29 Eylül '01
Sayı: 28


  Kızıl Bayrak'tan
 Emperyalis savaş, ABD ve Türkiye

  Temel demokratik hak ve özgürlükler hedef tahtasında

  Emperyalist savaşın faturasını ödemeyi reddedelim!

  Dünya jandarmalığını pekiştirme hesapları

  Emperyalist savaş ve Türkiye
  İMF yeni saldırılar peşinde
  Tekel işçisine kapsamlı saldırı
  Aymasan dayanışma gecesinden notlar...

  Amerikancı iktidar ülkeyi emperyalizmin savaş arabasına koşuyor

  Yılgınlık teslimiyete direniş zafere götürür!..
  ON'lar devrime adadıkları yürekleriyle yolumuzu aydınlatıyorlar!
  Ölüm Orucu Direnişi 345. gününde sürüyor...
  "Yaşamı, onuru, umudu ve geleceği savunuyoruz"

  Ekim Gençliği'nden

  Emperyalist savaşa hayır!
  Mücadele Postasi

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Geleceksizliğe, yıkıma ve hücre duvarlarına karşı

Örgütlü mücadeleyi yükseltelim!

Son birkaç ayın ekonomik ve gelişmeleri, düzen cephesinin yaşadığı sıkışma ve tıkanmayı üst boyutlara taşıdı. Düzen bu çok yönlü yapısal krizlerini aşma olanaklarından yoksun. Bu nedenle krizleri yönetme dışında bir seçeneğe sahip değil. Kriz yönetimi ise, faşist zor aygıtlarının yetkinleştirilmesi ve yeniden yapılandırılmasının ötesine geçemiyor. Böylece emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda ülkenin ve emekçilerin yıkımı güvenceye alınmaya çalışılıyor. Bunda şimdilik belli bir başarı elde ettikleri bir gerçektir. Elbette bunun temel nedeni ezilenlerin örgütsüzlüğüdür.

Düzen her yönüyle tam iflası yaşıyor

Derinleşen ekonomik kriz yıkıcı etkisini en ağır biçimde ortaya koyarken, bu krizi her atlatma çabası boşa düşmektedir. Şubat krizinin ardından Türkiye'ye gelen ABD memuru Kemal Derviş'in "güçlü ekonomiye geçiş programı" da diğerleriyle aynı kaderi paylaşmaktan kurtulamadı. İşçi ve emekçiler için tam bir yıkım anlamına gelen bu program da iflas bayrağını çekmiş bulunuyor.

Düzenin bugün biricik politikası, emperyalist metropollere borç ödeme servisinin kesintisiz sürdürülmesini, ülkenin emperyalist tekellerin yağmasına açılmasından ibarettir. Bu nedenle, soygun ve yıkımın kesintisizce sürdürülmesi sağlamak dışında bir seçenekleri yoktur. Sevinç gösterileriyle karşıladıkları Derviş'ten de umudu kesmiş durumdadırlar.

Emperyalistler sistemli bir biçimde vurgunlar vurmaktadırlar. Artık ülkeye batmış bir gemi olarak görmekte, batan mallarını kapışmaktadırlar. Düzenin krizi aşma umutları tamamen tükenmiştir. Tek yapabildikleri, muhtemel bir "sosyal patlama"nın engellenmesine dönük tedbirler almaktır.

Düzen siyasal planda da tam bir iflası yaşıyor. Burjuva siyasal arenada mevcut hiçbir parti bugün seçim olsa barajı aşacak durumda değildir. Bu güvensizlik sadece burjuva partileriyle de sınırlı değildir. Düzenin temel kurumlarına dönük güvensizlik de hızla büyümektedir. Devlet ve kurumları, sadece emekçilere dönük yıkım saldırılarıyla değil, çürümüşlüğüyle de teşhir olmuştur. Düzen cephesinin yaşadığı iç çelişkiler ve çeki düzen verme çabalarının ürünü olarak hergün yeni bir vurgun açığa çıkarılmaktadır. Bu ise kokuşmuş devlet gerçekliğinin sadece sınırlı bir parçası durumundadır. Çürüme ve kokuşma ordu da dahil devletin tüm kurumlarının bir gerçeğidir. Hükümetten orduya, düzenin tüm temel düzen kurumları pisliğin içerisindedir.

