27 Nisan'02
Sayı: 16 (56)


  Kızıl Bayrak'tan
  Ya barbarlık ya sosyalizm!
  Sosyal yıkıma karşı birlik, mücadele ve dayanışmayı yükseltelim!
  Sendikal ihanet barikatını yaralım!
  1 Mayıs'ta iş bırakmanın anlamı
  "İş bırakarak 1 Mayıs'ta alanlara!"
  İşçi sınıfı, Filistin direnişi ve 1 Mayıs...
  Direniş nöbeti Gazze'de
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  Yaygın, yoğun ve etkili bir çalışma sürdürüyoruz...
  Zor dönemin bilinçli, inançlı ve soluklu devrimcileri...
  Washington'da 100 bin kişi ABD emperyalizmini protesto etti
  Kolombiya'da son bir yıl içinde 165 sendikacı katledildi
  Le Pen'in seçim başarısı ve gerçeğin öbür yüzü
   "İşçilerin birliği halkların kardeşliği" pikniği coşkuyla gerçekleşti
   Mücadele, birlik ve dayanışma günü 1 Mayıs kutlu olsun!..
   Hatice Yürekli yoldaşın anısına...
   Yiğit komünist Hatice Yürekli'yi andık...
   Savanı en büyük mağduru çocuk
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ya barbarlık ya sosyalizm!

Yunanlı ozan Kavafis, “Barbarları beklerken” şiirinde, barbarları bekleyen kent halkının bir gün barbarların olmadığı ve asla gelmeyeceği gerçeğiyle yüzleşmesi sonucu uğradığı hayal kırıklığını anlatır. Her an bir barbar saldırısı için yıllarca teyakkuzda tutulan halkın ağzından bu çarpıcı çelişkiyi şöyle ifade eder: “Barbarlar olmazsa ne yaparız biz, nasıl yaşarız?”

Aslında olmayan fakat varlığına inandırılan barbarlar, kentin efendilerinin egemenliklerini sürdürmelerinin bir aracıdır. Bir bakıma olası bir barbar saldırısının yol açtığı korku, kendi meşruiyetlerinin, kent halkı üzerindeki egemenliklerinin de bir dayanağıdır. Tıpkı emperyalist haydutların yeni dönem saldırılarında kullandıkları “terör” ve “terörizm” demagojisi gibi. Düne kadar emperyalist saldırılar “demokrasi ve insan haklarını koruma” adına yapılır, sonuçta demokratik hak ve özgürlükler, insan hakları bu ikiyüzlü iddiayla ayaklar altına alınırdı. Şimdi ise “terörle mücadele” yalanına sarılarak dünya emekçi halklarına karşı terör estiriliyor.

Kuşkusuz, şiirdeki kurgusal ifadenin aksine barbarlık yeryüzünden hiç eksik olmadı. İlkel dönem barbarlığına rahmet okutan yeni barbarlığın temsilcileri, çeşitli kılıklar altında kitlesel katliamlara, işgallere giriştiler. Din adına seferler düzenleyip, talan üstüne talan, kıyım üstüne kıyım yaptılar. Bir gecede binlerce kadını şeytan ilan edip ateşlerde yaktılar. En bağnaz biçimlerden en modernine kadar çeşitli kılıklarda insanlığı felaketlere, yıkımlara sürüklediler. Çeşitli gerekçelerle egemen sınıflar barbarlıklarını hep sürdürdüler.

Ve bu barbarlığın son temsilcisi kapitalist sınıf, iki emperyalist savaşla, sayısız yerel ve etnik savaşla, darbeler ve kontra faaliyetleriyle dünyada kan dökmedik tek karış toprak bırakmadı. Baş düşman ilan edilen SSCB’nin çöküşüyle başlayan yeni süreçte, artık savaşlara, çılgınca silahlanmaya vb. gerek kalmayacağı, kapitalizmin refah ve barış içinde gelişeceği ilan edildi. Oysa gerçekler, dizginlerinden boşalmış barbarlığın, yeni gerekçelerle fakat bildik yüzüyle kol gezdiğini gösteriyor. Kapitalizm savaş demektir ve emperyalizm, uygar kılıklara bürünmüş barbar kapitalizmin en saldırgan ve çürüyen gerçekliğidir. Bunun için “ya barbarlık ya sosyalizm!”, kapitalist dünya sistemi gerçekliğinin en çarpıcı ifadesi olarak önümüzde duruyor.

