23 Ocak 2009
Sayı: SİKB 2009/03

  Kızıl Bayrak'tan
  Metal işkolunda durum ve görevlerimiz
  Ergenekon sermaye devletinin gerçek yüzüdür…
İsrail’den tek taraflı ateşkes...
Krizin faturasını kapitalistlere ödetme mücadelesini kapitalizmi yıkma mücadelesiyle birleştirelim!
2008 sermayenin yoğun saldırılarına konu oldu…
TORGEM direnişi 10. gününde zaferle sonuçlandı!
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile krizin tersanelerdeki etkisi ve TORGEM direnişinin kazanımları üzerine konuştuk...
  DESA direnişinde kazanma kararlılığı ve devrimci sorumluluk!
  Sinter ve Gürsaş direnişleriyle dayanışma büyüyor…
  Yerel seçimler ve komünistler
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Kriz ve tersaneler
  Yerel işçi bültenlerinden...
  Emekçi Kadın Komisyonları’ndan çağrı…
  Hrant Dink kitlesel eylemlerle anıldı!
  İşgal, direniş, grev ve sabotaj / 2 Volkan Yaraşır
  Obama illüzyonu… M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

2008 sermayenin yoğun saldırılarına konu oldu…

2009 imkanları güce dönüştürme yılı olmalıdır!

2008 yılını geride bıraktık. Geçtiğimiz yıla damgasını vuran iki temel olgudan biri sermayenin kapsamlı sömürü ve sosyal yıkım saldırılarının yoğunluğu ise, diğeri de bu saldırılara karşı hareketlenme eğilimi gösteren işçi ve emekçilerin yaygın eylemliliğidir. Zaten sürmekte olan kölece çalışma koşulları, düşük ücretler, sosyal hakların gaspı, sigortasız çalıştırma, sendikalaşma girişimlerine yönelik azgın saldırılar, esnek üretim, özelleştirmeler gibi saldırılar, krizle birlikte daha yoğun işten atmalar, ücretli/ücretsiz izinler, yeni zamlar ve artan vergiler, uzun çalışma saatleri şeklinde kendini göstermektedir.

Sermaye iktidarının krizle birlikte artan ve ağırlaşan bu denli yoğun saldırıları karşısında, özellikle son iki yıldan bu yana, işçi ve emekçi hareketinde biriken öfke ve tepki kendini yer yer eylem ve direnişlerle, THY, Telekom sürecinde olduğu gibi grevlerle dışa vurmaktadır.

Kuşkusuz saldırıların kapsamı, boyutu ve merkezi karakteri düşünüldüğünde, işçi ve emekçilerin mücadelesi henüz yeterince etkin, kitlesel ve birleşik bir karakter kazanmış değildir. Ancak işçi ve emekçiler tümüyle de tepkisiz değildir. Halihazırda birçok işyeri ve fabrikada ağırlıklı olarak sendikalaşma hakkı olmak üzere işten atmalara, düşük ücretlere ve hak gasplarına karşı çeşitli biçimler altında direnişler sürmektedir.

Dağınık ve parçalı bir sınıf hareketi tablosu

Tüm bunların ardından geçtiğimiz yıla ilişkin yapılabilecek en temel vurgu sınıf hareketinin dağınık ve parçalı olmasıdır. Bu dağınıklık ve parçalılık SSGSS, THY, Telekom, lastik ve cam sektörlerinde gerçekleşen TİS süreçlerinde bir parça aşılabildi. Sendikalaşma çabalarına yönelik yoğun saldırılara karşı başgösteren direnişler, krizin ardından yaygın işten atmalara karşı oluşan tepkilerle de sınıf hareketi görece daha hareketli bir sürece girmiş oldu. Sınıf hareketinin nispeten daha canlı geçtiği ve hareketlenmeler yaşadığı bu süreçlerin her biri kendi içinde değişik deneyimler de yarattı.

THY ve Telekom’da yaşanan grevler, lastik ve cam sektöründe gelinen grev aşamaları, özellikle sermayenin grev hakkına yönelik hazırlandığı saldırılara anlamlı bir yanıttı. Grev hakkının korunması ve daha etkin kullanılması açısından 2008 yılı anlamlı bir yıl oldu. Sonucundan ve kazanımlarından bağımsız olarak, TİS süreçlerinde grev silahı etkili bir pazarlık unsuru olarak kullanılabildi. Bu açıdan başta metal olmak üzere lastik ve cam sektöründe yaşanan TİS süreçleri kendini aşan bir anlama ve öneme sahipti.

Ancak metal TİS’lerinde yaşanan sendikal ihanet bu silahın doğru ve etkin bir tarzda kullanılamamasına neden oldu. Özellikle dünya kapitalizminin yaşadığı krizin sonuçlarının hissedilmeye başlandığı süreçlere denk gelen metal TİS’leri, hem sektörde hem de genel olarak sınıf hareketi açısından mücadelenin güçlenmesi için önemli bir mevzi olmasına rağmen bu imkan sendikal ihanet şebekesi tarafından heba edildi.

