İçindekiler:

31 Ocak 2022
Sayı: KB 2022/05

Yatağını arayan toplumsal öfke
Demokrasi mücadelesi ve işçi sınıfı
IŞİD baskını ve yayılmacı hevesler
Enerjide "kademeli satış"!
Zam yağmuru ve AKP yalanları
6. Yargı Paketi'yle nafaka hedefte
Metal TİS süreci üzerine
Farplas'ta kıyıma karşı işgal
İnisiyatif tekstil işçilerine!
Sinbo yönetiminden kumpas
Marksizm ve sosyal-şovenizm / 3 - H. Fırat
Sınır tanımayan bir dava insanı
Kazakistan'da Çin-Rusya işbirliği
"LL Konferansı"nın ardından
Yemen'de çatışmalar şiddetleniyor
DGB MYK ocak ayı toplantısı
Eğitim Sen'in eğitimde yarıyıl raporu
Gelecek ve özgürlük buluşmaları
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Eğitim Sen’in eğitimde yarıyıl raporu üzerine

 

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası 2021-2022 birinci yarıyıl eğitim tablosuna ilişkin bir rapor hazırladı. Raporda eğitim alanında yaşanan birçok sorunla ilgili bilgiler yer aldı. Rapor, ilköğretim ve ortaöğretim bazında toplamda 17 milyon 436 bin 532 öğrenciyi etkileyen onlarca sorun alanının, pandemi süreci ve saray rejiminin politikalarıyla daha da içinden çıkılmaz bir hal aldığını gözler önüne seriyor.

Eğitimin niteliğinde düşüş, paralı eğitim uygulamaları, çocuklara dayatılan dinci-gerici politikalar, okulların fiziki altyapı ve donanım eksiklikleri, kalabalık sınıflar, taşımalı eğitim, çocuklara yönelik taciz ve istismar vakalarında yaşanan artış… Bunların yanı sıra öğretmenler için ciddi bir sorun alanı olan mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik ve ücretli öğretmenlik uygulamasının sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenler vb. sorunlar da raporda yer alıyor.

Bu sorunlar eğitim döneminin yalnızca ilk yarıyılına ilişkin olsa da, aslında dinci-gerici rejimin 20 yıldır izlediği politikaların, zaten sorunlu olan eğitim sistemini çökerttiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Eğitim sistemi derin bir çürüme içinde; sorunlar artık kapitalistler ve mafyatik rejimden nemalananlar hariç tüm toplumu doğrudan etkiliyor.

Yüz yüze eğitim önlemler alınmadan başlatıldı

Yaklaşık bir buçuk sene süren uzaktan eğitimin ardından 6 Eylül 2021’de okullar yüz yüze eğitime açıldı. Ancak pandeminin toplum sağlığı için yarattığı tehlikeye karşı temel önlemler okullarda alınmadı. Salgının etkilerini sınırlamak için gerekli önlemler alınmadı, okullara ek bütçe sağlanmadı, fiziki ve altyapı sorunları giderilmedi, ders saatleri salgına uygun şekilde düzenlenmedi, derslik sayıları arttırılmadı, telafi eğitimi ise lafta kaldı. Raporda belirtildiği gibi “Sınıfların düzenli olarak havalandırılması, okul içinde ortak kullanım alanlarının temizliği, bahçe ve açık alan düzenlemelerinin yapılması, öğrenci giriş çıkışlarının düzenlenmesi ve sınıf mevcutlarının azaltılması konusunda ciddi yetersizlikler gözlenmiştir. Nüfus yoğunluğu fazla olan bölgelerde kalabalık sınıflar sorunu sürerken, seyreltilmiş eğitim uygulamaları hayata geçirilmedi.” Hal böyleyken okulların temel hijyen giderleri bile velilerden temin edilmeye çalışıldı.

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme uygulanmıyor

Çocuk hakları konusunda devletlerin yükümlülük altına girmesini sağlayan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, aralarında Türkiye’nin de olduğu 197 devlet tarafından imzalandı ancak AKP-MHP rejimi icraatlarıyla bu sözleşmeyi yok sayıyor. “Türkiye’de eğitim ve sağlık sisteminden kadın politikalarına kadar her alanda çocukların yararını değil, kendi çıkarlarını düşünen mevcut sistem; çocuklarımızın sahip olduğu heyecan, merak ve yaratıcılıktan açıkça korkmaktadır” denilen raporda, Türk sermaye devletinin altına imza attığı sözleşmeyi umursamadığını gösteriyor. 1995 yılında devletin, sözleşmede yer alan birçok maddeye çekince koyması, sorunların yeni olmadığına ancak saray rejimi döneminde iyice derinleştiğine işaret ediyor.

