10 Kasım '01
Sayı: 34


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf ve kitle hareketinin gerçek ihtiyacı
  Taban inisiyatiflerini örgütleyelim!
  Sınıf hareketinde çıkış arayışları
  Ankara Yürüyüş'nde üçüncü gün, Anadolu Yakası... Coşkulu e kitlesel karşılamalar...
  Sermaye devleti ÖO direnişini kırmak için kapsamlı bir saldırı hazırlığında!
  4 Kasım İzmir mitinginden gözlemler...
  Burası Armutlu, Afganistan değil!
  TAYAD'lı ailelerin açıklaması:
  Emperyalist savaş ve Türkiye...
  Filistin'de vahşi katliam devam ediyor
  Amerikancı medya: Halkların beynine çevrilmiş namlu
  ÖO Direnişi ve devrimcilerin ataleti
  6 Kasım'ın gösterdikleri
  DTÖ toplantısına karşı dünya çapında protesto hazırlıkları
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tüm saldırıları boşa çıkararak kararlıkla süren direniş
dışarıda sahiplenmeyi bekliyor...

ÖO Direnişi ve devrimcilerin ataleti


R.Azem

20 Ekim 2000’den 20 Ekim 2001’e büyük zindan direnişi 1. yılını doldurdu. Dost ya da düşman hiç farketmiyor, Ölüm Orucu Direnişi’nin gücü ve devrimci iradenin sarsılmazlığı herkeste bir hayranlık uyandırıyor. Hiçkimse direnişin bu kadar uzayacağını ve bu kadar uzun direnilebileceğini tahmin edemiyordu. Bugün herkes hayretle direnişi seyrediyor ve daha ne kadar devam edeceğini merak ediyor. Direnişin karşısında olanlar bile büyük bir hayranlık duyuyorlar. Utangaç ifadelerle ve yarım ağızlı sözlerle şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Diğer taraftan da bir an önce bitse de kurtulsak diyorlar.

Dışardaki desteğin bu kadar dibe vurduğu, bir tek destek eyleminin yapılamadığı, burjuva basında tek bir satır haberin geçmediği bir dönemde dahi direniş devam edebilme gücü gösterebilmiştir. Burjuvazinin kitleleri yönetmek için kullandığı en etkili aracı olan medyada direniş haberlerinin yayınlanması, desteğin güçlenmesi noktasında büyük önem taşıyor. Destek eylemleri haberinin basında yeralması, kitlelerin haberdar edilmesinde son derece etkili oluyor. Haberler ise ancak eylem yapan kitle joplandığı ve yaka paça gözaltına alındığı koşullarda veriliyor. Böylelikle kitleler terörize edilip sindirilmeye çalışılıyor.

Bugünkü ortamda ise ayda bir yapılan cılız eylemlerin dışında direnişe herhangi bir destek sözkonusu bile değildir. Dışarıdaki desteğin güçlendirilmesi ve direnişin basının gündeminden düşmemesi, sürecin hızlanmasında iki ikilit nokta. Bu noktalardan ilki üzerine, denilebilir ki denilmedik tek bir söz kalmadı. Ölüm Orucu Direnişi ile ilgili her değerlendirmenin temel noktasını, dışarıdaki destek eylemlerinin önemi oluşturdu. Bugün hala aynı noktanın altı çiziliyor. Fakat sorunun hayati önemine rağmen uzun zamandır atılan ciddi hiçbir adım ve kısmen de olsa örülebilen bir kitle desteği sözkonusu değildir.

Bırakalım kitle desteği örmeyi, devrimci hareketin büyük bir bölümü kendi kitlesini dahi seferber edemez bir durumda bulunuyor. Bu durumu sürecin ağırlığının farkında olduğunu, saldırıyı püskürtmenin hayati öneme sahip olduğunu ve bunu kavradığını iddia eden hiçbir kimsenin ya da hareketin ciddi hiçbir gerekçe göstererek açıklayabilmesi mümkün değildir. Sürecin ağırlığıyla, direnişin basında yer almamasıyla, kitlelerin duyarsızlığıyla devrimcilerin eli kolu bağlı kalması, kesinlikle izah edilebilecek bir durum değildir. Tekrar tekrar yinelemek artık gereksizdir, süreç ağır ve zorlu bir süreçtir. Devrimci yaratıcılık, cüret ve inisiyatif tam da bu koşullarda kullanılması gereken yetilerdir. Kitle hareketinin önünü açacak politik yönelimler ve ciddi bir siyasal pratik, atık kimsenin erteleyemeyeceği bir sorumluluktur. Kaldı ki bunun için fazlasıyla geç kalınmıştır ve daha fazla geç kalınmamalıdır.

Direnişte şimdiye kadar 79 devrimci şehit düştü. Bu toplamında devrimci hareket için son derece ağır bir bedeldir. Kuşkusuz gerektiğinde daha fazlalaları da ödenecektir. Fakat dışardaki bu suskunluk, atalet ve tepkisizlik tablosu tersine çevrilemediği durumda, bedelin daha ağır ödenmesini kolaylaştırıldığı da bir gerçektir. Ödenen bedellerin azaltılması ve sürecin tekrar hızlandırılabilmesi için, bugünkü ataletten kurtulmak şarttır. Süreç tekrar hızlanacaksa, bunu başaracak olan, ilk elden devrimciler ve tutsak aileleridir. Süreç artık göstermiştir ki, direnişin dışındaki DKÖ, sendikalar süreci hızlandıracak güce ve iradeye sahip değildir. Kaldı ki bugün hala bir takım kurumlar bir şeyler yapıyorsa, bu büyük oranda tutsak ailelerinin ve kurumlarda yeralan sınırlı sayıda devrimcinin çabalarıyla oluyor.

