22 Mayıs 2015
Sayı: KB 2015/20

Gözaltılar, baskılar, provokasyonlar sökmeyecek
Metal direnişinden notlar
Metal işçileri 'yeni'yi yaratacak!
MESS-polis-Türk Metal’den MİB’e operasyon
Baskı ve saldırılarınız boşuna
Metal işçisinin sesi olmaya devam edeceğiz!
MİB’le dayanışma açıklamaları
Metal fırtınası kasırgaya dönüştü
Tofaş işçileri: Gemileri yaktık!
Metal direnişi sermayenin belini büktü
‘MİB operasyonu’ eylemlerle protesto edildi
2015 Toplu Sözleşmesi’ne doğru
MİB emektir, MİB dayanışmadır, MİB zaferin adıdır!
BİR-KAR’dan Avrupalı işçilere çağrı
Bursa’da Türk Metal'in saltanatı çöktü, sıra Trakya’da!
Haklarımızı yasalarla değil, fiili-meşru mücadeleyle kazanacağız!
Şimdi daha güçlüyüz!
İşçi ve emekçilere devrim çağrısı
Seçim vaatleri ve kadınlar
Yalan vaatlere kanmayalım yüzümüzü devrime dönelim!
Gençliğe çağrımızdır: Metal işçileriyle dayanışmayı büyütelim!
Almanya G7 protestolarına hazırlanıyor
Dünyadan grev ve eylemler
Karanlığı dağıtan çekiç metal işçisinin elinde!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

2015 Toplu Sözleşmesi’ne doğru

 

Toplu sözleşme görüşmelerinin resmi oturumlarına iki aylık bir zaman dilimi kaldı. 2013 toplu sözleşmeleri Memur-Sen’in satış sözleşmesini imzalaması ile sonuçlanmış, Haziran Direnişi’nin yarattığı toplumsal atmosfere rağmen ihanetin önü kesilememiş ve kamu emekçileri iki yıl boyunca satış sözleşmesine mahkûm edilmişti. 2013 toplu sözleşmeleri Memur-Sen’in ihanetini tescillerken, KESK’in de iflasını açığa çıkarmıştı.

Sosyalist Kamu Emekçileri olarak yılın ilk günlerinden bu yana 2015 toplu sözleşmelerine çubuk büküyor, hem yayınlarımız aracılığıyla, hem de bulunduğumuz sendikal zeminlerde ve taban inisiyatiflerinde ortaya koyduğumuz tutumla TİS sürecini KESK’in gündemine sokmaya çalışıyoruz. Erkenden gündeme alınmasının ve güncel gelişmelerle bağı kurularak grev eksenli bir mücadele programı oluşturulmasının, TİS’i kazanmanın ilk olanaklarını elde etmek açısından önemli olduğunu vurguluyoruz.

TİS hazırlığı bakımından KESK’in güncel tablosunu ifade etmeden önce 2013 sözleşmesinde ne yaşamıştık, önemli bazı yönleriyle onu hatırlatalım.

2013 Toplu Sözleşmesi’nde
ne olmuştu?

2013 Toplu Sözleşmesi’nin önceki TİS görüşmelerinden en önemli farkı Haziran Direnişi’nin hemen arkasından gelmiş olmasıydı. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal mücadele tarihine damga vuran böylesi bir direnişin moral imkânlarıyla girilmiş bir TİS süreciydi söz konusu olan. Kuşkusuz bu, KESK ve ilerici kamu emekçileri açısından böyleydi. Tablonun diğer yanında ise hükümet ve Memur-Sen’in Haziran Direnişi’nin sarsıntısıyla bir an önce ve mümkünse oldubittiye getirerek süreci bitirmek basıncı vardı. Memur-Sen zaten başından beri AKP ile kader birliği yaptığı için, onu emekçilerin taleplerinin taşıyıcısı saymamak gerekir. Zira TİS görüşmeleri sırasında hükümetin söylediğinin bile aşağısında bir teklifte bulunmuş, nihayetinde enflasyon farkını iç ederek ilk yıl seyyanen artışla, sonraki altı aylık dönemlerde ise yüzde 3’lük bir zam oranıyla TİS’i imzalamıştı.