Düzenin dış politika cephesi de bundan farklı değildir. Emperyalizmin güdümünde halklara düşmanlık ve katliamcılık düzenin dış politikasının özünü oluşturmaktadır. Emperyalizmin kirli ve kanlı politikalarının taşeronluğuyla kırıntılar kazanma umutları, sonu tam bir yıkım olan bir hayalden öteye geçememektedir. Sermaye devleti bu tutumu nedeniyle bölge halklarının haklı öfkesini üzerinde toplamakta ve tecrit olmaktadır.

Düzenin iflası yaşadığı politikalarından bir diğeri ise hücre saldırısıdır. Her türlü yalan, demagoji ve işkenceye rağmen bitirilemeyen Ölüm Orucu Direnişi karşısında sermaye devleti acz içerisinde kıvranmaya devam etmektedir. Direnişi bitirmek için tahliye manevrası devreye sokulmuş, ama bu da direnişi bitirememiştir. Direniş büyük bir kararlılıkla sürmektedir.

Sosyal yıkım derinleşiyor!

Büyük bir acımasızlıkla sürdürülen sosyal yıkım programı, toplum çapında ağır bir faturaya dönüşmüş durumdadır. Açlık ve sefalet diz boyudur. Zamlar dizginsiz bir biçimde sürmekte, ücretler sürekli olarak eritilmektedir. İşsizlik devasa boyutlara ulaşmıştır. Kısacası yaşam emekçiler cephesinden her geçen gün daha bir çekilmez hale getirilmektedir.

Bu süreç doğrudan gençliği de etkilemektedir. Düzen gençliğe yalnızca geleceksizlik ve karanlık sunmaktadır. Şubat krizinden bu yana birçok işletmede genç ve deneyimsiz işçinin işine son verilmiştir. Öncesinde kısa süreli de olsa iş olanağı olan küçük sanayi sitelerinde bile yaşanan sürkilasyon durmuş, henüz kapanmayan işyerleri işçi atma yoluna gitmiştir. Zaten işsiz olanlar ise iş bulma umutlarını çoktan yitirmiştir. Diplomalı işsizlik ise üniversitelinin kaderi olmuştur.

Açlık ve sefalet, doğallığında aileleriyle beraber gençliğin temel sorunlarından biri durumundadır. Sosyal-kültürel imkanlara zaten sahip olmayan geniş gençlik yığınları ekmek bulma umutlarını da yitirmektedir.

Yeni öğretim yılı yoğunlaşan
saldırılarla açılıyor

Yeni öğrenim yılı katmerleşen bu sorunlar ve yeni saldırılarla başladı. Bu yıl da, üniversite har(a)çlarına gelen zamlar, yurt ücretlerinin %100 oranında artırılması, ortaöğretimde alınan katkı paylarının kalıcılaştırılması karşılaştığımız ilk saldırılar oldu. Bunları yenileri bekliyor.

Paralı eğitim düzenin temel hedeflerinden biri. Yaz aylarında gerçekleşen ünlü "rektör yürüyüşü"ü hatırlanırsa, orada rektörlerin taleplerinin karşılığı tam da eğitimin paralı hale getirilmesi idi. Başbakan Ecevit rektörlerin isteklerini karşılayacağına dair söz vermiş, ardından bir yasa tasarısı hazırlatmıştı.
Üniversite kapıları meslek lisesi öğrencilerine tamamen kapatılmış bulunuyor. "Sınavsız üniversite hakkı" da bu saldırının adı oldu. Bu düzenlemeye göre, meslek lisesi öğrencileri yalnız meslek yüksek okullarına kayıt yaptırabilecek, bunlardan çok az bir bölümü 4 yıllık eğitim görebilecek.