Soruna öncelikle asıl muhatapları sahip çıkmak zorundadır. Sorunun asıl muhatabıysa (tüm toplumsal muhalefet hareketleri olmakla birlikte) öncelikle tutsak aileleri ve devrimcilerdir. Süregiden durgunluk tablosunu değiştirmek için hücre saldırısını kitlelerin gündemine sokmak şarttır.

Hücre saldırısının gündemden uzaklaşması, tek başına kitlelerin duyarsızlığı ve ilgisizliği ile sınırlı değildir. Devlet elindeki basın silahını en etkili bir biçimde kullanıyor. Şehitler dışında ÖO gündeme özel bir tarzda getirilmiyor. Böylelikle direnişin sesi soluğu boğulmaya çalışılıyor. Bu durumda direnişin sesini soluğunu kitlelere taşıyacak olanlar devrimcilerden başkası değildir.

Kitlelerin duyarlı olup olmadığı ancak yoğun bir kitle çalışmasının ve pratik faaliyetin varlığıyla ölçülebilir. Burjuva basın direniş haberlerini zaten vermiyor, üstüne bir de hücre karşıtı muhalefet atıl kaldığı durumda, bir durgunluk doğallığında yaşanır. Süreç böyle ilerlerken insanların duyarsızlığından yakınmak son derece anlamsızdır. Zira duyarsız diye tanımlanan insanlara ulaşan ne tek bir haber, ne de tek bir çağrı vardır.

İrade çatışmasında her iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamıyor; halihazırda görünen tabloda devlet cephesi güçlü görünse de, bu gücü direnişi bitirmeye yetmiyor. Ölüm Orucu Direnişi, desteksiz de olsa, devletin saldırı ve manevralarını dengeleyebiliyor. Devletin en etkin silahı şartlı tahliyelerdi, fakat bu oyun da ÖO’nu bitirmeye yetmedi. Hala devlet saldırı tehditleri savursa da, tehditlerin caydırıcı bir özelliği bulunmuyor. Yaşanabilecek en ağır saldırılar ve katliamlar yaşandı; devlet aynı vahşeti tekrar uygulasa da, alacağı yanıt öncekilerden farklı olmayacaktır. Bu nedenle savurduğu tehditlerin her hangi bir caydırıcılığı yok ve devlet şu an için elindeki tek silahı olan tahliyelerden vazgeçmiyor.

Dengeleri toplamında devrim cephesinin lehine çevirmek için kısa vadede binlere ulaşmak ve sokağa dökmek pek mümkün gürünmeyebilir. Fakat sorunun kendisi de bu değildir zaten. Daha önemli olanı, devrimci hareketin bir toparlanma sürecine girebilmesidir. Özcesi basitten karmaşığa diyalektiğidir. Yaratılacak bir kıpırdanma ve hareketlilik tekrardan devrim cephesinin güçlenmesi ve sürecin lehte işlemesi demektir. Bügünkü tablonun bir adım bile ötesine geçmek, süreci kazanmak için önemli bir adım olacaktır. Tekrar belirtelim ki, bunu başarabilmenin koşullarından belki de en önemlisi, kitlelere tekrar tekrar direnişin sesinin soluğunun taşınabilmesidir. Bu ise ciddi bir kitle çalışması yapılmadan başarılamaz

Süreci hızlandırmanın temel sorunlarından biri de hücre saldırısının temel muhataplarının ortak davranabilmeleri ve tok bir duruşa sahip olmalarıdır. Bu sorunun da üzerinde fazlasıyla durulduğu için yeni birşeyler söyleyecek değiliz. Ancak üstünden atlanamayacak hassas noktalara değinmek de artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Saldırıyı ortak göğüsleme ve püskürtme bilinci büyük oranda gönülsüz birlikteliklere dönüşmüş bulunuyor. Bir dizi eylem ve faaliyette fikir birliğine varılıyor, fakat alınan kararların pratiğe uygulanması söz konusu olduğunda bir parça dahi tutarlılık görmek mümkün olmuyor. Zira son Ulucanlar anması, 20 Ekim ve sonrasına yönelik kampanya çalışmasında sergilenen pratik atalet ve isteksizlik, kampanya çalışmasının içindeki güçlerin büyük bülümünün orak ruh halleri olmuştur. Platformda alınan kararlar herkes tarafından ortaklaşılıp onaylanmasına rağmen, yürütülen ve yürütülecek çalışma fiilen öneri sahiplerinin üstüne kalıyor.

Böyle bir tabloda herhangi bir kavrayış ve samimiyetten sözetmek mümkün değildir. 20 Ekim kampanyası vesilesiyle yakalanmaya çalışılan ortaklaşma ruhu, sebebi ne olursa olsun sekteye uğratılmıştır. Sergilenen pratik açık bir güvensizlik kaynağıdır ve bundan sonra yürütülecek çalışmalara da ister istemez yansıyacaktır.

Sonuç olarak, niyetimiz şu ya da bu çevre ile polemiğe girmek değil, sürecin devrimcilere yüklediği ağır yükü bir kez daha hatırlatmaktır. Biz komünistler, tüm devrimcileri, zindanlarda büyük bir kararlılıkla devam eden Ölüm Orucu Direnişi’nin kararlılığı ve ruhuyla davranmaya çagırıyoruz.

İçeride tüm güçlükleri aşarak ve saldırıları boşa çıkararak devam eden Ölüm Orucu direnişi dışarıda sahiplenmeyi bekliyor.