17 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/27

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin açmazlarını daha da büyütmenin yolu emekçilerin mücadele alanına çıkmasından geçiyor!
  Kürt halkına yönelik çok yönlü saldırılar tüm hızıyla sürüyor...
  Doğu Türkistan’da yaşananlar ve
ortalığa saçılan gerçekler!
Sivil ya da askeri, yargı sermayenin yargısıdır!.
Tutuklu BDSP’liler serbest bırakıldı!
Entes direniş güncesi..
  Esenyurt Tekstil İşçileri Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Tez-Koop-İş Genel Eğitim Danışmanı araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...
  Kitap tanıtımı...
Parti Değerlendirmeleri 3-4
  İşte kriz gerçeği: Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul!
  Kürt kadınları cinsel saldırılarla teslim alınmaya çalışılıyor!
  ÖSS’de çekilen sıfırlar eğitim sisteminin içine battığı girdaplardır!
  Gençlik eylemlerinden...
  G-8 zirvesi İtalya’nın L’Aquila kentinde gerçekleştirildi...
  G8 zirvesinde küresel ısınmaya karşı mücadelede sahte uzlaşma…
  Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde çatışma…
  Filistin topraklarını parçalayıp gaspetmenin yeni adı...
  Dünyadan işçi ve emekçi eylemlerinden...
  14 Temmuz, devrimci çizgi direnişçiliğinin bayrağıdır!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşte kriz gerçeği: Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul!

Sınıfa karşı sınıf mücadelesini yükseltelim!

Tayyip Erdoğan “ulusa sesleniş” konuşmasında, “Hükümet olarak bu krizin başladığı ilk günden bugüne kadar iyi bir kriz yönetimi uyguladık” demişti. Böylelikle bir gerçeği de ifade etmişti kuşkusuz. Aslında krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmekte başarılıyız demek istiyordu. Çünkü yaşanan ekonomik kriz, işçiler için yıkıcı etkilerini hızla arttırmaya devam ederken holdingler kârlarına kâr katıyor. Türkiye’nin kapitalistleri bu krizde zengini artan tek ülke olmakla övünüyorlar. Citibank Perakende Bankacılık ve Varlık Yönetimi Bölüm Başkanı Cenk Tabakoğlu bir açıklamasında, kriz döneminde dünyanın diğer bölgelerinde üst gelir grubu sayısı azalırken Türkiye’de ise artış gözlendiğinden bahsediyor.

Yanı sıra, milyonlar yoksulluğa ve açlığa itilirken bir avuç mutlu azınlığın lüks yaşam standardı daha da artıyor. Öyle ki, 2009’un ilk üç ayında ülke ekonomisinin, ancak savaş dönemeleriyle kıyaslanacak bir oranla, yüzde 13,8 oranında küçüldüğü belirtilmekte, bu ilk üç ayın krizin Türkiye’yi en çok vurduğu dönem olduğu ifade edilmektedir. Bu dönemde krizin iki temel sınıf üzerindeki etkileri ise krizin faturasının kime kesildiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Kriz, işsizlik, açlık ve yoksulluk içindeki milyonların sayısını katlarken, işçi ve emekçiler ekmek parası, yol parası, kira vb. derdindeyken, bir avuç asalak da lüks tüketim giderlerini katlamaktadır. Bu konuda geçtiğimiz günlerde açıklanan bazı veriler bu gerçeğin altını çizmektedir. Bu dönemde eğlence sektörü  %7.93, lokanta ve oteller %8.43, paket turlar %16.29, konaklama %8.66, kişisel bakım ürünlerine harcanan paralar ise %27.38 oranında artmıştır. Ayrıca krizin başından bu yana mevduatlar 21,8 milyar TL artarken, yurtdışı gezileri de  %13 artmıştır. Yani işçi ve emekçilerin ürettiği zenginliklerle lüks içinde yaşayan sermaye sınıfı, bu dönemde krizin faturasını işçi ve emekçiye yükleyerek tüketimini arttırmıştır.

Yalanla yönetiyorlar!