Terörün, faşizmin ve gericiliğin kaynağı barbar kapitalist düzendir

ABD emperyalizmi 11 Eylül saldırılarının ardından yıllar sürecek bir savaş ilan etti. Savaşın adını “terörizmle mücadele” koydu. Silahlanma bütçesi devasa ölçüde artırıldı. Gerekçesi, “güvenliğinin tehdit altında olması”. Gerçekte böyle bir tehditin varolup olmadığı önemli değil. Önemli olan kendi halkının ve dünya kamuoyunun buna inandırılması, saldırganlığa mazeret ve meşruluk zemini yaratılması. Teröristler, bir başka deyişle düşmanlar, ABD topraklarından binlerce kilometre uzaklıktaki topraklardalar. Üstelik bu yeni “terörist” düşmanların bir kısmı bir süre önce ABD’nin dostları, uşaklarıydı. İlk hedef Afganistan’ı diğerleri izleyecek. (Kore, Irak, Yemen vb). Yani, ABD’nin egemenlik kurmak istediği, zengin yeraltı kaynaklarının bulunduğu ve stratejik önemi olan her yerde “terörst”ler ve “terörist” faaliyetler var. Buralara olağanüstü askeri yığınak yapıyor. Kendi elinde dünyayı onlarca kez yerle bir edecek binlerce nükleer ve kimyasal silah varken ve bu sorun değilken, üstelik yüzbinlerce insanın katledilmesiyle sonuçlanan nükleer silah kullanma suçunu işleyen tek ülke durumundayken, Irak’ın silahlanmasını ve sahip olduğu silahları savaş gerekçesi yapıyor. “Düşman” ilan ettiği ülkelere karşı nükleer silahları kullanma tehditleri savuruyor.

Öte yandan Amerika’da safkan Amerikan olmayan göçmenler ve yabancılar da potansiyel “terörist” ve düşman. Ülkedeki bütün yabancılar izleniyor, gözleniyor, soruşturmalardan geçiriliyor. Irkçılığın Amerikancası olan White-Anglosakson-Protestan (WAP) anlayışı bir kez daha önplana çıkarılıyor. “Özgürlükler ülkesi” ABD, tüm uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak, savaş esirlerine Ortaçağ’dakinden aşağı kalmayan bir muamele yapıyor. Katı tecrit ve baskı koşullarında tutulan esirler için özel mahkemeler kuruluyor.

Avrupa’da faşizm ve ırkçılık yeniden tırmanışa geçiyor. Yabancı düşmanlığına oynayan Avrupalı faşist partiler giderek güçleniyor. Ülkelerindeki her türlü olumsuzluğun nedenini yabancıların varlığına bağlayan yaygın bir propaganda faaliyeti yürütüyorlar. Açıkça düşman ve en büyük tehlike ilan edilen yabancılar çeşitli saldırılara uğruyorlar.

İsrail siyonizmi haftalardır tüm dünyanın gözleri önünde Filistin topraklarında soykırım amaçlı katliamlar gerçekleştiriyor. BM temsilcileri bile “kapalı bölge” ilan edilen katliamın yapıldığı kentlere sokulmuyor. Katliamların gerekçesi ise aynı; “güvenlik”, yani “terörist saldırılar”. İsrail, katliamları ve İsrail’i kınayanları Yahudi düşmanlığı yapmakla suçluyor.

Hindistan ve Pakistan sınırında emperyalistlerin kışkırmasıyla başlayan etnik ve dinsel çatışmalar yeniden tırmanışa geçti. Amerikan ve İngiliz silah tekelleri her iki ülkeye silah satışını artırıyorlar.

Venezuela’da 48 saat süren darbenin arkasından ABD emperyalizmi çıkıyor. CİA’dan onay alan darbeciler başarısızlıklarının cezasını ABD tarafından gözden çıkarılarak ödüyorlar. Başarmış olsalardı, demokrasi savunucuları olarak karşılanacak, kanlı icraatlarına alkış tutulacaktı. Tıpkı Şili’de, Arjantin’de ve Türkiye’de olduğu gibi.

