28 Ağustos 2009
Sayı: SİKB 2009/33

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin “Kürt açılımı” açmazda!
  “Demokratik açılım” tartışmaları Kürt halkına saldırılar eşliğinde sürüyor!
  Emperyalist-kapitalist sistemin haydutları 1-7 Ekim’de Türkiye’ye geliyor.
  Haksız savaşların kiri silinemiyor
Sosyal yıkım saldırılarına
karşı mücadeleye!
Sermaye düzeninin
kolladığı iki katil!
Asemat’ta eylem, Asil Çelik’te
açlık grevi..!
Entes direnişinden
  İşçi ve emekçi hareketinden .
  Sermaye düzeninin Kürt sorununda tarihi çözümsüzlüğü
  Bir sendikalaşma deneyiminin gösterdikleri.
  3. köprü projesi: Yeni bir talan ve
çevre katliamı
  Afganistan’da seçim oyunu
  CIA’ya işkence soruşturması
  İlaç tekelleri insan yaşamını
hiçe sayıyorlar
  “Açılımlar” ve devrimci yurtsever
tutum üzerine
  Din tacirlerinin Ramazan’dan yansıyan görüntüleri
  Bültenlerdern.
  Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!
  Sincan Kadın Hapishanesi’nden
mektup
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermayeye hizmette sınır tanımayan sendikal korucular!

İşçilerle ilgili verilecek her önemli kararda bürokrat sendikacılar, işçilere hitap ederken, işçilikten geldiklerini ve geçmişlerini unutmadıklarını dile getirerek göz boyamaya çalışırlar. Bu tipik bir bürokrat sendikacı tavrıdır. İSDEMİR’in satışından pay alma yoluna giden Çelik-İş Sendikası’nın işçi satıcılarından maden işçilerinin ayağa kalkışını frenleyen Şemsi Denizer’e, Tuzla cehenneminde “amacımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek” söylemiyle GİSBİR ile beraber yürüyen Dok Gemi-İş Sendikası’nın tepesindeki Necip Nalbantoğlu’dan Bayram Meral’e ve Mustafa Kumlu’ya kadar herkes işçinin gözünü boyamayı iyi bilmiştir. Güya hepsi “işçi”, hepsi “emekçi”, hepsi “dava arkadaşı”dır!

Oysa, en özlü ifadeyle söylersek, tüm bunlar birer işçi satıcısıdır. Çünkü onlar işçi ve emekçilere yönelik saldırıların merkezinde duranlardır. İşçi ve emekçilerde biriken öfkeyi boşaltarak sermayeye hizmet etmektedirler. Kuşkusuz burada hedefimiz kendi başına tek tek sendika bürokratları değil. Burada yerleşmiş bir bürokratik mekanizmadan bahsediyoruz. Bu mekanizma öylesine yerleşiktir ki, işçilerin sırtında bir kambur gibidir. Sendika bürokratları işçi sınıfının ekonomik haklarını savunmanın yanı sıra “sınıf bilinci”ni ve dolayısıyla sınıf siyasetini emekçilere taşımak yerine, çoğu zaman burjuva partilerle omuz omuza vererek düzene eklemlemek görevini layıkıyla yerine getirmek yönünde çaba sarfetmişlerdir. Bu çerçevede tek bir hain üzerinden sendikaların ihanetinin derinliğini rahat bir şekilde görebiliriz.

 “Ergenekon” davasında 3. iddianame açıklandı. Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Mustafa Özbek’in icraatları  3. iddianamede geniş bir yer kaplıyor. 35 yıldır sendikanın tepesinde bulunan Mustafa Özbek, sendika ve dolayısıyla işçi sömürüsü üzerinden elde ettiği servetiyle çokça konuşuluyor. İşçi sömürüsünün yanı sıra mafyavari tutumuyla önplana çıkan Özbek’in serveti neredeyse TÜSİAD üyeleriyle eşdeğer. Sömürü ve saltanattaki bu sınırsızlık bugün operasyonu yürüten burjuvazi tarafından sınırlandırılsa da, saçılan pislikler, kapitalist sömürü mekanizmasının Özbek kanadının uçsuz-bucaksız bir özgürlüğe sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Bu özgürlük işçi sınıfına ihanetin, sermayeye derinlemesine hizmetin kazanımıdır.

