30 Ocak 2009
Sayı: SİKB 2009/04

  Kızıl Bayrak'tan
  Ergenekon operasyonu Özbek çetesine yöneldi…
  Çankaya’da Ergenekon toplantısı…
Şer üçlüsü toplandı…
Emekçiler krize karşı alanlara çıktılar…
15 Şubat İstanbul mitingi üzerine...
Sinter ve Gürsaş direnişleriyle dayanışma gecesi gerçekleşti...
  Direnişçi Gürsaş işçileri ile konuştuk...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalar -
H. Fırat
  ÜNSA’da yarım direniş, çeyrek zafer!
  Devlet madalyasından Kocatepe törenine kontrgerilla gerçeği…
  Kriz karşıtı faaliyetlerden...
  Gençlikten...
  Ateşkes sonrası Gazze...
  “Davos Zirvesi”ne hazırlık…
  Bolivya’da anayasa açık farkla kabul edildi!
  Obama ve yıkılan hayaller...
  Avrupa’da krize karşı paneller…
  Yerel seçimler ve devrimci tutum - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalar

H. Fırat

(Tasfiyeci Sürecin Son Aşaması: Parlamentarizm,

Eksen Yayıncılık, s.93-103)

“AKP ile hesaplaşma fırsatıdır”!

Önümüzde 28 Aralık 2003 gibi erken bir tarihte EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel’le yapılmış bir röportaj var. Zamanında Evrensel’de yayınlanan, ardından uzun süre EMEP sitesinde tutulan bu kapsamlı röportaj, EMEP’in yerel seçimlere ilişkin politikasının çerçevesini özetliyor. Dolayısıyla işin aslında, sıradan bir gazete röportajından çok, bu form içinde bir partinin yerel seçim politikasını belli başlıklar üzerinden özetleyen temel önemde bir metinle yüzyüzeyiz. Parti sitesinde uzun süre tutulması ve EMEP’in yerel seçimlere ilişkin politikasının esaslarını ortaya koyan neredeyse tek metin olması da bunu gösteriyor.

Evrensel’deyayını esnasında bu röportaja, yerel seçim olayı kastedilerek, “AKP ile Hesaplaşma Fırsatıdır” başlığı konulmuş. “AKP karşıtlığı” eksenine oturan bir seçim platformunu Karayalçınlar’dan bağımsız olarak daha o günden haber veren bu başlık, metnin EMEP sitesine konulmuş örneğinde de aynen korunmuş. Röportajın ilk sorusu da bu konuda ve nitekim verilen yanıtın özü ve esası aktardığımız başlığa yansıtılmış durumda.

Bir yerel ya da genel seçimi, o an hükümette bulunan parti ile hesaplaşma ekseninde ele almak, seçimlerde izlenecek çizginin ve yapılacak çalışmanın ana amacını buradan tanımlamak, parlamenter işleyişe dayalı burjuva politikasının tipik bir davranış biçimidir. O an iktidar olan partinin hedef haline getirilmesi, kitlelerin öfke ve tepkilerinin bu parlamenter hedefe yöneltilmesi, burjuva partilerine ve politikacılarına böylece; sorunların gerçek kaynağını gizleme, temel sınıf ve iktidar ilişkilerini, bunun ifadesi temel kurumları perdeleme, her türlü öfkenin, tepkinin ve tartışmanın dışında tutma olanağı sağlar. Gerçek iktidar ilişkilerinin parlamenter kurumlar ve işleyişle perdelendiği tüm kapitalist ülkelerde ve bu arada Türkiye’de, her seçim döneminde muhalefet partileri hükümet partisi/partileriyle, tersinden de hükümet partisi/partileri muhalefet partileriyle hep de bu çerçevede “hesaplaşır”lar.

