10 Kasım '01
Sayı: 34


  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf ve kitle hareketinin gerçek ihtiyacı
  Taban inisiyatiflerini örgütleyelim!
  Sınıf hareketinde çıkış arayışları
  Ankara Yürüyüş'nde üçüncü gün, Anadolu Yakası... Coşkulu e kitlesel karşılamalar...
  Sermaye devleti ÖO direnişini kırmak için kapsamlı bir saldırı hazırlığında!
  4 Kasım İzmir mitinginden gözlemler...
  Burası Armutlu, Afganistan değil!
  TAYAD'lı ailelerin açıklaması:
  Emperyalist savaş ve Türkiye...
  Filistin'de vahşi katliam devam ediyor
  Amerikancı medya: Halkların beynine çevrilmiş namlu
  ÖO Direnişi ve devrimcilerin ataleti
  6 Kasım'ın gösterdikleri
  DTÖ toplantısına karşı dünya çapında protesto hazırlıkları
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalist savaşa ve krizin faturasına karşı

Taban inisiyatifini örgütleyelim!
İşçi-emekçi barikatını güçlendirelim!


Kardeşler
!

Öfkemizi haykırmak, taleplerimizi dile getirmek için alanlardayız. Yıllardır biz sustuk onlar konuştular. Şimdi konuşma sırası bizde.

Onca saldırı karşısında şimdiye kadar sustuk. Bunun karşılığında milyonlarcamızı açlık ve yoksulluğun derin bataklığına attılar. Milyarlarca dolar dış borcu bize ödettiler. Kendi marifetlerinden başka bir şey olmayan krizlerin faturasını misliyle bizim sırtımıza yıktılar.

İki yılda üç İMF programı dayattılar. Üçü de çöktü. Ama bunların zararını programın sahipleri, krizleri yaratanlar değil bizler ödedik.. Yetmedi. Şimdi yeni bir saldırı programı için kolları sıvadılar. Hazırlanan 2002 yılı bütçesinin her maddesi bir saldırı ve yıkım planı. Vergilerin arttırılmasından maaşların düşürülmesine, re’sen emeklilik uygulamasının yaygınlaştırılmasından kıdem tazminatlarının, ikramiyelerin gaspedilmesine ve planlanan özelleştirmelerin bir an önce tamamlanmasına kadar her şey bu bütçede var.

Bizlere sefalet içinde yaşamayı layık görenler, buna karşılık Amerika’nın, İMF’nin bir dediğini iki etmiyorlar. Ülkeyi emperyalist sömürü ve yağmaya açmaları yetmedi, şimdi de üç kuruş kredi uğruna memleketin anahtarını emperyalistlere teslim ediyorlar. Hükümeti, meclisi, genelkurmayıyla tüm sermaye devleti İMF’nin, Pentagon’un emirlerinin dışına çıkmıyor. Adamlar üç günde bir gelip her şeyi denetliyor, yeni emirler verip gidiyorlar. Onların derdi borçlar tıkır tıkır ödensin, herşey tekellerin daha fazla sömürüp yağmalamasına uygun hale gelsin. İktidardakiler ise İMF tarafından istenen her yasayı çıkarmakta, ülkemizin tüm zenginliklerini emperyalistlerin ayağının altına sermekte en ufak bir sakınca görmüyorlar.

Emperyalistlere uşaklıkta, emekçilere ise düşmanlıkta hiçbir sınır tanımayan bu hain takımı şimdi de işçi ve emekçi çocuklarını emperyalizmin çıkarları için yürütülen bir gerici savaşın içine itiyor. Yoksul Afgan halkının kanını dökmek için cepheye asker gönderiyor. Şimdilik bir katiller sürüsü olan “Özel Tim”leri göndermeleri kimseyi yanıltmasın. Yarın yüzlerce, binlerce emekçi çocuğunu da bu savaşa sürecekler.

Kardeşler!

Sermayenin saldırıları artık dayanılmaz boyutlara geldi. Sermaye iktidarının kendi çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmediğini ve ülkeyi bunun için satılığa çıkardığını artık herkes görüyor. Ama sadece görmek yetmiyor. Onlar gene bildiklerini okuyorlar. Artık buna bir dur demek gerekiyor.

Bu oyunu bozacak olan bizleriz. Çünkü herşeye rağmen sermayenin karşısındaki en büyük güç işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesidir.