Kitap, kırtasiye vb. masraflar yine can yakıyor. Eğitim kurumları her türlü ihtiyacın parasal kazanca dönüştürüldüğü birer ticarethaneye dönüştürülüyor.

Bu gidişe dur diyelim!

Düzenin yaşadığı çıkmazla beraber yoğunlaştırdığı saldırılar, işçilere, emekçilere ve gençliğe karanlık bir gelecek sunuyor. Düzenin bu politikalarına karşı birleşik-örgütlü bir mücadele yükseltilemediği koşullarda yaşamımızın tam bir cehenneme dönmesi kaçınılmazdır.

Bu gidişe artık dur demek zorundayız. Düzenin bize dayattığı yıkımı reddetmeli, insanca yaşam ve özgür bir gelecek yolunda örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz. Böyle bir mücadele için mevsimleri deviren ve devleti çaresizlik içerisinde bırakan büyük zindan direnişi rehberimiz olacaktır.

(Ekim Gençliği'nin Ekim 2001 tarihli 48. sayısının kapak yazısıdır...)

 


 

Eğitimde yeni dönem...

Biriken sorunlar,
katmerleşen saldırılar

Yeni bir eğitim yılına girdik. Bu yıl karşılaşılan/karşılaşılacak olan sorunlar önceki senelere kıyasla kat bekatartmış durumda. Ekonomik krizin faturası eğitim alanında da işçilere ve emekçilere çıkarılıyor. Üniversitelerde harçlar, yurt ücretleri; ortaöğretimde kitap, kırtasiye masrafları, katkı payı soygunu, giyim kuşam, servis derken, bir emekçinin maaşını rahatlıkla 3- 4'e katlayan harcamalar bu faturanın görünen yanı. Diğer yanındaysa, yapılan onca harcamaya ve emeğe rağmen yine işsizlik, yine geleceksizlik, yine sefalet koşulları... Bir de yaşanan tüm bu sorunlara eğitim emekçilerinin yaşadıkları eklenince, Türkiye'de verilen eğitimin düzeyi ve hedefi net olarak görülebilir.

Üniversiteler birer ticarethane

Eğitimin paralı hale getirilmesi yeni karşılaştığımız bir sorun değil. Yıllardır üniversitelilerden alınan harçlar her yıl yapılan zamlarla giderek astronomik rakamlara ulaşmıştır. Örneğin İngilizce eğitim gören bir mühendislik fakültesi öğrencisinin yıllık harcı tam 340 milyonu buluyor. Şimdilik birçok öğrenciye verilen harç kredisi bu yükü hafifleten bir yan taşıyor. Ancak geçtiğimiz yaz gerçekleşen rektör yürüyüşleri sırasında ifade edilen bir talep, bu durumun da çok uzun sürmeyeceğini gösteriyor.

Rektörlerin (siz şirket yöneticileri okuyun) sözcülüğüne soyunmuş olan ODTÜ rektörü Ural Akbulut'un bu konuda söyledikleri önemli: "Harç kredisine gerçekten ihtiyacı olan öğrencileri bırakın biz belirleyelim ve dağıtımı da biz sağlayalım. Halihazırda birçok öğrenciye ihtiyacı olmadığı halde verilen bu krediyi ihtiyacı olmayanlardan keseriz. Bu da bize buradan gelecek katkılarla eğitimi kusursuz bir biçimde sürdürme olanağı sağlar." Ve bu sözlerinin ardından hemen ekliyor: "Eğitimi sürdürebilmemizin tek yolu bu. YÖK bu konuda hızlı davranmalı."

