin etmesi ile ona dayatılması arasındaki farkları önemser misiniz, bilmem.
Ama, Irakın özgürleştirilmesi ile Irakın özelleştirilmesi arasındaki farka ilişkin küçük ama ciddi bir örnek karşınızda.
***
Bunun bir diğer anlamı da şu:
Birleşmiş Milletlerin yıllardır uluslararası hukuka aykırı ve çok tehlikeli bir uygulama olarak nitelendirdiği, her yıl raporlar hazırladığı Mercenaries, yani paralı askerlik... Bir kamu işlevi olan güvenliğin özel şirketlere ve kişilere devri, bir işgal operasyonu çerçevesinde, büyük bir ülkede resmileşmek üzere.
1946da, Başkan Trumanın da, savaşmış eski askerlere bir iş imkanı olarak kurulmasını teşvik ettiği DynCorp bugün ABDnin en büyük 13üncü savunma, silahlanma şirketi.
Büyüklüğü, silah yapımından değil, silahlı kuvvetlere yaptığı hizmetlerden ve yurtdışı askeri faaliyetlerinden geliyor.
Savaş sonrası Bosna polis kuvvetlerine ilişkin ihaleyi de bu şirket almış, daha sonra, personelinin bu ülkede seks trafiği yürüttüğü belirlenmiş, ancak bulundukları ülke yasaları karşısındaki dokunulmazlıklarıyla kurtulmuşlardı.
DynCorp, bugün Afganistan Devlet Başkanı Karzaiyi koruyan asıl güç. Şu sıradaki en ciddi operasyonlarından birini Kolombiyada yürütüyor. Eski subay ve askerlerden oluşan kadrosuyla, Kolombiyada uyuşturucu tarlalarını imhada görev yaparken bir yandan da, hükümet karşıtı gerillaları bombaladıkları da anlaşılıyor. Bu işin bedeli, 600 milyon dolar.
Ekvator köylüleri, 2001de DynCorp aleyhine bir dava açtı ve şirketi, uyuşturucu üretimi ile mücadele sırasında kullandıkları ilaçlarla, kendi bitki örtülerini, hayvanlarını tahrip etmekle, hatta çocuk ölümlerine yol açmakla suçladı.
ABD yönetimi bu davayı ABDnin ulusal güvenliği ve dış politika hedefleri açısından çok riskli bulduğunu açıkladı.
Şirket personeli, ABD Başkanının uçak ve helikopter filosundan (Air Force One) da sorumlu.
***
Bunlar sadece işbilirlik, etkinlik, verimlilik, uzmanlık, deneyim meselesi değil.
Güvenliğe, hukuka, adalete, ekonomiye, insana, başka ülkelere, hegemonyaya, uluslararası işbirliğine, demokrasiye, sorumluluğa, halklara ilişkin geniş bir tasavvur ve niyet yelpazesinin, dünyaya çarpan polis tavrının, polisiye tezahürlerinden sadece biri.
Anlamak için bazen manzaranın bütününü tartışmak, bazen de tek bir fırça darbesi üstünde durabilmek gerekiyor.
Umur Talu
(Star, 16 Nisan 2003)
Bir geçici bilanço
Irakta artık Amerikan bayrağı dalgalanıyor. Tüm dünya halklarında özellikle de Arap dünyasında büyük bir sarsıntı yaratan bu trajik olayın bu aşamasında durup, geçici bir bilanço çıkarmayı deneyebiliriz. Çünkü şu anda bir kopuş noktasındaki süreç birçok bilinmedik gelişmelere gebe...
Önce Irak
Tüm beklentilerin aksine Bağdat, bir büyük isyan çığlığıyla değil bir soluk iç çekişle düştü. Şimdi işgalcinin, Cenevre anlaşması gereğince kendisinden beklenen asgari can ve mal güvenliğini, uluslararası kuruluşları, konsoloslukları vb. koruma sorumluluğunu dahi göstermekten uzak umursamaz gözleri altında yaşanan yağma ve kaos var. Yıllardır büyük bir baskı ve sömürü altında yaşayan yoksulların, rejim düşer düşmez, kendilerinden esirgenen zenginlikleri yağma etmesini ayıplamanın ise hiçbir anlamı yok.