2013 sözleşme döneminin, Haziran Direnişi’nin etkilerinin devam ettiği dönemde yaşanmış olması, TİS’i kendisini aşan bir politik ağırlığa büründürmüştü. Hükümet ve Memur-Sen, tutumlarını esas olarak bu olguya dayalı olarak belirlemişler, kazasız belasız bu ağırlıktan kurtulmanın yolunu tutmuşlardı. Kaygı duyulan, KESK ve Kamu-Sen’i bertaraf etmekte yaşanabilecek zorluklar değildi; zira KESK, programsız ve hazırlıksızdı, Kamu-Sen ise bu yönüyle zaten bir tehdit oluşturmuyordu. Kaygı duyulan, emekçilerin kendiliğinden gelişebilecek muhtemel tepkilerinin önünü alabilmekte yaşanabilecek zorluklardı. KESK’in programsız ve hazırlıksız olması, görüşme sürecine bağlı olarak tutum belirlemesi, KESK’in sürecin dışına itilmesini ve etkisizleştirilmesini kolaylaştırırken, sözleşmenin bayram tatili öncesinde oldubittiye getirilerek imzalanması ise emekçilerde oluşan tepkinin soğumasını kolaylaştırdı. Böylece hükümet ve Memur-Sen, KESK’in hazırlıksızlığını ve kamu emekçileri hareketinin dağınıklığını fırsata çevirerek, TİS sürecini oldubittiyle sonuçlandırmayı başardılar.

Özetlersek; 2013 Toplu Sözleşmesi, kamu emekçileri açısından ekonomik olarak kayıpla ve politik olarak yenilgiyle sonuçlandı. Denebilir ki, 2013 Toplu Sözleşmesi’nin en olumlu sonucu; en çok üyeye sahip Memur-Sen’in ihanetçi kimliğinin tescillenmesi ve bu ihanetçi kimliğin özel bir teşhir çalışması yürütülmeden dahi emekçi yığınlar içerisinde teşhir olması olmuştur. Öyle ki ihanetin baş sorumlularından olan ve şimdilerde milletvekilliği ile ödüllendirilen A. Gündoğdu bile yarım ağızla da olsa bunu itiraf etmek zorunda kalmıştır. 2013 TİS sürecinin ortaya koyduğu bir başka olgu ise programsız, uzlaşmacı bir mücadele perspektifi ile toplu sözleşme süreçlerinin kamu emekçileri lehine çevrilemeyeceğini gözler önüne sermesi ve KESK’e hâkim icazetçi-bürokratik çizginin iflasının bir kez daha tescillenmesi olmuştur.

2015 Toplu Sözleşme sürecine
girerken...

Önümüzdeki toplu sözleşme dönemi birçok bakımdan 2013 TİS dönemiyle farklılıklar gösteriyor. Bu farklılıklar, kendisini ilkin toplumsal ve siyasal atmosfer bakımından, ikincisi ise emekçilerin ekonomik ve sosyal yaşam düzeyleri ve ihtiyaçları açısından ortaya koymaktadır.

Toplu sözleşmeler, henüz kamu emekçilerinin gündeminde değil. Bunun gerisinde ise bir yandan genel olarak sendikaların, özelde ise KESK’in TİS’e hazırlığı bakımından bugün içinde bulunduğu durum, diğer yandan ise içinden geçtiğimiz dönemin siyasal tablosu bulunuyor.

Siyasal gündemin başında 7 Haziran seçimleri yer tutmaktadır. Seçimler, düzen partilerinin adaylarını ilan edip seçim beyannamelerini açıklamasından sonra toplumsal gündemde egemen oldu; giderek daha fazla günlük sohbetlerin, TV programlarının, gazete manşetlerinin vazgeçilmezi haline geldi. Bunlar, her seçim döneminin rutin görünümleri olsa da 7 Haziran seçimlerinin ayırt edici ve ‘merakla beklenen’ iki önemli sonucu var. Biri HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı, diğeri ise ilkine de bağlı olarak AKP’nin parlamentoda güç kaybedip kaybetmeyeceği. Sonucu merakla beklenen bu iki konu, toplumun seçimlere olan ilgi ve dikkatini daha da arttırmış görünüyor.