Komünistlerin “parlamenter oyun” olarak niteledikleri aldatıcı işleyişin temel bir yönüdür bu. Bundan dolayıdır ki komünistler her dönemde, fakat özellikle de seçimler döneminde, bu yapı ve işleyişin iç yüzünü sergilemeye, kitlelerin bilincini ve dikkatini bu orta oyunundan gerçek iktidar yapısı, ilişkileri ve işleyişine çekmeye çalışırlar. Sorunların gerçek iktisadi-sınıfsal nedenlerini ve kaynaklarına ortaya koymaya, parlamenter yanılsamaları kırarak kitlelere gerçek çözüm ve çıkış yolunu göstermeye özel bir dikkat gösterirler. Komünistler ve tüm gerçek devrimciler için seçimler, işte bu anlamda bir “fırsat”tır. Lenin’in sözleriyle, komünistler için seçimler, “özel bir siyasal işlem değildir, binbir türlü vaatte bulunarak sandalye kazanmaya çalışmak değildir, ama sınıf bilinci olan proletaryanın siyasal dünya görüşünün ilkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır.”

EMEP’li liberaller içinse seçimler, “AKP ile Hesaplaşma Fırsatıdır”. Tıpkı CHP’den MHP’ye ve İP’e kadar tüm burjuva düzen partileri için olduğu gibi. Elbette bu partilerin her biri ve bu arada EMEP ve “Demokratik Güçbirliği” için bu hesaplaşmanın içeriği, öncelikli unsurları ya da vurguları, farklıdır ya da farklı olabilir, fakat bu sorunun özünü ve esasını değiştirmez. Burada temelde burjuva parlamenter nitelikte bir ilkesel ve politik tutum yansımaktadır, aslolan da budur.

EMEP’in daha ilk temel yerel seçim değerlendirmesinde sorunun böyle konulması bir rastlantı değildir. Tersine, sonraki hemen tüm açıklamalarda ve Evrensel’in köşe yazılarında bu tutum aynı biçimde sürdürüldü. Bu arada “Demokratik Güçbirliği” deklarasyonunda da sorun böyle ortaya konuldu ve buna ilişkin vurguyu EMEP’liler özellikle öne çıkardılar. Deklarasyonu kamuoyuna açıklayan ortak toplantıda, EMEP başkanının konuşması, bizzat Evrensel’in verdiği habere göre AKP karşıtlığı eksenine oturmaktaydı. Evrensel’in bazı köşe yazarları ise, teorik ve ilkesel sorunlarda boşluğun da verdiği bir naiflik ve patavatsızlıkla, bunun ölçüsünü iyice kaçırdılar ve halen de aynı minvalde yazıp duruyorlar. (Bunun gerçekten pek hoş bazı örneklerini daha sonra ayrıca göreceğiz).

Liberal akıl hocaları, A. Cihan Soylular, “Sınıf bilincine ulaşmış işçi ve ileri emekçiyle, sınıfın devrimci partisi”ni uyarıyor, seçim döneminde “emekçilerin sorunları, zorlukları, çözümün nerede olduğunu açık olarak bilmelerini sağlayacak bir politik ajitasyon ve propaganda” yürütmelerinden sözediyorlar. Ama nedense bunu iki aylık bir gecikmeyle yapıyorlar; aylardır sakız gibi tekrarlanıp durulan liberal söylemler karşısında susanlar, seçim dönemi bitmek üzereyken sözüm ona “devrimci” uyarılarda bulunuyorlar. Üstelik bunu yanlış bilincin ve tutumun sahiplerini dosdoğru hedefleyerek de değil, fakat orta yere, demek oluyor ki boşluğa seslenerek yapıyorlar.

Bilgece duran o sade sözleriyle bize şunları söylüyordu Mustafa Yalçıner: “Herkes bilir ki, AKP’nin önünü kesmekle sınırlı davranılamaz.” Başka bir durumda bu sözler gerçekten ferahlatıcı olabilirdi. Gelgelelim burada sorunumuz, görmüş bulunduğumuz gibi, “AKP’nin önünü kesmekle sınırlı” davranılıp davranılamayacağıyla değil, fakat bir seçim çalışmasının eksenine o anki hükümet partisiyle hesaplaşmanın konulup konulamayacağı ile ilgidir. Ve bu, burjuva temsili kurumlar ve seçimler sorununa yaklaşımda, parlamenter avanaklıkla devrimci sınıf tutumunu ayıran temel ölçütlerden biridir.