Saldırılara karşı koymak için önemli imkanlarla karşı karşıya olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Kriz ve savaş faturasının giderek büyüyen ağırlığı, buna karşılık işçi ve emekçilerdeki tepkinin büyümesi; düzenin mücadeleyi dizginlemede kullandığı sendikal ihanetin gözle görülür şekilde köşeye sıkışması, zorlanması ve bir takım eylem kararları almak zorunda kalması; giderek sınıfın ve emekçilerin daha büyük kesimlerinin, özellikle de büyük fabrikalardaki işçilerin mücadele isteği duymaları ilk akla gelen avantajlarımızdır. Bu imkanları iyi kullanmamız gerekmektedir.

Eylemlere yüklenelim!
Yeni bir ihanete izin vermeyelim!

Konfederasyonlar ve Emek Platformu tabandaki işçi ve emekçilerin basıncına daha fazla dayanamayarak çeşitli eylem kararları aldılar. Şu sıralar bu eylem planları uygulanıyor.

Sendikacılar daha önceleri de eylemler örgütlediler, ama iş en kritik noktaya geldiğinde bizi hep sattılar, yüzüstü bıraktılar. Bu doğru. Ama öyle diye bugün yapılan eylemleri küçümsemek olmaz. Konfederasyon yöneticileri hep böyle yapıyorlar, bizimle adeta alay ediyorlar diye sendikal örgütlerimize sırt çeviremeyiz. Mücadeleye küsemeyiz. İşçi ve emekçiler dostunu düşmanını en iyi eylem içinde öğrenirler. Her yürüyüş, her miting, her grev ya da direniş bizim için bir okuldur. İşçi sınıfı örgütlenmeyi de mücadele etmeyi de bu okulda okuyarak öğrenir. Gelecekteki çetin mücadelelere böyle hazırlanır. Bu yüzden en ufak eylem olanağını dahi sahiplenmeli, eylemlerin en militan ve en kitlesel şekilde geçmesi için tüm olanakları kullanmalıyız.

Gerçek bir genel grev için örgütlenmeliyiz!

Şunu görmekte fayda var. Bugün sermayenin saldırıları bazı sınırlı eylemlerle, bir iki yerde patlak verecek direnişle püskürtülemeyecek boyutlara gelmiştir. Sermaye, işçi sınıfı ve emekçilere karşı tümüyle bir siyasal saldırıya girişmiştir. Bu nedenle, siyasal bir sınıfıhareketi olarak karşısına çıkmadan, emekçi yığınlarla bu temelde bir araya gelmeyi başarmadan saldırıları püskürtmemiz imkansızlaşmıştır.

Emek Platformu bugünlerde genel grevden de sözetmeye başladı. Henüz eylem programında yok. Fakat sıkışınca bir günlük göstermelik bir genel grev planı yapmaları da mümkündür. Ama bu bize yetmez. Tek günlük bir genel grev sınıfın ve toplumun sorunlarını çözmekte yeterli olamaz. Çünkü ancak sınıfın atemeltalepleri üzerinden yapılacak uzun süreli ve militan bir genel grev-genel direniş sermayeye geri adım attırabilir. Böyle bir genel grevi yürütmek için ise sınıf olarak mevcut örgütlülüğümüz şu an güçlü değil. Öte yandan sınıf kardeşlerimizin çoğu genel grevin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu henüz bilmiyor. Hainlerin elindeki konfederasyonlarla ise sonuç almaya dönük güçlü bir genel grev örgütlenemez.

O halde adımlarımızı sıklaştırmalı, fakat aynı zamanda daha uzun soluklu bir mücadele için hazırlık yapmalıyız. Bugünkü eylemler herşeyin sonunu belirlemeyecek. Bunlar daha ilk adımlar. Böyle olduğunu bilmeli, buna göre davranmalıyız. Şimdiden güçlü bir genel grev-genel direnişin nasıl örgütleneceğini kendi aramızda tartışmalı, buna uygun çözümler bulmalı ve hayata geçirmeye çalışmalıyız.

Savaşın ve krizin faturasını ödememek için!

Sermayenin sömürü ve zulüm politikalarına teslim olmamak için, genel grev-genel direniş bayrağını yükseltmeliyiz!




Öncü işçilere çok iş düşüyor


Saldırıları püskürtecek güçlü bir sınıf hareketinin yaratılmasında en büyük görev öncü işçilere düşmektedir. Sınıfın ileri, mücadeleci kimliğe sahip unsurları şimdiye kadar yaşanan süreçte üzerlerine düşen görevleri gerektiği gibi omuzlayamadılar. İşten atılma korkusu, sendikacıların engellemeleri, polis-asker baskısı ve sınıfın gücüne yeteri kadar güvenmeme gibi bir takım nedenler öncüleri diğer işçilerden farksız hale getirdi. Sermayenin saldırılarla neyi amaçladığını, hükümetin, sendika bürokratlarının kime ne için hizmet ettiğini çok iyi bildikleri halde ileri çıkmakta tereddütlü oldular, sınıfın öfkesini doğru temelde örgütleme konusunda bir hayli yetersiz kaldılar.