Burjuva siyasal gündemdeki ağırlığından bağımsız olarak ikinci temel gündem ise ekonomik kriz olgusudur. AKP şahsında düzen cephesinde ne kadar geri planda tutulmaya ve geçiştirilmeye çalışılırsa çalışılsın nesnel bir olgu olan ekonomik kriz, işçi ve emekçiler açısından yakıcı bir gündem haline gelmiş bulunuyor. Hak kayıpları ve reel ücrette yaşanan erime vb. olgular bir yana, son bir ay içerisinde dolar kurundaki önlenemez yükseliş ve bunun karşısında TL’nin yaşadığı değer kaybı, kriz olgusunu emekçilerin yaşamında zorunlu bir gündem haline getirdi. Bugünkü haliyle yüzde 25 düzeyinde bir devalüasyon yaşandığı ifade ediliyor. Fakat bir yanda da dolar, ‘yeni yükseliş rekorları’ kırıyor. Açık ki ekonomik kriz olgusu giderek daha da derinleşecek ve yıkıcı sonuçlarını daha fazla hissedeceğiz. Bu gerçeği, düzen partilerinin seçim beyannamelerinden de görmek mümkündür. AKP’sinden CHP’sine, CHP’sinden MHP’sine, hepsi de krizin emekçilere kaybettirdiklerinden hareketle iktisadi ve sosyal vaat yarışına girmiş durumdalar. Krizin yarattığı ekonomik sosyal kayıplar karşısında toplumsal beklentileri oya tahvil etmenin derdindeler.

KESK’in gündemi ve “acaba
seçimleri mi beklesek?” ikilemi

KESK, bir süredir toplu sözleşme gündemini kendi kitlesi içerisinde işliyor ve “biz TİS’ i bütçe görüşmelerinden beri gündemde tutuyoruz” diyor. Dönüp bu açıdan ne yapıldığına baktığımızda yine ve bir kez daha protesto sınırlarını geçmeyen basın açıklamalarından ötesini göremiyoruz. BES’in Merkez Temsilciler Kurulu’nda almış olduğu kararlar ve 13 Mayıs grev kararı, SES’in Toplu Sözleşme Kurultayı gerçekleştirmesi, TTB’nin çağrısı ile toplanan sağlık örgütlerinin 20-21-22 Mayıs tarihlerinde birinci basamak sağlık hizmetlerinde üç günlük iş bırakma kararı almaları görece olarak anlamlı olsa da, alınan kararlar KESK’e taşınmadıkça ve bütünlüklü bir mücadele programı oluşturulmadıkça, bu olumlu adımların anlamlı sonuçlar üretmesi olanaklı görünmüyor.

KESK ve bağlı sendikaların anket, broşür vb. sınırlı çalışmalarını bir yana bırakırsak, denebilir ki toplu sözleşme süreçlerine ilişkin hâlihazırda anlamlı bir tutum ve çalışma bulunmuyor. Mevcut çalışmaların ana eksenini TİS taleplerinin belirlenmesi veya propagandası oluşturuyor. Peki ama bugünden ilan ettiğiniz bir mücadele programınız, taleplerin kazanılması yönünde geniş kamu emekçileri kitlesini harekete geçirmeyi ve taban iradesi yaratmayı önüne koyan bir perspektifiniz yoksa en iyi talepler silsilesini hazırlasanız bile ne elde edebilirsiniz ki? Sorun özünde burada düğümleniyor. Kamu emekçilerinin talepleri ve sorunları bilinmiyor değildir. Sorun, bu taleplerin nasıl elde edileceğiyle ilgilidir. Olmayan da budur; sistemli, programlı, grev eksenli ve kararlı bir mücadele. Mevcut güçsüzlüğüne rağmen sadece KESK tabanının değil bütün kamu emekçilerinin KESK’ten beklediği de bütünlüklü ve sonuç alıcı bir mücadele programıdır. En son Eğitim-Sen’in nöbet eyleminin emekçiler tarafından sahiplenilmesi, kamu emekçilerinin mevcut güçsüzlüğüne rağmen hala KESK’ten böyle bir beklenti içinde olduğunun işareti sayılmalıdır. Fakat özgür giyim kuşam ve nöbet eylemindeki gibi eklenti olarak değil, mücadelenin öncüsü olarak!

KESK’in bugünkü gündemini kamu emekçilerinin talepleri, beklentileri, düzenin sosyal saldırı programları ve toplu sözleşme süreci değil, 7 Haziran seçimleri oluşturuyor. Şubat ortasında toplanan ve “toplu sözleşme süreci dâhil mücadele programı taslağının tartışılması” gibi bir ana gündemi de bulunan KESK Genel Meclisi toplantısından herhangi bir mücadele programı taslağı veya sonuç bildirgesi dahi çıkmadı. Siyasal düzlemde olduğu gibi KESK içindeki sendikal gruplar da önemli bölümüyle HDP’nin kuyruğuna takılmış ve sıralanmış bulunuyorlar. HDP’nin barajı geçme istek ve beklentileri sınıf mücadelesinin onlara yüklediği asli sorumlulukları unutturmuş görünüyor. HDP barajı aşarsa emekçiler payına da köklü değişiklikler olabileceği temelsiz inancı, KESK içindeki sendikal grupların elini kolunu bağlamış görünmektedir. Kuşkusuz bunda KESK içindeki HDP eksenli bileşenlerin tayin edici etkisi vardır. Tablo böyleyken ve TİS söz konusu olunca utangaç bir biçimde olsa da “hele şu seçim bir geçsin ondan sonra bakarız” tutumu hâkim hale gelmiştir.

