09 Ekim 2009
Sayı: SİKB 2009/39

  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist haydutlara karşı
militan çıkış ve anlamı
 Emperyalist haydutlara duyulan öfkeyi hiçbir şey dindiremeyecektir!
Sefaleti yaratanlar, sefaleti anlattı
Erdoğan’ın yalana dayalı
sahte açılımları
İstanbul’da İMF-DB karşıtı eylem ve etkinliklerden.
  Sınıf devrimcilerinin İMF-DB karşıtı faaliyet ve eylemlerinden
  Antiemperyalist gençler alanlardaydı
  “Açılım” gölgesinde DTP kongresi
  Dokunulmazlık DTP vekillerine işlemiyor
  “Demokrasinin sınırlarını genişletme” programı
  Metal İşçileri Kurultayı’na çok yönlü bir hazırlıkla yürüyoruz!
  Sınıf hareketinden
  Cesur Ambalaj işçisi üretimi
durdurdu!
  Çin yönetimi, devrimin 60. yıldönümünde güç gösterisi yaptı.
  Yunanistan’da erken genel seçimler
  “Savaş suçlusu” İsrail’i koruyan ABD’ye Mahmud Abbas yönetiminden destek
  Afganistan bataklığına 1700 Türk askeri gönderiliyor!
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden.
  Güney tezkeresi - M. Can Yüce
  Devlet katillerini koruyor!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Afganistan bataklığına
1700 Türk askeri gönderiliyor!

Afganistan’ın emperyalist işgalciler için bir bataklığa dönüştüğü artık kimse için bir sır değil. Gelinen yerde bu bataklıkta boğulma korkusuna kapılmış bulunan savaş aygıtı NATO’nun şefleri, muharip güç takviyesi yapılması yönündeki çağrılarını tekrarlayıp duruyorlar. Zira Afganistan bataklığında boğulmanın, diğer bir ifadeyle işgale komuta eden NATO’nun bu ülkede yenilgiye uğramasının yaratabileceği sonuçlar, şimdiden kapitalist barbarlık rejiminin efendilerinin huzurunu kaçırmaktadır.

Afganistan’da işgalcilerin karşılaştığı sorunların giderek derinleşmesi huzursuzluğun temelli bir nedene dayandığını gösteriyor. İşgalcilerin sorunları derinleşirken ABD dışındaki emperyalist güçlerin hiçbiri Afganistan’a muharip güç göndermeye hevesli değil. Kerhen de olsa asker gönderen Almanya, İngiltere gibi ülkeler ise, son dönemde kendini hissettiren işgal karşıtı tepkilerin bakısı altındalar. Bir günde 8 ABD askerinin ölmesi örneğinde görüldüğü üzere NATO komutasındaki işgalci güçlerin kayıplarındaki artış ise, gayrimeşru, vahşi işgale karşı biriken tepkinin yaygınlaşmasını kaçınılmaz kılıyor.

İşgal açmazını Bush’tan devralan Barack Obama yönetiminin Afganistan bataklığından çıkış yolu arayışı, gündemin ilk sıralarına yerleşmiş bulunuyor. Washington’daki savaş baronları ile akıl hocaları bu konuda yoğun mesai yaparken, ufukta bir çıkış yolu bulduklarına dair belirtilere henüz rastlanmadı. Emperyalist hegemonya açısından özel önem biçtikleri Afganistan’dan çıkmak istemeyen emperyalist güçler, bu ülkede hayal ettikleri düzeni sağlamanın ise, mümkün olmadığını itiraf etmeye başladılar. Savaşı yaygınlaştırmak dışında bir çıkış yolu bulmaktan uzak duran ABD ile suç ortakları, Afganistan’a ek kuvvet göndermenin yarar mı, zarar mı sağlayacağı konusunda bir netlik sağlamakta güçlük çekiyorlar.

Londra’da katıldığı bir toplantıda işgalle ilgili bir konuşma yapan Afganistan’daki ABD ve NATO askerlerinin komutanı, ABD’li General Stanley McChrystal, Afganistan’daki isyanın büyüdüğünü ve buradaki askeri harekatın başarısının garanti edilemeyeceğini teslim etti. Afganistan’daki durumu “ciddi” olarak niteleyen işgalci güçlerin şefi, “Ne başarı ne de başarısızlık kesin olarak öngörülebilir” dedi.

