13 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/02

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfının gündeminde örgütlenme, dayanışma ve birleşik mücadele olmalıdır!
Anayasa tartışmaları yeniden ısıtılıyor!
Esenyurt’taki Roboski protestosuna tutuklama terörü!
Karadağ cinayeti davası: Polis vuruyor, mahkeme koruyor!
Faşist baskı ve terör
sökmeyecek!/ BDSP
"Aktif taşeronluk sürecek” mesaji
Cuntanın iddianamesinden saçılanlar..
Kölelik saldırıları kapıda!
Sendika yöneticileri taşeron sistemini değerlendirdi..
İşçi düşmanı CHP’ye işçi protestosu..
Karayolları işçileri özelleştirme kıskacında
Gerede’de deri işçileri ayakta!
ELTA’da kararlılık kazandı!
TTB MK üyesi Dr. Osman Öztürk ile sağlıkta dönüşüm üzerine konuştuk…
Emperyalistlerle suç ortaklığı rejimin açmazlarını derinleştiriyor!
Kapitalizm para ve dolandırıcılık demektir!.
Tutuklu öğrencilerle
dayanışma eylemi
Hacettepe’de rektörle görüşme...
Yerel işçi bültenleri:
Sömürü ve köleliğe paydos!
Karl Liebknecht - Rosa Luxemburg
Neonazi cinayetlerine dur de!
1905 Devrimi ve
Sovyetler... - V.Yaraşır
Alaattin yoldaşın anısına
Boyun eğmemenin adı: “Molly Maguires”
“Yaman çelişki”...
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm para ve dolandırıcılık demektir!

Rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık, skandallar, devletle mafyanın iç içeliği, tüm bunlar sadece geri ülkelerin değil, bu bakımdan ilk akla gelen İtalya başta gelmek üzere istisnasız tüm gelişmiş zengin Avrupa’nın da yadsınmaz bir gerçeğidir. O kadar ki, Avrupa’da da siyasal yaşam sürekli bir bunalım ve kokuşmuşluk içindedir. Kapitalizme özgü bu kokuşmuşluğun bugünkü durağı ise zengin kıta Avrupası’nın zengin ülkesi Almanya’dır.

Bilindiği gibi Almanya, bir süre önce Savunma Bakanı’nın istifasi ile sonuçlanan skandalı ile çalkalanmıştı. Günümüzde ise, büyük umutlarla işbaşına getirilen Cumhurbaşkanı Christian Wulff skandalı ile çalkalanmaktadır.

Örnek siyasetçilikten dolandırıcılığa...

Alman Cumhurbaşkanı Christian Wilhelm Walter Wulff, uzun süre “skandaldan uzak, temiz bir özgeçmiş, samimi, açık ve dürüst...” örnek bir siyasetçi olarak tanıtıldı. Bir burjuva politikacısı için bundan daha iyi bir referans olamazdı. Nitekim 50 yaşlarında olan Wulff, tam da bu referanstan hareketle muhafazakarların gelecekteki liderlerinden biri olarak gösteriliyordu. Bu pazarlamanın başını çeken medya grubu, CDU’yu da destekleyen gerici basin tekeli Springer grubundan başkası değildi. Belirtmek gerekir ki, ırkçı-gerici bulvar gazetesi “Bild” de bu grubun içindedir ve en çok satan gazetesidir.

Wulf, 2009’da Aşağı Saksonya Eyaleti’nin başbakanıydı. Aynı tarihlerde, 2009’da iflasın eşiğine gelen spor otomobili üreticisi Porsche, bu durumdan VW grubuna dahil edilerek kurtarıldı. VW’nin yönetim kurulunda Aşağı Saksonya Eyaleti’nin de söz hakkı bulunduğundan, Wulff onay vermeseydi anlaşma gerçekleşmeyecekti. Onay vererek uçurumdan kurtardığı Porsche’nin de iş yaptığı banka olan LBBW daha sonra Wulff’a çok ucuz kredi verdi. Wulff, bu kredi için normal müşterilere uygulunan faizden çok daha düşük, 0,9 ile 2,1 arasında bir faiz ödeyecekti.