Olanaklar ve handikaplar

Temel yönleri üzerinden ve geriye dönük olarak vermeye çalıştığımız gelişmelere bakıldığında iyimser bir tablonun olmadığı açıktır. KESK’in ataleti ve kamu emekçilerinin mücadelesine önderlik etmedeki iddiasızlığına rağmen nesnel gelişmeler önemli dinamikler barındırmaktadır. Elbette bunların en önemlisi ekonomik kriz ve yarattığı tahribattır. Tüm emekçiler gibi kamu emekçilerinin de önemli kayıpları ve bunun karşısında beklentileri bulunmaktadır. Diğeri ise bugünkü şaşasına rağmen nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın seçimin emekçilerin yarasına merhem olamayacağı gerçeği ve seçimin bugünkü sersemletici etkisinin geçici oluşudur. Üçüncüsü ise bugünlerde metal sektöründe Türk Metal çetesinin yaşadığı gibi bir akıbetin Memur Sen’i bekliyor olmasıdır. Bu konuda somut veriler henüz zayıf olsa da, kamu emekçileri 2013 TİS satışının sorumlusu olarak Memur Sen’i görmektedir.

Yayınlarımızda sık sık sınıf hareketinin gelişme dinamiklerine vurgu yapıyoruz. Bir yandan sınıf mücadelesinin dinamiklerini ortaya koyuyor, fakat öte yandan da bu dinamiklerin grev yasakları ve sendikal bürokrasi tarafından bastırılabildiğini dile getiriyoruz. Fabrika ve işyerlerinde yaşanan kalkışmalar, bizzat sendikal bürokrasinin kırıcı etkisiyle henüz lokal biçimleri aşabilmiş değil. Fakat kamu emekçileri hareketi, sınıf hareketinin lokal eylemlere sıkışmasının aşılmasında önemli bir rol oynayabilir. Her şeyden önce kamu TİS’leri, bir fabrika ya da işletmede yapılan TİS’lerden farklı olarak 3 milyon kamu emekçisini ve milyonlarca memur emeklisini ilgilendirmektedir. TİS süreci yaklaştıkça kamu emekçilerinin birikmiş tepki ve öfkesinin açığa çıkması, TİS görüşmeleri sırasında ise bu öfkenin patlaması olasılıklar içerisinde yer almaktadır.

Ne var ki emekçilerde biriken tepki ve öfkeyi kucaklayabilmek, ancak bu sürece hazırlıklı ve hak alıcı bir mücadele programı ile girmekle mümkün olacaktır. Burada da en büyük handikap bir kez daha KESK’in reformcu-icazetçi çizgisidir. Bu ise taban örgütlenmelerini daha yakıcı hale getirmektedir.

Bu süreci kucaklayabilmek için kamu emekçilerinin temel taleplerinin kazanılmasına odaklanan, grev eksenli bir mücadele programına dayanan ve emekçilerin iradesini açığa çıkartacak, tek tek sendikaların almış oldukları eylem kararlarını KESK bütünlüğünde bir tutuma dönüştürecek bir pratik süreç işletilmelidir. Bunun için de bir yandan kapsamlı bir mücadele programının oluşturulması için KESK’i zorlayacak adımlar atılmalı, öte yandan da yüzümüzü işyerlerine dönmeli, emekçilerin toplu sözleşme sürecine aktif katılımını sağlamak amacıyla işyeri toplantıları örgütlemeli, çeşitli düzeylerde toplu sözleşme komisyonları kurmalıyız. Bu başarılamazsa önümüzdeki toplu sözleşme dönemi bir kez daha KESK’in kayıplar hanesine yazılacak, kamu emekçilerinde gelişen tepki ve öfkenin akacağı kanallar yaratılamamış ve dolayısıyla kurutulmuş olacaktır.

Sosyalist Kamu Emekçileri

 
§