Bir yandan yüzmilyonları bulan dönemlik harçlarla öğrenci ailelerini soyan YÖK ve üniversite yönetimleri, bir yandan da yemekhanelerden yurtlara, mediko-sosyallere kadar tüm hizmetleri özelleştirerek sermayeye peşkeş çekiyorlar. Elbette tüm bu hizmetlerinin karşılığında sermayeden kendilerine düşen payı da alıyorlar. Bu kimi zaman hesap cüzdanlarına eklenen "0"lar oluyor, kimi zaman da şirket yönetimlerinde uygun bir mevki.

Devletin yükseköğrenim kurumlarına yaptığı katkı gerçekten çok sınırlı. Vakıf adı altında kurulan özel üniversiteler devlet üniversitelerinden katbekat fazla pay alıyorlar. Denebilir ki, bu üniversiteler öğrencileri için harcadıklarını iddia ettikleri miktarın yarısından fazlasını devletten almaktadırlar. Buna bir de bedava arazi, düşük faizli, 3 yıla varan ödemesiz, 7-8 yıla varan vadeli kredi olanakları, bütçelerinin neredeyse yarısının devlet tarafından karşılanması eklenirse, devletin bu üniversitelere verdiği "önem" ve "öncelik" daha kolay anlaşılır.

İlk ve ortaöğretim: Sorunlar
giderek ağırlaşıyor

Bu yıl 16 milyon öğrenci, 550 bin eğitim emekçisi ve binlerce görevli, yeni eğitim-öğretim yılında bütçeden ayrılan %8.37'lik payla idare edecekler. Bütçeden ayrılan bu miktarı okullara paylaştırırsak; okul başına 103 milyon düşüyor. Bu parayla elektrik, su, telefon, yakıt giderleri de karşılanacak. Hal böyle olunca eğitimin paralı hale getirilmesi devlet için tek yol olarak görülüyor. Çünkü bütçeden eğitime daha fazla pay ayırmaları mümkün değil. Düzenin askerinin, polisinin, batan bankalarının paraya ihtiyaçları varken eğitimin ne önemi olabilir ki onlar için. Hem eğer "Çocuklarımızın geleceğini düşünüyorsak herşeyi de devletten beklememek lazım"!

Katkı payı adı
altında ticarileştirilen eğitim

İlk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu bağış olarak alınan katkı payları 1997'de çıkarılan bir yasayla meşrulaştırıldı. Her yıl Milli Eğitim Bakanlığınca aksi yönlü yapılan açıklamalara karşın veliler okul derneklerine bağış yapmaya zorunlu kılındı. Aksi takdirde kayıt yapılmayacağı tehditi savruldu. Böylelikle eğitim emekçileri "tahsildara" veliler ise yonulacak kaza dönüştürüldü. Eğitim kurumları bir çeşit ticarethaneye, öğrenciler de müşterilere çevrildi.

8 yıllık eğitim için birkaç yıllığına konulan ek vergilerin süreklileştirilmesi, paralı eğitim saldırısında yeni bir halka oldu. Bugün cep telefonu faturalarından gelir vergisine kadar bu ek vergiler toplanmaktadır. Toplanan bu paraların eğitim için kullanılmadığı gün gibi açık. Deprem için toplanan paraların batık bankaları kurtarmakta kullanıldığı gerçeği daha yeni ortaya çıkmışken, eğitim için toplanan vergilerin de nereye gideceği bir sır değil.

Kitap ve kırtasiye masrafları ise ayrı bir rant kapısına dönüşmüştür. Yapılan son %50'lik zamdan sonra ortalama kitap ücreti 3 milyona çıkmıştır. Yaklaşık 250 trilyonun döndüğü bir piyasadır bu.

Bir başka rant kapısı ise okul servisleridir. Burada da kitap piyasasındakini aratmayacak paralar dönmektedir. Fatura tabii ki yine işçi ve emekçilere kesilmektedir.