“Skandaldan uzak, temiz bir özgeçmiş, samimi, açık ve dürüst...” olarak Springer grubunun pazarlandığı dönemde Wulff, bir kapitalistden de 500 bin avro almıştı. Üstüne üstlük 2010 Şubat’ında Aşağı Saksonya Eyalet Parlamentosu’ndaki bir soruşturmada işveren Egon Geerkens ile iş ilişkisi olduğu gerçeğini de gizlemişti. Buna karşın aynı yılın Haziran ayında Wulf muhafazakar-milliyetşilerin adayı olarak, Almanya’nın en genç cumhurbaşkanı seçildi. Bütün bu olup bitinleri diğer basın-yayın organları gibi, ırkçı-gerici Springer grubu da biliyordu. Ne var ki, tümü de o dönem kendi sefil ve kirli ilişkileri gereği Wulff’a övgü düzmeyi ortak bir politika yaptılar.

Geçen yılın sonlarına doğru durum birden değişiverdi. Daha önce Wulff’a övgüler yagdıran Bild gazetesi ne hikmetse onu teşhir tahtasına çiviledi. Springer grubu milliyetçi-muhafazakarlar içerisindeki tercihini değiştirerek, Wulff’un yükselişine karşı tavır aldı ve elindeki belgeleri açıklamaya başladı. Wulff da boş durmadı, işgal ettiği makamın kendisine sağladığı ayrıcalığı kullanarak, Springer grubunu susturmaya çalıştı. Gerici-milliyetçi Springer tekeli ise, “basın özgürlüğü” silahına sarılarak ve sahip olduğu mali üstünlüğe de dayanarak Wulff’u dize getirmeye çalıştı. Bu tümüyle kirli çıkarlara dayalı olan çatışma devam ediyor.

Muhalefet Wulff sorununu hükümet krizine çevirmeye çalışıyor!

7 Ocak günü, Berlin’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önünde bir gösteri düzenleyen göstericiler Wulff’u protesto etiler. 2008 yılında Iraklı bir gazetecinin dönemin ABD Başkanı George W. Bush’a ayakkabı fırlatması olayından esinlenen göstericiler, cumhurbaşkanlığı konutuna doğru dönerek ayakkabılarını salladılar. “Wulff eve dön!”, “Wulff gitmeli!” yazılı pankartlar taşıdılar.

Yükselen tepkileri hanesine yazmaya amaçlayan (SPD) Sosyal Demokrat Parti’nin Genel Sekreteri Andrea Nahles, ne olursa olsun görevde kalmaya çalışmanın kabul edilemez bir tutum olduğunu vurgulayarak, Wulff’un istifasının zorunlu olduğunu ileri sürdü. Bununla da kalmadı, bu durumda Almanya’da genel seçime gidilmesini de istedi. Andrea Nahles “Wulff’un istifa etmesi halinde Angela Merkel’in seçmenlerin güvenoyunu alması gerekir. Bence Merkel tam olarak da bu nedenle Wulff meselesi hakkında konuşmaktan çekiniyor” diyordu. Nedir ki, Merkel hükümeti Guttenberg gibi Wulff vakasını da bir hükümet krizi yaşamadan atlamak istiyor. Dahası, Springer grubu da dahil, Alman tekellerinin gündeminde şimdilik bir erken seçim alternatifi bulunmamaktadır. Tam tersine, AB’de ağırlığını artıran Alman tekelleri, bu olayı milliyetçi-gerici Springer grubunun bayraktarlığında, bizzat kendi bilgi ve denetiminde gercekleştirilen neo-nazi cinayetlerini unutturmanın, Avrupa Birliği’ne karşı işçi ve emekçiler içinde yükselen tepkileri etkisizleştirilmenin imkanına çevirmek istiyor. Bu arada, Wulff ile Springer gurubu arasındaki it dalaşını basın özgürlüğünün ve Alman demokrasisinin güzide bir örneği olarak yutturmaya çalışıyorlar. Kısacası, Alman tekelleri Aralık 2011 zirvesinde Merkel-Sarkozy ikilisiyle AB içinde bir üstünlük kurdu. Rakibi olan İngiliz tekellerinin manevralarına karşı boğuşurken bir hükümet değişikliği işlerine gelmemektedir.

