29 Eylül '01
Sayı: 28


  Kızıl Bayrak'tan
 Emperyalist savaş, ABD ve Türkiye

  Temel demokratik hak ve özgürlükler hedef tahtasında

  Emperyalist savaşın faturasını ödemeyi reddedelim!

  Dünya jandarmalığını pekiştirme hesapları

  Emperyalist savaş ve Türkiye
  İMF yeni saldırılar peşinde
  Tekel işçisine kapsamlı saldırı
  Aymasan dayanışma gecesinden notlar...

  Amerikancı iktidar ülkeyi emperyalizmin savaş arabasına koşuyor

  Yılgınlık teslimiyete direniş zafere götürür!..
  ON'lar devrime adadıkları yürekleriyle yolumuzu aydınlatıyorlar!
  Ölüm Orucu Direnişi 345. gününde sürüyor...
  "Yaşamı, onuru, umudu ve geleceği savunuyoruz"

  Ekim Gençliği'nden

  Emperyalist savaşa hayır!
  Mücadele Postasi

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Emperyalist savaş, ABD ve Türkiye

Emperyalist dünya egemenliğini
koruma savaşı

Aradan üç haftaya yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen, ABD 11 Eylül saldırısının kaynağına dair en ufak bir kanıt gösterebilmiş değil. Buna rağmen peşinen suçlu ilan ettiği Afganistan'a karşı askeri yığınak hızlandırılarak sürdürülüyor. Ortaya hiçbir geçerli neden koyamadan hedef seçilmiş bir ülkeye karşı savaşa hazırlanmak, emperyalist dünyanın kendi bugünkü uluslararası hukuku içinde bile herhangi bir meşruluk taşımamaktadır. Nitekim bu durum ABD'yi kendi halihazırdaki müttefikleri nezdinde bile zorlamakta, sıkıntıya sokmaktadır.

Kuşkusuz bu, onların uluslararası hukuka bağlılıklarından değil, fakat kendilerini ABD için kolayca sıkıntıya sokmak istememelerinden gelmektedir. NATO'nun 5. maddeye ilişkin alınmış prensip kararının, hala da bu genel sınırlar içinde tutulmaya çalışılması bundandır. Özellikle Almanya ve Fransa'nın ABD'nin düştüğü durumdan gizli bir memnuniyet duyduklarına ve bunu ABD denetiminden kurtulmak doğrultusunda bir imkan saydıklarına ilişkin düşüncemizi bu vesileyle yinemek istiyoruz. İngiltere'nin farklı tutumu ise, dünya politikasına ilişkin sorunlarda çıkarlarını ABD'nin çıkarlarıyla uyumlulaştıran geleneksel çizginin bir devamıdır.

Fakat ABD'nin sorunu, hiç de geçerli bahaneler bularak kendisine yöneltilmiş saldırıyı misillemeyle yanıtlamaktan ibaret değildir. Sorunun intikama dayalı misilleme boyutu burada tümüyle tali bir önem taşımaktadır. Bu daha çok, duygusal bir istismarla ABD halkını emperyalist saldırı ve savaş politikalarına kazanmak amacına yöneliktir. Bu tür tali öğeleri de kapsayan asıl neden ise, ABD'nin 11 Eylül saldırısını kendi dünya egemenliğini politik ve moral bakımdan sarsmaya yönelik bir girişim sayması ve bu doğrultudaki etkiyi karşı saldırıyla dengeleme çabasıdır. ABD bir yerde buna mecburdur da. Zira, kalbinden ve beyninden yediği darbeleri sineye çekmesi, onun dokunulamaz süper devlet imajına yeni bir darbe olacak ve zaten yaşamakta olduğu gerileme sürecini iyice hızlandıracaktı.

Dolayısıyla, bu sınırlar içerisinde bakıldığında bile, ABD'nin hazırlanmakta olduğu savaş tümüyle gerici ve haksız bir emperyalist egemenlik savaşıdır. Bu savaşın tüm amacı dünya jandarmalığı konumunu korumak ve güçlendirmektir. Onun gerici ve emperyalist karakteri buradan gelmektedir.

Avrasya egemenliğine yönelik
umutsuz hamle

Fakat sorun asla bir dengeleme çabasından da ibaret değildir. Bu, doğası gereği, karşı saldırıyı yeni üstünlükler elde etme hedefiyle birleştirmeye götürüyor Amerikan emperyalizmini. Buradan bakıldığında, Afganistan'ın bir hedef olarak seçilmesi tümüyle anlaşılır bir durumdur. Amerikalı stratejistler, yıllar öncesinden, ABD'nin rakipsiz dünya egemenliğini korumasında Avrasya'nın tayin edici bir önem taşıdığını vurgulayagelmektedirler. Avrasya egemenliğinin stratejik önemi; bir yanıyla bölgenin zengin petrol, doğal gaz ve öteki türden yeraltı zenginlikleri üzerinde egemenlik kurmak, öteki yanıyla ise ABD'nin dünya hakimiyetine karşı Rusya ve Çin'den gelecek olan potansiyel tehditi peşinen etkisizleştirmek zorunluluğundan gelmekteydi.