Ve biz inanıyoruz ki, çok kimse gibi Mustafa Yalçınerler de bunu gerçekten çok iyi bilirler. Gelgelelim onların sorunu hiç de bilip bilmemekle ilgili değildir. Onların sorunu, öteki bazı EMEP yöneticileri ve Evrensel yazarlarında olduğu gibi cahillik değil, fakat tümüyle, giderek bayağı bir hal alan liberal oportünizmle ilgilidir. Onlar çok şeyi bir çok kimseden iyi biliyorlar, fakat bilmezlikten geliyorlar ve bu onlar payına hiç de onurlandırıcı bir durum değil. İki onyılın tasfiyeci ve terbiye edici süreçleri, “herkes”in bildiklerini bilmezlikten gelme konumuna düşürmüştür onları. Bu cahilliğe kıyasla daha vahim bir durumdur ve utanç vericidir.

Liberal hayaller ya da fabian “sosyalizmi”

“EMEP nasıl bir yerel yönetim anlayışını savunuyor?” Bu, sözkonusu röportajın ikinci sorusudur ve doğal olarak verilen yanıt burada ele aldığımız konu bakımından fazlasıyla önemlidir. Devrimci, hatta hatta sosyalist olmak iddiasındaki bir parti temsilcisine böyle bir soru sorulduğu zaman, normal olarak, kapitalizm koşullarında ve onun belirlediği sınıfsal egemenlik ilişkileri ve buna dayalı iktidar yapılanması ve işleyişi altında, “yerel yönetimler”in ne olduğu, ne anlama geldiği üzerine hiç değilse bir çift sözle bir şeyler söylenmek durumundadır. Bunu, A. Cihan Soylular’ın iki ay sonra yapmak zorunda kaldıklarını yapmak olarak da tanımlayabiliriz. Ama hayır, EMEP başkanı bu denli temel önemde bir soruya bu teorik-ilkesel çerçeveden hareketle bir yanıt vermek yoluna gitmiyor. Onu yanıtı tümüyle pratiktir ve tüm içeriği ile düzenin iç mantığına ve işleyişine oturmaktadır.

Tüm yanıtı kesintisiz olarak aktarıyoruz:

“Özelleştirmeci, rantçı, ayrımcı bir belediyecilik karşısında demokratik, halka denetim imkanı sağlayan, doğrudan halkın katılımının olanaklarını sunan bir belediyeciliktir. Yani bir kısım sermaye partilerinin ve onların çevrelerinin, şirketlerin çıkar sağladığı, kamu kaynaklarını kendi lehlerine kullandığı bir belediyeciliğe karşı, bu kaynakları ayrım gözetmeksizin herkese adil bir şekilde aktaran, karşılığında kâr ve menfaat gözetmeyen bir belediyecilik, bizim savunduğumuz. Böyle bir belediyecilik, bölgesel ayrımcılığı ve dengesizliği ortadan kaldırmaya, temel problemleri çözmeye dönüktür. Belediye hizmetleri bugün, belediye başkanı, yardımcıları, belediye başkanının siyasal partisi ve o partiye yakın kesimlerin istekleri doğrultusunda belirleniyor. En küçük bir imar düzenlemesi, altyapı çalışması dahi birilerinin haksız kazanç sağlaması gözetilerek yapılıyor. İhtiyacı olana değil de, parası olana hizmet götürülüyor. Oysa hizmetler ve ona ayrılan kaynaklar, halkın denetimine açık olması gerekir. Böyle bir yönetim anlayışını yerleştirmenin tek yolu, katılımı sağlamaktır. Bunun için de halkın kendi içerisinden seçtiği temsilciler aracılığıyla belediyenin bütçesini, harcamalarını, hizmetlerini denetleyen bir meclisin, oluşumun kurulması lazım. Ancak bu şekilde katılım demokratik olur, şeffaf olur. Ancak bu şekilde belediye bir kesimin rant kapısı olmaktan çıkabilir.”

