15 Mart '03
Sayı: 10 (100)


  Kızıl Bayrak'tan
  Savaşa karşı sınıf savaşını yükseltelim!
  Amerikancı generaller sayesinde Türkiye işgal ediliyor!
  Sermaye ordusu ve hükümeti ABD emperyalizmine hizmette sınır tanımıyor...
  Siirt seçimlerinin gösterdikleri
  BM’nin Kıbrıs planı rafa kaldırıldı
  Kitlesel işçi kıyımları başladı...
  Bıçakçılar fabrikası işçileri bıçak sırtında!
  İstanbul Sendika Şubeleri toplantısı üzerine...
  İstanbul Sendika Şubeleri toplantısı yapıldı
  İstanbul Sendika Şubeleri toplantısında işyeri ve şube temsilcilerinin yaptığı konuşmalardan...
  “Emperyalist savaşa geçit vermeyeceğiz!”
  Dünya egemenliğine oynayan ABD emperyalizmi yenilmeye mahkumdur!
  Savaşın getirdiklerine farklı bir bakış
  Emperyalist savaş karşıtı eylemler sürüyor...
  ABD-İngiliz savaş koalisyonunun sahtekarlığı belgelendi
  Filistin emperyalist/siyonist kıskaç altında
  İşgale karşı durma ve ulusal bir stratejide buluşmanın sorunları
  8 Mart etkinliklerinden...
  8 Mart etkinliklerinden...
  Fildişi Kıyısı'nda iktidar mücadelesi ve emperyalist müdahale
  Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Girişimi bülteninden...
  Esenyurt İşçi Bülteni'nden...
  DİSK Bölge Temsilciler Kurulu yapıldı
  "Irak fayı" küresel depremi tetikler mi?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
“Irak fayı” küresel depremi tetikler mi?

Geçen gece uykumu feda edip Başkan Bush’un Türkiye saati ile sabaha karşı 3’te düzenlediği basın toplantısını izledim. İlginç sorular yöneltildi George W. Bush’a. Irak’a karşı açılacak bir savaşın meşruiyeti ve haklılığı konusunda ne düşündüğü, savaşa karşı yaygınlaşan tepkileri nasıl değerlendirdiği soruldu. Başkan Bush’un tüm bu sorulara verdiği cevap ise iki cümlede özetlenebilirdi: “Irak’ta bizi tehdit eden, Saddam diye kötü bir adam var; ben gidip, zor kullanarak o adamı devireceğim” diyordu. Kim ne sorarsa sorsun, bozuk plak gibi bunu tekrarlıyordu ABD Başkanı.

Dünya, hem de 21. yüzyıl dünyası, işte bu adamın vereceği bir kararla, ne gibi gelişmelere yol açacağını kimsenin net olarak kestiremediği bir savaşa sürüklenmek üzere. Üstelik Türkiye’nin yanı başında, Irak’ta patlayacak bu savaş. Aslında aklı başında herkesin karşı çıkması lazım bu savaşa ama Başkan Bush ile yardakçısı Tony Blair’in estirdiği rüzgara kapılıp savaşı “kötülerin iyisi” olarak gören ve “bir an önce çıksa da işimize baksak” diye düşünenler de var. Bunlara göre Türkiye bu “kaçınılmaz” savaşta ABD’ye her türlü olanağı sağlamalı ve savaşın ganimetlerinden de payını almalı. ABD’nin Türkiye’ye sağlayacağı mali destek paketinin, Irak’a ilk bombanın atıldığı anda devreye girecek olması da bu savaş simsarlarının sabırsızlığını artırıyor.

İyimser senaryo

Başkan Bush ve ekibinin dünyaya sunduğu savaş senaryosu fevkalade basit ve iyimser bir senaryo. Amerika’nın her yaptığında büyük keramet arayan ve çok boyutlu düşünmeyi hiç sevmeyen düşünce tembellerinin bu senaryoya dört elle sarılması ve bunun dışındaki tüm olasılıkları göz ardı etmesi de bundan. Bu senaryoya göre ABD, savaşı kahredici bir hava bombardımanı ile başlatacak ve Irak’a iki gün içinde üç bin akıllı bomba yağdıracak. Bu bombardımanın yaratacağı tahribat ve moral çöküntüsü, Irak ordusunun ve Saddam yandaşlarının direncini kıracak ve ABD ile koalisyon ortakları kolay bir zafer kazanacak. Böylece Irak halkı Saddam Hüseyin’in mezaliminden “kurtarılmış” olacak ve “büyük kurtarıcı” ABD’nin gözetiminde Irak’ta demokrasinin inşasına başlanacak.