ABD'nin bu egemenliği kurmaya yönelik tüm çabalarının '90'lı yıllar içerisinde büyük bir başarısızlıkla yüzyüze kaldığını biliyoruz. Bugün Şangay İşbirliği Örgütü'nde ifadesini bulan Rusya-Çin eksenli ittifak, ABD'nin Avrasya'da egemen olmak ve böylece dünya hakimiyetinde stratejik bir üstünlük elde etmek çabalarına öldürücü bir darbe indirmiştir. 11 Eylül saldırısının ardından Afganistan'ın günah keçisi ilan edilmesi ve ABD'nin politik, askeri ve diplomatik tüm cephelerden bu bölgeye bir kez daha yüklenmesi, Avrasya'da mevzi kazanmaya yönelik bir hamledir.

Bununla birlikte, şu aşamadaki tüm aldatıcı görüntülere rağmen, ABD'nin bu alanda başarı şansı son derece zayıftır. Birçok soğukkanlı gözlemcinin de işaret ettiği gibi, bu bölgede ABD'ye yeni mevziler değil, fakat saplanırsa, içinden kolay kolay çıkamayacağı bir batak beklemektedir. Herşey bir yana, nüfuz ve egemenlik sahası olarak bu bölge halihazırda sahipsiz değildir. Çin ve Rusya'nın yılların gayretleriyle bölgede elde ettikleri üstünlüğü kolayca ABD'ye bırakmaları için ortada hiçbir neden yoktur. Rusya'nın yapılacak saldırı çerçevesinde ABD'ye vaad ettiği sınırlı kolaylıklar bile, gelişmeler karşısında inisiyatifi kaybetmemek, halihazırda kendi etki alanındaki ülkeler üzerinde ABD'nin kurmaya heveslendiği etkiyi bloke etmek vb. amaçlara yöneliktir.

Öte yandan, bölge halklarının ABD emperyalizmine karşı büyük bir tepkisi, hatta nefreti sözkonusudur. Pakistan, Afganistan, İran ve Arap halkları için bu daha şimdiden yeterince açık bir olgudur. Başlatılacak yıkım savaşı, savaşın bölge ülke ve halkları için yaratacağı felaketli sonuçlar, bu tepkiyi hızla öteki bölge ülkelerine yayacak ve genelleştirecektir. Bunu şimdiden hisseden bölgenin gerici rejimleri de buradan gelen bir ihtiyat ve çekingenlikle hareket etmekte, ABD'ye hiç de gönülden ve tam bir destek vermemektedirler. Bu tür bir desteği vermenin egemen rejim için ne anlama geldiği, onu hangi sorunlar ve sıkıntılarla yüzyüze bıraktığı ve bırakacağı daha şimdiden Pakistan üzerinden görülebilmektedir.

Dolayısıyla, hemen tüm politik koşullar ve etkenler, Amerikan emperyalizminin iç Asya'da kalıcı mevziler elde edebilmesinin ne kadar güç olduğunu göstermektedir. ABD'nin halihazırdaki tek üstünlüğü, devasa boyutlarda modern bir askeri aygıta, dolayısıyla yıkım gücüne sahip olmasıdır. Fakat bu tür bir gücün politik ve moral dayanaklardan yoksun olarak kullanılması, bölgede ABD'ye güç kazandırmak bir yana, tersine, buna yönelik heveslerini ilelebet kıracak sonuçlara da yolaçabilecektir. Bu açıdan durum ne Balkanlar'la, ne de ABD'nin geleneksel olarak yerleşik bulunduğu Ortadoğu ile benzerlik arzetmektedir. Kaldı ki, Afganistan üzerinden gündeme getirilebilecek bir emperyalist yıkım savaşının, ABD'nin Ortadoğu hakimiyeti için de tümüyle ters sonuçlar yaratması neredeyse kesindir.

Gözükara bir savaşa doğru ilerleyen ABD, böylece gerçekte bir batağa doğru ilerlemektedir.

Türkiyeli işbirlikçiler emperyalist
efendinin hizmetinde

Ankara'da günlerdir süren zirveler trafiği, başkan Bush'un "onurlandırıcı" telefonuyla nihayet hızla bir sonuca bağlanabildi. Buna göre, şu aşamada savaşa doğrudan kendi ordusu ile katılmak dışında, "dostumuz Amerika"ya her türlü destek tam olarak verilecek. Düne kadar İncirlik Üssü dışında Malatya ve Diyarbakır üslerinin de emperyalist müdahalenin hizmetine verilip verilemeyeceği merak ediliyordu. Tüm bu meraklar temelden giderildi.