SSGSS saldırısı ve HSGGP deneyimi

Sermayenin SSGSS saldırısı 2008 yılının en kapsamlı ve ağır saldırıları arasında yer aldı. Zira milyonlarca işçi ve emekçinin hem sağlık hem de emeklilik hakkının gaspı anlamına gelen, sosyal güvenlik hakkını elinden alan ve geleceksizleştiren bir saldırıdır SSGSS. Sermaye iktidarı, sermaye uşağı AKP’nin tek başına hükümet olmasını fırsat bilerek SSGSS’yi gündemine aldı.

Saldırı işçi ve emekçiler cephesinden yoğun bir tepkiye konu oldu. Birçok sendikanın, devrimci gücün, ilerici unsurların, reformist çevrelerin içerisinde yer aldığı Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformları (HSGGP) bu süreçte SSGSS saldırısına karşı oluşturuldu. Artan saldırılara karşı tepki duyan binlerce işçi ve emekçinin tepkisini akıtabileceği bir zemine dönüştü. Bu yanıyla SSGSS saldırısına karşı mücadele ve HSGGP 2008 yılı açısından önemli bir yerde durmaktadır. Zira son yılların hem en kitlesel eylemliliklerinin gerçekleşmesi, hem de birleşik mücadele zeminlerinin yaratılması bakımından ayrı bir yerde durmaktadır.

13-14 Mart’ta saldırı yasasına karşı kitlesel eylemlerle tepkisini gösteren işçi ve emekçilerin mücadele kararlılığı yine sendikal bürokrasi tarafından heba edildi. Mart eylemlerini arkasına alan sendikal ihanet şebekesi, hükümetle yaptığı görüşmelerin ardından, özü aynı kalan ancak 14 Mart’taki tepkinin basıncıyla göstermelik değişiklikler yaptığını iddia eden sermaye iktidarının ve hükümetinin saldırısına onay veren bir tutum içerisine girdi. Bu tutumuyla SSGSS karşıtı mücadele dinamiklerini dağıtmayı, kitlelerin mücadele azmini kırmayı başardı.

HSGGP bileşenleri ise, 1-6 Nisan eylemleri ile bu ihanetçi tutuma rağmen mücadelenin süreceğini ilan ettiler. Bu karşı çıkışın etkisiyle emekçi kitleler mücadeleye yönelirken, sendikal ihanet şebekesi bir kez daha bu iradeyi boşa düşürmek için elinden geleni yaptı. Ve ne yazık ki, tek tek HSGGP bileşenlerinin iddiaları ve güçleri böylesi bir süreci göğüslemeye yetmedi. Yasanın görüşüldüğü süreçte Ankara çağrısı yapan HSGGP bileşenleri, konfederasyonların tepesinde konumlanmış sendika hainlerini karşısına alabilecek, sendikal bürokrasinin mücadeleye zarar veren tutumlarını boşa düşürebilecek bir dirayet gösteremediler.

Ancak tüm olumsuzluklarına rağmen, SSGSS karşıtı mücadelenin açığa çıkardığı Nisan eylemlerinin yarattığı kararlılık 1 Mayıs’ta etkisini gösterdi.

1 Mayıs’a Taksim kararlılığı damgasını vurdu!

2008 1 Mayısı’nda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de alanlara çıkan onbinlerce işçi ve emekçi sermaye iktidarının sosyal yıkım saldırılarına karşı öfke ve tepkisini dışavurdu. Ülkenin dört bir yanında 1 Mayıs alanlarına çıkan işçi ve emekçiler hak ve taleplerini haykırdılar.

Tüm bunların yanısıra, 2008 1 Mayısı’na bu yıl da Taksim kararlılığı damgasını vurdu. İşçi ve emekçilerin kanının akıtıldığı Taksim alanı şahsında işçi ve emekçiler, 12 Eylül rejiminin yasakçı ve baskıcı uygulamalarına karşı çıktılar. Sermaye devletinin Taksim kararlılığını önceki yıla oranla daha azgın bir devlet terörüyle kırmaya çalışmasına, günler öncesinden başlatılan tehdit ve karalamalara rağmen, başta devrimci güçler olmak üzere ileri ve öncü işçi ve emekçiler sokak sokak çatışarak Taksim kararlılığına sahip çıktılar. Sendikal bürokrasinin bilindik ihanetine, liberal reformist çevrelerin Taksim kararlılığına sahip çıkmamasına rağmen binlerce işçi ve emekçi tarafından Taksim yolu zorlandı. Sergilenen kararlılığa ve ortaya konulan mücadele düzeyine rağmen Taksim’e pratik olarak girilemese de, sermaye devletine karşı politik olarak zafer elde edilmiş oldu.

