17 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/27

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin açmazlarını daha da büyütmenin yolu emekçilerin mücadele alanına çıkmasından geçiyor!
  Kürt halkına yönelik çok yönlü saldırılar tüm hızıyla sürüyor...
  Doğu Türkistan’da yaşananlar ve
ortalığa saçılan gerçekler!
Sivil ya da askeri, yargı sermayenin yargısıdır!.
Tutuklu BDSP’liler serbest bırakıldı!
Entes direniş güncesi..
  Esenyurt Tekstil İşçileri Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Tez-Koop-İş Genel Eğitim Danışmanı araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...
  Kitap tanıtımı...
Parti Değerlendirmeleri 3-4
  İşte kriz gerçeği: Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul!
  Kürt kadınları cinsel saldırılarla teslim alınmaya çalışılıyor!
  ÖSS’de çekilen sıfırlar eğitim sisteminin içine battığı girdaplardır!
  Gençlik eylemlerinden...
  G-8 zirvesi İtalya’nın L’Aquila kentinde gerçekleştirildi...
  G8 zirvesinde küresel ısınmaya karşı mücadelede sahte uzlaşma…
  Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde çatışma…
  Filistin topraklarını parçalayıp gaspetmenin yeni adı...
  Dünyadan işçi ve emekçi eylemlerinden...
  14 Temmuz, devrimci çizgi direnişçiliğinin bayrağıdır!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt halkına yönelik çok yönlü saldırılar tüm hızıyla sürüyor...

Saldırılara karşı
Kürt halkıyla omuz omuza!

Sömürgeci sermaye devleti Kürt halkına yönelik çok yönlü saldırılarını tüm hızıyla sürdürüyor. Kürdistan’daki askeri hareketlilik üst seviyeye çıkartılırken, barajlar üzerinden gerçekleşecek yeni bir tecrit ve tehcir planı da sinsice uygulamaya koyuluyor

Sermaye devleti, PKK’nin 1 Eylül’e kadar uzattığı “eylemsizlik” kararının ardından Kürdistan’daki operasyonlara hız verdi. Van ve Hakkâri bölgelerine yeni askeri birlikler sevk edilirken, sınır bölgelerinde de operasyonlar sıklaştı, köyler adeta asker ablukasına alındı. Köylerin giriş-çıkışları denetim altına alınırken, bazı köylerin girişlerinde arama noktaları oluşturuldu. Yoğun askeri sevkiyat ve operasyonların sürdüğü bölgede geçişlerden dolayı köylülere ait ekinlerin zarar gördüğü belirtiliyor. Son aylarda yollarda bulunan bazı arama noktaları kaldırılmasına rağmen, tekrar birçok yere arama noktaları konuldu.

Askeri sevkiyatın yoğun olarak sürdüğü yerlerin başında gelen Hakkâri ve ilçelerinde operasyonlar hızlandırıldı. Özel birliklerin de gönderildiği bölgede başta Mor Dağları ve Sat bölgesi olmak üzere birçok alana yeni seyyar karakollar kuruldu. Askeri sevkıyatın yoğun olarak yaşandığı Hakkâri, Yüksekova, Şemdinli ve Çukurca bölgelerinde iletişim hatlarının kesilmesinden dolayı başta resmi kurumlar olmak üzere birçok alanda ciddi sıkıntılar baş göstermeye başladı.

Türk ordusu son günlerde Güney Kürdistan sınırında büyük askeri hazırlıklar yapıyor. Sınırda birçok tepede mevzilenmeye, yolları kontrol altına almaya, tüm alanları izlemeye başlamış bulunuyor. Özellikle son zamanlarda yüzlerce asker, Güney Kürdistan sınırında bulunan Çukurca, Oremar ile Derecik (Rubarok) bölgesine gönderildi. 

Tüm belirtiler, bu askeri hareketliliğin Kuzey Kürdistan’da bir tampon bölge oluşturma girişimi olduğuna işaret ediyor. Türkiye sınır hattı boyunca varolan sabit karakolların dışında Kelate ve Hacıbeg deresi gibi alanlarda seyyar karakollar inşa edilmesi, Şemdinli, Yüksekova sınır hattında da birçok yeni yol yapımı bunu gösteriyor.

