İçindekiler:

31 Ocak 2022
Sayı: KB 2022/05

Yatağını arayan toplumsal öfke
Demokrasi mücadelesi ve işçi sınıfı
IŞİD baskını ve yayılmacı hevesler
Enerjide "kademeli satış"!
Zam yağmuru ve AKP yalanları
6. Yargı Paketi'yle nafaka hedefte
Metal TİS süreci üzerine
Farplas'ta kıyıma karşı işgal
İnisiyatif tekstil işçilerine!
Sinbo yönetiminden kumpas
Marksizm ve sosyal-şovenizm / 3 - H. Fırat
Sınır tanımayan bir dava insanı
Kazakistan'da Çin-Rusya işbirliği
"LL Konferansı"nın ardından
Yemen'de çatışmalar şiddetleniyor
DGB MYK ocak ayı toplantısı
Eğitim Sen'in eğitimde yarıyıl raporu
Gelecek ve özgürlük buluşmaları
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

“LL Konferansı” ve
Kazakistan’da halk ayaklanması

K. Ali

 

“Ben kılıcım, ben alevim
Karanlıkta size ben ışık verdim
Ve savaş başladığında öne atıldım
En ön saflarda çarpıştım
Arkadaşlarımın cesetleri etrafımda yatıyor
Ne sevinmeye ne de yas tutmaya vaktimiz var
Trompetler yeniden çalıyor
Ve yeni bir savaş başlıyor.”

“Vardım, varım, var olacağım!” diyen ölümsüz devrimcilerin mezarı başında, Clara Zetkin’in karşı-devrimin karanlıklarını yırtan konuşmasında Henrich Heine’den okuduğu şiir.

***

Bu yıl 27.’si yapılan LL konferans ve yürüyüşü, Kazakistan’da ‘ansızın’ patlayan halk hareketi günlerine denk geldi.

LL etkinlikleri Almanya’nın, daha doğrusu Avrupa’nın en büyük ve en ileri politik etkinliklerinin başında geliyor. Konferansı düzenleyenlerin ideolojik-politik sefaletine rağmen gücünü Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in dünya devrim tarihindeki özel konumlarından alan LL etkinlikleri her yılın ikinci hafta sonunda Berlin’de düzenleniyor. LL programı, uluslararası katılımcıların da yer aldığı konferanslar, kültürel etkinliklerle cumartesi günü başlayıp pazar günü anıt mezara yapılan yürüyüşle tamamlanıyor.

Cumartesi günü Berlin’de yapılan çok sayıda konferans ve kültürel etkinliklerde Rosa Luxemburg Vakfı ve bağlaşıkları öne çıkıyor. Bu çevrelerin düzenlediği konferansta, yürüyüşe hakim olan devrimci söylem ve coşkunun ciddi bir karşılığı olmuyor.

Organizatörler her yıl kendilerine göre dünyada öne çıkan temel ve yakıcı bir sorunu konferansın temel şiarı olarak belirleyip konuşmacıları da buna göre seçiyorlar.

Konferans organizatörlerinin bu yıl saptadıkları temel gündem, Batı emperyalist blokuyla Çin-Rusya arasında keskinleşen rekabet savaşları oldu. Kazakistan’da gerçekleşen işçi-emekçi halk hareketine rağmen “Rusya ve Çin’den Elinizi Çekin!” şiarını öne çıkarttılar. Böyle bir şiarın belirlenmesi, bu çevrelerin işçi ve emekçilerin sorunlarından, gündemlerinden ne kadar kopuk olduklarını gözler önüne seriyor.