Bu general daha önce “fazla asker gönderilmesini de içeren önemli bir strateji değişikliği olmazsa Afganistan’da büyük olasılıkla başarısız olunacağını” söylemiş, işgal güçlerine 30-40 bin asker daha eklenmesi gerektiğini savunmuştu.

Olası bir fiyaskonun işgal güçleri komutanları tarafından dile getirildiği gözönüne alındığında, önümüzdeki dönemde savaşı derinleştirme eğiliminin daha ağır basması yüksek ihtimaldir. Bu ise, işgal ordularının daha fazla yıkıma daha kitlesel katliamlara hazırlandıklarına işaret ediyor.

Afganistan işgalinde hal böyleyken, Türk egemenlerinin bu ülkeye 1700 asker göndermeye hazırlanması, pek akıl kârı görünmemektedir. Oysa emperyalist güç odaklarının, özellikle ABD’nin aktif taşeronluğuna hevesli olmak, bu tür bataklıklara asker göndermeyi kaçınılmaz kılıyor. Zira dünyayı yağmalayan emperyalist güçlerin, işbirlikçilere karşılıksız kırıntı vermesi görülmüş şey değil. Hem bunun bilincinde olan hem palazlandığı ölçüde yağmadan aldığı payı büyütmeye heveslenen Türk egemen sınıfları ve onların devleti, ek kuvvet gönderme kararı alarak bu konuda ne denli pervasız olduklarını göstermiş oldular.

“Yurtta sulh, cihanda sulh” nakaratını tekrarlayıp duranlar, ülkesi harap edilmiş, ezilen yoksul bir halkın katledilmesine ortak olmakta sakınca görmüyorlar. Görmeleri de beklenemez. Zira burjuvazi ile onun sınıf çıkarlarını koruyan devlet aygıtı yağmacı olduğu kadar katliamcıdır aynı zamanda. İçeride işçi ve emekçilere, devrimci harekete, Kürt halkına karşı zor kullananlar, emperyalistlerin etkin taşeronluğunu üstlenerek, ezilen halklara karşı işlenen ağır suçlara ortak olmaktadırlar.

Washington’ın savaş baronlarını bile açmaza sürükleyen Afganistan bataklığına asker göndermeye hazırlanan Türk egemen sınıflarının gözü iyice dönmüş görünüyor. İç politikayı da ABD’nin bölgede kurmak istediği yeni dengeye göre endeksleyen Ankara’daki işbirlikçilerin, “etkin taşeron” olabilmek adına herkesin uzaklaşmaya çalıştığı bataklığa dalmaya hazırlanıyorlar. Öyle ki, sözü dolandırmadan “Kürt açılımı” taktiğini, “bölgesel güç dengelerinde etkin bir rol oynayabilmek için atılması kaçınılmaz olan zorunlu bir adım” şeklinde tanımlıyorlar.

Sermaye kodamanlarının heveslerini ele veren bu gerici zihniyet, ülkede estirilen devlet terörüne paralel olarak, ezilen halklara karşı emperyalist zorbalar adına sürdürülen tetikçilik faaliyetlerinin de yeni bir boyuta taşınmak istendiğini kanıtlıyor.

Antiemperyalist/anti-siyonist mücadele yürüten güçler, ABD-İsrail ikilisiyle giriştiği suç ortaklığının alanını genişleten Türk egemen sınıfları ile onların gerici rejimini de hedef almak durumundadırlar.

 

 

 

 

BM raporundan yansıyanlar...

Artan yoksulluk ve yoksunluk!

1990 yılından beri her yıl “daha kapsamlı bir refah tanımı elde edebilmek” iddiasıyla İnsani Gelişme Raporu hazırlayan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) “2009 İnsani Gelişme Endeksi”ni geçtiğimiz günlerde yayınladı.

BM gibi emperyalist ülkelerin denetiminde olan bir kurumun hazırladığı rapor dahi insanlığın içinde bulunduğu duruma ayna tutuyor. Raporda, kapitalizmin küresel krizinin insanlığı daha fazla yıkıma sürüklediği son bir yıl içerisinde özellikle yoksul ülkelerdeki gerilemeye dikkat çekiliyor. Raporda zengin ve yoksul ülkeler arasındaki uçurumun daha da büyüdüğü, özellikle 182 ülkede “insani gelişimin” dengesiz bir ilerleme sağladığı ifade ediliyor.