Askerler gerillanın geçiş yerlerini gözetim altında tutmak için birçok tepede yeniden mevzileniyor. Ağır askeri araçların yanısıra çok sayıda iş makinesi bölgeye sevk ediliyor. Köy yolları bahanesiyle bölgeye yapılan yeni yolların, sevk edilen onbinlerce askerin olası bir sınır ötesi operasyonuna hazırlık amaçlı olduğu besbelli.

Askeri hareketliliğin yaşandığı bölgede Kürt halkının ticaret, seyahat ve yaşam koşullarına da sınırlama getiriliyor. Rubarok, Beroj ile Güney Kürdistan’ın Şirvan köylerinin birleşmesini sağlayan geçiş hattı üzerindeki teleferik askerler tarafından kesildi. Güney Kürdistan sınırları içinde bulunan Hecibeg deresi üzerindeki köprü ve Govende hattındaki Ronahi tepesi de tutuldu. Askerlerin sınırın iki yanında hızlı hareket edebilmeleri için geniş bir alan içinde yürütülen altyapı çalışmaları ise Çukurca’dan Yüksekova’ya kadar tüm alanı kapsıyor.

Askeri sevkiyatlarla birlikte Yüksekova’ya bağlı Sualtı (Dirişkê), Dilimli (Gelî) ve Aşağı Güveç (Xurekana Binî) köyleri askeri ablukaya alındı. Sınırda bulunan köylerin giriş ve çıkışlarına askeri birlikler konumlandırılarak arama noktaları oluşturuldu.

Öte yandan, tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla Kürtçe konuşmalarına izin veren düzenleme yürürlüğe girdiği halde cezaevlerinde Kürtçe yasağı sürüyor. Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük‘te yapılan değişiklikle Kürtçe konuşmak serbest olmasına rağmen, cezaevi görüşlerinde uygulamada bir değişiklik yok.

Bir başka saldırı ise, Kürt halkına yönelik yeni bir tecrit ve tehcir planının sinsice yürürlüğe konulması. Yeni plan bu kez barajlar üzerinden gerçekleşecek. DHA’nın (Doğan Haber Ajansı) haberine göre, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz yıl Kürdistan sınırlarına baraj yapımına başladı. Sermaye devleti her zaman olduğu gibi, PKK´nin silahlı güçlerine işaret ediyor, bu barajlar sayesinde“PKK artık sınırda eskisi gibi rahat hareket edemeyecek, mağaralarda barınamayacak” diyor. Gerçekte ise, 2010-2011 yılında bitirilmesi planlanan bu “güvenlik amaçlı” barajların faaliyete geçmesi, Kürdistan’da yeni bir demografik ve coğrafi felaketin başlangıcı olacak.

DHA konuya ilişkin haberinde şunları yazıyor: “Şırnak’ta, özellikle Silopi’nin Hezil çayından başlayıp Uludere İlçesi’ndeki sınır kesimini suyla kapatacak olan ve yörede ‘güvenlik barajları’ olarak adlandırılan baraj sularıyla birlikte örgüte Türkiye’deki yandaşlarının lojistik desteğinin de önüne geçilmiş olacak.” Şırnak kesimindeki barajlarla ilgili DSİ haritasına göre, PKK’nin önemli geçiş noktaları, barındıkları yerler tamamen suyla doluyor.

Barajlara karşı çıkan DTP Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır, TBMM’ye araştırma önergesi verdi. Bayındır, “Bu barajlarla Irak ve Türkiye Kürtleri arasına, mevcut sınırın yanı sıra sudan yeni bir sınır çekiliyor. Barajlar yüzünden bölgede büyük bir tehcir sorunu yaşanacak” dedi.