Ankara'nin işbirlikçi takımı, ABD'nin, tüm ortak ABD ve NATO üslerinin yanısıra Türkiye'ye ait her türlü üsden de emperyalist savaş esnasında serbestçe yararlanabileceğini deklare etti. Türkiye topraklarının boydan boya bir emperyalist savaş üssü olarak kullandırılmasının yanısıra, ABD'ye her türden askeri ve lojistik destek ayrıca sağlanacak. Dahası var. Alınan resmi kararları açıklayan başbakan Ecevit, "Kuzey İttifakı" denilen Afgan muhalefeti içinde güçlü bir etkiye ve bu sayede bölgeye ilişkin çok değerli istihbarat bilgilerine sahip bulunduklarını, bunu cömertçe ABD'nin hizmetine sunmaya da hazır olduklarını, adeta büyük bir övünçle dile getirdi.

Resmi kararlar çerçevesinde açıklanmayan bir başka temel boyutu ise biz ekleyelim. Türk diplomasisi şu sıralar tümüyle ABD'nin hizmetine koşulmuş bulunmaktadır. ABD Afganistan'a karşı bir yıkım savaşı hazırlığına giriştiğinden beri, Türk diplomasisi cephe gerisinde, somut olarak Filistin'de, ABD'yi rahatlatacak hummalı bir çaba içerisindedir. ABD'ye desteğin resmi bir karar haline getirildiği aşamadan beri ise, aynı çaba Türki Cumhuriyetler üzerinden ve bizzat Cumhurbaşkanı eliyle sürdürülmektedir. ABD emperyalistlerinin müslüman halklara karşı bir haçlı seferi ilan etmesinin yarattığı sıkıntıları dengeleme misyonunu da, Türk devleti ve diplomasisi gönüllü olarak üstlenmiş bulunmaktadır. "Müslüman bir ülke olarak" ABD'nin yanında olmasını da, durumun böyle olmadığına sözde bir kanıt olarak göstermektedir.

Özetle, savaşa doğrudan katılmak dışında (ki bunu bu aşamada İngiltere dışında yapmaya yanaşan tek bir ülke yoktur), Türk devleti ABD'ye olanaklı olabilecek her türlü desteği vermiş bulunmaktadır. Oysa Perinçek ve avanesi, hiçbir somut dayanak ileri sürmeksizin ve salt şarlatanca spekülasyonlarla, bunun tersinin doğru olduğunu iddia edebilmektedir. Perinçekçi iddiaya bakılırsa, Çankaya zirvesi "bir Avrasya zirvesi" olarak gerçekleşmiştir; Türkiye ABD'nin dayatmalarına direnerek, kendi "ulusal güvenliğini" önplanda tutmuştur. Yine Perinçek'e ve avanesine bakılırsa, Türkiye devlete egemen "milli güçler"in çabasıyla, ABD ve batıdan çoktan kopmuş, "Avrasya kayasının ön siperinde" yerini almıştır bile. Türkiye topraklarının bizzat emperyalist saldırı için bir üs olarak tahsis edilmesi resmi kararı ve çıplak gerçeği karşısında,ve tam da bununla aynı günlerde kalkıp bunun böyle olduğunu iddia edebilmek için, bir kez daha, ya aşırı bir subjektivizm ya da ölçüsüz bir arsızlık tutumu içinde olmak gerekir.

Sorun, Türk devletinin ABD'ye hizmet etmekte ne kadar hevesli ya da gönüllü olup olmadığı değildir. Sorun, Türkiye'nin kurulu düzeninin ABD'ye derinden ve çok yönlü bağımlılığıdır. İktisadi, mali, politik ve askeri tüm cephelerde, ABD emperyalizmine göbekten bağlılık, işbirlikçi takımına istese de başka bir tercih bırakmamaktadır. Bu nesnel ve katı gerçeklik karşısında, bir gönüllülükten öteye mecburiyeti sözkonusudur. Kaldı ki, sıkıntılı bir anda ABD'ye vereceği bu tür bir destekten iktisadi ve politik bir yarar umulduğu da açıkça dile getirilmektedir. Türk devletinin kendi özel "güvenlik" kaygılarını gözeterek yapmaya çalıştığı manevranın sınırları ise, örneğin bir Müşerref Pakistanı'ndan daha fazla değildir.

Ankara'daki uşak takımının Türkiye topraklarını bir savaş üssü olarak emperyalizme tahsis etmesi, halkımıza ve bölge halklarına tam bir ihanet olmuştur. Bu ihaneti halk kitleleri nezdinde açığa çıkarmak; güçlü anti-Amerikan ve savaş karşıtı duygulara sahip olan kitleleri emperyalizme ve savaşa karşı harekete geçirmek, protesto eylemliliklerine yöneltmek, hayati önemde güncel bir görev olarak durmaktadır önümüzde.