Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Ekim 2003
Sayı: 65
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Yasanızı da, tezkerenizi de yakacağız!
  Ulucanlar şehitleri anıldı...
  Amerikan işbirlikçileri Irak'ta emperyalist efendilerinin hizmetinde!
  Bir uşağın sefil yalanları...
  Savaş tezkeresine karşı eylemlerden...
  Gençlik meclisin açılışını alanlarda protesto etti...
  Kampanya çalışmalarından...
   Bir üniversite öğrencisiyle eğitim sorunları ve savaş üzerine konuştuk...
  İstanbul Üniversitesi protestolarla açıldı...
  İstanbul Üniversitesi açılış şenliğinde etkin inisiyatif ve çalışma....
  "Üç maymın olmak mı? ASLA!"
  Hükümet ve YÖK atışması...
  Yeni YÖK yasa taslağı...
  AB tartışmaları...
  Kampanya çalışmamızın yeni dönemi...
  Tarihsel gelişimi içerisinde YÖK
  Yargıtay kararı ve DEHAP...
  Liseli gençlik de söz veriyor!
  Yeni eğitim yılı başladı...
  Eğitimdeki aldatıcı oyunlar devam ediyor...
  Okullarda ücretsiz ırkçılık dersleri!
  Paralı eğitim meşrulaştırılıyor!
  ALGP'den İLGP'ye...
  "Ulusa sesleniş"te seslendirilenler...
  Irak çıkmazında ABD
  Filistin'de emperyalizme ve siyonizme karşı direniş sürüyor...
  Afganistan: İnternetin özgürleştiremediği ülkeyi...
  Ölüm Orucu direnişi 3. yılında yol gösteriyor!
  "İstanbul Üniversiteli olmak ayrıcalıktır!"
  Kantin solculuğu modası ve derse girenlerin verdiği ders...
  Daha fazla insana ulaşmamız gerekiyor!
  Ernesto Che Guevara...
  Orhan Kemal...
  Hey, buraya bakın!
  Okur mektupları



 
 
“Üç maymun olmak mı? ASLA!”

Kime sorsanız bunalımda sanki. İnsanlar garip bir bunalımın içinde yaşayıp gidiyorlar. Neden diye sorsanız önce “bilemiyorum”, “anlamıyorum”lar, sonra da, “hayat ne kadar monoton”, “şu finaller de beni çok yıprattı”, “Bu okulda hiçbir şey yapmıyoruz, ot gibi yaşayıp gidiyoruz”, “kendimi çok yalnız hissediyorum”lar...

Üniversitede okuyan herkese çok tanıdık gelecek olan cümleler. Üniversite gerçekten bu kadar sıkıcı bir yer mi?

Üniversiteye hazırlanan, üstelik de bu işi ciddiye alan bir öğrenci için “üniversite” bir hayal ülkesidir. Orada herşey çok iyidir, kazanırsa tüm sorunları çözülecektir. Bir birey olarak kendi ayakları üzerinde duracaktır. Artık veli toplantıları, okul formaları, bayrak törenleri, sözlüler bitmiş olacaktır. Bunun için gece demez, gündüz demez çalışır. Sosyal yaşamdan mahrum kalır ama olsun! Çünkü üniversiteye gidince her türlü kültürel ve sanatsal faaliyet önüne serilecektir. Onun tek kaygısı bunlar arasında seçim yapmak olacaktır. En azından o böyle zannetmektedir.

Soru: Yukarıdaki paragrafta anlatılan öğrencinin durumu aşağıdakilerden hangisidir?

A) Sınav günü sınav belgesini kapkaççılar çaldığı için sınava girememiştir.

B) Sınava girmiş ancak kazanamamıştır.

C) AOÖBP’si yanlış hesaplandığı için sınavı kazanamamıştır.

D) Sınavı kazanmış ancak harcını yatıramadığı için kayıt yaptıramamıştır.

E) Yukarıdakilerin hiçbiri.

İlk dört şıkkın hepsinin yaşanmış olduğu gerçeğini bir kenara bırakarak, öğrencinin durumunun E şıkkı olduğunu kabul edelim. Öğrenci tüm engelleri başarıyla geçmiş ve üniversiteye kaydını yaptırmış, bununla da kalmamış bir yurda yerleşmeyi de başarmıştır. Harç dekontuna karşılık 10 cm2 büyüklüğünde bir yaşam alanına, yani okul kimliğine sahip olmuştur. Artık zihninden o “ben”li cümleler geçer.

BEN, artık çocuk değilim!

BEN, artık kendi kararlarımı verebilirim!

BEN, bir birey olarak ilgi alanlarımı belirleyip onları geliştirebilirim!

BEN, hayata atılıyorum!

BENce üniversite çok güzel bir yer!