Fakat artık ikircikli davranmanın, suskun kalmanın bir faydasının olmadığı sayısız defa görüldü. “Bana ne” demenin, “bizden geçti artık” demenin, “bu işçilerle bir şey yapılmaz” bahanesinin arkasına saklanmanın, bin dereden su getirmenin zamanı geçti. Bıçak kemiğe dayandı. Bugün örgütleneceksek, mücadeleyi yükselteceksek, bunu ücretlerin üç kuruş arttırılması için yapmayacağız. Ekmeğimizi bir lokma daha büyütme meselesi değil artık sorun. Artık sadece ekmeğimizin yarısını bölüp almakla yetinmiyorlar çünkü. Hepsini alıyorlar. Herşeyimize, onurumuza ve çocuklarımızın geleceğine de el uzatıyorlar. Emperyalistlerle yalnızca alınterimiz üzerinden değil kanımız üzerinden de pazarlık yapıyorlar. Üç kuruş için emekçi çocuklarını savaş batağına sürecek kadar ihanet ve pervasızlık içindeler.

Umut işçi sınıfında. Umut işçi ve emekçilerin birleşik-militan mücadelesinin örgütlenmesinde. Sermayenin karşısına siyasal bir sınıf hareketi olarak dikilmekte. Sınıf çıkarları için mücadeleye atılmaktan başka çaremiz yok artık.

Bunun başarılmasında en büyük sorumluluk ise, sınıfın içindeki en bilinçli, en mücadeleci, en gözüpek olanlara düşüyor. Şimdi yüreğimizi ve bilincimizi çıkarıp ortaya koyma zamanı. Şimdi öncüleşme ve örgütlü mücadeleyi büyütme zamanı.




Sendikal ihanet ve sınıfın mücadelesi


Kasım-Aralık eylemlerinde ve daha sonrasında sınıfı bekleyen en büyük tehlike sendika bürokratlarının önümüze barikat kurmak için fırsat kollamalarıdır.

Şimdi otobüslerin üzerine çıkıp yeminler ediyor, ateşli nutuklar çekiyorlar. Bunlarla kimseyi aldatamazlar. Biz onların ne nutuklarını, ne çağrılarını gördük. Hepsinde de arkalarından gelen işçileri en kritik anda yüzüstü bıraktılar, sattılar.

Eğer gerçekten ettikleri sözlerin arkasında duracaklarsa, bunu lafla değil işle göstermeliler. Bunun için de herşeyden önce patron örgütleriyle birlikte oluşturdukları ESK’dan çekilmeliler. İşçi parasıyla sürdükleri saltanata son vermeli, işçinin parasını mücadelenin ihtiyaçları için kullanmalılar. Yapışıp kaldıkları koltuklardan kalkmalı, sendikalarda tabanın iradesine dayalı bir yönetim anlayışının gelişmesi için çaba harcamalılar. İşçinin örgütü olan sendika ve konfederasyonlar, sermayeye hizmet için değil sınıfın ve mücadelenin çıkarları için çalışmalı.

Fakat işçiler, sendika bürokratlarının bütün bunları durup dururken yapmalarını beklememeli. Çünkü onlar artık burjuva sınıfının bir parçası haline gelmiş durumdalar. O nedenle sendikalarımıza kendimiz sahip çıkmalıyız. Biz sermayeye karşı mücadelede sendikalarımızı gerçek sınıf örgütü olarak kullanmaya çaba harcarsak, altta güçlü örgütlenmeler yaratır ve tabanın sesinin gür çıkmasını sağlarsak, bürokratların saltanatına da son vermiş oluruz.

Aksi takdirde istediğimiz kadar şikayet edelim bu durum değişmez. Biz harekete geçmedikçe bu saltanatın yıkılması mümkün değildir. Sınıf hareketinin gelişmesi için bu ihanet çetesinin oyunları mutlaka boşa çıkarılmalıdır.




