10 Kasım '01
Sayı: 34


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf ve kitle hareketinin gerçek ihtiyacı
  Taban inisiyatiflerini örgütleyelim!
  Sınıf hareketinde çıkış arayışları
  Ankara Yürüyüş'nde üçüncü gün, Anadolu Yakası... Coşkulu e kitlesel karşılamalar...
  Sermaye devleti ÖO direnişini kırmak için kapsamlı bir saldırı hazırlığında!
  4 Kasım İzmir mitinginden gözlemler...
  Burası Armutlu, Afganistan değil!
  TAYAD'lı ailelerin açıklaması:
  Emperyalist savaş ve Türkiye...
  Filistin'de vahşi katliam devam ediyor
  Amerikancı medya: Halkların beynine çevrilmiş namlu
  ÖO Direnişi ve devrimcilerin ataleti
  6 Kasım'ın gösterdikleri
  DTÖ toplantısına karşı dünya çapında protesto hazırlıkları
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Amerikancı medya:

Halkların beynine çevrilmiş namlu


Burjuva ideologları her ne kadar “bağımsız medya”, “nesnellik”, “tarafsızlık” ve buna benzer argümanları dillerinden düşürmeseler de, medya hiç bir kuşkuya yer vermeyecek düzeyde, devlet-sermaye-emperyalizmle iç içe geçmiş durumda. Nasıl ki ekonomik, politik, kültürel her gelişme burjuvazinin ve devlet kurumlarının (ordunun, polisin,...) ihtiyaçları göz önünde tutularak kitlelere sunuluyorsa; Afganistan’a yönelik savaş da benzer biçimde sunuluyor.

Medya emperyalist savaşın asli
gücü olarak çalışıyor!

Medyanın işlevi kamuoyunu kapitalistlerin istediği yönde hazırlama ve sonrasında yönlendirmekle sınırlı değil artık. Afganistan işgalinin açıkça ortaya çıkardığı gibi medya operasyonun asli bir gücüne, savaşı başka bir cepheden yürüten gücüne dönüşmüş durumda. Türk medyasıysa devlet ve sermayeye kölelikte, bağımlılıkta daha da iğreti davranıyor.
Afganistan işgalinin ABD tarafından gündeme getirildiği ilk günden itibaren medya koşulsuz ABD’nin yanında tavır aldı. Dahası ilk andan itibaren Türkiye’nin savaşın aktif bir katılımcısı olması gerektiğini dillendirdi. Kamuoyunu buna hazırlamak için elindeki tüm imkanları kullandı. Terör korkusu, kimyasal silahlar, 11 Eylülde yaşamını yitiren siviller... Ancak kullandıkları tüm bu argümanlar beklenilen desteğin oluşmasına yetmedi. Bu noktada yıllardır şovenizmle zehirledikleri kitlelere, yine şoven ve yayılmacı hedefler, amaçlar sunmaya çalıştılar. Orta-Asya cumhuriyetlerine girmek, Türki cumhuriyetlerin lideri olmak vs. Bu amaçla Türkiye’de gerçekleştirileceği söylenen Afgan “muhaliflerinin” toplantısı parlatıldı. Köşe yazarları ABD’nin Türkiye’yi lider olarak seçtiğini gururla açıkladılar: Afganistan’ın geleceğini ayinde Türkiye de söz sahibi olacaktı! Oysa herkesin bildiği gibi Türkiye’ye biçilen rol sadece taşeronluktan ibarettir.
Tüm bu çabalar savaşa destek veren bir kamuoyu oluşturmalarını yine sağlayamadı. Buna rağmen Afganistan’a asker gönderme kararı alındı. Sermaye devleti için sokaklar zaptedilmeden, bir başka deyişle yığınlar aktif olarak savaş karşısında tavır almadan, edilgen biçimde duyulan hoşnutsuzluğun bir önemi yok.
Bugün için dikkatler bu hoşnutsuzluğu baskı altında tutmaya yoğunlaştırılmış durumda. Oktay Ekşi, Türkiye’de birkaç bozguncu hariç her kesimin asker gönderilmesini onayladığını yazıyor. Plazada, oturduğu koltuktan, kitlelerin ne düşündüğü üzerine ahkam kesiyor bu Amerikan uşağı Aydın Doğan memuru. Emperyalist savaş karşıtlarına “birkaç bozguncu” sıfatını yakıştırarak, geleneksel devlet anlayışını meşrulaştırıyor.
Asker gönderilmesi ve askerlerin rolü üzerine de yine bildik, manipülasyona yönelik argümanlar kullanıldı. Türk askerinin eğitim amaçlı yolladığı, sivillerin korunması ve riskli bölgelerden uzaklaştırılmasının öncelikli olduğu, insani yardımın ulaştırılmasını koordine edeceği... ve son ihtimal olarak operasyona katılabileceği. Asker gönderilmesinin asıl nedeninden basında sadece bir ihtimal olarak söz ediliyor.