Diğer taraftan, Bağdatın birdenbire düşmesi, Tikrite saldırının gecikmesi, Saddam ile ABD arasında bir başka ihanet anlaşmasının yapılmış olabileceğini düşündürüyordu. Tahran Timestan Pervez İsmailinin benzer bir yaklaşımı ayrıntılandıran yorumu da kuşkuların, giderek daha çok insan tarafından paylaşıldığını gösteriyor. Saddamın büyük heykeli devrilirken çekilen resimlerde görülen kimi şahıslarla Çelebinin korumaları arasındaki benzerlikler ise başka pis kokuların habercisiydi?
Şimdi Irakın, başına sırtlanların çöktüğü bir kadavraya dönüştüğünü söylemek abartılı olmaz. Müstakbel sömürge yönetimi kadrosuna bir göz atmak yeterli:
Irakı geçici olarak yönetmek üzere atanan Emekli General Jay Garner iki yıl önce İsrail strateji ve lobi örgütü JINSA ile içli dışlı, Pentagon ile silah şirketleri arasında aracılık yapan biri. Yeni Irak yönetiminde yer alması beklenen bir diğer kişi de eski CIA Başkanı Woolsey. Halen Perleyle birlikte Savunma Politikası Panelinde oturuyor ve Wall Street Journalın işaret ettiği gibi gırtlağına kadar savunma ihaleleri içinde bir şahıs. Bir diğer özelliği de, şu sırada ABD ile Müslüman dünyası arasında bir IV. Dünya Savaşı yaşandığına inanıyor olması. Reutersin bildirdiğine göre Bush yönetimi Irak petrollerinin yönetimini de bir süre için, Shellin eski Yönetim Kurulu Başkanı Philip Carrola verecekmiş. Sözde Irak muhalefet lideri Çelebi ise Beyrutta banka hortumlamaktan yargılanmış e mahkum olmuş bir sahtekar.
Irakta sivil yönetim ve ekonomik istikrarın hayal olduğunu düşündüren bir neden daha var: Irak rejimi çöktükten sonra bile hiçbir kazanma umudu olmadığı halde, hafif silahlarla, ölene kadar savaşmaya devam eden Irak halkının bir kesimi, işgalin travması geçtikten sonra, bir başka tür direnişin gündeme gelebileceğini gösteriyor. ABD yanlısı Şii liderin bıçaklanması da önemli bir gelişme. Şimdi, Irakın yeni ve daha uzun bir sömürge savaşına gebe olduğu söylenebilir? İşgalci güçlerin de bunu engellemek için, Güneyde ve Bağdatta Şii Sünni, Kuzeyde Türk-Kürt-Iran çelişkilerini kaşımaları ve uzun süredir ulusal politika üretme inisiyatifini yitirmiş Türkiye yönetici sınıflarının da buna alet olmalarının olasılığı giderek güçleniyor. Görünen o ki, ABDin bölge planları açısından asla vazgeçilemez bir ülke konumuna gelen Türkiyenin yönetici sınıfı, bu özel ama geçici konjonktürden IMF boyunduruğundan kurtulmak ve bağımsız bir ulusal politika oluşturmak için faydalanamayacaktır.
Arap dünyası
Şu anda en büyük hayal kırıklığını Arap halkları yaşıyor. Batının Haçlı Seferini durdurmaya çalışan bir Modern Selahattin mertebesine yükseltilmeye çalışılan Saddam, hemen hiçbir direniş gösteremeden, muhteşem bir biçimde şehit olmadan Harun Reşitin başkenti Bağdatı teslim etti. Buradan hareketle üç tespit yapılabilir. Birincisi: Demokratik ve halkçı olmayan, Saddam, Esat vb. türü bir ulusçuluk aslında fanteziden öteye gitmiyor, halkı harekete geçirerek ülkesini koruyamıyor.