“Gel vatandaş gel” diye bağırarak semt pazarlarında bile satılan ucuz mallara benzeyen bu senaryo, belki de bu senaryoyu pazarlayanların iddia ettiği gibi, gerçekleşme olasılığı en yüksek görünen senaryo. Bu nedenle de özel bir çekiciliği var. “Kötü adam” ölüyor, “bizim çocuklar” fazla zayiat vermeden zaferi kazanıyor ve Bush ekibinin çok sevdiği deyimle “dünya daha iyi bir yer” haline geliyor. Eh bu arada “kötü adam”ın ülkesinde birkaç yüz bin kişi ölürse ölecek, ne yapalım, “demokrasi” ve “uygarlık” ithal etmenin de bir bedeli var.

Jeopolitik deprem

Bu ucuz senaryoyla yetinmeyip olaya biraz daha geniş bir çerçeveden bakabilenler için tablo çok daha karmaşık ve dehşet verici. ABD ile İngiltere, akla gelebilecek her türlü tehdit ve rüşvet yöntemlerini kullanarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden savaşın yolunu açacak yeni bir karar çıkartabilirlerse, savaşa bir anlamda meşruiyet kazandırmış olacaklar. Ancak eğer bunu başaramazlarsa ve veto yetkisine sahip Fransa, Rusya ve belki de Çin’in vetosuyla karşılaşırlarsa o zaman çok farklı bir durum ortaya çıkacak. ABD (ve belki de İngiltere’nin) buna karşın savaşı başlatmaya karar vermesi dünyanın jeopolitik dengelerini temelinden sarsacak küresel bir depreme yol açacak. ABD’nin, Birleşmiş Milletler dahil hiçbir uluslararası örgütü ve kuralı tanımadığı ve askeri gücüne dayanarak kendi kurallarıyla dünyaya hükmetmeye karar verdicurren;i açık biçimde kanıtlanmış olacak.

Fransa, Rusya ve Almanya, ABD’nin bu yola girmesini bu noktada durduramadıkları takdirde ipin ucunun kaçacağını ve ABD’nin kendi oyununu onlara empoze edeceğini fark ettikleri için bu noktada direnmeye ve uluslararası düzeni korumaya çalışıyorlar.

Küresel tepki seli

Öte yandan ABD’nin savaşa karşı tepkileri göz ardı ederek Irak’a saldırması, bugüne dek benzeri görülmemiş bir küresel tepki patlamasına ve farklı eylem biçimlerine yol açabilir. İletişim devriminin küresel tepkileri koordine etmeyi de kolaylaştırdığı ortamda küreselleşmeye karşı oluşan tepkilerin ABD hegemonyasına karşı tepkilerle ve İngiltere, İspanya hatta ABD’de, savaşı destekleyen hükümetlere karşı tepkilerle bütünleşerek yaşamı felç edecek boyutlar kazanması beklenebilir. ABD, Irak’ta hızlı ve kolay bir zaferle bu tepki seli oluşmadan işi bitirebileceğini düşünüyor ama bu ucuz senaryonun dünyadaki ve ülkemizdeki yandaşları çok acı sürprizlerle de karşılaşabilirler. Ne de olsa 21. yüzyılda yaşıyoruz ve her şey o kadar ucuz değil belki de.

Osman Ulagay
(Milliyet, 10 Mart 2003)



Duble niyetler-meşgul-işgal-şagil:
Tayyip Bey’e sunulur...

İşgale ne hacet, ülkenin taşı, toprağı, arsası, tarlası, dükkanı, deposu, satılık ya da kiralık.

Türkiye’nin ‘istiklal madalyalı’ illeri, ‘Şanlı’ Urfa’dan tutun da, ‘Gazi’ Antep’e kadar. Amerikan komutanı, ofisinde oturuyor, havaalanı, sanayi sitesi civarındaki arsa - arazi - tarla - dükkan sahiplerini ayağına çağırıyor; ‘Hav meni yu es dolar du yu vant?’ diye kuesçın yöneltiyor. Yani kaç para istersin diye soruyor.

Fransız komutanı ‘şöbiyetle’ zehirleyen, Kara Yılan’ların, Sütçü İmam’ların Urfalı, Antepli, Maraşlı, Adanalı torunları ‘Coni abi ver birkaç bin dolar, al arsayı, tarlayı tumbu tepe tepe kullan’ cevabını veriyor. Memleketin fabrikaları işgal edilmiş, limanlarına, tersanelerine girilmiş... Vah beni vah.

Ahali, ahaliyi bilgilendirecek medya MEŞGUL! Memetali beyin kaçış sendromu, Hülya hanımın mini etekli, tenis maçı haberleri daha mühim. İŞGAL fiilen yürüyor. ŞAGİL kimseyi takmıyor, basıyor doları, alıyor tarlayı, dükkanı. ŞAGİL’in İŞGAL ettiği limanda, kendi yurdunun limanına girmek isteyenlerle, ülkenin Jandarması MEŞGUL oluyor; havaya kurşun sıkarak, kendi yurttaşına tekme - yumruk atarak.