Organizatörler arasında yer alan Junge Welt (JW) gazetesi, konferansa dair kısa haber-yorumu, “XXVII. uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı kısa bakış” başlığıyla sunarken, girizgah olarak şu başlığı tercih etti: “Pillerinizi akışta şarj edin!” Bu başlıklardan anlaşılacağı üzere organizatörler konferansın temel şiarı ve bu şiar altında yapılan sunum ve tartışmalardan memnun kalmışlar. “Dünyanın her yerinden konferansta yer alan konuşmacılar kendi konu alanlarında içerik derinliği sağladılar, konferansın sloganı olan ‘Rusya ve Çin’den Elinizi Çekin!’ her zamankinden daha yakıcıydı” denilen haberde “Rusya Devlet Duma’sının Dış Politika Komitesi Başkan Yardımcısı olarak Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nden (KPRF) Dmitry Novikov emperyalistlerin saldırganlığını anlattı… (İngiltere) İşçi Partisi eski lideri Jeremy Corbyn, “Barış içinde bir dünyada yaşamalıyız!” dedi” ifadeleri yer aldı. Bu söylemlerle güya kapitalizmin krizine ve sömürü mekanizmalarına karşı duruşlarını gösterdiler. Haberde panel tartışmasına katılanlar, “barış olmadan her şeyin bir hiç olduğunu ve bir sonraki büyük savaşı nasıl önleyebileceğimizi tartıştılar. Kapitalizmin krizine ve sömürü mekanizmalarına karşı mücadeleye kendilerini adayanlar” şeklinde sunuldu.

Yaptığı haberlerle zaman zaman kamuoyunu bilgilendirmede olumlu çaba gösteren JW, ne yazık ki sıra oportünizm ve sınıf işbirlikçiliğine, diğer bir ifadeyle sermaye devletlerine uşaklık yapanlara karşı mücadeleye gelince bu başarıyı gösterememiştir. Sertleşen sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre yayın yapmak yerine reformizmin bayraktarlığını yapan yayın organları ve JW’nin içine düştüğü bu durum ibret vericidir.

Kazakistan’da meydana gelen işçi sınıfı ve emekçi halk ayaklanmasını takip eden günlerde düzenlenen konferansın temel şiarını “Rusya ve Çin’den Elinizi Çekin!” diye belirleyen organizatörler, “kapitalizmin krizine ve sömürü mekanizmalarına” karşı mücadele diye bir sorunlarının olmadığını gösterdiler.

Kazakistan emekçi halk hareketinin kanla bastırılmasını kutsadılar

“Kapitalizmin krizine ve sömürü mekanizmalarına” karşı mücadele diye bir sorunu olanların yapmaları gereken bellidir: Luxemburg ve Liebknecht’lerin kapitalizme karşı devrim ve sosyalizm mücadelesiyle iç içe geçmiş yaşamlarına olduğu kadar devrimci anılarına dürüstçe bağlılık da güncel yakıcı bir görev olarak Kazakistan halk hareketini öne çıkartmayı gerektiriyordu. Hareket bağlamında işçi sınıfı ve emekçi halk hareketlerini programatik ve örgütsel sorunları üzerinden tartışarak gerekli devrimci sonuçların çıkartılması gerekirdi. Oysa onlar “Rusya ve Çin’den Elinizi Çekin!” şiarını belirlemekle kalmadılar, Kazakistan işçi sınıfı ve emekçi halklarının ayaklanmasının kanla bastırılmasını da desteklediler. “Ocak ayının bu günlerinde hüküm süren yağma ve kanunsuzluğa karşı kararlı bir şekilde savaşan Cumhuriyet’in Sosyal adaleti savunan siyasi güçlerini destekliyoruz”* diyerek halk hareketinin karşısında durdular.

Emperyalist kamplar arası didişmeye asker yazılanlar

Kazakistan işçi ve emekçi halklarıyla dayanışma, bu ayaklanmayı doğuran koşullar ve hareketin içinde bulunduğu durumu zayıf ve güçlü yanlarıyla deneylerini tartışmayı gündemine almayan organizatörler, kapitalizmin krizine karşı nasıl ve hangi program etrafında mücadele edileceğine dair bir tartışma da yapmadılar. Ama “günün yakıcı görevi” diye emperyalist kamplar arasındaki çekişmeyi öne çıkarıp işçi sınıfıyla emekçi halkları burjuvazinin kuyruğuna takmayı kendilerine iş edindiler.