İşçi sınıfı ve emperyalist savaş


Bugün bir emperyalist savaş yürütülüyor. Emperyalist savaşın tek bir amacı var. Tüm dünyada işçi ve emekçilerin, ezilen halkların boğazındaki sömürü zincirini biraz daha sıkmak. Emperyalist tekellere, petrol ve silah şirketlerine yeni sömürü sahaları, pazarlar açmak. Afganistanlı çocuklar bunun için bombalanıyor. Yarın Iraklı, Sudanlı, Filipinli çocuklar bunun için bombalanacak.
Emperyalist savaş işçi ve emekçilere, halklara sömürü ve yıkımdan başka bir şey getirmez. O nedenle bu savaşa karşı çıkmalıyız. Yoksul halklara dönük emperyalist saldırganlığa, Türkiye’deki Amerikancı sermaye iktidarının bu savaşa girmek için can atmasına tepki göstermeliyiz.

İşçi sınıfı, bugünkü sömürü ve zulüm düzeninin değil başka bir dünyanın temsilcisidir. Emperyalizme karşı mücadele cephesinin en ileri, en örgütlü gücüdür. Hem topluma, hem de yoksul halklara karşı sorumlulukları vardır. Sınıf bu görevlerine sahip çıkmalı, emperyalizme karşı mücadelenin yükseltilmesinde üzerine düşen öncü rolünü oynamalıdır. Bu doğrultuda şu an yürütülen eylemler emperyalist savaşa karşı güçlü bir mücadele çağrısına da dönüştürülmelidir.

Asker gönderme kararı durdurulsun!
Tüm ABD ve NATO üsleri kapatılsın!
Emperyalistlerle yapılmış anlaşmalar iptal edilsin!
Kahrolsun emperyalist savaş! Kahrolsun emperyalizm!




Kendimize ve sınıfımıza güvenelim


Bugün artık at iziyle it izini birbirinden daha rahat ayırabildiğimiz, dostumuzu düşmanımızı daha iyi tanıyabildiğimiz bir gerçek. Son iki yıldır çok sıkıntı çektik, tarif edilmez acılar yaşadık. Ama karşılığında böyle de bir kazancımız oldu.

DSP’sinden MHP’sine ve ANAP’ına kadar düzen partilerinin bizim partimiz olmadıklarını öğrendik mesela. Hepsinin de Amerika’nın, İMF’nin, Koç’un, Sabancı’nın sadık uşakları, emekçilerinse tersine bir numaralı düşmanı olduklarını yaşayarak gördük. Hepsi de seçimlerden önce söylediklerini seçimlerden sonra yalayıp yuttular. Bir numaralı özelleştirmeci, bir numaralı soyguncu, vurguncu kesildiler. En milliyetçi geçineni bile Amerika’ya uşaklıkta tek kusur etmedi. Önceki hükümetler de emperyalizmin ve sermayenin sadık hizmetkarlarıydı. Şimdi utanmadan bazı eylemlerimize katılan CHP ve DYP, bundan 4-5 yıl öncesine kadar iktidardalardı ve işçi düşmanlığı konusunda bugünkülerden geri kalan hiçbir yanları yoktu.

Duvarında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazan parlamentonun içindekilerin gerçekte sadece İMF’nin, Beyaz Saray’ın, Pentagon’un egemenliğini tanıdığını onların hizmetinde olduğunu, işçi ve emekçilere düşmanlıktan başka bir iş yapmadığını gördük. Bizim haklarımızla ilgili kıllarını kıpırdatmayan “vekiller”, talimat İMF’den gelince, günlerce sabahlara kadar çalışarak birçok saldırı ve hak gaspı yasası çıkardılar.

Medyanın işçi düşmanı yayınlarını, sendika bürokratlarının her zamanki ihanetçi çizgisini de ekleyince, koca bir tablo çıkıyor ortaya değil mi?

Peki bütün bunlara bakıp ne kadar da çok düşmanımız varmış mı diyeceğiz? Umutsuzluğa kapılıp, haklarımızdan, özgürlüklerimizden, daha güzel bir dünya isteğimizden vaz mı geçeceğiz?

Elbette ki hayır! Çok göründüklerine aldanmamak gerekir. Aslında bir avuç bile değiller. Biz işçi ve emekçiler ise milyonlarcayız. Güçlü olan biziz. Bizi denetlemek ve sömürmek için lazım olan gücü de onlara biz veriyoruz. Mesela düzen partilerine biz oy veriyoruz, ordularının büyük bir çoğunluğu da bizim çocuklarımızdan oluşuyor.

Bizler kendi çıkarlarımız için bir araya gelmeyi başardığımızda, birleşik mücadeleyi örgütleyip kendi partimizin bayrağı altında toplandığımızda, onların elinde hiçbir güç kalmayacak. Bunun için milyonlarca sınıf kardeşimize güvenmeli, sermayenin tepesine yumruğumuzu indirebilmek için bu büyük gücü örgütleme çabasına omuz vermeliyiz.