Öğrencilerin kafalarında kurguladıkları hayal ülkesi -ki biz ona kampüs diyoruz- başka başkadır. Kimileri Amerikan dizilerinde sunulan o paraları bol, gezip tozan güzel kızların ve yakışıklı erkeklerin kampüsünün düşünü kurar. Bazıları için ise yaşam boyu sürecek dostlukların ve paylaşımların temelinin atıldığı; hayatın ilk adımıdır. Kulüpler, o zamana kadar geliştirilmesine fırsat bulunamayan ilgi alanlarının açığa çıkarılmasına ve geliştirilmesine olanak sağlayacaktır. Bilimsel tartışmaların yapılabileceği bir ortam olacaktır...

Alice’in harikalar dünyasından dönüşü çok da uzun sürmez. İlk gün, ilk amfi dersi, ilk hoca. 120 kişilik amfideki birinci sınıflara “Hoşgeldiniz!” konuşması yapan öğretim görevlisinin sözleri sınıfta buz gibi bir hava estirmiştir. “Sizin bölümünüzden her yıl sadece 30 kişi doğru dürüst bir iş bulup çalışma şansına sahip. Bakalım o otuz kişi hangileriniz olacak!”

Üniversiteye yeni başlayan öğrenci, öğretim görevlisinin bu “realist” sözleri karşısında bir şaşkınlık yaşasa da pek aldırış etmez. Hayata ve geleceğe umutla bakabilmektedir. Her ne kadar etrafındaki öğrencileri biraz garip bulsada o yine çok iyi dostlar edinebileceğine inanır. Bu kötü özellikleri nedeniyle potansiyel bir tehlikedir. Üstüne üstlük soru sorar; “Peki geriye kalan doksan kişiye ne olacak?” .

Kaygılanmaya hiç gerek yok. Çünkü eğitim sistemimiz beyinleri öyle güzel öğütür, öylesine iyi sindirir ki bunun ortadan kalkması için altı ay (*) yeterlidir. Sancılı geçen altı ayın sonunda tam da sistemin istediği mamul oluşmuş olur. Soru sormayan, kafasını sadece kendi çıkarı için kullanan, kendisi de dahil olmak üzere kimseye güvenmeyen, birey olabilmeyi bireyselleşmeyle özdeşleştiren birbirinin aynı insanlar...

Liseyi bitirince üniformadan kurtuldum diye sevinenler bundan sonra aynı marka ayakkabı, pantolon, mont giyerek kendilerini yeni üniformalara sokarlar. Çan eğrisi vardır bir de. Yan sıradaki öğrenci, arkadaş değil rakiptir. Ders notları kimsenin eline geçmesin diye adeta çelik kasalarda saklanır. Okulda sanatsal etkinlikten daha çok kariyer günü düzenlenir. Kültürel etkinlik namına düzenlenense sabaha kadar içilen partilerdir. Bu sayede binlerce kişinin bir arada bulunduğu ama herkesin yapayalnız kaldığı bir fanus yaratılır, üniversite adı altında. Etrafında olup bitenlere duyarsız insanlarla dolu bir fanus. İşte bu yüzden insanlar bunalıma sürükleniyor ve sürekli aynı şeylerden yakınıyorlar.

Üniversite öğrencisini potansiyel tehlike olarak gören sistem, türlü yöntemlerle onu depresyona sokmuş bir başka deyişle ehlileştirmiştir. Ancak gençliğin bilinçlenmesinden hala korkmaktadır. Bu nedenle broşürler bastırır ve yeni gelen öğrencilere aba altından sopa gösterir. “İdeolojik olaylara katılma riski” demek, “bu sistemin çarpıklıklarını sorgulayabilme riski” demektir. Bir insanın ideolojik olarak bilinçlenmesinden korkanlar, Hitler’in torunları olsa gerek. Ve öğrenci, okulun kapısından girer girmez eline sıkıştırılan broşürden, “ideolojik olaylara” katılırsa; soruşturulacağını, kolluk güçleriyle karşı karşıya kalacağını, ve hatta, öğrenim hakkının elinden alınacağını öğrenir.

Aslında polisin bastırdığı bu broşürün özeti şudur: “Görme! Duyma! Konuşma!” Harçlar mı artacakmış, okullar ticarethaneye mi dönüştürülecekmiş, Irak’a asker mi gönderilecekmiş, “sen karışma” ve arkasından tehdit gelir: “Yoksa başına iş açılır!”

Üniversite kapısında tehditlerle karşılanan öğrenci içinse iki yol vardır. Sessiz, itaatkar bir biçimde akvaryuma dalmak ya da alternatif, yani hayaller ülkesini yaratmak.

Elinde fotoğraflı okul kimliğiyle üniversitenin kapısında duran öğrencinin zihninden şu cümlenin geçmesi temennisi ile...

“Üç maymun olmak mı? ASLA!”