“Esas düşman, kendi ülkemizdedir! (Der Hauptfeind steht im eigenen Land!)” diyerek, “Alman halkının esas düşmanı Almanya’dadır: Alman emperyalizmi, Alman savaş partisi, Alman gizli diplomasisi. Alman halkı evdeki bu düşmanla siyasi bir mücadeleyle savaşmalıdır. Kendi emperyalistlerine karşı savaşın diğer ülkelerin proletaryasıyla işbirliği yapın” çağrısı yapan Liebknecht’in anısına düzenlenen bir konferansta bunların söylenmesi tam bir rezalettir.

Konferans konuşmacılarından adı geçen iki figür, konferansta yaptıkları sunum ve konuşmalarda, “Kapitalizmin krizine ve sömürü mekanizmalarına” karşı mücadeleye kendilerini adamayı düşünmedikleri gibi, emperyalist devletlerin çıkarlarına hizmet eden pozisyonlar takınabildiler. Konferansta kürsüye çıkarak LL isimlerinin görkemini arsızca istismar edip Kazakistan’da halk hareketinin kanla bastırılmasına tam bir aymazlıkla destek verdiler.

Konferansta yapılan konuşma ve açıklamalar bu geri duruşu teyit etti. KPRF Merkez Komitesi Başkanı Gennady Zyuganov yaptığı konuşmada “Kazakistan Emekçilerinin Sesi Duyulmalı” ifadelerini kullandı, ancak açıklamasında şu yüz kızartıcı cümleler de yer aldı:

“Her geniş hareketin birden fazla bileşeni vardır. Kazakistan’daki olaylar, toplumsal hoşnutsuzluğu, ‘beşinci kol’un faaliyetlerini ve terör gruplarının eylemlerini içeriyor. ‘Beşinci kol’, radikal İslam’a bağlı aşırılık yanlılarını, Batı tarafından beslenen çok sayıda STK’yı, sorunlu sularda balık avlama şansı arayan güvenlik ve askeri toplulukların bazı üyelerini ve kitlesel protestoları kendi mücadelelerinde kullanmaya hazırlanan oligarşik klanları içeriyor... Rusya ve Kazakistan’ın kardeş halkları, yüzyıllara dayanan ortak tarihin bağlarıyla birbirine bağlıdır. Birlikte Sovyetler Birliği’ni yarattık, zaferler kazandık, olağanüstü ekonomik ve sosyal başarılardan gurur duyduk. Birlikte EurAsEC (Avrasya Ekonomik Birliği), SCO ve CSTO’yu (‘Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü) oluşturan entegrasyon süreçlerini canlandırdık.”**

Gennady Zyuganov, örgütsüz halk hareketlerinde ortaya çıkması kaçınılmaz olan “kusur”ları hareketin kendisine fatura etti. Bu arada, Rus büyük milliyetçiliğinin ve Rus emperyalizminin nüfuz ve etki alanlarını genişletmenin araçları olan EurAsEC, SCO ve CSTO’yu da Sovyetler Birliği ile aynı şeymiş gibi sunarak gerçekleri tepetaklak etti. Ayrıca bölge halklarına da, Rus büyük şovenizmine boyun eğerek Putin’in Rusya’sına bağlanmayı salık vermiş oldu.