Buna kısaca dürüst ve halkçı bir belediyecilik de diyebiliriz. Fakat tüm dürüstlüğüne ve halkçı heyecanına rağmen bu yanıtta ilke olarak düzeni aşan iğne ucu kadar bir şey yok. Söylenenlerin özü ve özeti şuna çıkıyor: Ortada sorunların çözümü ve halka hizmet için yeterli “kamu kaynakları” var, fakat belediyeleri elinde bulunduran “rantçı, ayrımcı” sermaye partileri bunları kendileri, çevreleri ve bir kısım şirketler için kullanmaktadırlar. EMEP’in temsil ettiği “dürüst ve halkçı belediyecilik” bu duruma son verecek, “bu kaynakları ayrım gözetmeksizin herkese adil bir şekilde aktar”acak ve “karşılığında kâr ve menfaat gözetme”yecektir. “Böyle bir belediyecilik, bölgesel ayrımcılığı ve dengesizliği ortadan kaldır”acak, bu arada “temel problemleri” de çözecektir.

Demek ki bu anlayışa göre, yerel yönetim ve hizmetlar alanında burjuva sınıf egemenliği sisteminden ve kapitalist özel mülkiyet düzeninden kaynaklanan herhangi bir sorun yok. Bunlara dokunmaksızın, ama yönetim anlayışını değiştirerek, mevcut durumu kökten değiştirmek olanaklıdır. Halkın desteği kazanılır ve yönetime gelinirse, hırsızlık ve rantçılık önlenirse, kaynaklar ayrımsız olarak herkes için kullanılırsa, böylece dengesizlikler giderilir ve tüm temel sorunlar çözülür.

Biz bu acısız ve sancısız çözüm yolunu, “hizmette dürüstlük” ve “hizmet dağıtımında adalet” olarak da özetleyebiliriz. Yani İngiliz fabianizmi ya da “yerel”den öteye ulusal düzeyde genelleştirilmiş biçimiyle, İsveç “sosyalizm”i! Yani bugünün değilse bile “sosyal devlet” döneminin sosyal-demokrasisi!

Gelgelelim, bizim döne döne “belediye sosyalizmi” olarak niteleyip teşhir ettiğimiz burjuva liberal anlayış da tamı tamına budur. Bu düşünce ve mantık biçimi, hiç değilse yerel yönetim ve hizmet sorunu üzerinden, kapitalizmin aklanması ve onaylanmasından başka bir şey değildir. Bu düşünüş tarzı, yerel sorunların, yerel hizmetlerdeki yetersizliklerin, aksamaların ve ayrımların, yerel yöneticilerin izlediği politikadan, onların hırsızlığa, yolsuzluğa ve bu arada beceriksizliğe dayalı yönetim anlayışından kaynaklandığını iddia eden burjuva propagandasının bir yinelenmesinden başka bir şey değildir. Hırsızlık, yolsuzluk, rantçılık, bürokratik hantallık, bunun öteki yüzü olan halktan kopukluk ve bu arada beceriksizlik, bütün bunlar her kapitalist ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yerel yönetim gerçeğinin bir parçasıdır.