Oysa Mustafa Özbek de “işçilik”ten gelmeydi. 1957 yılında Kırıkkale Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu bölge müdürlüğü Cer atölyesinde “lokomotif ve dizel tamircisi” olarak işe başlamıştı. Alparslan Türkeş’e düşünsel olarak yakın duruyordu. ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda gelişen ve güçlenen devrimci hareketin karşısında durdu. Devlet terörünün birinci dereceden kuklası oldu. Alparslan Türkeş’in oluşturduğu komando okulunda eğitim gördü. Devrimcilerin ve işçi hareketinin ezilmesi için yoğun çabalar harcadı. TARİŞ direnişine faşist militanları saldırttı. Bir süre sonra Kırıkkale MHP Başkanlığı’na getirildi. 1971 yılında Türk-İş Sendikası’na bağlı Türk Metal Sendikası ile ilişkiye geçti. 4 yıl gibi kısa bir süre sonra sendikanın genel başkanlığına seçildi. Kuşkusuz bu ve bundan sonraki “yükseliş” sermaye devletinden bağımsız değildi. Hükümete her gelenle “sıcak” ilişkiler kurdu. Demirel’den Çiller’den Bahçeli’ye ve Ağar’a kadar herkesle ilişki içerisindeydi. Dolayısıyla bu kişilerin kirli ilişkiler ağının da içerisindeydi. Sınıf mücadelesinde stratejik bir yer tutan metal işçisinin bütün mücadele dinamiklerini yok ederek dalgakıran işlevi gören Özbek’in bu marifetleri sınırları da aştı. Doğu Bloku’nun çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından başta Türki cumhuriyetler olmak üzere 21 Avrasya ülkesiyle sendikal temasa geçti ve Avrasya Metal İşçileri Federasyonu’nu kurdu. 21 milyon üyesi bulunan bu federasyonun başkanlığına seçildi. Sendikanın tepesinde olduğu süre içerisinde kurduğu vakıflarla gericiliği topluma pompalamanın bir aracı oldu. Metal Sosyal Kültür ve Eğitim Vakfı’nı (METVAK) kurarak sözde işçilerin olan bu vakfı kendi saltanatını sağlamlaştırmanın ve gericilik zehiri kusmanın bir aracı haline getirdi. METVAK, şovenizmi doruk noktasına çıkaran “Mehmetçikle elele” mitinglerine ve kampanyalarına öncülük etti.

ART TV, Avrasya Metal İşçileri Federasyonu, Türk Boyları Federasyonu, TUSAM Araştırma Merkezi, MET-VAK Vakfı kurucusu, Atatürk cumhuriyetini koruma kollama akımının merkezinde durdu. Rauf Denktaş’ın Kıbrıs savunucusu, Kuzey Kıbrıs Türk devleti, Kürt sorunu, irtica ve AB muhalefeti Özbek’in öz gündemiydi. “Türkiyem Topluluğu” kurucusu oldu.

İşçinin karşısına çıktığında sermayeyi asıp kesen, “militanca” konuşan bu hainin sermayeye nasıl hizmet ettiği herkesçe aşikar. 12 Kasım 2008 tarihli sendikanın Genişletilmiş Başkanlar kurulu toplantısında işbirlikçi Özbek şunları söylüyordu: “Vallahi gırtlağınızı sıkarız. Vallahi sizi ümüğünüzden tutar ciyak ciyak bağırtırız. İşçinin iş güvenliği garanti altına alınmalı. Soframıza kan doğramayın. Aksi halde vallahi de, billahi de biz sizin sofranıza kan doğrarız. TÜSİAD, MESS kim varsa hepsine sesleniyorum. Sigortayı attırmayın. Karanlıkta kalırsınız.”

Toplu görüşmeler öncesi yüzde 20 zam istediklerini söyleyen Özbek, yüzde 4’lük zamla masadan kalktı. Uzel işçisinin işini kaybetmesine bizzat aracı oldu. Tuzla’da kurulu bulunan Arçelik Fabrikası’ndan atılan 175 işçi de Özbek haininin eseridir.