Modern revizyonizmle adım adım çürütülerek dağıtılan SSCB sonrasında işsiz kalarak iflas bayrağını çeken, dükkanını uzun bir süre kapalı tutan Almanya Komünist Partisi (DKP), iki kutuplu dünyanın oluşumuyla birlikte Rusya-Çin eksenine yerleşerek kendisine yeni bir varlık alanı bulmaya çalışıyor. Konferansın düzenleyicileri arasına yamanan DKP’nin başkanı Patrik Köbele de konferansta şu açıklamayı yaptı:

“Kazakistan’da büyük sosyal çalkantılar olduğuna dair çok az şüphe var. Ancak Kazakistan’ın NATO, ABD ve AB’nin Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik kuşatma politikası için merkezi stratejik öneme sahip olduğu da bir o kadar kesin. Renkli devrimlerin senaryosunu biliyoruz. Çelişkiler, özellikle de toplumsal olanlar, önce toplumsal devrimler gibi görünen ve ardından emperyalizme doğrudan erişim sağlayan ya da devleti yok eden süreçleri tetiklemek için kullanılıyor... Bu nedenle yalnız Rusya değil, aynı zamanda ‘Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ (CSTO), Kazakistan hükümetinin talebine uydu ve askeri olanlar da dahil olmak üzere yardım organize etti.”***

Halk hareketlerini anlamaktan uzak bu geri tutumların Komünist Partileri adına dillendirilmesi tek kelimeyle rezalettir.

Bırakın onlar pislikle dolu kendi çukurlarının dipsizliğinde debelenip dursunlar!

Devrimci altüst oluşların yaşandığı Spartaküs Haftasında kaleme aldığı yazılarında Rosa Luxemburg, eylem halinde olan işçi sınıfı ve emekçi halk hareketinde gerçekleşen hızlı değişimden devrimci sonuçlar çıkarırken “Devrimin kızgın atmosferinde insanlar ve şeyler inanılmaz bir hızla olgunlaşırlar.” ifadelerini kullanarak şunları yazıyordu:

“Daha bundan üç hafta gibi kısa bir süre önce, işçi ve asker konseylerinin konferansı sona erdiğinde Ebert ve Scheidemann iktidarlarının zirvesindeymiş gibi görünüyorlardı... Kör budalalar! Daha üzerinden yirmi gün geçmeden görünürdeki iktidarları bir gecede sallanmaya başladı. Gerçek güç tam da kitlelerdir, çıkarlarının gerçek gücü, tarihsel zorunluluğun gücü, tarihin ‘zorunlu’ çelikten gücü... Geçici olarak zincire vurulsalar da, örgütlerinin biçimsel olarak bütün güçleri ellerinden alınsa da – onların sadece kendilerini kıpırdatmaları, bellerini doğrultmaları bile, karşı-devrimin ayaklarının altındaki toprağın kaymasına yeter.”****

Sınıf devrimcileri, işçi sınıfı ve emekçi halk hareketlerinin zayıflık ve darlıklarına program ve örgütlenme prizmasından, Karl Liebknecht’in dikkat çektiği perspektiften bakarak zorlu çatışmaların değişik evrelerinde ortaya çıkan eksiklik ve zaafları anlayıp gerekli devrimci sonuçları çıkaracaklar.

Liebknecht, “... Her şeyden önce gereken şey, siyasetimizin hedeflerine ilişkin açık bir düşünceye sahip olmamızdır. Devrimin ilerleyişini çok açık bir biçimde anlamaya, gelecekteki görevimizin ne olduğunu görmek için bugüne kadar olanları kavramaya ihtiyacımız” var derken tamda bu temel devrimci görevlere vurgu yapıyordu. “Devrimin kızgın atmosferinde insanlar ve şeyler inanılmaz bir hızla olgunlaşır” gerçeğini gözeterek, işçi sınıfıyla devrimci partisi arasındaki bağlantıyı güçlendirmenin hayati önemi; R. Luxemburg ve K. Liebknecht’ten alınabilecek temel derslerdir.

 

Kaynaklar

*http://www.solidnet.org/article/CP-of-the-Russian-Federation-/

**http://www.solidnet.org/article/Union-of-Communist-Parties-CPSU-Lets-not-let-the-Eurasian-space-to-be-blown-up/

***https://www.rf-news.de/2022/kw03/eine-schande-fuer-jeden-ehrlichen-kommunisten

****https://kizilbayrak61.net/ana-sayfa/degerlendirmeler/dunya/spartakist-hafta-makaleleri-1

 

 

 

 

 

Kanada’da yerli çocuklara ait
yeni mezarlar!