DSİ Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan proje kapsamında geçtiğimiz yıl,“PKK’ye karşı güvenlik barajları” olarak adlandırılan 11 barajın ihalesi yapılarak yapımlarına başlandı. Şırnak sınırlarında 7, Hakkari’de ise 4 adet olarak planlanan barajlar devreye girdiğinde, sınırlardan geçişlerin önüne geçilmesi hesaplanıyor. Şırnak’ın Irak sınırındaki Uludere ilçesi Hezil ve Ortasu Çayları’nın üzerinde ‘Silopi’, ‘Şırnak’, ‘Uludere’, ‘Ballı’, ‘Kavşaktepe’, ‘Musatepe’ ve ‘Çetintepe’ adlarında 7, Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde Güzeldere Çayı üzerinde ‘Gölgeliyamaç’ ve ‘Çocuktepe’, İran sınır kesiminde bulunan Şemdinli ile Yüksekova ilçeleri arasında da Bembo Çayı üzerinde ‘Beyyurdu’ ve ‘Aslandağ’ barajları inşa edilecek.

DSİ Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan, Şırnak’taki baraj projeleriyle ilgili yapılacak çalışmaları gösteren ayrıntılı haritaya göre; “Uludere kesimindeki bölgede baraj gölü suları altında kalacak yolların yerine ise iç kesimde karayolları tarafından yeni yollar yapılacak. Uludere’nin İnceler bölgesinden başlayan ve barajların tam karşısından biraz daha iç kesime çekilerek yapılacak yaklaşık 45 kilometrelik yol Işıkveren, Taşdelen köylerini geçip Uludere bölgesindeki son barajın yapıldığı Ortasu Köyü’nde son bulacak.

Uludere’nin Irak sınırına yakın olan Işıkveren ve Taşdelen bölgelerinin hemen altındaki Kavşaktepe Barajı’nda 1.9 kilometre, Ortabağ Köyü yakınındaki Musatepe Barajı’nda 1.5, Gülyazı ve Ortasu bölgesinde bulunan Çetintepe Barajı’nda 2 kilometre güvenlik yolu, Şırnak barajında ise 3 kilometrelik bend yolu Şırnak İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından yapılıyor.”

Şırnak’ın sınırda bulunan Uludere İlçesi’nden Hakkari’nin Çukurca İlçesi’ne kadar olan ve sınırı oluşturan Aynatepe, Gürbül Dağı, Bezenik Dağı ile Düğün Dağı’nın derin vadileri ve stratejik noktaları ile PKK’nin bölgede barınma yeri olarak kullandığı yüzlerce mağara baraj gölü sularıyla dolacak. Sınıra yakın yerleşim birimlerinden PKK’ye lojistik desteği de büyük oranda kesecek.

Sınırı oluşturan dağların Güney Kürdistan tarafında ise, PKK’nin genelde lojistik destek, askeri ve siyasi eğitim vb. için kullandığı birçok kampı var. Zaho İlçesi’nin üst tarafındaki sınır kesiminde bulunan ve en çok kullanılan kamplardan olan Haftanin’in yanı sıra, devamında Türkiye sınırına 7 kilometre mesafede bulunan Kejan, Nazdur, Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nin karşısında Metine ve Zap, Şemdinli’nin karşısında ise Avaşin-Basyan ile Hakurk ve Kelareş kampları bulunuyor. PKK’lilerin özellikle Şırnak tarafından Türkiye’ye girmeleri, buralar baraj sularıyla kapatılarak engellenecek.

DHA’nın sorularını yanıtlayan DTP Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır, Kuzey Irak sınır kesiminde yapılan barajlarla ilgili TBMM’ye araştırma önergesi verdiklerini açıkladı. Bir barajın yapılması için prosedürün 2-3 yıl sürdüğüne dikkati çeken Bayındır, şunları söyledi:

“Ancak bu barajlar için o süreç işletilmedi ve yapımlarına hemen başlandı. Bu barajlar bölgenin hem ekonomik, hem ekolojik dengesini bozacak, hem de orada vadiler boyunca bulunan yerleşim yerleri sular altında kalacak. Bu adeta bir yeni tehcir planı gibidir. Buna bölgenin insansızlaştırılması planı da denebilir. Diğer taraftan ise oradaki köylüler ile Irak Kürtleri birbirleriyle akrabadır, doğal ilişkileri vardır. Bu barajlarla Kürtler arası siyasal, ekonomik sınırların tekrar çizilmesi istenmektedir. Irak ve Türkiye’deki Kürtler adeta birbirinden koparılmak istenmektedir. Bu çok tehlikeli bir zihniyettir. Eğer oraya bir takım hizmetler yapılmak isteniyorsa, GAP Projesi kapsamında toplumun refahını, kalkınmasını ön gören projeler uygulanabilir.”

DTP Şırnak Milletvekili tarafından verilen araştırma önergesinde, “sınır güvenliği” adı altında yapılan ve yapılması planlanan barajların ne kadar enerji sağlayacağı, baraj yapımıyla kaç yerleşim yerinin sular altında kalacağı, kaç köyün boşaltılacağı, ne kadar insanın göç etmek zorunda kalacağının araştırılması ve tespiti, tarihi, kültürel ve doğal varlıkların bu barajlardan nasıl etkileneceğinin belirlenmesi istendi. Önergede, “Bir bölgede yapılan barajların doğuracağı önemli sorunlardan biri de, insanların zorunlu göçle karşı karşıya kalmasıdır. Köyden kentlere göç etmek zorunda kalacak insanlar gittikleri yerlerde başta işsizlik, yoksulluk olmak üzere bir çok sorun yaşayacaklardır.” denildi.

Bir yanda Güney Kürtleri’yle birleşerek Musul-Kerkük’ü alma düşleri, öte yanda yine Kürt coğrafyasında yapılan geçit vermez tecrit barajları… İronik bir şekilde art arda manşete taşınan bu haberler, sömürgeci sermaye rejiminin Kürt sorunu konusundaki açmazını en veciz biçimde özetlemektedir.

Tüm bu yaşananlar bir kez daha, sermaye düzeninin Kürt halkının en ufak talebini bile karşılayamayacağını gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, sermaye devleti önümüzdeki dönemde Kürt halkına yönelik çok yönlü saldırılarına hız verecek, her türlü kirli yöntemi devreye koyacaktır.

Tüm bu saldırıları püskürtmenin yolu, işçi sınıfının devrimcileşmesinden, bağımsız sınıf tutumuyla mücadele alanına çıkmasından geçiyor. Devrimci işçi sınıfı hareketi devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltirken, her türden ulusal ayrımcılığa karşı da mücadele edecektir. Ancak bu güç Kürt halkıyla birleşerek, sömürgeci sermaye rejiminin kirli plan ve saldırılarını boşa çıkarabilecektir.

 

 

Emperyalist senaryolar ve kabaran Kerkük-Musul hayalleri

Amerikan “düşünce kuruluşu” Uluslararası Kriz Grubu (ICG), Güney Kürdistan yönetiminin, emperyalist ABD’nin bölgeden çekilmesinin ardından Türkiye ile birleşmek isteyeceğini iddia etti. ICG’nin son hazırladığı “Irak ve Kürtler” raporunda, Güney Kürdistan yönetiminin, komşularına ve Bağdat yönetimine karşı koruyucusu ABD‘yi kaybedeceği beklentisiyle, “tek gerçekçi alternatif” olan Türkiye’ye yöneldiği ileri sürülüyor. Güney Kürdistan yönetiminin Türkiye ile anlaşmaya duyduğu ihtiyacı açıkça konuşmaya başladığına ve bunun ardından “ilişkilerin istikrarlı şekilde geliştiği”ne yer veriliyor.

Raporda, Güney Kürdistan yetkililerinin Türk sermaye devletinin üst düzey yetkilileriyle birçok kez bir araya geldiği söyleniyor. Bölgesel yönetimin Başkanı Mesud Barzani’nin özel kalem müdürü Fuat Hüseyin’in, “Eğer (Iraklı) Şiiler İran’ı ve Sünniler Arap dünyasını seçerse, Kürtler de Türkiye ile ittifaka girmek zorunda kalacak” şeklindeki sözlerine yer veriliyor. Tüm bu gelişmelerin, Osmanlı sonrası Türkiye’nin hak iddia ettiği “Musul vilayeti” fikrini yeniden canlandırdığına işaret ediliyor.