Medya hedef gösteriyor!

Medya sadece kitlelerin bilinçlerini değil, şu ve ya bu nedenle emperyalistlerin çıkarlarıyla uyuşmayan gazete ve televizyonları da hedef alıyor. El Cezire televizyonu sadece savaşın bir başka yüzünü gösterdiği için “demokrasi” adına yasaklandı. Hürriyet yazarlarından Hadi Uluengin, ölen sivillerin görüntülerinin Müslüman dünyayı etkilemek için kullanıldığını ve buna bir son verilmesi gerektiğini yazıyor. Aynı “eleştiriler”ini Bin Ladin ve sivillerden çok bahseden Fransız medya kuruluşlarına da yöneltiyor. ABD’nin Afganistan işgalinde başarılı olması için savaş görüntülerinin mümkün olduğunca televizyonlara yansımaması gerektiğini dillendiriyor. “Vietnam Savaşı’nı kaybetmenin bir nedeni sadece göstergelerle de sınırlı olsa, ekranların savaşla, cesetlerle, kanla meşgul edilmesiydi” diyebiliyor.
Tüm bu tespitler bu satılmış köşe yazarlarına ait değil kuşkusuz. Körfez savaşından beri emperyalistler, savaşın sonuçlarının ekranlara yansımaması için özel bir dikkat gösteriyor. Körfez savaşında onbinlerce insan öldürüldü; ancak tek bir ceset bile gösterilmedi ekranlarda. Sadece medyaya yansıyanlar vardır. Savaşın dehşeti, ölenler medyaya yansımadığı sürece yoktur-yok sayılır.
Düzen medyasında-psikolojik savaşı yürütenlerin istediği gibi- savaş görüntülerine, cesetlere, sınır kapılarında bekleyen mültecilere rastlamak mümkün değil. Sanki 3.5 milyon Afgan mülteci İran ve Pakistan’da yokmuş gibi, sanki binden fazla sivil hayatını yitirmemiş gibi. Her zamanki gibi savaşa ve ağır ekonomik koşullara rağmen kitleleri oyalamaya devam ediyorlar. Televoleler, paparazziler tam hız yollarına devam ediyor.
Medya yalan kusuyor!

Medya yalanı kitleselleştiriyor. Yalan söylemek bilinçli bir tercihtir. Yalan öyle olağan bir işleyiş haline getirilir ki, yalan-gerçek ayrımı silinir. İstedikleri de budur zaten; ayrımları silmek ve karşıt kamuoyu oluşumunu önlemek. Bunun son örneği insani yardım palavrasıdır. Düne kadar insani yardımdan, ABD’nin bu iş için ayırdığı paradan bahsedilirken, Birleşmiş Milletler’in Afganistan’da yiyecek kıtlığı başladığına dair haberleri görmezlikten geliniyor. Çok fazla propagandası yapılan yardımları sormak akıllarına gelmiyor.
Medyanın tüm insaniliği ikiyüzlülükten ibarettir. Yaklaşan kışı bombardıman nedeniyle evlerini terk eden Afganlıların nasıl geçireceği düşüncesi akıllarına gelmezken-görmezlikten gelinirken, savaş makinalarının soğuktan nasıl etkilenebileceği üzerine vaazlar veriliyor. Bin Ladin ve taraftarlarının ellerindeki gücün “uygar insanlık” için ne kadar tehlikeli olduğu dillendirilirken, misket bombaları, 16 kilometre karelik bir alanda herşeyi yakıp yıkan bombalar teknoloji harikası olarak sunuluyor.
Devlet-medya tarafından yasaklanan sokaklar fethedilmeden, kitlelerin yaşadığı fanustan kurtulmaları mümkün değil. Medyanın tüm uyutma taktikleri kitlelerin kendi gücünün ayırdına varmasıyla tuzla buz olacaktır.




