30 Ocak 2009
Sayı: SİKB 2009/04

  Kızıl Bayrak'tan
  Ergenekon operasyonu Özbek çetesine yöneldi…
  Çankaya’da Ergenekon toplantısı…
Şer üçlüsü toplandı…
Emekçiler krize karşı alanlara çıktılar…
15 Şubat İstanbul mitingi üzerine...
Sinter ve Gürsaş direnişleriyle dayanışma gecesi gerçekleşti...
  Direnişçi Gürsaş işçileri ile konuştuk...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalar -
H. Fırat
  ÜNSA’da yarım direniş, çeyrek zafer!
  Devlet madalyasından Kocatepe törenine kontrgerilla gerçeği…
  Kriz karşıtı faaliyetlerden...
  Gençlikten...
  Ateşkes sonrası Gazze...
  “Davos Zirvesi”ne hazırlık…
  Bolivya’da anayasa açık farkla kabul edildi!
  Obama ve yıkılan hayaller...
  Avrupa’da krize karşı paneller…
  Yerel seçimler ve devrimci tutum - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yerel seçimler ve devrimci tutum

M. Can Yüce

Yerel seçimlere kısa bir süre kaldı. Seçim aktörleri de bu nedenle çalışmalarını yoğunlaştırmış bulunmaktadırlar. Kürdistan’daki seçimlere ise, tarafların, farklı anlamlar yüklediği, beklentilerini bu anlamlara göre belirlediği, güç ve çalışmalarını buna göre harekete geçirdikleri bilinmektedir. Özellikle aralarındaki kıyasıya iktidar çekişmesine rağmen TC’nin egemenleri, parti ve devlet kurumları Kürdistan’daki seçimlere tek bir cephe olarak girmeye ve bu konuda kesin bir sonuç almak için bütün güç, olanak ve yeteneklerini harekete geçirmeye çalışmaktadırlar…

Öte yanda DTP eksenindeki hareket ise yerel yönetimlerde öteden beri kazandığı mevzileri koruma çabasını sergilemekte, bu bağlamda ittifaklar yapmaya çalışmaktadır. DTP dışındaki parti, grup ve çevrelerin güçleri ise varla yoklar sınırında gezinmektedir…

Somut güçlerin seçimlerdeki tutumuna ve çalışmalarına geçmeden önce altı çizilmesi gereken bazı noktalar var. Öncelikle bunlar üzerinde durmamız gerekiyor:

29 Mart yerel seçimlerinde doğru bir tavır alabilmek için, öncelikle seçimlerin kendisini doğru tanımlamak, seçimin aktörlerini ve politik duruşlarını doğru değerlendirmek gerekir. Öncelikle altı çizilmesi gereken nokta şudur:

Sömürgeci egemenliğin bir parçası ve onun tamamlayıcı bir unsuru olan, tam sömürgeci denetim ve baskı ortamında yapılan seçimlerde halkın özgür tercihlerini ortaya koymasını beklemek, özgür iradelerini tam anlamıyla ortaya koyabileceklerini sanmak, her şeyden önce gerçeklerle alay etmekten başka bir şey değildir! Hele bu seçimleri bir referandum olarak algılamak, böyle sunmak, böyle göstermek, yine sömürgeci egemenlik ve onun yürütücülerinin ekmeğine yağ sürmek anlamına gelmektedir. “Taşların bağlı, köpeklerin serbest” olduğu bir ortamda özgür iradenin şekillenebileceğini sanmak, safdillik değilse, kasıtlı bir saptırma ve çarpıtmadır; sonuçta aritmetiksel olarak daha fazla oy yüzdesiyle çıkacak sömürgeci partilerin “zaferini” peşinen kabul etmek ve sömürgeci egemenliği bir de bu yolla meşrulaştırmak demektir! Akılda tutulması gereken birinci nokta budur.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir nokta daha var. Halkımızın özgür tartışma, tercihlerini özgürce ortaya koyma ve bunu belli platformlarda özgürce belirleme sürecinin önünde başka önemli bir engel daha vardır: İmralı Partisi ve onun politik eksenindeki DTP ve benzerleri… 

Kendilerinden farklı düşünmenin, farklı eğilim ve tercihleri dillendirmenin, örgütlenmenin “hainlik” olarak damgalandığı bir ortamın demokratikliğinden ve özgür tartışma zemini olduğundan söz edilemez! Sömürgeci egemenlik ve özel savaş aygıtının baskıları çok daha etkin ve kapsayıcı olduğu için vurguladığımız bu ikinci etken tali planda kalmakta, ya da çok sınırlı olarak gündeme gelmektedir. Ancak bu gündemleşmelerin ise pek bir etkisi olmamaktadır.

