3 Nisan 2009
Sayı: SİKB 2009/13

  Kızıl Bayrak'tan
  Yerel seçimler ve siyasal sonuçlar
  Yanıtımızı 1 Mayıs alanlarında vermeliyiz!
Seçim aldatmacası bitti, kapitalizmin krizi sürüyor…
Kayseri: Yoğun ve etkin bir devrimci seçim çalışması!..
Bursa: Devrimci seçim çalışmamızın kazanımlarıyla şimdi daha da güçlüyüz!..
  Manisa: Tempolu bir seçim çalışması...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Tescilli faşist katil Muhsin Yazıcıoğlu “kahraman” ilan edildi!
  Saldırganlık ve savaş aygıtı 60. yılında...
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden…
  Genç komünistlerin seçim faaliyetlerinden…
  Kızıldere şehitlerini anma eylem ve etkinliklerinden...
  Almanya’da kriz karşıtı gösteriler…
  G-20 Zirvesi Londra’da toplanıyor...
  Barack Obama’nın yeni Afganistan planı...
  Arjantin’de onbinler askeri faşist cuntadan hesap soruyor...
  Ekim Gençliği'nden...
  Seçim sonuçları hakkında birkaç söz
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçim sonuçları hakkında birkaç söz

M. Can Yüce

29 Mart Yerel Seçimleri yapıldı, resmi olmayan sonuçlar açıklandı. Seçim sonuçları çeşitli boyutlarıyla değerlendiriliyor, yorumlanıyor… Bu yorum ve değerlendirmelerin eleştirisini yapmak bu yazının konusu değil, ancak şu kadarını vurgulamak gerekir: Bu yorum ve değerlendirmeler, kimi gerçeklere parmak bassa da tek yanlı öğeler içermekte, bundan dolayı yanıltıcı olmaktadırlar...

Seçimler, toplumsal ve siyasal eğilim ve gerçekleri ne kadar yansıtmaktadır? Daha doğru bir değişle, politik gerçek ve eğilimleri kavramamızda ne kadar ölçü, gösterge işlevini görmektedir?

Bu soru önemli ve yanıtı seçimlerin yapıldığı ülke ve zeminlerin ne kadar demokratik olduğu ile doğrudan ilintilidir! Burada demokrasi kavramının, partiler ve temsili kurumların kendisi de teorik olarak sorunlu ve tartışmalıdır. Bu nedenle bu tartışma da bu kısa yazının çerçevesini aşar. Ancak bu yazıda 29 Mart seçimlerini birkaç boyutuyla tartışmak ve birkaç noktaya vurgu yapmakla yetineceğiz.

Öncelikle seçim sürecinde oylanan program ve politikalara bakmak gerekir. Kürdistan açısından en genel çizgileriyle iki çizginin oylamaya sunulduğunu belirtmemiz gerekir. Bunların dışında hiçbir etkisi olmayan eğilimler de olmuştur, ama bunları değerlendirme konusu yapmak çok zorlama bir yaklaşım olur. Oylamaya sunulan birinci çizgi, AKP’de temsilini bulan tüm makyaj ve “açılım” çabalarına rağmen devletin sömürgeci inkâr ve imha çizgisidir. İkincisi, DTP’de temsilini bulan “demokratik özerklik”, muhatap kabul görme ve “demokratik uzlaşma ve çözüm” çizgisi… Yani düzene kabul edilme, bunun yasal zeminini oluşturma (af gibi düzenlemelerle) ve kimi kültürel kırıntılarla Cumhuriyetin temel nitelikleri üzerinde devletle buluşma çizgisi…

Kürtler’e ve Kürdistan halkına sunulan, oylanan en üst düzeydeki çizgi ve programlar bunlardır. Seçim sonuçlarına bakıldığında, Kürdistan’ın önemli bir çoğunluğunda AKP’de ifadesini bulan resmi çizgi yenilgiye uğramıştır. Buna karşılık DTP birçok il ve ilçede belediye başkanlıklarını almış, il genel meclisi oylamasında belli bir oy oranına ulaşmıştır. Bununla birlikte AKP de Kürdistan’da hatırı sayılır bir oy almıştır. Örneğin Amed’de kullanılan oyların üçte birine yakın bir oy almış, aynı durum Dersim için de geçerlidir. Birçok il ve ilçede birinci parti olarak çıkmış ve belediye başkanlıklarını kazanmıştır.

AKP’nin Kürdistan’da aldığı oy oranları göz önüne getirildiğinde seçim sonuçlarının, kendisi için bir yenilgi olmakla birlikte, bir hezimet olmadığı çok açıktır.

Öte yanda DTP’nin Türkiye kentlerine göç ettirilmiş, göç etmiş Kürtler’den çok az oy aldığı çok net olarak görülmektedir.

Eğer anılan seçimler Kürtler açısından bir “referandum” olarak değerlendirilirse, en genel anlamda ortaya çıkan tablonun Kürtler’in aleyhine olduğu söylenebilir. Ama demokratik olmayan, Kürtler’in kendi talep ve programlarını en geniş bir tarzda ve özgürce tartışmadığı bu seçim platformlarını “referandum” olarak değerlendirmek sadece abartı değil, siyasal olarak bir şey anlamamak demektir. Egemenlerin zemininde kendi kendini ve halkı kandırmaktan başka bir şey değildir.