H. Ezgi

(*) İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün üniversiteli öğrenciler için hazırladığı broşürden: “Kayıt dönemi ve ilk altı aylık eğitim süreci, ideolojik olaylara katılma riskinin en fazla olduğu dönemdir.”



Ekim Gençliği kampanyası...

ODTÜ’deki çalışmadan izlenimler

Sermayenin gerek işçi-emekçilere, gerekse öğrenci gençliğe dönük saldırılarını hızlandırdığı şu süreçte bizler, ODTÜ Ekim Gençliği olarak okulumuzun açılmasıyla birlikte başlattığımız çalışmayla, buna en tok yanıtı vermeye başladık.

22 Eylül’de protestolu bir açılışla yeni öğrenim yılına başlayan ODTÜ’de, bu dönemki çalışmamızı genel olarak iki koldan yürütme kararı aldık. Bunlardan ilki Hacı Bektaş’ta başlatılan ve sonra tüm yerellerde hızlı bir ivme kazanan Ekim Gençliği kampanya çalışmamız. İkincisi ise hem işgale, hem tezkerenin çıkmasına tepkili, hem de YÖK yasa tasarısına karşı olan, bu iki gündeme karşı okulda belli bir duyarlılığı olan tüm insanları katarak yapabileceğimiz bir çalışma.

Okulun açılması ile birlikte gözlemlediğimiz birşey de bu iki gündemin bu kadar yakıcı ve acil yaşandığı şu günlerde ODTÜ’de genel bir suskunluk havasının hakim oluşuydu. Daha önceki yıllara oranla sol çevrelerde genel bir bekleyiş ve atalet söz konusu. Bizler bu havayı bir an önce kırabilmek için planlı bir çalışmaya giriştik. Bunun için de öncelikle tanıştığımız bildiğimiz herkesle konuşmayı, önce onları harekete geçirip sonra çalışmayı daha da geniş çerçevelere ulaştırabilmeyi kararlaştırdık.

Bu gelişmelerin yanında Ekim Gençliği’nin kampanyası yaz sürecinden aldığı heyecan ve motivasyonla sürüyor. Hazırlık bölümünün açılması ile birlikte hergün bu bölgede standımızı açtık. Ayrıca üzerinde kampanyamızın “Irak’ta işgalci okulda müşteri olmayacağız!” şiarı bulunan pankartımızı da herkesin görebileceği bir yere düzenli olarak astık. Aldığımız bir kararla standımızda yalnızca bir kişi bırakarak, geri kalan yoldaşlar ellerimizde imza föyleri ve Ekim Gençliği’nin son sayısıyla kantinleri, sınıfları ve çimlerde oturan insanları gezdik. Birçok insana kampanyamızı anlatarak söz aldık. İlk günlerde okula yeni gelmenin verdiği çekingenlikle hareket eden hazırlık öğrencileri, günler ilerledikçe bizim ısrarlı çalışmamız karşısında rahatladılar ve daha kolay imza atıp dergiye ilgi österdiler.

Bunun yanı sıra yurtlara da çalışmamızı götürdük. Yurtlarda oda oda gezerek kampanyamız çerçevesinde insanlarla konuşmaya çalıştık. Yurt ortamının getirdiği rahatlık ve zaman genişliği bize önemli avantajlar sağladı. İnsanlar konuşma ve tartışmalarımıza bölümler ve hazırlıktaki çalışmalarımıza oranla daha yoğun katıldılar. Buradan, yurtlarda yürüttüğümüz çalışmamızın daha verimli geçtiğini söyleyebiliriz. Okulda sadece Ekim Gençliği’nin ısrarlı ve düzenli bir çalışma yürütmesi diğer insanlar tarafından da hemen farkedildi. Birçok kişi bizlere destek vereceklerini dile getirdi. Çalışmamızın belki de en olumlu yanı, bu insanların, ODTÜ’deki tüm dağınıklığa ve atalete rağmen, bizlerin yılmadan çalışacağımıza olan güvenleriydi.

Tüm bu çalışmalarla birlikte 26 Eylül’ü de önemli bir gündem olarak işledik. Ulucanlar zindanlarında 4 yıl önce ON’ların ortaya koyduğu direnişi selamlarken, şehitlerimizi saygıyla andık. Bu gündem üzerinde okulumuzda devrimci siyasetlerin suskunluklarını sürdürmeleri de bizi şaşırttı. 26 Eylül günü Ulucanlar Cezaevi önünde yapılan basın açıklamasına katıldık ve katılım sağladık. Bunun için bir afiş çalışması yaptık. Yine Mamak İşçi Kültür Evi’ndeki anma etkinliğine de çevremizden dostlarla birlikte katıldık.

Çalışmalarımız duraksama bilmeksizin devam edecek.

Tezkerelerini de, yasalarını da alanlarda yırtacağız!

ODTÜ Ekim Gençliği