29 Eylül '01
Sayı: 28


  Kızıl Bayrak'tan
 Emperyalis savaş, ABD ve Türkiye

  Temel demokratik hak ve özgürlükler hedef tahtasında

  Emperyalist savaşın faturasını ödemeyi reddedelim!

  Dünya jandarmalığını pekiştirme hesapları

  Emperyalist savaş ve Türkiye
  İMF yeni saldırılar peşinde
  Tekel işçisine kapsamlı saldırı
  Aymasan dayanışma gecesinden notlar...

  Amerikancı iktidar ülkeyi emperyalizmin savaş arabasına koşuyor

  Yılgınlık teslimiyete direniş zafere götürür!..
  ON'lar devrime adadıkları yürekleriyle yolumuzu aydınlatıyorlar!
  Ölüm Orucu Direnişi 345. gününde sürüyor...
  "Yaşamı, onuru, umudu ve geleceği savunuyoruz"

  Ekim Gençliği'nden

  Emperyalist savaşa hayır!
  Mücadele Postasi

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

İMF yeni saldırılar peşinde

Emperyalist tekellerin tahsildarlığını yapan İMF, seri cinayetler işleyen bir katil gibi, bağımlı ülke ekonomilerini peşpeşe çökertiyor. En yoksul ülkelerden bile faiz adı altında gasp ettiği değerleri emperyalist merkezlere transfer ediyor. İki yıldır ekonomi yönetiminin fiilen İMF'ye devredildiği Türkiye'de emekçiler bunun acısını fazlasıyla yaşıyorlar.

Gerici-faşist koalisyon hükümetinin emperyalizme onursuzca teslim olması ve İMF'nin bütün isteklerini harfiyen yerine getirmesi sonucu emekçilerin ciddi boyutta hak kayıpları oldu. Deprem gibi bir "felaketi" bile bir imkana çeviren sermaye düzeninin, işçi sınıfı ve emekçilerin kararlı bir direnişiyle karşılaşmaması, saldırılarını fazla zorlanmadan yaşama geçirmesine fırsat verdi.

Ekonomiyi düze çıkarma adına dayatılan her iki program da çöktü. Bu çöküşler ekonomiyi tam bir batağa sürükleyip, en az on yıl geriye düşürdü. Bu çöküş ve krizler sürekli yeni faturalar yarattı. Emekçilerin örgütsüzlüğünden yararlanan burjuvazi faturaları ödemeyi aklının ucundan bile geçirmedi. İşçi sınıfı, kent ve kır yoksulları sürekli yeni saldırılarla karşılaştılar ve karşılaşmaya devam ediyorlar.

Kapitalizmin doğrudan ürünü olan krizlerin, emekçilerin ekonomik ve sosyal yaşamında yarattığı tahribat, işbirlikçi burjuvazi ve medyadaki uşakları tarafından kısmen dile getirilmeye başlandı. Toplumsal patlama tehlikesinden söz edildi. Ama aynı zamanda emekçilerin örgütsüzlüğüne de şükredildi vb. Ancak yapılan demagojiler, "başka alternatifimiz yok, programdan taviz veremeyiz" açıklamalarıyla tamamlandı. Amaç emekçileri yeni saldırılara hazırlamak. "Durumunuzu anlıyoruz ama dişinizi bir süre daha sıkmalısınız" mesajını vermektir. Bu iki yüzlü söylemler, kısa süreli de olsa emekçileri oyalamaya "sorunlarımız kamuoyuna yansıtılıyor, tartışılıyor," gibi bir yanılsamanın oluşması amacıyla gündeme getirilmiştir. Zaten bu tür demagojik demeçlerin verilmesi bizzat İMF reçeteleri içinde yer almaktadır. Bunlar, aynı zamanda saldırıların devam edeceğinin göstergeleridir.

Onuncu gözden geçirme için Türkiye ye gelen İMF heyeti, giderayak 2002 bütçesiyle ilgili emirlerini verdi. Kamu giderlerini sabit tutmak için vergi iadelerinin ödenmemesi, kamu emekçileri maaşlarına sembolik zam yapılması ve asıl önemlisi kamu çalışanı sayısının düşürülmesi; bu emirlerin bazılarıydı.Sadece faiz ödemelerinde kısıntıya gidilmeyecek. Çünkü faiz ödemeleri İMF programlarının temel ayaklarından biridir. Kamu çalışanlarının sayısını düşürmek bir diğer ayaktır. Deneyimler, İMF reçetelerinin sonuca ulaştırıldığı tüm ülkelerde tarımın çökertilmesinin yanı sıra kamu hizmetlerinin tahrip edildiğini göstermektedir. Devletin kamu harcamalarını kısmak, kamu alanında çalışanların maaşlarını kısmak ve çalışan sayısını asgariye düşürmek demektir. Hedef seçilen alanlar eğitim ve sağlık olmaktadır. Özelleştirmeyi hizmetin niteliğini düşürmek tamamlıyor.

