20 Şubat 2015
Sayı: KB 2015/07

Dinci-gericiliğin faşist saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele!
Devrimci bir bahar mücadelesi!
Özgecan’ın hesabını sormak için örgütlü mücadeleye!
İdam tartışmaları üzerine - B. Olgun
İşçi ve emekçiler vahşete karşı sokaktaydı!
Özgecan’ın kentinde büyüyen öfke!
Metal grevi ve reformist sol
“Yarın ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz!”
Grev yasağı ve sonrası
Ezber bozan sınıf ve AKP’nin oyunları
Yapı yükseliyor
Yeni mücadele sahaları ve Bilecik
Yeni Yunan hükümeti ve parolası: "Ne itaat, ne çatışma"
Ukrayna: Hegemonya savaşının yeni sahnesi
Gerici Körfez rejimlerinin Yemen telaşı
Almanya'da metal işkolundaki uyarı grevleri ve işçileri bekleyen tehlike
"Etkinlikte işçiler güçlerini gördüler"
8 Mart'ta mücadele alanlarına!
Kapitalizmin kâr yasaları kadının köleliğinin sürmesidir
Ankara EKK'nın 8 Mart programı
Liselerde Özgecan fotoğraflarına engelleme!
"Burjuva gericiliği katiller yaratmaya devam ediyor..."
Eğitimde gericiliğe karşı okul boykotu!
Başkaldıran dizelerin işçisi - K.Ehram
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Yarın ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz!”

 

Metal işçileri ile grev süreci üzerine konuştuk.

Daha başlamamış greve kefen biçtiler!”

- Grev sürecini, öncesini ve sonrasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kroman Çelik’ten bir işçi: 6 aylık bir süreç var aslında. 6 ay öncesinden MESS’in bize teklifleri vardı. Esnek çalışmaydı, telafi çalışmasıydı artı 3 yıllık sözleşmeydi. Biz bunların hepsini reddediyorduk, kabul etmiyorduk. Bize bu tekliflerle gelinmemesi gerektiğini söyleyerek bir yola çıktık. Yola çıkarken de, tabi bir şekilde bizi bu sürece hazırlayan da sendikaydı. İşçiler bu konuda bir şekliyle hareketlendiler. Biz de hareketlendik. Arkasından Türk Metal‘in sözleşmeyi imzalamasıyla birlikte bize yol gözüktü. 3 yıla imza atıldıktan sonra tek bir seçenek kalmıştı bize, grev! Grev oylaması oldu. Seçim yasasını da alt üst ederek adamlar bugüne kadar Türkiye’de sabah 8 akşam 5 gerçekleşen seçimleri; sabah 9 öğlen 1 arasında gerçekleştirdiler. Sandığa gitmek bizim açımızdan, işçiler açısından zorunluluk haline geldi. Gitmediğinde her oy geçersiz ya da hayır diye sayılacaktı. Bu da bizim için olumsuzluk örneğiydi.

Biz aslında ipucunu oradan almaya başlamıştık. Bir önceki 2010’da sandık konulduğu zaman, sabah 8 akşam 5 herkesi sandığa götürmeye çalıştılar, zorla. Çünkü sandığa gidilmeyen her oy evet sayılacaktı. Nüfus ortalamasında. Ama o dönem biz gitmeyince bunlar hemen koşuşarak gidilmeyen her oy hayıra ve sandığın saatlerini 9’a geri çektiler. Bir danışıklı dövüş oldu bunların arasında o zaman. Neyse sandıktan biz işçiler bir şekilde galip geldik. Gene gelmesini bildik. Arkasından grev süreci başladı. Greve çıktık daha davul zurna çalmadan, halaylarımız başlamadan neyin ne olduğunu anlamadan, ikinci günün akşamı grevimiz yasaklandı. Yasaklandığı andan itibaren artık bizler bir boşluğa düşmüştük. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Yani oradaki insanlar homurdanıyorlar bir şekilde. Hükümet, toplanmamış bir Bakanlar Kurulu, o gün için 29 Ocak’ta toplanmamış bir Bakanlar Kurulu, kalkıp bizim grevimizi bir şekilde yasakladı. Milli güvenliği tehdit ediyormuşuz, sağlığı tehdit ediyormuşuz gibi saçma sapan gerekçelerle.