Fakat tüm bunları giderseniz ve bu arada tüm bu temizlikle belediyeleri “bir kesimin rant kapısı olmaktan çıkar”sanız bile, yerel hizmetler alanında “temel sorunları” çözemezsiniz. Çünkü kapitalist toplumda, tüm öteki temel sorunlar gibi yerel hizmetler alanındaki temel sorunlar da, kötü yönetimden değil, fakat sınıf egemenliği sisteminden ve kapitalist mülkiyet düzeninden kaynaklanmaktadır. Bu sınıf egemenliği sistemini yıkmadan, bu mülkiyet düzenin temelden değiştirmeden, iktidarın yanısıra birikmiş zenginliklerin ve kaynakların kamunun eline ve hizmetine geçişini sağlamadan, bu sorunların bir tekini bile çözemezsiniz. Yerel kamu kaynaklarının en dürüst ve adil bir kullanımı bile bu sorunların çözümünü değil, fakat olsa olsa, geçmişte, kapitalizmin genişleme döneminde Avrupa sosyal-demokrasisinin bir ölçüde yapmayı başardığı gibi, halk kitlelerinin yaşamında nispi bir iyileşme sağlayabilir. Bu ise temel sorunların çözümü anlamına gelmediği gibi kapitalizmi de zayıflatmaz, tersine, kitlelere aldatıcı ve duruma katlanılabilir bir tatmin sağlayarak, böylece ona daha sağlam ve nispeten daha istikrarlı bir zemin sağlar.

Bu kapitalizm koşullarında en iyi sonuçtur, fakat bugünün Türkiye gerçekleri gözetildiğinde, liberal bir reform projesi olarak bile herhangi bir başarı şansından yoksundur. Bu nedenledir ki biz onu dayanaksız hayallere dayalı liberal bir proje olarak niteliyoruz. Bunların boş hayaller olduğuna ne iyi ki artık A. Cihan Soylular da tanıklık ediyorlar. “‘En devrimci belediye yönetimleri’ dahi halkın ve kent ve beldelerin tüm gereksinmelerini karşılama olanağı bulamayacaktır” deniliyordu bize, daha önce aktardığımız pasajda. İzleyen satırlarda ise DEHAP’ın halihazırdaki yerel yönetim deneyimi hatırlatılarak şunlar söyleniyor: “Bu, daha kapsamlı bir tartışma konusu olmakla birlikte, kapitalizmin kurallarının işlediği ve burjuvazinin iktidar erkini elinde tuttuğu koşullarda, belediye başarılarının sınırlarının aslında önceden bir tür belirlendiğinin de göstergesidir.”

Halkçı belediyelerin sorunların çözümünden çok, bu sorunların neden çözümsüz kaldığının halk kitlelerine gösterilmesine olanak sağlayacağını, dolayısıyla temel kazanımların iktisadi ya da sosyal olmaktan çok siyasal olabileceğini nihayet hatırlayan ve lütfedip hatırlatan A. Cihan Soylular, sözü şuraya bağlıyorlar: “İşçi sınıfı ve emekçilerin destekledikleri belediye yönetimlerinin başarısı halkın dolaysız katılımı ve desteğine bağlıdır; ancak bunun da sınırlılıkları ve yetmezlikleri olacağını unutamayız. Bu yetmezlik ve sınırlılıkların aşılabilirliği sağlandığında ise, artık farklı bir yolda, iktidarın alınması yolunda yürümekten söz edilecektir.” Demek ki belediyecilik kapsamına giren “temel sorunlar”ın devrimden ve devrimci iktidarın alınmasından ayrı bir çözüm olanağı yoktur.

Ve nihayet final sözleri: “İşçi sınıfı ve emekçilerin çıkarı, iktidarın eksiksiz alınmasındadır ve kurtuluşun yolunu açacak olan da budur.” Aynı konuda Mustafa Yalçıner neler söylüyordu: “Herkes bilir ki, mevcut düzen çerçevesinde ‘yerel kurtuluş’lar olanaklı değildir.”

İyi ama, A. Cihan Soylular ve Mustafa Yalçınerler bunları bu açıklıkla biliyorlardı da neden aylar boyunca hatırlamak ve hatırlatmak, böylece EMEP yöneticilerinın ağzından ve Evrensel’in sayfalarından taşıp duran bütün o liberal söylemlerin karşısına koymak ihtiyacı duymadılar? Bu sorudaki şaşırtıcılık soruluş tarzından geliyor. Gerçekte bu soru anlamsızdır, zira ortada hala da herhangi bir müdahale yoktur. Sadece görüntüyü bir nebze olsun kurtarmaya yönelik göz boyayıcı sözler vardır ve bunlar da muhtemeldir ki saflardaki huzursuz bazı öğeleri yatıştırmak içindir.