Yukarıda çizilen kendi başına bir hainin portresi değildir. Sermaye devletinin işçi sınıfını gerici bir cendereyle nasıl kuşattığının en özlü göstergesidir. 270 bin metal işçisinin nasıl bir girdap içine sokulduğunun göstergesidir. Elbette bu hainin müdahale sınırları sadece 270 bin metal işçisi ile sınırlı değildir. Müdahale tüm işçi ve emekçileredir. Onların ekonomik ve siyasal mücadelesinedir. Fakat metal sektörü burjuvazi için stratejik bir sektördür. Bu sektörü denetim altına almak, bir kafesin içerisinde tutmak her zaman yaşamsaldır. Özbek’in büyümesinin sırrı işte buradadır. Servetinin ölçüsü ihanetinin ölçüsüyle eşdeğerdir. Özbek yeri geliyor JİTEMCİ, yeri geliyor MİTÇİ, yeri geliyor 1000 operasyoncu, yeri geliyor Susurlukçu’dur. Yani sermaye devletinin tam merkezindedir. Özbek’e bakanlar, onu sadece TİS masalarındaki satış sözleşmelerinden değil, aynı zamanda Gazi, Maraş, Çorum, Sivas katliamlarından hatırlamalıdır. Devletin açık ya da gizli örgütlenmelerinin içinde olduğuna göre, bu ve buna benzer katliamların da merkezindedir.

Açığa çıkan bu tabloya ilişkin sendikalardan anlamlı bir tepki yükselmedi. Sendikalar Türk Metal çetesine dönük herhangi bir “ses” çıkarmadı. Bu durumun kastlaşmış bir bürokratik sendikacılıktan ileri geldiğinin ve bu suskunluğun ancak ve ancak güçlü bir taban örgütlenmesiyle kırılabileceğinin farkındayız. Tabandan gelen dalga, hem Türk Metal hainlerini hem de kastlaşmış bürokratik mekanizmayı yerle bir edecektir. Komünistler bu bilinç ve sorumlulukla soruna yaklaşmakta ve bürokrasinin tüm engellerine rağmen bu yönlü pratikler sergilemektedir. 

 

 

 

DİSK: “İşsizlik Fonu’ndan
elinizi çekin!”

DİSK, İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken paranın kullanılmasını protesto etmek için 20 Ağustos günü DİSK Bölge Temsilcilikleri’nin bulunduğu illerde Türkiye İş Kurumu İl Müdürlükleri önlerinde basın açıklaması ve oturma eylemleri gerçekleştirdi.

İstanbul’da oturma eylemi

Türkiye İş Kurumu İstanbul İl Müdürlüğü önünde biraraya gelen 100’ü aşkın DİSK’li basın açıklaması gerçekleştirdi. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi tarafından yapılan açıklamada, TBMM’nin İşsizlik Fonu’nun sermayenin hizmetine sunulmasına ilişkin yasayı “yangından mal kaçırır” gibi meclisin tatilde olduğu bir dönemde çıkardığı ifade edildi.

Açıklama şu sözlerle son buldu: “DİSK, bu fonun amaç dışı kullanılmasına, AKP’nin siyasi öncelikleri için çarçur edilmesine izin vermeyecektir. DİSK yasanın iptali için hukuk süreci dahil her türlü zeminde mücadelesini sürdürecektir. İşçi sınıfının parasına göz diken kriz fırsatçıları amaçlarına ulaşamayacaktır. Bir kez daha hükümeti uyarıyoruz, İşsizlik Fonu’ndan elinizi çekin!”

Basın açıklamasının ardından oturma eylemine geçildi. Eyleme DİSK yöneticileri, DİSK’e bağlı sendikalar ve Sinter Metal işçileri katıldı. Eylem boyunca, “Hükümet yasanı al başına çal!”, “İşsizlik fonu gasp edilemez!”, “Krizin bedeli patronlara!”, “Sinter işçisi köle değildir!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Direniş var yılgınlık yok!” sloganları atıldı.

Eskişehir’de DİSK eylemi

Eskişehir’de İş Bulma Kurumu önünde gerçekleştirilen basın açıklamasının ardından oturma eylemi gerçekleştirildi.

DİSK Bölge Temsilcisi Bayram Kavak tarafından okunan açıklamada İşsizlik Fonu’nun amaç dışı kulanımına izin verilmeyeceği söylendi. Oturma eylemi sırasında yapılan konuşmalarda ise bu yasanın, işsizlik fonunda biriken paranın işçi ve emekçilerin çıkarları doğrultusunda değil, sermayenin ihtiyaçları için harcanmasını kolaylaştıracağına ve bu şekilde hükümetin hangi sınıfın çıkarlarını koruduğunun ortaya çıktığına vurgu yapıldı.

BDSP, DPG, DHF, Genç-Sen, EHP, Halkevleri ve  İHD’nin destek verdiği eyleme yaklaşık 40 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul- Eskişehir