İkincisi: Laik tonlu, modernist Arap ulusçuluğu ile radikal islam arasındaki diyafram artık delindi ve ortaya Batıyı olduğu kadar bölgedeki Batı yanlısı rejimleri de hedef alan yeni bir karışım çıktı. Üçüncüsü: Buna bağlı olarak, Filistin ve Irak işgalini birbirine bağlayan bir siyasi şiddetin yükselmesi beklenebilir.
Avrupa
Fransa, Almanya ve Rusyanın 11-12 Nisanda St.Petersburgda, ABDnin Irak işgalinin etkilerinin nasıl sınırlandırılabileceğini, sürece bundan sonra dahil olmanın yollarını konuştukları zirve çok iyi bir gösterge. Fransa-Almanya ekseni bugün savaşı engelleyememiş, buna karşılık dünyaya Washingtonın Avrupanın bu kanadına gereksinimi olmadan iş yapabileceğini göstermiş olmanın sonuçlarına katlanmak durumunda. Bu açıdan bakınca Avrupanın bir jeopolitik krizin eşiğinde olduğu söylenebilir. Fransa, Almanya ve Rusya bundan sonra ABDnin bölgedeki etkinliğini azaltmak için çabalayacak, ABD bunlara artık giderek artan bir güvensizlikle bakacaktır. İngilterenin Atlantik çatlağını kağıtla dahi olsa kapatma çabasının bu saatten sonra bir sonuç vermesiyse neredeyse olanaksız...
ABD
ABD bölgeye büyük bir askeri güç olarak yerleşti, İran ve Suriye ile sınırdaş hale geldi. Şimdi sıra kimde tartışması öne çıkıyor. Gelecek sene seçimler var. Bu koşullarda olağan bir hükümetin seçimlerden az önce ikinci bir savaşa girmesi beklenmez. Ancak ABDde iktidarda yeni muhafazakarlar olarak bilinen bir kesim var. Bunlar Yahudi yazar Un Avnerynin vurguladığı gibi, ABDde bugün köktendinci Hıristiyanlarla aşırı sağcı Siyonistlerin ideolojik, askeri-sınai kompleksin ekonomik-siyasi etkisi altındalar. Bunların üstdüzey yöneticilerinin, Irakın işgalini; Arap dünyasında ABDye karşı durulamaz anlayışının pekişmesi ve bir domino etkisiyle bir seri rejimin daha devrilmesi, böylece gelecek 25 yılda ABDnin küresel önderliğinin garanti altına alınması için başlangıç olarak gördüklerini, bu arad da çok büyük paralar kazanmayı planladıklarını biliyoruz.
Irak savaşının bu biçimde sonuçlanması yeni muhafazakar ekibin Washingtondaki etkisini daha da arttırdı, benim bir süredir beklemekte olduğum, Avrupayı kazanma doğrultusunda bir ince ayar olasılığını şimdilik gündemden çıkarttı. Bu yüzden, bu ekibin önümüzdeki dönemde daha cüretli maceralara girişmesi, Suriye ve Kuzey Korenin hedef alınması olasılığı arttı. Kuzey Kore özellikle önemli. Çünkü, uzun menzilli balistik füzelere de sahip olan bu ülkenin bu temmuzdan itibaren ilk nükleer başlıklarını hizmete sürmesi bekleniyor.
Kısacası, ABDnin Irak işgali bölgede büyük bir kırılma başlattı, adeta Pandoranın kutusunu açarak kaos, kan, gözyaşı ve ölüm dinamiklerini harekete geçirdi...
Ergin Yıldızoğlu
(Cumhuriyet, 14 Nisan 2003)
|