Biz yeniden “EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel”in röportajına dönelim. Daha sonraki soruları yanıtlanırken aynı konu, yerel yönetim anlayışı üzerinde durmayı sürdürüyor Levent başkan. Okuyoruz:

“Savunduğumuz yönetim anlayışının hedefi sadece temel ihtiyaçların karşılanması değil, emekçilerin kültürel, sosyal vb. her yönüyle kendini geliştirebileceği imkanlara da kavuşturulmasıdır. Böyle bir belediyecilik ilçelerdeki olumsuz koşullara göz yummayacağı gibi, fabrikalardaki kötü çalışma koşullarına da göz yummayacaktır. Dahası müdahaleci bir tarzda yapacağı düzenleme ve hizmetleriyle halkın layık olduğu koşullar oluşturulacaktır. Bu nedenle partimiz ve beraber hareket edeceği emekten, demokrasiden yana güçler öncelikle bulundukları bölgedeki yerel sorunları çözmeyi temel alan bir program etrafında birleşmelidir.”

Liberal hayaller birilerinin ayaklarını yerden (kapitalizmin ve günümüz Türkiye’sinin gerçeklerinden de denebilir buna) böyle kesiyor işte. “Temel ihtiyaçların karşılanması”nın sağlanması ne ki, liberal hayaller daha da ötelere kanat çırpıyor; hedef “emekçilerin kültürel, sosyal vb. her yönüyle kendini geliştirebileceği imkanlara da kavuşturulmasıdır.” Yani? Yani tam ve eksiksiz bir sosyalizm!

Bu liberal baylar, “emekçilerin kültürel, sosyal vb. her yönüyle kendini geliştirebileceği imkanlara kavuşturulması”nın ne demek olduğu üzerine hiç düşünmüşler midir acaba? Bunun önündeki engelin burjuva sınıf egemenliği sistemi ve mülkiyet düzeni olarak kapitalizm ve bunun gerçekleştirilmesinin ise tamı tamına sosyalizm, üstelik gelişmiş, komünizme doğru evrilmiş bir sosyalizm olduğunu bilmiyorlar mı? “Levent başkan” değilse bile bazı başkan yardımcıları (Yalçınerler) ve bu arada işleri kenardan götüren liberal akıl hocaları elbette bunu çok iyi biliyorlar. Ama buna rağmen bu liberal yavelere aylar boyu sessiz kalabiliyorlar. Nihayet bazı doğruları sıraladıklarında ise, bunu, bu liberal rezaleti haklı olarak eleştiren komünistlere ve devrimcilere kinlerini kusmadan yapamıyorlar.

A. Cihan Soylular şu sözleri, tam da “belediye sosyalizmi”nin örtülü eleştirisini yapmak zorunda kaldıkları o kısacık yazılarının satır aralarına sıkıştırıyorlar: “İşçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşu davasına sadakatle bağlı olan herkes, sınıflar mücadelesi yasalarının bilincinden uzak, dünyayı ve toplumsal yaşam ve mücadeleyi kendi küçük barınaklarında yorumlayıp kendi dışındaki herkese çamur sıçratmak için tepinen ar yoksunlarını görmezden gelecek ve halkın davasının ilerletilmesi için önüne çıkan görev ve sorumluluklarını yerine getirmek için çalışacaklardır.” (26 Şubat tarihli o aynı yazı, vurgular bizim.)