Özgür tartışmanın önünde engel olmanın yanı sıra PKK / KCK’nin Kürdistanî bir programı da yoktur. Dolaysısıyla bu hareketi hareket olarak “yurtsever” kategorisi içinde değerlendirmek mümkün değildir.

Ancak on yıllardır mücadele eden ve bu uğurda sayısız bedel ödemiş ve hala ödemeye devam eden halk kitleleri yurtsever duygularla hareket etmektedirler. Bu aynı zamanda, büyük bir paradoks, onulmaz bir açmaz anlamına da gelmektedir. Kendi gerçek yurtsever program ve örgütlenmesine sahip olmaması, yani iktidarsızlığı, emeklerinin başkaları tarafından çarçur edilmesini de birlikte getirmektedir. Her seçimde olduğu gibi bu seçimlerde de karşı karşıya kaldıkları ve kalacakları ikilem budur!

Halkımız bu yerel seçimlerde adaylarını kendi özgür iradesiyle belirleyecek mi, bunun olanakları, örgütlü zemini var mı? Örneğin DTP, geçmişte genel ve yerel seçimlerde böyle mi davrandı? Yoksa adaylar merkezden dayatmalarla mı belirlendi? Yine bu belirlenmede “kirli ayak oyunları” ne kadar rol oynadı? Bu sorulara olumlu yanıt vermek mümkün değildir. Kendisi için yola çıktığını iddia eden zemin ve örgütlerde hiçbir söz ve karar sahibi olmayan, etki gücü olmayan, sözcüğün tam ve gerçek anlamında iktidar olmayan bir halkın adaylarını belirlemesi mümkün değildir. O zaman halk, seçimlerde kimi, daha doğrusu hangi programı oylayacak?

Bu noktada bir kez daha halkımız, sömürgeci egemenlik ve özel savaş aygıtının seçimlere yüklediği taktik ve stratejik anlamlar, bunun pratik uygulamalarına karşı yurtsever reflekslerle hareket etme gerçekliğiyle karşı karşıya kalacaktır. AKP ve onun arkasındaki devlet ve özel savaş aygıtının planlarını ve hesaplarını boşa çıkarma refleksi anılan milyonların oy tercihini, tepkisini koşullayacaktır. Dolayısıyla burada DTP’nin adaylarının adları ve bunların niteliği, yine sunacakları “programlar” çok daha az önemde bir etkide bulunacaktır.

İkincisi; yerel yönetimlerin gerçekliğiyle ilgilidir. Somut olarak görüldüğü ve gözlendiği gibi yerel yönetimler, her düzeyde merkezi yönetim ve kurumların siyasal, ekonomik, idari ve psikolojik baskısı altındadır. Yerel yönetimlerin yetkileri son derece sınırlı ve güdük, olanakları dardır. Bu nedenle bu gerçekliğe rağmen yerel yönetimleri özerk, merkeze rağmen bir egemenlik ve gerçek anlamda bir etkinlik alanı olarak sunmak; dolaysıyla vaatleri ve yerel yönetim “programını” bu kavrayış üzerine kurmak, hem kendini, hem de halkı kandırmaktan başka bir şey değildir. Bu gerçeklik Türkiye kent ve kasabalarında olduğu gibi, Kürdistan’da çok daha katı ve katmerli olarak geçerlidir. Ancak bu gerçekliğin doğru kavranması ile birlikte, yerel yönetimlerin yurtsever adaylar tarafından alınmasının tümden anlamsız olduğunu sanmak da başka bir yanılgıdır. Elbette yapılabilecekler sınırlıdır, bu sınırlar içinde yine de bir şeyler yapılabilir, bunlar da anlamsız değildir.