Sözleşme yükümlülüklerinde yer almasına rağmen milyonlarca çocuğu olumsuz etkileyen yığınla sorun giderilmediği gibi daha da derinleştiriliyor. Otizmli çocuklar, özel eğitim alanındaki çocuklar dışlayıcı uygulamalara maruz bırakılıyor. Okul öncesi kurum ve kreşler kapatılıyor ya da yeterli teşvikler sağlanmıyor. Bu durum çocuklara yönelik şiddet ve istismarın önünü açıyor.

Bunun yanı sıra raporda, “Türkiye’de eğitim sisteminin müfredat, ders kitapları ve uygulama alanları itibarıyla çocukların, etnik köken, dil, din ve inanç ayrımcılığı ile karşı karşıya olduğu bilinmektedir. Özellikle farklı kimlik ve inanç kökenine sahip çocuklara, özellikle Suriyeli çocuklara yönelik ayrımcı uygulamaların artmış olması düşündürücüdür deniliyor. Kısacası çocuklar arasında etnik köken, din, mezhep ya da kültüre dayalı ayrımcılık iktidar tarafından körükleniyor.

Son dönemde MEB’e bağlı Mesleki Eğitim Merkezleri eliyle arttırılan çıraklık ve stajyerlik gibi uygulamalarla çocuklar eğitimden uzaklaştırılıp sömürü çarklarının içine atılıyor. İstismarın bir diğer boyutu olan çocuk işçiliğinin önü açılıyor. Farklı sorun alanlarına değinilen raporda şu ifadeler de yer alıyor:

“Çalışan çocukların bir bölümü tarım sektöründe ucuz iş gücü, bir bölümü de ücretsiz aile işçisi olmaktadır. Kız çocukları da benzer nedenlerle eğitim öğretimden uzaklaşarak iş gücüne kayıt dışı olarak katılmaktadır. Ayrıca anadilinde eğitim alamayan öğrencilerin okulda başarısız olarak eğitim dışına itilmeleri de okulu erken yaşta terk etmelerine neden olmaktadır.”

Eğitim bütçesi saray rejiminin keyfine göre

Raporda, 2022 yılı eğitim bütçesine dair şöyle deniliyor: “2022 MEB bütçesi 189 milyar 11 milyon lira; yükseköğretim bütçesi ise 57 milyar 740 milyon lira olarak belirlenmiştir. Eğitim bütçesinin her yıl oransal olarak arttığı söylense de MEB bütçesinin milli gelire oranı yüzde 2,6’dan yüzde 2,4’e; yükseköğretim bütçesinin milli gelire oranı ise yüzde 0,8’den, yüzde 0,73’e düşürülmüştür.”

Silahlanmaya, din istismarcısı kurumlara, sarayların şatafatına, örtülü ödeneklere büyük servetler ayıran dinci-faşist rejim, pişkince yalanlar uygulayarak gerçeklerin üstünü örtebileceğini var sayıyor. Yıllardır eğitime ayrılan bütçenin seyri, velilerin sırtına yüklenen masraflar, eğitim bütçesinin yalnızca zorunlu alanlar, sermayenin ve kokuşmuş rejimin ihtiyaçları gözetilerek hazırlandığını kanıtlıyor.

Raporda sunulan MEB verilerine göre, ortaöğretimde öğrenci sayısı 30’dan fazla olan şubeler yüzde 62,8 orandadır. İmam hatip liselerinde ise bu oran yüzde 14,5’tir. Verilere yansıyan bu uçurum devletin dinci-gerici eğitime daha fazla önem verdiğini ve imam hatipler lehine pervasızca ayrım yaptığını gözler önüne seriyor. Nitekim talebin az olmasına rağmen MEB Stratejik Plan’da öncelikli gündem her daim yeni açılması planlanan imam hatipler oluyor.