Ne sıtmaya ne ölüme razı olmamak için
kapitalist bataklık kurutulmalıdır

Bunlar son birkaç yılın siyasal gelişmeleri. Hitler’in, Musolini’nin tesadüfi ve istisnai şahsiyetler olmadığı, faşizm tehlikesinin geride kalmadığı, bu tabloya bakıldığında daha iyi anlaşılıyor. Hortlayan faşizm, dizginlerinden boşalmış gericilik ve emperyalist saldırganlık, halklara ve emeğe düşman çürüyen kapitalizmin ürünüdür. Bu tablonun arkasında küreselleşme adıyla önü iyice açılan kapitalist sömürü politikaları var. Dizginlerinden boşalmış tekelleşme, dünya ölçüsünde mafyalaşan ekonomi, rant ve pazar paylaşımının keskinleştirdiği rekabet; en gerici, saldırgan iktisadi politikaları ve siyasal düzeyde bunu uygulayacak gerici, saldırgan, faşist siyasal temsilcileri ve uygulamaları da beraberinde getiriyor.

Emperyalizmin eli kanlı temsilcilerin ve faşizmin lanetlenmesi tabii ki önemli. Ama asla yeterli değil. Yeterli olsaydı, Hitler’in, Musolini’nin, Franko’nun yerlerini Şaronlar, Bushlar almaz; Le Pen’lerin, Berlusconi’lerin yıldızı parlamazdı. Faşizm, siyonizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı hortlamazdı. Bu faşist temsilciler kapitalist düzenin bataklığında bizzat sermaye tarafından yetiştirilmekte ve ihtiyaç oldukça emekçilerin, halkların üzerine salınmaktadırlar. Avrupalı emekçilerin faşizmden duyduğu korku ve kaygıların elbette hem tarihsel hem de güncel bir karşılığı var. Aynı şekilde, faşizmi, barbarca saldırıları ortadan kaldırmanın tarihsel deneyimleri de karşımızda duruyor. Tehlikeyi savuşturmak ya da ertelemek çare değil. Faşizmi ezmek, barbarlığa son vermek için bu deneyimlerden çıkan derslere sarılmak gerekiyor.

Uygar dünyanın efendileri sebebi oldukları faşist hortlama üzerinden çirkin bir oyun oynuyorlar. Kurdun karşısında çakalı alternatif olarak sunuyorlar. Le Pen gibilerinin karşısına, güya alternatif olarak önerilen Chirac gibi çakalların ve sosyal kılıklı diğerlerinin sicilleri daha az kanlı ve daha az kirli değil. Her iki kesim de kapitalizmin barbarlık düzenini temsil ediyor, sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet ediyorlar. İktidara geldiklerinde sermayenin programını hayata geçiriyorlar. Asla birbirlerinin karşıtı ve alternatifleri değildirler. Dolayısıyla emperyalist efendilerin Şaronlar’dan, Le Penler’den duyduğu sözde rahatsızlığın elbette gerçek ve ciddi bir karşılığı yok. Çünkü yabancı düşmanlığı, emekçi halklara ve işçi sınıfına düşmanlık bağımsız parti politikaları değil, devlet ve düzen politikasıdır. Onların esa kaygısı, bu faşist gerici temsilcilerine yönelik tepkileri düzen sınırları içinde tutmak, tepkilerin hedefini saptırmaktır. Bu nedenle iki seçeneği de elde tutuyorlar. Sıtmaya razı etmek için sık sık ölümü göstermeyi ihmal etmiyorlar. Faşizmin kitlelerde yarattığı korkuyu canlı tutarak düzenlerini güvenceleme, sistem dışı arayışların önüne set çekme hesabı yapıyorlar. Bunun üzerinden de saldırılarını peşpeşe haata geçiriyorlar. Zamanı geldiğinde kendi elleriyle faşizmi başa geçireceklerinden de kuşku duymamak gerekir. Yeter ki buna ihtiyaç duysunlar.

Barbarlığın kol gezdiği, faşizmin ve her türden gericiliğin hortlatıldığı, halkların katliamlardan geçirildiği, sosyal ve siyasal saldırıların birbirini izlediği koşullarda, işçi sınıfının ve emekçi halkların önünde fazla bir seçenecek ve oyalanacak bir zaman yoktur. Ya kapitalist sömürücülerin, emperyalist haydutların karşısına dikilip birleşik ve militan bir mücadele verilecek ya da barbarlık içinde topyekûn çöküşe razı olunacaktır. Kurdun dişlerinden kaçınmak için çakallara razı olmak çare değildir.

Kapitalist barbarlar saldırılarını artırdıkça, kuşatmayı yarmak için gerekli olan güç de her geçen gün birikiyor. Yeni ve taze güçler mücadele için seferber oluyorlar. Kapitalist barbarlığa karşı mücadele ve dayanışmayı yükseltmek için, “Hergün 1 Mayıs, her yer Filistin!” şiarıyla alanlara çıkalım.