30 Ocak 2009
Sayı: SİKB 2009/04

  Kızıl Bayrak'tan
  Ergenekon operasyonu Özbek çetesine yöneldi…
  Çankaya’da Ergenekon toplantısı…
Şer üçlüsü toplandı…
Emekçiler krize karşı alanlara çıktılar…
15 Şubat İstanbul mitingi üzerine...
Sinter ve Gürsaş direnişleriyle dayanışma gecesi gerçekleşti...
  Direnişçi Gürsaş işçileri ile konuştuk...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalar -
H. Fırat
  ÜNSA’da yarım direniş, çeyrek zafer!
  Devlet madalyasından Kocatepe törenine kontrgerilla gerçeği…
  Kriz karşıtı faaliyetlerden...
  Gençlikten...
  Ateşkes sonrası Gazze...
  “Davos Zirvesi”ne hazırlık…
  Bolivya’da anayasa açık farkla kabul edildi!
  Obama ve yıkılan hayaller...
  Avrupa’da krize karşı paneller…
  Yerel seçimler ve devrimci tutum - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ÜNSA’da yarım direniş, çeyrek zafer!

 

Ünsa Çuval’da 4 Aralık günü ücret ve tazminat alacaklarının ödenmesi talebi ile başlayan direniş geçtiğimiz hafta sonu sona erdi.

Direniş, krizi fırsat bilen Ünsa patronunun taşeronların bir bölümünü kapatma kararı alması ve işçilerin alacaklarını vermemesi üzerine başlamıştı. 2006 yılında Rozi direnişinde yer alan bir işçinin Nakliyat-İş yöneticilerine haber vermesi ile birlikte sendika yöneticileri işyerinin önüne gelmiş, işçilerle yaptıkları toplantıda direniş kararı alınmıştı. İlk birkaç gün direnişe çıkma konusunda kararsız olsalar da, patronun oyalayan tutumları üzerine, Eda Tekstil taşeronunda çalışan 85 Ünsa işçisi, bayram dönüşü olan 15 Aralık günü Samandıra’daki ana fabrika önünde direnişe başlamıştı. Taşeronun işçilerin alacaklarını vermemesi üzerine direniş, bu durumun asli sorumlusu olan Ünsa’nın önüne taşınmıştı.

Direniş boyunca işçiler iki kez alacaklarının ödenmesi talebiyle fabrikayı işgal ettiler. Bunun dışında fabrika önünde ve Taksim gibi merkezi yerlerde bir dizi eylem gerçekleştirdiler.

Direnişte geçen 50 gün boyunca Ünsa işçileri, belki de yıllar boyunca öğrenmedikleri şeyleri bu mücadele içerisinde öğrendiler. Bu tablo, herhangi bir eylemin işçilerde yaratacağı bilinç sıçramasının en büyük kanıtlarından biri oldu. Olanakların çok daha fazla olduğu Sinter gibi fabrikalarda hayata geçirilmeyen eylemlerle Ünsa işçileri sınıf mücadelesi payına anlamlı bir deneyim elde ettiler.

Ancak Ünsa direnişinde yaşananlar sadece olumluluklar değildi. Direniş kendi içinde sürekli bir biçimde yalnızlaştı ve kan kaybetti. Özellikle son zamanlarda direnişe katılan işçi sayısında ciddi azalmalar yaşandı. İşçiler yalnızca patronla görüşme yapılacağı vb. günler direniş alanına gelmeye başladılar. İşçilerin bir kısmı patronla anlaşarak, alacaklarının bir kısmını hibe ettiler ve direniş alanını terk ettiler. En son geçtiğimiz hafta sonu direnişe devam etmekte kararlı olan 15-20 civarında işçisi ise alacaklarının bir kısmını peşin, geride kalan bölümünü de 2 senet halinde alarak direnişi sonlandırdılar.

Direnişlerde böyle zayıflama veya kırılmalar yaşanmasının sınıf mücadelesinin bugünkü düzeyi açısından anlaşılır yanları bulunuyor. Ancak Ünsa’da bu zayıflamayı yaratan en temel etkenin direnişin “öncüleri” tarafından sürekli bir biçimde yalnızlaştırılması olduğunu söyleyebiliriz. Nakliyat-İş yöneticileri, genel başkanlarının DİSK yönetim kurulu üyeliği kimliğini de kullanarak başlattıkları bu direnişte bir kez daha, bilinen dar grupçu ve  benmerkezci tutumlarını sergilediler.

Sınıf mücadelesinin yalnızca kendilerinden sorulduğunu sananlar, biz sınıf devrimcilerinin ve OSİM-DER’li işçilerin direniş alanında yer almasına bile tahammül edemediler. Ünsa’da yürüttükleri mücadeleler nedeniyle ve “işyerinin gelecekteki çıkarlarına zarar vereceği!” iddiasıyla, işten atılan eski Ünsa işçilerini direniş alanından kovmaya bile yeltenebildiler. Hatta daha da ileri giderek, direnişçi işçileri kışkırtıp bu işçilere saldırtmaya kalktılar. Dahası, Ünsa’nın ana fabrikasında çalışan işçilerin bile direnişçi işçilerle görüşmesine engel oldular.