Güya İMF'nin yeni dayatmalarına karşı çıkan uşak takımı, aradan bir hafta bile geçmeden, vergi iadelerini bu yıldan sonra ödemeyeceklerini ilan etmiş bulunuyorlar. Koşullar oluştuğunda sıranın kamu emekçilerini işten atmaya geleceğinden kuşku duyulmamalıdır. İMF programının uşak takımını en zorlayacağı nokta burası olacaktır. On yıllık mücadele deneyimi biriktiren kamu emekçileri meşru, militan bir direniş sergileyebilirse bu saldırıyı püskürtebilir. Bunun farkında olan sermaye iktidarı, KESK bürokratlarını yanına çekerek, tasfiyeye devrimci kamu emekçilerinden başlayacaktır. Her alanda olduğu gibi, asıl darbeyi indirmek için emekçileri öncüsüzleştirme taktiğini uygulamaya çalışacaktır. "Sahte sendika yasasına" göre kendini uyarlayan KESK'in yapısı devletin istediği yönde evrilmeğe başladı bile. Geçerken, devrimci kamu emekçilerinin işinin zorlaştığını, ama emekçilerde biriken tepkiye önderlik edip eyleme dökebilirlerse, bu zorlu süreçten güçlenerek çıkabileceklerini de ekleyelim...

Sermaye düzeni kamu emekçileri sayısını fiilen, yıllardan beri düşürüyor. Özellikle eğitim ve sağlık alanında aşırı derecede bir personel açığı bulunmaktadır. Eğitim-Sen'in son açıklaması buna ışık tutuyor: "Sınıflar otuz öğrenciden oluşsaydı, Türkiye de 150 bin öğretmen açığı olurdu." Sağlık alanındaki açıklar da onbinlerle ifade edilmektedir. Bu tablo İMF'nin "niceliği koru niteliği düşür" formülüne uygundur. Okul kapatmak risklidir, ama sınıflara 70-80 öğrenci doldurmak, okul masraflarını velilere yıkmak fazla tepki çekmez. Böylece öğretmenler de iki kişilik iş yapmak zorunda kalmış oluyorlar. Yeni öğretim yılında yüzbinlerce çocuk okula gidemedi. Bu çocukların aile bütçesine katkıda bulunmak için çalışmak zorunda oldukları günlerce burjuva basında dahi yazıldı. Eğer İMF ve yerli işbirlikçileri hedeflerine ulaşabilirlerse, manzaranın çok daha korkunç olacağına kuşku yoktur.

İMF reçetelerinin sonuna kadar götürüldüğü çok sayıda ülkeden biri Somali'dir. Zaten yoksullukla boğuşan bu ülkede, İMF reçeteleri hedefine ulaştığı zaman manzara tüyler ürperticiydi:

"Ekonomik reformlar sağlık ve eğitim programlarının parçalanarak yok edilmesine yol açtı. 1989'a gelindiğinde sağlık harcamaları 1975'teki düzeyine göre % 78 oranında azalmıştı. Dünya Bankası verilerine göre bir ilkokul çocuğu başına düşen yıllık eğitim harcamalarının düzeyi 1982'de 82 ABD doları iken 1989'da 4 dolara düşmüştü. 1981'den 1989'a kadar (eğitim çağındaki nüfus önemli ölçüde artmış olmasına rağmen) okul kayıt oranları %41 düşmüş. Sınıflarda ders kitapları ve okul malzemeleri görülmemeye başlanmış, okul binaları harap olmuş ve ilkokulların yaklaşık dörtte biri kapanmıştır. Öğretmen maaşları en alt düzeye inmiştir. (...)

"Kamu sektöründeki gerçek ücretler 1989'da 1970'lerin ortalarına göre %90 azalmıştır. Kamu yönetiminin kaçınılmaz çözülüşünden sonra, kamu sektöründeki ortalama ücretler ayda 3 dolara düşmüştür. Dünya Bankası kamu hizmetlerinde çalışanların ücretlerini iyileştirmek için (kamu hizmetleri reformu kapsamında) bir program önermiş ama bu reformun aynı bütçe paketi içinde kalınarak, kamu çalışanlarının %40'ını işten çıkartıp ek ücretleri ortadan kaldırarak yapılmasını istemiştir. Bu plana göre kamu hizmetleri (60 milyon nüfuslu bir ülkede) sayıları 1995'e kadar 25 bine indirilecek kamu çalışanıyla yapılacaktır." (Yoksulluğun Küreselleşmesi sf. 125-26 Michel Chossudosvky)

Sonuca ulaşmış bir İMF programının sağlık ve eğitim alanına yansımasının kısa bir özeti böyle, ABD ajanı Derviş, allahına şükredip Türkiye'nin Afrika ülkelerinden daha iyi durumda olduğunu söylese de; İMF reçeteleri sonucuna ulaşabilirse, Somali örneği ortaya çıkacak tablo konusunda bize bir fikir verebilir. Dolayısıyla İMF ve işbirlikçilerine karşı mücadele etmenin gerekliliğini tartışmak gereksizleşmektedir.