 

Kanada’da, eski bir yatılı okulun bahçesinde düzinelerce isimsiz mezar keşfedildi. Williams Lake First Nation yerli topluluğu Salı günü (yerel saatle) yaptığı açıklamada, batı Kanada’da British Columbia eyaletinde St. Joseph’s Mission Yatılı Kilise Okulunun bahçesinde radar araştırmalarının yardımıyla şimdiye kadar 93 şüpheli mezar bulunduğunu duyurdu.

Araştırmacılar, British Columbia eyaletinde Kamloops yakınlarındaki eski yatılı okula ait 14 hektarlık bir alanı incelediler.

Mayıs 2021’den bu yana, Kanada’daki çeşitli yatılı okulların yakınında yerli çocuklara ait isimsiz toplu mezar keşfedildi.

-Kanada’da, British Columbia (İngiliz Kolumbiyası) eyaletinde Kamploops kasabası yakınında eski “Kamloops Kızılderili Yatılı Kilise Okulu” nun altında 29 Mayıs 2021 tarihinde 215 yerli çocuğa ait ceset kalıntıları saptandı. Ölen çocukların kaydının bulunmadığı ve yaşlarının üçe kadar indiği belirtiliyor.

-24 Haziran 2021’de Saskatchewan eyaletinde Cowessess First Nation bölgesinde, 1899-1997 yıllarında faaliyet gösteren “Marieval Kızılderili Yatılı Kilise Okulu”nun sahasında da resmi kayıtlarda yer almayan 751 ceset kalıntısının olduğu çocuk mezarları bulundu.

-30 Haziran 2021’de Kanada’nın British Columbia eyaletindeki eski St. Eugene Misyon Okulunun arazisinde de yine küçük çocuklara ait 182 kayıt dışı mezar bulundu.

-12 Temmuz 2021’de British Columbia eyaletinin Güney Körfez Adaları’ndan Penelakut Adası’ndaki Penelakut Yerli Kabilesi de Kuper Yatılı Kilise Okuluna ait bölgede 160’tan fazla “belgesiz ve işaretsiz” mezar bulunduğunu duyurdu.

Kanada’da sömürgeciler 1830’lardan itibaren Kızılderili kültürünü ve kimliğini ortadan kaldırmaya yönelik katı bir asimilasyon politikası başlatmıştı. 1876’da Indian Act (Kızılderili Yasası) adlı ırkçı yasanın kabul edilmesinden sonra daha da etkin hale geldi. Yatılı okullar bu politikanın önemli bir parçası oldu. Kanada hükümeti 1886’dan 1981’e kadar kiliselerle işbirliği içinde, dini eğitim veren 139 okul kurdu. Yaşları 4 ile 18 arasında değişen 150 bin yerli çocuk ailelerinden zorla alınarak, beyazların kültürlerine adapte olmaları, kendi dillerini, geleneklerini, kültürlerini unutmaları, Hristiyanlaşmaları ve “medenileşmeleri” amacıyla bu yatılı okullara yerleştirildi. Çocukların yatılı okullara göndermek istemeyen aileler çeşitli cezalara çarptırıldı, hapsedildi.

Kanada’da 2010’da kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonunun kayıtlarına göre; bu yatılı okullarda, çocukların büyük bölümünün fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete uğradığı, bazılarının üzerinde tıbbi deneyler yapıldığı, binlerce çocuğun ise açlık, soğuk ve hastalık sonucu hayatını kaybettiği tespit edildi.

Irkçı asimilasyon politikaları sonucu öldürülen yerli çocukların sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte Kanada tarihinin bu en büyük çocuk istismarının ve katliamının sorumlusunun Katolik Kilisesi ve Kanada hükümeti olduğu biliniyor.