Her şeyin alınıp satıldığı, kullanım süresi dolunca bir kenara atıldığı kapitalist tüketim toplumunun en gelişkin örneğini sunan Almanya’da, tekeller için esas olan kendi sefil ve kirli çıkarları ve sistemin geleceğidir. Sistemi zorda bırakacak olanların geçmiş hizmetlerine bakılmadan bir kenara atılmaları tekellerin değişmez kurallarıdır.

Eyalet başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı gibi sistemin en göz kamaştırıcı makamlarını işgal edenlerin birkaç yüzbin Avro’luk akçeye kendilerini pazarlamaları, sahtekarlık yapmaya kadar düşmeleri ise, bu yöneticilerin iğrenç yüzünü açığa çıkartan kapitalist toplumdaki tipik olaylar zincirinin küçük halkalarıdır sadece.

Ve nihayet, hatırlanacağı üzere, bir Junker derebeyi aileden gelen “Dr”, titrini de sahtekarlıkla alan eski savaş bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg de aynı basın tarafından yapılan anketlerde en çok sevilen hükümet üyesi olarak gösteriliyordu. Ancak 2011’in başlarında dolandırıcılığı basına sızdırılan Guttenberg istifa etmek zorunda kaldı. Tüm rezaletlerini arkada bırakarak ABD’ye yerleşti. Merkel’in desteğine karşın Wulff’u da aynı akibet bekliyor.

 

 

 

“Özgürlükler tabutta!”

ABD vatandaşlarının “terör” adı altında işlenen suçlar sonucu ABD topraklarında yakalanıp Guantanamo’da süresiz tutuklu kalmasının önünü açacak Ulusal Savunma Yetki Yasası (National Defense Authorization Act) 8 Ocak günü New York sokaklarında tabutlarla protesto edildi.

Obama’nın sözkonusu yasayı imzalamasıyla, ülkede anayasal hakların tabuta konduğuna ilişkin konuşmalar yapan göstericiler, eylemlerinde simgesel bir siyah tabut taşıdı. Simgesel tabutu, New York Borsası’nın işlem gördüğü Wall Street üzerinde bulunan ilk ABD Başkanı George Washington’un heykeli önüne bırakan göstericiler daha sonra sloganlar eşliğinde tabutu New York sokaklarında dolaştırdı.

 

 

 

Fransa’da polis terörü protestosu...

31 Aralık 2011 tarihinde bir alışveriş merkezinde yaka paça gözaltına alınan ve götürüldüğü polis merkezinde şiddete uğrayan 30 yaşındaki Wissam El-Yamini’nin kalp krizi geçirerek komaya girmesi kentteki emekçilerin öfkesine neden olmuştu. Polislerin “Wissam El Yamani polis merkezine götürülürken kalp krizi geçirdi” açıklamalarına da tepki gösteren eylemciler kent genelinde çok sayıda aracı ateşe vermişti.

Polis terörünü protesto eylemleri 8 Ocak günü Clermont-Ferrand Polis Merkezi’ne yapılan yürüyüşle devam etti. 500’ün üzerinde kişinin katıldığı sessiz yürüyüşün ardından oturma eylemi yapılırken, polis şiddetinin son bulması ve Wissam’ın ölümüne neden olanların yargılanmaları talep edildi.