Eğitim kurumlarına döktüğümüz o kadar paraya rağmen verilen eğitimin kalitesi de giderek düşüyor. Derslik başına düşen öğrenci sayısı İstanbul gibi bir metropolde 70 ila 80 arası. Türkiye ortalaması ise 56'dır. 70 bin kadar dersliğe, 120 binin üzerinde eğitimciye ihtiyaç var. Buna rağmen YÖK formasyon hakkını gaspederek binlerce öğretmen adayını işsiz bırakmıştır. Birçok okulda çok sayıda ders boş geçiyor. 2 bin okul bu yıl hiç açılmayacak.

Metopoller de dahil olmak üzere birçok okul bu yıl ısınma problemiyle karşı karşıya. Bilgisayarlı eğitim konusunda verilen onca vaade rağmen hiçbir gelişme sözkonusu değil. Bırakın bilgisayarlı eğitimi fizik, kimya ya da biyoloji laboratuvarı olan okul sayısı her ilde parmak sayısını geçmeyecek kadardır.

Bu koşullar altında eğitim gören gençlerin üniversite sınavlarında başarı kazanmalarını beklemek zaten mümkün değil. Olsa olsa tabela üniversitelerden birine girerek, geldikleri okuldan farksız bir eğitim alarak "nitelikli" birer işsiz olabilirler.

Eğitim sürecinde temel önemde bir yer tutması gereken öğretmenlerin de durumu içler acısıdır. Kalabalık sınıflarda, birçok teknik olanaktan mahrum eğitim vermeye çalışan öğretmenler aldıkları maaşla aybaşını zar zor getirebilmekteler. Sendika hakkı tanınmayan eğitim emekçilerinin üzerindeki baskılar ise her geçen gün artmaktadır.

Kurtuluş örgütlü mücadelede!

Tüm bu sorunlarla başedebilmenin tek yolu, taleplerimiz ekseninde biraraya gelerek, örgütlü mücadeleyi yükseltmektir. Bunun dışında bir seçeneğimiz yoktur.

(Ekim Gençliği'nin Ekim 2001 tarihli 48. sayısından alınmıştır...)

 

Taleplerimiz!

* Her düzeyde parasız eğitim!
* Öğrencilerin eğitimle ilgili tüm ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalı!
* Okullarda yeterli spor salonu, tiyatro vb. sosyal tesisler ile bilgisayar, fizik, kimya, biyoloji laboratuvarları bulunmalı!
* Servis ihtiyacı gerekli her güzergahta ve ücretsiz olarak karşılanmalı!
* Gerici-faşist içerikli müfredat ve ezberci eğitim sisteminin yerine bilimsel düşünceye dayanan, öğrenciyi araştırmaya, sorgulamaya yönelten bir eğitim sistemi!
* Herkese sınavsız üniversite!
* Sınıf mevcutları 30'un altına indirilmeli!
* Öğretmen açıkları derhal kapatılmalı, formasyon hakkı ücretsiz olarak geri verilmeli!
* Öğretmenlerin kendilerini geliştirebilmeleri için yıl içinde düzenli seminerler düzenlenmeli, pedagojik alanda yetersiz olanlara pedagoji kursu verilmeli!
* Sözleşmeli öğretmen uygulamasına son verilmeli, sözleşmeli personel kapsamında olanlar kadroya alınmalı!
* Norm kadro yasası kaldırılmalı!
* Öğretmenlere ve tüm kamu emekçilerine grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı tanınmalı, maaşlar yoksulluk sınırı olan 850 milyonun üzerine çekilmeli!
* Öğrencilere ve öğretmenlere okul tarafından bedensel ihtiyaca uygun (öğrencilerin büyüme çağında olduğu gözetilerek) ücretsiz yemek verilmeli!
* Eğitimde öğrenci-eğitim emekçisi-veli bileşiminde oluşacak bir kurula söz, karar ve yetki tanınmalı!
* Bütçeden eğitime tüm bunları karşılayacak ve geliştirecek oranda pay ayrılmalı!