 


 

Sermaye medyası savaştan
rant kapma hevesinde

Basın-yayın kuruluşlarının sahipleri holdingler olunca, işçi-emekçi düşmanı sınıfsal kimlikleri gizlenemez bir biçimde kendini dışa vuruyor. Gerici, çürümüş ve bütün etik değerlerini tüketmiş bir sınıf adına yapılan yayınların, basılan gazetelerin içeriği insanı tiksindirecek nitelikte. Efendileri ABD'ye yapılan saldırının ardından, kraldan daha kralcı bir çizgi izliyor ve savaş çığırtkanlığı yapıyorlar. Yaşanacak yıkımın, çekilecek acıların, katledilecek binlerce insanın onlar açısından zerre kadar önemi yok. Ellerini ovuşturarak bir an önce bir savaşın başlamasını bekliyorlar.

Sömürücü sınıfların çıkarları uğruna kan dökmekten çekinmedikleri bilinen bir gerçektir. Yirminci yüzyılda yaşanan savaşlarda on milyonlarca insan ölmüş, binlerce kent harabeye çevrilmiştir. Irak, Filistin, Yugoslavya en yakın örneklerdir. Bu savaşlar tekellerin çıkarları için yapıldığı halde, cephede ölenler işçi sınıfı, kent ve kır yoksullarına mensup gençlerdir. "Olağan" dönemlerde kanı emilerek sömürüler emekçiler, savaşlarda öne sürülerek kurban edilirler. Sırça köşklerinde oturan burjuvazi ve kalemşörleri, vıcık vıcık bir şovenizmle kitleleri zehirleyerek, bu vahşete karşı koyuşu engellemeye çalışırlar.

Türk sermaye medyası bu rolü hakkıyla yerine getirmektedir. Emperyalistlere pazarlamak üzere kan-can pazarı oluşturmaya çalışmaktadır. Bunu en iğrenç bir şekilde yapanların başında milliyetçi geçinen Hürriyet ve Ortadoğu gibi gazeteler gelmektedir. İlkinin logosunda "Türkiye Türklerindir!", diğerin de ise "Ne mutlu Türküm diyene!" ibareleri bulunmaktadır. Ortadoğu ırkçı-faşist partinin yayın organı, Hürriyet ise kontr-gerillanın borazanıdır. Şovenizmin bu yavuz savunucuları Türk halkını o kadar sahipleniyor ki, onları ABD emperyalizminin dünya halklarına karşı estireceği uzun süreli terörde cephenin ön saflarına sürüp, bunun üzerinden rant elde etmeye çalışıyorlar. Sermaye basını genel olarak bu çizgidedir. Ancak adı geçen iki gazetenin manşetleri yine de çarpıcıdır. "Ne kadar destek, o kadar para" (20 Eylül '01, Ortadoğu); "Ön safta ol, parayı al" (21 Eylül 01, Hürriyet).

Bu zihniyet devletin tüm kademeleri için geçerlidir. Basına konuşan bir general, "Pakistan tarihi bir fırsat yakalamıştır, bunu mutlaka değerlendirmelidir" yorumunu yapıyor. Oysa Amerikan emperyalizminin dayatmasıyla yapılan bu "tercih" Pakistan'ı şimdiden kaosun eşiğine getirmiş bulunuyor.

Gazete manşetleri, bu işbirlikçilerin rant için her türlü kirli ve kanlı işi yapmaya hazır olduklarını ortaya koyuyor. Ancak yaptıkları bu kadarla da kalmıyor. Kendi ülkesinin insanını hor görüp aşağılarken, Amerikalıların ne kadar "değerli" olduklarını anlatıp duruyorlar. ABD'ye gitmiş olmakla övünüyor, ikiz kulelerin yasını tutuyorlar. Savaşa hazırlanan emperyalist ABD ordusu riske girmesin, Amerikan askeri ölmesin diye "aslan mehmetçikleri" cephenin önüne sürmeye çalışıyorlar. Böylece hem uşaklıklarını tescil edecek, hem de kurban verecekleri işçi-emekçi çocuklarının kanı karşılığında İMF'den ek krediler alarak bir taşla iki kuş vurmuş olacaklar. Bunların "Türkçülük"leri, "milliyetçilik"leri budur.