Yine dar ve yüzeysel bir bakışla DTP’nin genel olarak Kürtler açısından programının genel onay görmesi de söz konusu değildir, seçim sonuçlarına göre böyle… Ama sömürgeci şiddetin, özel savaş uygulamalarının, baskı, işkence, faili belli cinayetlerin, kitlesel göçertme ve köy yakıp yıkmaların en yoğun yaşandığı, buna karşılık son çeyrek yüzyılda direnişlerin en kitlesel yaşandığı alanlarda, devrimci yurtsever birikimin en derinlere kök saldığı alanlarda halk, birçok etkenin yanı sıra devletin resmi çizgisini bir yönüyle reddetmiş, DTP şahsında kimliğine sahip çıkmıştır. Bu, bir bakıma hem devlet karşısında kendi ulusal sorunundan kaynaklanan hak ve taleplerine sahip çıkma duruşu, hem de bir bakıma DTP çizgisine de onaydır. Özünde DTP çizgisiyle, daha doğru bir ifadeyle İmralı çizgisiyle kendi özgürlük talepleri çelişmektedir, bunlar karşıt uçları ifade etmektedir. Ama öyle de olsa, yanılsamalı da olsa tarihsel bir süreklilik var, bu, aynı zamanda anılan paradoksun da tarihidir, bunun dışında başka bir seçeneğin olmaması anılan paradoksun da temel belirleyeni olmaktadır. Sözünü ettiğimiz tarihsel paradoks, Kürtler’in bugünü ve yarını açısından bir trajediyi, bir talihsizliği de anlatmaktadır.

Bugüne kadar Kürtler, kendi haklı talepleri için mücadele ettiler, bunun için sayısız bedel ödediler ve ortaya sayısız birikim çıkardılar. Ama bu değerleri ve birikimleri üzerinde söz ve karar sahibi mi, geleceği ve kaderi üzerinde söz ve karar sahibi mi?

Hayır, bu birikimleri üzerinde kurulan iktidar, bunun üzerine kurulan program ve strateji kendisine tartışma, söz ve karar sahibi olma olanağı ve hakkını vermiyor…

Ortaya çıkarılan olanaklar, birikimler, söz gelişi son seçimde kazanılan yerel yönetimler, Kürt halkının kendi geleceği ve kaderini özgürce belirlemenin bir basamağı, bir aracı değil, devletle bütünleşmenin, devlet tarafından kabul görmenin malzemesi yapılmak isteniyor. Seçimlerden sonra DTP yetkilileri tarafından verilen mesajların özü de bundan fazlası değildir.

Kuşkusuz AKP şahsında somutlaşan devlet ve özel savaş çizgisinin yenilgiye uğratılması önemlidir. Yine bunun genel politik okumalar bağlamında “Kürtler’in kendi ulusal kimlikleri ve talepleri üzerinde kesin bir ısrarı” olarak somutlanması de çok önemlidir. Ama hemen vurgulamak gerekir, bunlar, gerçekliğin birer boyutudur. Başka boyutları da var.

Ulusal kimlik ve taleplerinin görünürdeki politik aktörü DTP, onu devletle bütünleştirmenin programını savunmakta ve gerçek anlamda onun özgür halk olma istemi ve iradesinin tam karşısında durmaktadır. Kendi kimliğine sahip çıkma adına oy verdikleri DTP, aslında özgür kimlik taleplerinin tasfiyecisi konumundaki bir harekettir. Bu canlı ve dinamik paradoksu görmeden “halk ne eylerse iyi eyler” gibi dalkavukça bir yaklaşım göstermek, anılan paradoksa teslim olmaktan başka bir şey değildir.

Seçimlerden sonra egemenler cephesinde tartışılan şudur: “Bir Kürt sorunu vardır, bunun temsilcisi de DTP’dir, onun arkasındaki güç PKK’dir, daha doğrusu Öcalan’dır. Bunları muhatap alarak sorunu çözüm sürecine sokalım!”  Bu eğilim seçim sürecinde de tartışılmıştı, bundan sonra daha yoğun olarak tartışılacaktır.

Peki, öngördükleri “çözüm süreci” nedir, Kürtler için ne öngörüyor? Kürtler’in bir ulus olarak eşit, özgür bir taraf olarak kabul eden bir ortaklık mı, Kürtler’in kendi kaderleri ve yaşamları üzerinde söz sahibi olmalarını öngören bir politik-iktidar örgütlenmesi mi?

Bunların hiçbiri değil… Bir iki kırıntı, öze ilişkin olmayan “açılımlar” ile devletle bütünleştirme hesapları, işte istedikleri çözüm süreci bu… DTP, PKK ve İmralı ise başkasını değil, bizi “Cumhuriyetin Kürdü” yapın çabası içindedir… Buna da “demokratik barışçıl çözüm” diyorlar, programlarına da “demokratik özerklik” diyorlar… Peki, Kürtler bu seçimlerde “Cumhuriyetin Kürdü” olma programına mı oy verdi, onu mu onayladı?

Bir yönüyle “evet”, bir yönüyle “hayır”! Bu “evet” ve “hayır”, aynı zamanda paradoksal bir bütünü oluşturuyor. Bu paradoks, aynı zamanda Kürdün trajedisini anlatıyor…

30 Mart 2009