ICG’ye konuşan Güney Kürdistan yönetiminin bir yetkilisi şunları söylüyor: “Bağımsız olmak hakkımız, fakat bu olmazsa ben Türkiye ile olmayı Irak’la birlikteliğe tercih ederim. Çünkü Irak demokratik değil. Tek çıkış yolu bölgenin ‘Musul vilayeti’ adıyla Türkiye’ye, Türkiye’nin de kendi içindeki Kürtlerin durumuna çözüm olarak AB’ye katılması.”

Ancak ICG, Türk devletinin Irak’taki Kürtlerle “resmî birliktelik” seçeneğine sıcak bakmadığını, Türkiye’nin dolaylı yollardan bölgeye fiili olarak sahip olacağını belirtiyor.

Barzani’nin özel kalem müdürü Hüseyin, Güney Kürdistan yönetimi yetkililerinin, ABD Başkanı Obama’nın açıkladığı takvime uygun olarak ABD’nin Irak’tan çekileceğine ve bunun sonucunda Irak’ın çökeceğine ikna olduğunu belirtiyor. Kürtler bu şartlarda Türkiye’nin koruması altında rahat ederken, bunun karşılığında Türkiye’nin, Kerkük’teki dev rezervler dahil, bölgenin petrol ve doğalgazına doğrudan erişim imkânı elde edeceğini ve dolaylı yollarla Kerkük’e sahip olacağını ileri sürüyor. İran’ın Irak üzerinde etkinlik kazanmasını istemeyen Türk sermaye devleti ise, bu riski azaltmak için bir yandan merkezi hükümeti güçlendirmek amacıyla Bağdat yönetimiyle bağlarını geliştirmek isterken, diğer yandan Mart 2009’da Basra’da konsolosluk açarak ülkenin güneyindeki “İran etkisini sınırlandırmayı” hedefliyor.

Raporda, “Ankara’nın çıkmazı, Amerikan ordusunun ayrılmasının ardından (Irak’ta) ne olacağını bilmediği için tüm yumurtalarını Bağdat’ın sepetine koyarak Kürtler’i yabancılaştırma riskini almak ile İran’ın güçlü etkisi altındaki geleceğin Irak’ıyla arasında bir tampon bölge oluşturmak için Kürdistan bölgesel yönetimi destekleyerek Bağdat’ı kızdırmak arasında kalması... Etkili olmak için bahislerini koruma altına alarak, her iki tarafla ilişkilerini dengeliyor” deniliyor.

ICG’ye göre Türk sermaye devleti, Güney Kürdistan’da Türk burjuvazisinin yatırımlarını teşvik ederek, bölgedeki petrol ve doğalgazın ihracat kapısı olmak istiyor. Raporda, Güney Kürdistan yönetiminin, Türkiye üzerinden AB’nin doğalgazda Rusya’ya bağımlılığını azaltacak Nabucco projesine doğalgaz arzını başarması halinde, Bağdat ile ilişkilerde elini önemli ölçüde güçlendireceği kaydediliyor.

Öyle anlaşılmaktadır ki, söz konusu raporda ifadesini bulan senaryo, emperyalist ABD ve işbirlikçi Türk sermaye devletinin bölgesel çıkarları ve planları ile son derece uyumludur ve sözkonusu politikalara ivme kazandırabilecek niteliktedir.