En fazla bütçe ve yatırımın ayrıldığı bir diğer alan ise meslek liseleri ve Mesleki Eğitim Merkezleri’dir. Raporda buna dair şu bilgiler de yer alıyor:

“MEB’in mesleki eğitim ve imam hatip lisesi temelli olarak düzenlenen okullaşma politikası, öğrencilerin çoğunluğunun bu okullara gideceği veya gitmesi gerektiği ön kabulü üzerinden şekillendirilmektedir. (…) İmam hatiplerin eğitim kalitesini arttırmak için milyarca lira bütçe ayrılması, OSB’lerde bulunan mesleki ve teknik ortaöğretim kurumu sayısının yanı sıra mesleki eğitim merkezlerinin yaygınlaştırılması, özel sektörle iş birliği kapsamında meslek liseleri ile yapılan protokollerin artması dikkat çekicidir.”

Eğitim bütçesinin düşürülmesi ve eğitimin gün geçtikçe daha niteliksiz bir duruma düşürülmesi özel eğitim kurumlarını bir alternatif haline getiriyor. Piyasacı eğitim uygulamaları, eğitimde fırsat eşitsizliğini derinleştiriyor. Derlenen verilere göre:

“Türkiye’de 2021-2022 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle 14 bin özel öğretim kurumu (okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise) bulunmaktadır. 2002-2003 eğitim öğretim yılında özel öğretimin oranı yüzde 1,9 iken, bu oran 2021-2022 eğitim öğretim yılı itibariyle dört kattan fazla artarak yüzde 8’e ulaşmıştır. Özel okulların devlet okullarına oranı ise günümüz itibariyle yüzde 20’yi aşmış durumdadır.”

Tablo bu kadar vahimken AKP-MHP iktidarının şefi Tayyip Erdoğan, tam bir pişkinlikle eğitimin parasız olduğu yalanlarını tekrarlıyor. Ancak veriler, paralı eğitimin kapsadığı alanın giderek genişlediğini gözler önüne seriyor.

“Eğitim harcamaları içinde hane halkının payı yüzde 20,2’dir ve bu oran OECD ortalamasının iki katından fazladır. 2011 yılında hane halkının yaptığı eğitim harcamalarının toplamı 13 milyar 782 milyon TL iken, 2020 sonu itibariyle 54 milyar 754 milyon TL’ye yükselmiştir. Başka bir ifade ile öğrenci velilerinin ceplerinden yaptığı eğitim harcamaları her geçen yıl artmaktadır.”

Özellikle işçi ve emekçiler için paralı eğitim uygulamaları o kadar çekilmez bir noktaya vardırıldı ki, bankalar artık “eğitim kredisi” adı altında krediler dağıtmaktadır.

Eğitim hakkı için mücadeleye!

Raporda eğitimde eşitsizlik, dinci-gerici uygulamalar, eğitimin piyasalaşması ve salgının eğitime olumsuz yansımaları gibi başlıklar öne çıksa da yansıyan sorun alanları sıralamakla bitmiyor. Milyonlarca emekçi ve onların çocukları tüm bu yakıcı sorunları her gün yaşıyorlar. Sonuç olarak, eğitim alanı toplumun tüm emekçi kesimlerini doğrudan etkileyen en öncelikli alanlardan biridir. Bu alanda yaşanan sorunlar sermaye devleti tarafından görmezden gelinmeye, üstü örtülmeye çalışılsa da eğitimin her kademesinde yaşanan çürüme ayan beyan ortadadır.

Sorunlar bu boyuta varmışken raporda yinelenen “Vazgeçilmelidir, düşündürücüdür, ifade etmeye devam edeceğiz...” gibi söylemlerin gerçek çözümü önermekten aciz ve bu iddiadan yoksun olduğunu belirtmek gerek. Elbette ki eğitim alanındaki çürümeye dair yapılan takipler ve toplumun bilgilendirilmesi önemli ancak yeterli değil. Zira raporda sunulan korkunç tablonun bir diğer sorumlusu da devletin pervasız saldırı politikalarına karşı elini taşın altına koymayan sendika ve meslek odalarıdır. Söz konusu geleceğin yapı taşları olan çocuklarımızın, her yanıyla pisliğe batmış mafyatik saray rejimi tarafından adeta ahtapot gibi dinci-gerici, piyasacı, niteliksiz bir eğitim sistemi ile kuşatılmış olmasıdır. Bu noktada toplumun tüm emekçi kesimlerinin birleşik, fiili-meşru mücadeleyi yükseltip iktidarın bu pervasızlığına dur demesi dışında bir çıkış yolu bulunmuyor.

M. Nevra