Gene kanunsuz iş yaptılar. Seçim yasalarını nasıl değiştiriyorlarsa aynı şekil toplanmamış bir Bakanlar Kurulu, ya da önceden toplanmış imzalarla elden ele dolaştırarak daha olmamış greve kefen biçtiler. Arkasından ikinci günün akşamı ne yapacağımızı bilmiyoruz. Temsilciler de bilmiyor biz de bilmiyoruz. Çünkü böyle bir hazırlığımız yok. Hazırlığımız olmadı.

Hazırlığımız olmadı derken hadi benim yok, yanımdaki arkadaşın yok ama sen bu işle uğraşıyorsun. Temsilcisin, sendikacısın ve Türkiye’de son 10 yıldır grev gerçekleştirilmiyor. Hak alma mücadelesinin önüne her zaman önce patron, diğer sendikalar için söylüyorum sendika bürokrasisi, arkasından hükümet çıkıyor. Polisiyle, jandarmasıyla şunla bunla ya da başka faktörlerle bir şekilde işçilerin karşısına dikiliyorlar. Bunu biliyorsun ve bu konuda önlem almıyorsun. En azından beni, arkadaşı, fabrikadaki diğer işçileri neden bilinçlendirmiyorsun. Böyle bir durumla karşı karşıya kalırsak ne yapacağız? Ne yapacağımızı konuşmadığımız, bilmediğimiz için ikinci günün akşamı, biz orada ne yapacağımızı konuşmaya başladık. Hani girsek mi içeri, çalışsak mı çalışmasak mı, dışarıda mı kalsak, ne yapsak ne etsek derken, zaten biz bunları düşünürken, bunları böyle bağırıp çağırırken başka şeyler olmaya başlıyor.

Süreçten çok şey öğreniyoruz”

Ve işte bize işbaşı yapma düştü, geri adımlar başladı. Hem de bizim içimizde bölünmeler başladı. İşte içeri girme ya da içeri girip işgal etme, iş yapmama demenin bedelleri olacaktı. Bu sefer işçiler kendisiyle hesaplaşmak zorunda kaldı. Belki ilk akşam, ilk gece o ateşle içeri girip işgal edilebilirdi. Ama diğer günler 2., 3., 4., 5. günlerde temsilciler, sendikacılar falan süreci geri örmeye başladılar. O ana kadar süreci ileriye örmeye çalışan insanlar o andan sonra geriye örmeye başladılar. Ve hani diyelim hala mücadele etmek isteyen, hala umudunu kaybetmemiş insanlar var. Bu şekliyle artık böyle konuşa konuşa “lan n’olacak” diyor.

Geri çekilmiyoruz aslında ama süreçten çok şey de öğreniyoruz. Bize çok şey öğretiyor, zorla öğretiyorlar. Öyle bir durum var yani. Koşullar bize zorla bir şeyler dayatıyor aslında. Artık o bizim kendi yeteneğimiz. Zaman içerisinde neler yapabileceğimizi neler edebileceğimizi ortaya kayacağız. Sonuçta işçilerin hakları söz konusu olunca MESS, patronlar, hükümet şuyu buyu hepsi düşünceleri, ideolojileri, milletleri, cinsleri ne olursa olsun fark etmiyor bir an için birleşebildiklerini gördük. Yeter ki patronun çıkarı söz konusu olsun. İşçinin, çalışanın, alınteri dökenin, haram lokma yemeyenlerin hiçbir değeri yok. Çünkü asıl sermaye o. O önemli. Sen hiç bir şey ifade etmiyorsun onun gözünde. Sadece seçim dönemi geldiği zaman oy deposu olarak görülüyoruz. Seni de, beni de öyle güzel bir şekilde allayıp pulluyorlar ki, işte hainler, ajanlar, vatan hainleri işte durmadan bu yani. Beynimiz ağrıdı artık. Sürekli aynı çarklar, aynı dümenler. Dediğim gibi tarih bize, koşullar bize sürekli bir şeyler dayatıyor, bizi zorla bir şeye itiyor ve biz bunlardan da ders çıkarmasını da öğreneceğiz, yarın ne yapmamız gerektiğini de öğreniyoruz artık.