Sınıf devrimcileri olarak, her zaman olduğu gibi, işçi sınıfının her direnişinin kendi direnişimiz olduğu bilinciyle hareket ettik ve direnişin ileriye taşınması için tüm olumsuzluklara karşın elimizden gelen çabayı sarf ettik. Direnişin soluğunu ana fabrikanın içine ve çevre fabrikalara taşımaya çalıştık. Bunu ne küçük dar grupçu hesaplarla, ne de başka anlamsız kaygılarla yaptık. Buradaki tek kaygımız, çalıştığımız havzada gerçekleşen bir direnişe karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek oldu. Ancak kendileri dar grup çıkarları peşinde koşan bu “öncüler”, “buradan kendi partinize adam götüremezsiniz, boşuna gelmeyin!”, “burada bir sendika var, bir siyasal hareket var, size gerek yok!” gibi söylemlerle bizleri de kendileri gibi sandıklarını ortaya serdiler.

Elbette bizler de çalıştığımız alanlarda örgütlü gücümüzü büyütmek gibi temel bir kaygıyla hareket ettik. Ama bu sınıf mücadelesinin toplam kazanımlarını gözeten bir kaygı oldu her zaman. Hiçbir zaman örgütsel çıkarlarımızı önplana alarak, bir direnişin kaderi ile böylesine oynama hakkını kendimizde görmedik.

Evet, tüm bu yapılanlara direnişin kaderi ile oynamak diyoruz. Çünkü biz komünistler, bir direnişin kazanımını hiçbir zaman sınırlı taleplerin kazanılması olarak algılamadık. Biz direnişlerin kazanımlarını, talepler elde edilse de edilmese de, her zaman sınıf mücadelesine sunduğu toplam katkılar üzerinden değerlendirdik. Bir işçinin sınıf bilincinin gelişimini ise, onu kendi fabrikasının dar dünyasından çıkarak tüm dünyayı algılamaya başlaması ile ölçtük. Bizim gözüne taktığımız at gözlüğü ile değil kendi gözleri ile dünyayı algılamasını sağlamaya çalıştık!

İşte Ünsa’daki “öncüler” tam da bu noktada son derece kötü bir pratik sergilediler. Kurdukları bürokratik tahakkümle, işçilerin kendilerinden başka hiç kimse ile temas kurmalarını, hatta konuşmalarını istemediler. Hatta direnişe dair düşüncelerini paylaşan sıradan bir mahalle bakkalını bile direniş alanından kovdular. Direnişe ziyarete gelen çeşitli kurumlardan temsilcileri işçilerle görüştürmediler.

Tüm bu yaşananların yarattığı sonuçları özetlemek bakımından ibretlik bir örnek ise, ana fabrikada örgütlü olan DİSK Tekstil Sendikası’nın tutumu oldu. Dışarıda taşeron işçilerin direnişi DİSK Örgütlenme Sekreteri’nin öncülüğünde yürürken, aynı konfederasyona bağlı ana fabrikada örgütlü olan DİSK Tekstil “direnişle hiçbir ilgisi olmadığını, üyelerinin işverenle bir problemi olmadığını” söyleyebilecek kadar pervasızlaşabildi. Bırakalım  sınıf dayanışması örülmesini, aynı konfederasyona bağlı bir sendikanın direniş düşmanlığı yapmasına göz yumulabildi.

Şimdi sormak gerekiyor. Bu nasıl bir anlayıştır ki, bir direnişte en önemli silah olan sınıf dayanışması dışlanabiliyor. Ya da bu dayanışmayı sadece kendi siyasal çevresi ile sınırlı düşünebiliyor? Bunu yapanlar, bu direnişlerde gerçek bir kazanım elde ettiklerine ya da sınıf mücadelesine en küçük bir katkı sunduklarına kendilerini nasıl inandırıyorlar?

Bu tutumu sergileyenlerin, alanlarda attıkları “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganı konusundaki samimiyetlerini sorgulamaları gerekiyor. Ya da kendi “önderlik!” ettikleri direnişler dışındaki direnişlere gerçekleştirdikleri ziyaretleri!..

Ünsa’da yaşanan direniş hakkında daha pek çok şey söylemek mümkün. Ama biz şimdilik bu kadarı ile yetinmek istiyoruz. Sınıf dayanışmasının örülememesi nedeniyle yarım kalan bu direnişin çeyrek zaferinin olumlu yönlerini örnek alalım, olumsuz yönlerini not düşelim. Bunu yaparken de, bu anlayışa yön veren siyasal iradenin kuruluş gerekçesinde küçük burjuva sol harekete ilişkin yazdıkları ile bitirelim. Burada söylenenler onlara, gerçek durumlarını görmelerini kolaylaştıracak bir ayna işlevini yerine getirecektir:

“Sosyalist Kamp’ın çöküşü bizim Küçükburjuva Sol Grupları da olumsuz yönde etkiledi. Devrimci teoriyi bilmeyen bu grup şefleri inançlarını önemli bir oranda yitirdi. Tabiî devrim hedeflerini de yitirmiş oldular bu inanç kaybıyla… O zaman, güçlü, birleşik gerçek bir Devrimci Partiye de pek ihtiyaç yok diye düşünmeye başladılar… Varsın küçük olsun ama benim olsun. Yani ‘baş ben olayım da gerisi o kadar önemli değil’ gerici, küçükburjuva anlayışına kapıldılar, bu grupların tepesinde bulunan şefler… Bu anlayış onları gerçek devrimcilikten, Derlenişten, Birlikten ve Devrim hedefinden kopardı ve birer derebeyine dönüştürdü…” (Halkın Kurtuluş Partisi Kuruluş gerekçesi’nden...-www.kurtuluspartisi.org)

Ümraniye’den sınıf devrimcileri