Burjuva medyasında bugünlerde, Güney Kürtleri’nin “Musul Vilayeti” adı altında Türkiye’yle birleşmek istedikleri yönünde haberler gündemin ön sıralarına yerleşmiş bulunuyor. Türk devletinin Musul ve Kerkük üzerindeki yayılmacı hayallerini canlandıran bu haberlerin kaynağı olarak da ICG gösteriliyor. Tüm bu gürültü, bu Amerikan kökenli kuruluşun, ABD’nin Irak’tan çekilmesinden sonra olası gelişmeler konusunda hazırladığı sözkonusu rapor ve bu raporda ismi açıklanmayan bir “Kürt yönetici”nin söyledikleri üzerinden koparılıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, bu rapor Güney Kürdistan yönetimi ile Türkiye arasındaki işbirliğini daha da geliştirmeyi hedeflemektedir. Emperyalist ABD’nin, Güney Kürdistan yönetimi ile Türk sermaye devletini kendi bölgesel planlarına hizmet temelinde işbirliğine zorladığı sır değil. Soruna bu çerçeveden bakıldığında, bu raporun ABD’nin bölgesel çıkar ve planları ile örtüştüğü ve tam da bunun için hazırlatıldığı görülebilir.

Türk sermaye devleti yıllarca işçi sınıfı ve emekçi kitleleri “yurtta sulh cihanda sulh”, “komşularımızın topraklarında gözümüz yok” yalanlarıyla avutsa da, onun bütün bir tarihine bakıldığında, bu tür söylemlerin gerçek niyetleri yansıtmaktan uzak olduğu kolayca görülür.

Kendi ulus-devletini kurduktan sonra Türk burjuvazisi, nüfuz ve egemenlik alanını genişletecek yayılmacı taleplerini koşullar uygun oldukça gündeme getirmiş ve bu talepleri gerçekleştirme peşinde koşmuştur. Türk burjuvazisi, emperyalist hiyerarşideki yeri üzerinden, sahip olduğu olanakları fırsat bulduğunda zorlamaktadır. Ancak, emperyalist hiyerarşide daha gerilerde yer alan Türkiye gibi emperyalizme bağımlı orta-ölçekli kapitalist ülkeler, zaman zaman yayılmacı iştahlarının kabarmasıyla çeşitli maceralara kalkışsalar da, büyük emperyalist güçlerin çıkarlarına ters düşen meselelerde uzun vadede başarılı olma imkanına sahip değillerdir.

Türk sermaye devleti, sıklıkla dile getirdiği “barış” söyleminin aksine, kendi çıkarları gerektirdiğinde ve kendini bu çıkarların gereğini yerine getirecek güçte hissettiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kaybettiklerini geri almaya teşebbüs etmiş ve etkinlik alanlarını genişletmeye çalışmıştır. Musul-Kerkük hariç diğer girişimlerinde az çok amacına ulaşmıştır.

Bugün ABD’nin bölge planları içinde yer alarak, emperyalist dünya sisteminde önem kazanan bir ülke haline gelmeye çalışan Türkiye; Avrasya’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da ABD etkinliğini pekiştirmede rol almaya çalışmaktadır. Nitekim ‘90 sonrasında Türk devletinin “başarılı” olduğu tüm alanlar ABD emperyalizminin çıkarları ile uyumlu çıkarlara sahip olduğu alanlar olmuştur. Bosna, Orta Asya ve Hazar havzasından gelecek enerji nakil hatları, Somali ve Balkanlar’daki “insancıl müdahale” operasyonları, Güney Kürdistan’a yapılan operasyonlar gibi...

ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde çeşitli nüfuz alanlarında kendisine düşen payı büyük bir iştahla kapan Türk burjuvazisi, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana hiç aklından çıkmayan yayılmacı hayallerini de yeniden ısıtıp ortaya çıkarma imkanını bulmaktadır.

Açıktır ki, bugün Türk devletinin ABD emperyalizminden bağımsız bir dış politika izleme imkanı yoktur. Son günlerde ABD’nin Ortadoğu’da yapmayı tasarladığı yeni düzenlemeler dolayısıyla Musul ve Kerkük’e ilişkin tarihsel iştahı kabaran Türk sermaye devletinin, ABD’nin çıkarlarının gerektirdiği tutumları sergilemeden ve ondan izin almadan herhangi bir pay kapması mümkün değildir.