Kavel direnişinde ne olmuş,
ne bitmiş Türkiye’de”

-Sendikal işleyiş nasıl olmalı sizce?

Söylediğim gibi işte süreci geri örüyorlar. Şöyle düşünüyorum bir de. O durumda şube başkanı falan filanı oturtturup oraya empati yapmaya çalışıyorum. Diyorum ki ben şube başkanı, genel başkan falan olsaydım ne olurdu. Hani arkadaş ya da sen olsaydın ne olurdu. Valla şimdi zor bir soru bu.

Biz bu süreçte şeyi de öğrendik; Kavel direnişinde ne olmuş, ne bitmiş Türkiye’de. 1963 yılında 173 işçinin Koç Grubu'nun fabrikayı satın almasıyla birlikte ikramiyeleri kaldırılıyor. Bunun üzerine işçiler direnişe geçiyor. İlk önce oturma vs. eylemleri yapılıyor. 5 işçi atılıyor. Bunlar da sendika temsilcileri ve Maden-İş’in şube başkanı. Arkasından işçiler daha geniş çaplı eylemler yapmaya başlıyor, bu sefer 10 işçi daha işten atılıyor. Ama işçiler durmuyor eylem yapmaya devam ediyor. Yıl 1963, aradan kaç yıl geçmiş ama işçiler hala bildiklerine devam ediyor. Arkasından 10 işçi daha atıyorlar ve işçiler bir şekilde birbirlerine kenetleniyorlar. Ülkede grev kanunu yok. Anayasada öyle bir kanun yok o dönem. Ve bu işçiler greve çıkıyorlar. Büyük bir yankı uyandırıyorlar toplumda. O dönem çalışma bakanı Bülent Ecevit. Ama Bülent Ecevit kalkıp insanlara vermemiş bu hakkı. Orada dayatmış, kim dayatmış işçiler dayatmış. Sonunda bu ülkede grev hakkı getirmişler. Anayasaya hak olarak 173 işçi koydurmuşlar bu hakkı. Şimdi yıl olmuş 2015. Biz kuzu kuzu 2 yıllık sözleşme hakkımızı 3 yıla çıkarttık. Elimizdeki en büyük haklardan bir tanesini biz geri verdik.

Şimdi sendikal anlayışta şu egemen olmamalı: Kimsenin burnu kanamasın. Bizim temsilciler diyor ki kimsenin burnu kanamasın. Böyle bir şey var mı? Kendi tarihine bak! Kendi oturduğun sendikanın geçmişine bak. Kimsenin burnu kanamamış olsaydı sen bugün orada olmazdın, bu sendika da olmazdı. Hakikaten de böyle bir durum var. Geçmişte konuşuluyor işte 6 ikramiye varmış, üretim primi varmış şu varmış bu varmış falan. Geldiğimiz nokta ne. Kimsenin burnu kanamadığı için hiçbir şey yok ortada. Ama 6 ikramiye alırken, üretim primi alırken emin ol bir kavga gerçekleşmiş. İki taraf arasında, işçilerle patronlar arasında ya da neyse artık bir kavga gerçekleşmiş. O kavga gerçekleşmeden de sen bir gıdım hak alamazsın, vermiyorlar. Çünkü biz yaşadık. Biz 4 senedir 1. Gruba çakılmaya çalışıyoruz, alamıyoruz. Niye? Biz 5 senedir bayramlarda çalışmıyoruz. Niye? 300-400 ikramiye alabilmek için alamıyoruz. Çok zor bir iş bu. Biz bayramda çalışmıyoruz ama bayramda gelsem 80-90 lira günlüğünü verecek örneğin. Dışarıdan 150 liraya müteahhit adam getiriyor. Şakır şakır para dağıtıyor. Ama sana, bana vermiyor, niye bir hak kazanma diye. Baştemsilci ya da 4 temsilci kalkıp fabrikanın, işçilerin geleceğini belirlememeli. Komisyonun dışında asalım, keselim denmemesi gerekiyor.