Bize ne oldu? Niye böyle olduk? O topraklar için can veren, Kara Yılan’ın, Sütçü İmam’ın kimi torunları ‘ikinci tezkere çıkmadı’ diye hayıflanıyor. Çıksaydı, onlar da dolarları sayacaktı.

Ya nasip, baksanıza Dünya Bankası’ndan sonra Moody’s tehdidi savurdu; ‘İkinci tezkere bir hafta içinde çıkmazsa, masadaki Amerikan parası gider. Para giderse, kredi notunuz düşer, kredi notunuz düşerse borç - morç bulamazsınız!’ Yarın öbür gün de, Standart and Poor’s ‘Tezkereyi geçirmezseniz, Kıbrıs’ta her şeyi vermezseniz, Verhoygen’in elini, Toni Bleyır’ın belini, bir de Amerika’nın ayağının tabanını öpmezseniz, kredileriniz kesilir, ekonominiz çökertilir, borsanız gebertilir, faiziniz uçurulur, sıcak paralarınız kaçırılır!’ derse şaşmayın.

Hala olan biteni görmüyor muyuz? Dört bir yandan muhasara altında Türkiye.
Hala, para, dolar, faiz, mal - mülk derdinde olanlar, toprağını dolar mukabili ecnebi orduya kiralayanlar uyanın artık. Bu ülkenin kiralık, satılık toprağı da, insanı da, limanı da yok diyemiyor muyuz?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ekonomi brifingi alıyor. Ekonomi bürokrasisinde radikal düzenleme, atama, görevden almalar planlanıyor. DPT biraz daha öne çıkıyor. Mesela Dünya Bankası artık DPT ile ilişkilendiriliyor. IMF’ye verilecek ek niyet mektubu da Erdoğan’ın isteği üzerine imzalanmadı, iş yeni hükümete kaldı. Yoksa Yuha Bey imzayı atıp gitmek istiyordu. Erdoğan’ın niyeti niyet mektubunu, programı yeniden pazarlığa açmak. Olmuyorsa da olmuyor ne yapalım. Tek çare IMF değil ya?

Sayın Başbakan Tayyip Bey, IMF’yi, Dünya Bankası’nı, Moody’s ve SP’yi, Amerikan Hazinesi’ni, İngiliz Krallığı’nı, AB Dükalığı’nı hepsini birden memnun edemezsiniz.

Herkesin, her istediğini de veremezsiniz. Bir ülkenin üzerine bu kadar gelinmez, bunu da artık yukarıda sıraladıklarımızın bilmesi lazım. Bir yerde ipler kopar. Koptuğu anda da yeni şartlar ortaya çıkar ve o şartların gereği yapılır. Dolayısıyla ekonomide de, siyasette de, diplomaside de ‘her ihtimale hazırlıklı olmanın, gerektiğinde de masaya vurmanın hazırlığı’ yapılıyor.

IMF ‘alacağını garantiye almak’ için yüzde 6.5 faiz dışı fazla diye, gırtlağımızı sıktıkça sıkıyor. Ek niyet mektubuna da bunun 2006’ya kadar sürdürüleceği hükmünü koymaya çabalıyor. Bir ölçüde bunda başarılı olduğu, Babacan’ın direnemediği de biliniyor. O nedenle Tayyip Bey ‘niyet mektubunu yeni hükümete bırakın’ demek durumunda kaldı.

Şimdi bir niyet mektubu da Dünya Bankası’na hazırlanıyor. Orada da DB’ndan alınan, alınacak krediler sıralandıktan sonra, ‘Biz zaten bu yılki programımızı, sizden gelecek kredilerin gelmeyeceği üzerine yaptık. Teşekkür ederiz, seneye görüşürüz’ denilecek. Yani ‘duble niyet mektubu’ verilecek, belki de VERİLMEYECEK! IMF, Abdullah Gül’ün de imzasını istediği ‘taahhütname ve mazeretnameyi’ şimdi Tayyip Erdoğan’ın imzalamasını isteyecek. Ama bakalım olacak mı, olmayacak mı?

IMF’nin her dediğini ‘Allah kelamı’ gibi tartışmasız kabul eden ekonomi yönetimi ve bürokrasisine de farklı bir yapı ve isimler geliyor. DB’nın ‘DB kredili ihaleleri ben yaparım, sonucu ben belirlerim’ kararıyla Türkiye’yi uğrattığı zararlar, geciktirilen ihalelere kesilen on milyonlarca dolarlık cezalar - avantalar hepsi gözden geçiriliyor. Türkiye Cumhuriyeti bürokratı olmasına, kimliğinde öyle yazmasına rağmen, IMF - DB memuru, ya da ‘onlardan biri’ gibi olanlar için de ‘ayıklama’ başlıyor.

Türkiye bu muhasaradan, içeriden ve dışarıdan kuşatmadan kurtulmalı, kurtulacak.

Zülfikar Doğan
(Akşam, 13 Mart ‘03)