Gayri safi yurtiçi hasılanın yanısıra doğumda beklenen ortalama ömür, yetişkinlerde okuryazarlık oranı, brüt okullaşma oranı, yoksulluk, cinsiyet eşitliği vb. göstergeleri ele alan UNDP, son raporunda Türkiye’yi “insani gelişmişlik” açısından 79. sıraya yerleştirmiş bulunuyor. Türkiye İnsani Yoksulluk Endeksi’nde ise 135 ülke içinde 40. Endekse göre Türkiye, 40 yaş öncesi ölüm oranında 50., okur-yazar olmayan yetişkinlerin genel nüfusa oranında 77. İyileştirilmiş bir su kaynağına erişemeyen insanların oranı sıralamasında da 3. ve Ekvador, Bahreyn gibi ülkelerin gerisinde bulunuyor.

Rapor, Türkiye’nin bir önceki yıla göre 3 sıra gerilediğini söylemesine rağmen aynı zamanda yetişkinlerde okur-yazarlık ve okullaşma oranlarının yüzde 23, satın alma gücü paritesine göre uyarlanmış kişi başına düşen gayrı safi yurtiçi hasılanın ise yüzde 100 arttığını, temel insani gelişme göstergelerinde son 27 yıldır tutarlı bir şekilde ilerlediğini belirtiyor.

İleri sürülen veriler, raporun gerçeği yansıtmaktan uzak olduğunu ve emperyalist kurumların “insani gelişmişlikten” ne anladığını somut olarak gösteriyor. Her geçen gün işsizliğin arttığı, sağlık hakkına ulaşmanın gün geçtikçe engellendiği, parası olanın sağlık hakkından faydalandığı, kentsel dönüşüm adı altında barınma hakkının gaspedildiği, en temel insan hakkı olan eğitimin engellendiği, dahası artan işsizlikle birlikte temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan ücretten yoksun kalındığı bir ülkede “insani gelişim”den bahsetmek sözkonusu değildir.

Kadınların durumu her geçen gün geriliyor!

Rapor aynı zamanda “Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi” (GEM) verilerine de yer veriyor. Türkiye, bu alanda Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin de gerisinde kalarak 109 ülke arasında 101. sırada yeralıyor.

GEM kadınların ekonomik ve politik hayata aktif katılımı ve bunun gücüne dair göstergelere bakılarak hesaplanıyor. GEM’e ilk kez 1995 raporunda yer verilmişti. Bu yılki raporda Türkiye; Pakistan ve Ermenistan’ın altında 101. sırada yeralırken, Türkiye’yi Azerbaycan ve İran izliyor.

Raporda bir nebze de olsa gerçekliği yansıtan tablo kadınların durumuna ilişkin verilerdir. Kadınların ekonomik ve toplumsal yaşama katılımı gün geçtikçe gerilemektedir. Kapitalizmin krizi, kadınların bugüne kadar ki kazanılmış haklarını bile elinden alan, kadını eve hapseden, kadın emeğini daha da değersizleştiren sonuçlar yaratmaktadır.

Ancak gelişim kendi içinde bir bütünlük taşımalıdır. Gayri safi milli hasılada, okur-yazarlıkta vb. bir gelişimden bahsedilirken, kadınlara ilişkin tam tersi bir söylemde bulunulması raporun kendi içindeki çelişkisini ifade etmektedir.

BM’nin, “insani gelişim” adına hazırladığı raporlar, yaptığı açıklamalar toplumsal gelişim açısından herhangi bir değişimi ifade etmiyor. Zira söz konusu olan durumu tespit etmek değil değiştirmektir. Çözüm önerilerinden uzak bir şekilde mevcut tablonun fotoğrafını çekmek kendi içinde bir şey ifade etmemektedir.

Bu tabloyu değiştirecek güç emperyalistlerin denetiminde olan BM gibi örgütler ya da ona bağlı çalışan “insani yardım” kuruluşları değil, toplumsal mücadeledir, emekçilerin örgütlü gücüdür.