Bir komisyon kurulur, karar alır. Komisyonun kararı etrafında harekete geçilir. Komisyonun almamış olduğu, desteklemediği kararı hiçbir şekilde hayata geçirmemek gerekiyor. Baştemsilci de, temsilciler de o komisyonun sözcüsü olması gerekiyor. Komisyonun alacağı karar neyse onu uygulaması gerekiyor. Olması gereken bu, doğrusu bu. Bir komisyon olacak. O komisyonda fabrikanın değişik noktalarından, bölümlerinden işçilerin sözcüsü olacak. Bu komisyon da bütün işçilerin temsilcisi olacak. Bir kişinin vicdanıyla, ağzıyla, kafasıyla bilmem neyle bu iş yürümeyecek. Bir kişiyle olmaması gerektiğini öğrendik. Yoksa biz her dönem gerileyeceğiz. Var olan üç-beş hak varsa onlar da elimizden gitmiş olacak.

Sarkuysan işçisi: Birleşik Metal sürece güçlü girdi. İşçiler süreç içerisinde görevini yaptı. Sandıklarda ezici bir şekilde kazandı. Grevin yasaklanmasının ardından mücadeleye karşı zaafiyeti olanlar, işçilerin karşısına yasaları çıkararak geri adım attırmaya çalıştı. B planı olmayan bir örgüt dağılır. Nitekim öyle de oldu. 1 Şubat’ta işbaşı yapılması ile işçiler açısından bir soğuma dönemi yaşandı. Fabrikada belli yönleri ile mücadele devam ediyor. Mesailer kesinlikle yok, üretimle oynanıyor sonuçta. Ancak buna karşılık baskılar da artıyor. Bu baskıya karşı ne kadar göğüs gerilir bilinmez. Mesaiye bel bağlayıp borçlanan işçiler karar gereği 5 aydır mesai yapmıyor. Şimdi farklarla, Mart zammı ile bunu kapatmayı hedefliyor. Sürecin, mücadele hattının net ilan edilmemesi, olmaması, açıklamaların net, şeffaf olmaması ile işçilerin mücadele ruhunu elinden aldılar. Şimdi bunları aşmak ve yeniden aynı sorunlarla, dağınıklılıkla karşı karşıya kalmamak gibi bir sorumlulukla yüz yüzeyiz.

Kızıl Bayrak / Gebze

 

 

 

 

MESS saldırıya geçti

 

Metal patronlarının örgütü MESS’i, grevin AKP eliyle yasaklanması da kesmedi. Grevin yasaklanmasının ardından fabrikalarda işten atma saldırısının startı Eskişehir’de kurulu Doruk Ev Gereçleri fabrikasında verildi. Fabrikada Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi 30 işçi işten atıldı.

Grup TİS kapsamındaki Süsler Grubu’na bağlı fabrikada 17 Şubat sabahı vardiyaya gelen işçiler kartlarının okunmadığını görünce işten atıldıklarını öğrendiler. İşten atılan arkadaşlarının geri alınmasını isteyen işçiler ise fabrikaya kapanarak eylem başlattı.

İşçilerin bir süre sonra eylemlerini sona erdirdiği, Birleşik Metal-İş yönetimi ile patron arasında yapılacak görüşmeye göre tavır belirleyecekleri öğrenildi.