İşin küfür ve hakaret yanını bir yana bırakıyoruz. Ama şu “Sınıflar mücadelesi yasalarının bilincinden uzak” iddiasını alınız ve “EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel”in partinin yerel yönetimler ve yerel seçimler üzerine buraya kadar aktardığımız (ve daha sonra daha fazlasını da aktaracağımız) sözleriyle karşılaştırınız. Levent başkan’ın bu düşünceleri şahsı değil fakat partisi adına açıkladığını, dahası, tam da bu nedenle, belki de bu metnin Levent başkan adına liberal akıl hocalarından biri tarafından kaleme alındığı gerçeğini de göz önünde tutunuz ve sonra dönüp A. Cihan Soylular’ın yukarıda siyah olarak verdiğimiz küfür ve hakaretlerine yeniden bakınız. Umuyoruz ki böylece, gerçekte kimin/kimlerin “ar yoksunu” olduğu konusunda dolaysız bir fikir edinmeniz hiç de güç olmayacaktır.

Peki komünistlere ve devrimcilere küfrederek de olsa “belediye sosyalizmi”ne yöneltilen bu eleştirel sözlerin, parti olarak EMEP ve gazete olarak Evrensel için herhangi bir anlamı ve sonucu var mıdır? Yanıt için somut duruma bakalım. “Seçim Çalışması ve Halkın Örgütlenmesi” başlıklı ve A. Cihan Soylu imzalı yazı, 26 Şubat tarihli Evrensel’de yayınlandı. Yukarıdaki küfür ve hakaretleri içeren bu yazı, ardından gidip titrek ve bulanık biçimde de olsa, “belediye sosyalizmi”ne dayalı liberal hayaller konusunda uyarılara bağlanıyor ve öylece noktalanıyordu. İşte bu yazıdan yalnızca iki sonra, Evrensel’in genel yayın yönetmeni İhsan Çaralan, kendine ait köşede “Yerel Mücadele ve Yerel İmkanlar” başlıklı (dolayısıyla başlığıyla bile hayli dikkat çekici) bir yazı yayınladı. Bu yazıdan uzunca bir bölümü aşağıya alıyoruz:

“Kuşkusuz ki; yerel yönetimlerin en klasik görevleri olan; yol, su, elektrik, doğalgaz, kanalizasyon, kitle taşıması gibi hizmetlerin ucuz, kaliteli, adil (yoksul bölgeleri ve yoksul halk kesimlerinin ihtiyaçlarını en öne alan bir adalet anlayışıyla) bir biçimde nasıl çözüleceği elbette ki, iyi bir biçimde propaganda edilmelidir. Bunun için yerel imkânların neler olduğu, geçmişte bunların nasıl çarçur edildiği, ’hizmet veriyoruz’ adı altında halkın parasıyla kimlerin nasıl vurgunlar yaptığı gösterilmelidir. Ama, bunun da ötesinde kentlerin, emekçi semtlerinin sadece; işe gidilip gelinen, sonra da uyunan mekânlar olarak değil; herkese insanca yaşam koşullarının sunulduğu sosyal ortamlar olarak ele alınması son derece önemlidir. Bu amaçla sağlık, eğitim hizmetlerinin herkesin parasız yararlanabileceği bir biçimde sunulması, sinemalar, tiyatrolar, halk kütüphaneleri, kültür evleri, kadın ve gençlik evleri gibi kurumların ihtiyaca uygun düzeyde hizmet verecek tarzda geliştirilmesi, yerel yayıncılığın tekelci yayıncılık karşısında desteklenmesi (gazete, radyo, tv. vb.), çevrenin korunması, hizmetlerin engellilerin ihtiyaçları da gözetilerek düzenlenmesi... Bütün bu hizmetlerin yerel dokunun ve onun imkânlarının kullanılması üstüne şekillendirilmesi, çalışmanın yerelleşmesi bakımından son derece önemlidir.”

Bu sözleri hiç değilse şimdilik yorumlamayacağız. Zira buradaki (ve yazının toplamındaki) yaklaşım, tamı tamına Levent Tüzel’in bu yazıyı iki ay önceleyen düşünceleri ile örtüşmektedir. Bu ikincisi üzerine söylenmesi gerekenleri söylemiş bulunduğumuza göre, onları bir de bu yeni versiyon üzerinden tekrarlamamız gereksizdir.