Bu noktada her seçimde olduğu gibi bu seçimde de politik vurgular, daha çok önem kazanmaktadır. Kürt ve Kürdistan kimliğine vurgu, Kürtler’in ulus olmaktan kaynaklanan temel hak ve özgürlük talepleri seçim çalışmalarının, aday belirlemelerinin belirleyici ekseni olmalıdır. Yine sınırlı yetki ve olanaklar bağlamında ve merkezi yönetimin mutlak denetimi ve görevden alma tehditleri akıldan çıkarılmazsızın uygulanabilirliği olan “belediyecilik”, “muhtarlık” “programlar da yapılabilir. Ama bunların politik eksene bağlılığı her fırsatta vurgulanmak kaydıyla…

Bu alanları özerk ve merkez kaç bir “iktidar alanı” olarak sanmak, aldatıcıdır. Ama böyle bir mevziin politik anlamı var: Bu mevzileri, tabanla ilişkilerde önemli bir zemin, sömürgeci egemenliği teşhir etmede bir gösterge olarak değerlendirmek mümkündür. Bu anlayışa uygun, bunun “kadrosunu”, halkın geniş katılımı ve tam anlamıyla demokratik tercihleriyle belirlemek önem kazanmaktadır. Ancak ne yazık, geçmiş deneyimler bu noktada iyimser olmamızı teşvik edecek hiçbir veri sunmamaktadır.

Bu bağlamda geçmişte yapılan “ittifak” deneyimleri, ilke ve programlar üzerinde yapılan tartışmaları ve pratikleri değil, “koltuk kapma” hesaplarını yansıtmaktadır. Bir süredir tartışması ve pratiği süren “Çatı Partisi” girişimleri de bundan öte bir anlam ve değer ifade etmemektedir.

Var olan tablo, ne yazık bu... Özetle, bir yanda aralarındaki “kanlı hesaplaşmalara” rağmen Kürdistan konusunda anlaşan ve özel olarak yerel seçimlerde AKP’nin kazanması ve oy oranlarını yükseltmesi için tam bir “milli mutabakat” içinde olan sömürgeci sistem ve onun partileri; öte yanda artık devrimci yurtsever bir programı ve kimliği kalmamış ve İmralı Partisi’nin eksenindeki DTP’nin ilkesiz duruşu var. Bir yandan da tercihleri üzerinde söz ve karar sahibi olmayan, ama işin esas yükünü omuzlayan ve tam anlamıyla trajik bir paradoksun sarmalında duran halkımızın gerçekliği var.

Bu gerçek tabloda bu seçim kimin seçimi, neyin seçimi?

Bu sorunun yanıtı, yazımızın bütünlüğü içinde var. Peki, bu gerçeklikte devrimci tutum nedir?

Bir: Seçimlerin, özel olarak yerel seçimlerin sömürgeci egemenlikle doğrudan ve kopmaz bağlantılarını ortaya koymak, bu seçimlerde okun sivri ucunu sömürgeci özel savaşın teşhir ve tecrit hedefine doğrultmak önemlidir. Sadece genel propaganda düzeyinde değil, somut politika ve kirli uygulamaların teşhiri bağlamında da bunu yapmak gerekiyor. Başta AKP ve diğer sömürgeci partileri teşhir etmek, onlara oy verilmemesi yönde propaganda kampanyalarını örgütlemek önemlidir.

İki: İmralı Partisi ve DTP’nin gerçek kimliklerini, politik çizgilerini, yerel yönetim deneyimlerini ortaya koymak ve ilke olarak bu partiye de oy vermemek doğru bir tutumdur.

Üç: Öte yandan halkımızın yanılsamalı da olsun bir duruşu, kendi temel istemleri var, bunlar, aynı zamanda mücadelenin canlı dinamikleridir. Bu dinamiklerin yanında olmak, bunları doğru bir kanala, doğru bir programa çekmek için çaba içinde olmak başka önemli bir nokta olmaktadır. Bu anlamda gerçek anlamda yurtsever adayları desteklemek bu ilkesel tutumun bir gereğidir.

Bu genel çerçeve bağlamında daha başka noktaların da vurgulanması gerekir. Bunları da başka yazılarımızda dile getirmeye çalışacağız.

27 Ocak 2009