Tutsakların ve katillerin yargılandığı dosyalar birleştirildi...

Ulucanlar davasında yeni aşama


Ulucanlar katliamında devrimci tutsakların kendi arkadaşlarını öldürmek ve isyan çıkarmaktan yargılandıkları 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmanın sonuncusu 6 Kasım günü gerçekleşti. Duruşmaya tutuksuz yargılanan Resul Ayaz ile Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan Enver Yanık, Özgür Saltık, Önder Mercan, Barış Gönülşen, Ercan Akpınar, Nihat Konak, Murat Güneş ve hem sanık hem mağdur sıfatıyla K. Hasan Çoban katıldı. İlk sözü alan Resul Ayaz, Ulucanlar’ın hücre saldırısının ilk adımı ve 19 Aralık’ın provası olduğunu, 10 devrimci-komünist tutsağın güvenlik güçlerince katledildiğini belirterek katliamı detaylarıyla anlattı. “Ulucanlar’da onurumuzu, insanlığımızı, değerlerimizi savunduk. Tıpkı bugün Ölüm Orucu direnişçilerinin yaptığı gibi” sözleriyle savunmasını tamamladı.

Mağdur-sanık olarak katılan K.Hasan Çoban, “Ben arkadaşlarım tarafından değil, güvenlik güçlerinin kapı tarafından açtıkları ateş sonucu yaralandım. Sabaha doğru silahların patlaması sonucu uyandım. Ölen tüm arkadaşlarımızın güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu ölümlerine tanık oldum. Ulucanlar diğer olayların provası niteliğindeydi” dedi.

Ardından söz alan Enver Yanık ise, ilk olarak Ulucanlar’da katliamı gerçekleştiren güçlerin bir gün önce de, içeride tutsaklar ölmesin diye Küçükarmutlu’da Ölüm Orucu yapan ailelere yönelik katliam gerçekleştirdiğini ve saldırıda 4 kişinin katledildiğini, yine katliamı protesto etmek amacıyla Sincan Cezaevi’nde bulunan Muharrem Çetinkaya’nın kendini yaktığını ve tüm bu yaşananların sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunmak istediğini belirtti. 6 sayfalık savunma hazırlayan Yanık, katliamı başladığı andan itibaren tüm detaylarıyla anlattı. Sözlerini Ulucanlar’da katledilen 10 devrimci tutsağın, bu dosyada “sanık” olarak yargılanan ancak ÖO’da yaşamlarını yitiren F. Hülya Tümgan, Hatice Yürekli, C. Tayyar Bektaş ile tüm ÖO şehitlerinin ve K.Armutlu’da katledilen ailelerin anısı &oml;nünde saygıyla eğildiğini belirtti.

ÖO direnişçisi Özgür Saltık, savunma yapmasının koşullarının sağlanmadığı ancak Ölüm Orucu’nu sürdürdüğünden dolayı tekrar duruşmaya getirilmesi mümkün olmayacağı için savunmasını sözlü olarak verdi. Güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği operasyon sonucu 10 arkadaşlarının katledildiğini, kendisi de dahil olmak üzere onlarca kişinin yaralandığını, kendilerinde silah olmadığını, eğer olsaydı katliamcılara yöneltmekten asla çekinmeyeceklerini söyledi. Saltık’ın konuşmakta oldukça güçlük çektiği gözlendi. Ardından ÖO direnişçisi Önder Mercan da katliama ilişkin tanıklığını yaptı. Peşisıra söz alan ÖO direnişçisi Barış Gönülşen ise, savunma koşulları sağlanmadığı için savunma yapmayacağını, hücresistemine karşı Ölüm Orucu Direnişi’ni sürdürdüğünü, “insanın hücreye sığmayacağını”, kendisi yaşamını yitirse bile bu mücadelenin saldırı püskürtülene kadar devam edeceğini söyledi. Diğer devrimci tutsaklar ise savunma koşulları yaratılmadığı için savunma vermeyeceklerini belirttiler.

5. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin birleştirme doğrultusundaki talebini değerlendirdiğini belirtti. Dosyaların birleştirilmesi talebine avukat ve tutsakların da itirazları olmadığını ekledikten sonra mahkeme heyeti,davanın 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosya ile birleştirilmesine karar verdi. Böylelikle Ulucanlar Mahkemesi, 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, çift sanık ve mağdur ile devam edecek.

SY Kızıl Bayrak/Ankara