MESS dayatmalarına karşı başlatılan ve Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklanan grev kapsamında Doruk Ev Gereçleri Fabrikası’nda 19 Şubat’ta greve çıkılacaktı.

 

 

 

 

Grev yasağı hakkında savunma istendi

 

29 Ocak’ta başlayan metal grevinin iki ay ertelenmesine ilişkin Danıştay’a başvuran Birleşik Metal-İş yönetimi sürece ilişkin bilgi verdi.

Sendikanın aktardığına göre 2 Şubat’ta açılan yürütmenin durdurulması davası için Danıştay, hükümetten “Milli güvenliği bozucu hususlar nelerdir?” sorusuna yanıt istedi.

Danıştay 10. Dairesi’nin istemi hakkında şunlar ifade edildi: “Danıştay 10. Dairesi, 9 Şubat tarihli ara kararında Başbakanlıktan, ‘Davacı sendika tarafından uygulanmakta olan ve uygulamaya konulacak grevlerin ‘milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu’nun nasıl ve ne şekilde belirlendiği, milli güvenliği bozucu hususların neler olduğunun açık ve tereddüte yer bırakmayacak şekilde açıklanmasının istenmesine’ karar verdi. Davalı idare konumundaki Başbakanlık’ın savunma verme süresini 30 gün yerine 10 gün olarak belirleyen Danıştay 10. Dairesi, ara kararı Başbakanlığa 11 Şubat tarihinde memur marifetiyle tebliğ etti. Danıştay 10. Dairesi, ara kararında yürütmenin durdurulması isteminin, Başbakanlık’tan cevabın alınması veya 10 günlük cevap verme süresinin tamamlanmasından sonra inceleneceğini kararlaştırdı.”

 

 

 

 

SİDEMİR işçilerinin eylemi sürüyor

 

3 aylık ücretlerinin verilmemesi karşısında Sivas Demir Çelik İşletmeleri’nde (SİDEMİR) çalışan yüzlerce işçinin eylemleri sürüyor.

İşçilerin 12 Şubat’ta kent meydanında gerçekleştirecekleri eylem Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun geleceği bahanesiyle Çelik-İş Sendikası tarafından engellendi.

Ancak işçiler 13 Şubat’ta AKP İl Kongresi’ne katılmak için Sivasa giden Davutoğlu’nu protesto ettiler.

İşçiler 17 Şubat’ta da kent meydanında eylemlerine devam ettiler. Aylardır gasp edilen ücretlerinin bir an önce ödenmesini isteyen işçiler adına basın açıklaması yapan Çelik-İş İşyeri Temsilcisi Yılmaz Çetin, şu ifadeleri kullandı: “15 gündür eylemimiz devam etmektedir. Sendika 3 Mart’ta genel grev kararı almıştır. Bu genel grevde de eylemlerimiz devam edecektir. Biz kamuoyundan destek bekliyoruz. Büyük yürüyüş yapmayı düşünüyoruz orada da halkımızdan destek bekliyoruz.”

İşçiler basın açıklamasının ardından Özgecan Aslan’ın katledilmesini kınayarak “Kadına uzanan eller kırılsın!” sloganını attılar ve Özgecan için saygı duruşunda bulundular.

İşçiler 18 Şubat’ta da kent meydanında eylemlerini sürdürdüler. Eylemde konuşan işyeri temsilcisi Yılmaz Çetin, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüştüklerini ve kendileri ile ilgilenileceğine dair söz aldıklarını belirterek, “Ancak bizim yarını beklemeye gücümüz kalmadı. Artık eylemlerimiz şekil değiştirmeye başladı. Arkadaşlarımızı durduramıyoruz” dedi.

Açıklamadan sonra İnönü Bulvarı üzerinde yürümek isteyen işçiler ve yürüyüşü engellemeye çalışan polisler arasında kısa süreli bir arbede yaşandı. Ardından işçiler bir süre bulvar üzerinde yürüdüler.

 
§