Buna rağmen buraya bu geniş pasajı almamızın nedeni, A. Cihan Soylular’ın uyarılarının Evrensel yazarları için bir anlam ifade etmediği konusunda dolaysız olarak bir fikir vermektir. Neden etmediği için tahmin yürütmek mümkün, ama buna burada gerek yok. Bunun yerine teknik mahiyetteki şu hatırlatmalarla yetiniyoruz: İhsan Çaralan’ın 28 Şubat tarihli yazısı A. Cihan Soylu’nun 26 Şubat tarihli yazısını izlemişti. Onu ise A. Cihan Soylu’nun 1 Mart tarihli yazısı izledi ve 26 Şubat yazısında yalnızca bir paragraf olarak verilen düşünceler, bu kez daha geniş ve açık vurgularla, bu son yazının tamamını oluşturdu. Bunun bir anlamı olup olmadığı sorusunun yanıtını ise burada açıkta bırakıyoruz.

 ****

Parlamenter avanaklık

EMEP’in yerel seçim politikasının esaslarını sunan 28 Aralık tarihli röportajla sürdürüyoruz. Sözkonusu röportaj için Evrensel’deki yayında yapılan ve metnin EMEP sitesindeki kullanımında korunan sunuş aynen şöyle:

“EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, yerel seçimlerde sağlanacak bir başarının, ülkenin demokratikleşmesi ve halkçı bir iktidarın kurulmasının yolunu açacağını vurguladı. Tüzel, bu nedenle emekten, demokrasiden ve bağımsızlıktan yana partilerin, örgütlerin halkçı bir yerel yönetim anlayışı etrafından güç birliği yaparak seçime girmesi gerektiğini belirtti.” (Vurgular bizim)

Bu temenni ve çağrının çok geçmeden “Demokratik Güçbirliği” ile gerçekleştiğini biliyoruz. “Demokratik Güçbirliği” sadece temenninin gerçekleşmesi olmadı; çağrıyla birlikte dile getirilen hedefi de (yerel seçim başarısı ve bununla “halkçı bir iktidar”a yürüme) aynı şekilde, fakat daha açık ve özlü bir biçimde tanımladı ve bunu daha genel bir çağrıya dönüştürdü:

“Tüm halkımızı, emek, demokrasi ve barış güçlerini Türkiye'nin her yerinde ve hayatın her alanında demokratik güçbirliklerini geliştirmeye, güçlendirmeye ve bugün için yerellerde, yarın ise genelde iktidar olmak için çalışmaya çağırıyoruz. Demokratik Güçbirliği, yeni bir Türkiye için halkın gerçek iktidarını kurma doğrultusunda yeni bir umut olacaktır.”
(Vurgular bizim)

Gerçekleştirilecek geniş bir “güçbirliği” sayesinde elde edilecek bir yerel seçim başarısı ile “ülkenin demokratikleşmesi ve halkçı bir iktidarın kurulması” sorunu arasında kurulan bu dolaysız bağ, ya da Deklarasyon’un ifadesiyle, “bugün için yerellerde, yarın ise genelde iktidar olmak” hedefi, yerel seçimler boyunca EMEP açıklamalarına ve propagandasına hakim bir başka temel politik tema oldu. EMEP propagandası ve Evrensel yazarları bunu öylesine bir doğallık içinde yineleyip duruyorlar ki, insan buradaki aşırı rahatlığa baktığı zaman, bu çevrenin nispeten kısa sayılabilecek bir süre içinde liberal sol burjuva ideolojisini benimsemede ve özümsemede katettiği mesafeye şaşırmadan edemiyor. Yerel seçim başarısıyla “yerel iktidar”, ardından bundan da alınacak güç ve itilimle bu kez bir genel seçim başarısıyla ülke düzeyinde “genel iktidar”...

Bu, parlamentarizme dayalı burjuva liberal ideolojinin dipsiz kuyusudur!

(...)

(Tasfiyeci Sürecin Son Aşaması: Parlamentarizm,
 Eksen Yayıncılık, sf: 104-105)