Türkiye gibi sürekli bir yapısal kriz batağında debelenen bir ülkenin yöneticileri kuşkusuz kriz yönetim konusunda hayli deneyimlidirler ve bundan dolayı da övünmekteler. Kuşkusuz bu, sınıf mücadelesinin durumuyla doğrudan bağlantılıdır. İşçi ve emekçilerin tepkisi yeterli düzeyde olmadığı, sendikaların başındaki bürokratların bunu özellikle engellediği bir durumda, Türkiyeli kapitalistlerin “kriz yönetme” işi de haliyle başarılı olmaktadır. Ayrıca sermaye sınıfı kendi çıkarlarını toplumsal çıkar olarak yutturma becerisine de sahiptir. Bu nedenle kriz dönemleriyle birlikte “kemer sıkmak”tan, “gemiyi kurtarmak”tan bahsederler. Oysa biliyoruz ki, yukarıda rakamlara da yansıyan budur, kemer sıkan sadece işçi ve emekçilerdir. Sömüren ve sömürülen olmak üzere çıkarları birbirine tamamen zıt iki karşıt sınıfın olduğu aslında en iyi böylesi dönemlerde açığa çıkmaktadır.

 

 Kriz fırsatçılığına devam!

Sermaye, hem sınıfın örgütsüzlüğünden güç alarak, hem de krizi fırsata çevirme ve çeşitli yalanlarla saldırıları gizleme becerisinden faydalanarak, kendileri için oldukça önemli olan “Özel İstihdam Büroları” ile ilgili yasal düzenlemeyi bu dönemde gündeme getirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kısmen veto ettiği ve sermaye sınıfının bir an önce yasalaşmasını istediği 5920 sayılı ‘’İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’‘ işçiler için tam bir kölelik getirecektir. Oysa onlara göre bu “toplumsal refah” getiren bir yasadır!

TÜSİAD’ın konuyla ilgili basın açıklamasında şunlar belirtilmektedir: “Çalışma hayatını düzenleyen yasaların işgücü piyasasının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde ele alınması; istihdamın gelişmesi ve uluslararası rekabet gücümüz açısından büyük önem taşımaktadır. İş yerinin ve üretimin sürdürülebilirliğini esas alan ve çalışma yaşamının dinamizmiyle uyumlu yasal düzenlemeler, ‘güvenceli esneklik’ uygulamaları ve aktif işgücü politikaları ile birlikte, istihdam kapasitesinin artmasına ve toplumsal refaha katkı sağlayacaktır.

Sermaye sınıfının sözcüleri bir kez daha “toplumsal refah” yalanına başvurmakta, kavramları kendi çıkarlarına göre kullanarak (örneğin güvenceli esneklik, istihdam artışı vb.) işçi ve emekçilerin bilincini bulandırmaya çalışmaktadırlar. Açıktır ki, onların “refah” anlayışı, yukarıda özetlediğimiz gibi, ayrıcalıkları ve lüks tüketimleridir. Kâr oranlarını düşürmemektir.

Bu kriz döneminde “toplumsal refah”tan söz ediliyorsa, o halde neden toplumun büyük çoğunluğu asgari ücret gibi sefalet ücretlerine mahkûm edilmektedir? Toplumun refahını düşünenler, bu kadar büyük oranlarda işsizlik ve yoksulluk yaşanırken ulaşımdan sonra suya yapılması planlanan zammı nasıl açıklamaktadırlar? Liste uzatılabilir kuşkusuz. Parasızlıktan hastane kapılarından geri dönen ya da sağlıklı barınma hakkından yoksun olan milyonların yaşadığı bir ülkede “toplumsal refah”tan söz edilemeyeceği ortadadır. Kesin olan şu ki, çıkarları birbirine karşıt iki sınıfı kesen ortak bir “toplumsal çıkar” olamaz. Bu nedenle işçi sınıfı, kendi bağımsız sınıf çıkarları için bir araya gelmeli, örgütlenmeli, “sınıfa karşı sınıf” bilinciyle mücadele etmelidir. Zira sermaye sınıfı bu açıdan oldukça örgütlü davranmakta ve saldırılarını yaşama geçirmek için hiçbir fırsatı kaçırmamaktadır.

Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!

Kriz gibi dönemler sermaye sınıfının sömürüyü gizlemek için kullandığı maskelerin düştüğü, gerçeklerin tüm açıklığıyla görüldüğü dönemlerdir aynı zamanda. Bu nedenle, sermayenin artan saldırıları ve aldatıcı manevraları hakkında işçi ve emekçi kitleler içinde yürütülecek yoğun ve etkin propaganda faaliyetinin önemi ortadadır. Bu dönemlerde devrimci sınıf mücadelemizin gücü, etkisi, temposu belirleyici önemdedir. İşçi ve emekçi kitlelerin krizin faturasını ödemeyi reddetme tutumunun eyleme dökülmesi, fabrikaların, sanayi havzalarının birleşik, militan mücadele deneyimlerine sahne olması için daha çok çaba, enerji ve ısrar gerekmektedir.