Hem işçi ve emekçi kitlelere moral olması, hem de uygulanan devlet terörü şahsında sermaye iktidarının ve onun hükümetinin emekçi düşmanı kimliğinin teşhir olması açısından Taksim’de 1 Mayıs kararlılığı oynaması gereken rolü oynadı. Devlet ve düzen gerçeği bir kez daha emekçiler tarafından açık ve net bir biçimde görüldü.

Hepsinden önemlisi, işçi ve emekçi kitleler 1 Mayıs’ta sergilenen mücadele kararlılığından aldığı gücü yerel direnişlere taşıma cesareti buldular.

Yerel direnişlerin anlamı ve sınırları

2008 yılı için vurgu yapılabilecek bir diğer nokta ise, yıl içinde gerçekleşen yerel direnişlerdeki yaygınlık oldu. Yörsan, Unilever, DESA, E-Kart, UNO, TEGA vb. örneklerde olduğu gibi sendikalaşma hakkına yönelik saldırılara karşı, daha belirgin olarak Tuzla tersaneler ve silikozis hastalığının pençesinde can çekişen kot taşlama işçilerinde olduğu gibi işçi sağlığı ve iş güvenliği taleplerini kamuoyuna yansıtmaya yönelik taleplerle, en son krizle birlikte Brisa, Ünsa Ambalaj, Tezcan Galvaniz, Philips, Sinter Metal, Asil Çelik vb. örneklerinde olduğu gibi işten atmaların yoğun yaşandığı fabrikalarda iş güvencesi talebiyle çeşitli eylem ve direnişler gerçekleştirildi. Bu deneyimlerden bir kısmı kazanımlarla da sonuçlandı. Uzun bir dönemdir ne genel ne de yerel anlamda neredeyse hiçbir kazanım elde edemeyen işçi hareketi, bu açıdan bu yılki moral kazanımlarına bir yenisini daha eklemiş oldu.

2008 yılında başlayan ve bazıları halen de devam eden direnişler farklı işkollarında kölelik koşulları altında çalışan işçilerin duyduğu tepkinin bir birikimi olarak ortaya çıkmaktadır. Sermayenin sosyal yıkım saldırılarına karşı yeni yeni kıpırdanmaya başlayan sınıf hareketinin ilk nüveleri sayılmalıdır. Zira genel olarak yükselen bir sınıf hareketinin olmadığı koşullarda mevzi eylem ve direnişlerin bütünlüklü bir hareket yaratma imkanları sınırlıdır. Ancak bu imkanlara yaslanarak sermayenin merkezi saldırılarına karşı birleşik bir sınıf hareketi yaratmanın zeminleri de fazlasıyla vardır.

Birleşik, devrimci ve kitlesel bir sınıf hareketi yaratmanın önündeki en büyük engel sendikal bürokrasidir. Yanısıra sol siyasal güçlerin durumu da bu tablodan çıkışsızlığı daha da derinleştirmektedir.

Birleşik bir sınıf hareketinin önünde sendikal bürokrasi engeli ve devrimci önderlik boşluğunu doldurmanın yakıcı ihtiyacı

2008 yılındaki deneyimlerin de bir kez daha açığa çıkardığı gibi, mücadelenin güçlenmesinin ve birleşik bir karakter kazanmasının önündeki en temel engellerden birisi sendikal bürokrasidir. Zira sınıfın öz mücadele örgütleri olması gereken sendikalar ne yazık ki başlarına çöreklenmiş sendikal bürokrasi eliyle misyonunu oynayamaz bir konumdadır. Sendikal bürokrasinin bir kısmı sermaye ile doğrudan işbirliği halindedir. SSGSS’den 1 Mayıs’a, metal TİS’lerinden ağır ve kölece çalışma koşullarına neden olan hak gasplarına kadar birçok süreçte sermayenin çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Ellerinde bulundukları mevzileri işçi sınıfını denetim altında tutmak için kullanmaktadır. Sendika yönetimlerinin bir kısmı ise uzlaşmacı sendikal anlayışı savunmakta, dolayısıyla sermayenin işini kolaylaştırmaktadır.

Son bir yılın gelişmeleri bir kez daha geleneksel sendikal hareketin çoktan iflas ettiğini göstermektedir. Sınıf hareketinin köklü bir yenilenme yaşaması ve saldırıları püskürtülebilmesi için sendikaların sermayenin denetiminden çıkarılması, sendikal ihanet şebekesinin buralardan sökülüp atılması gerekmektedir. Sınıfın ileri, öncü kesimleri tabanın iradesine dayalı bağımsız taban örgütlülüklerinde bir araya gelmeden, ne sermayenin saldırılarına yanıt verilebilir ne de sendikal ihanet şebekesi etkisizleştirilebilir.

SSGSS sürecinde açığa çıkan ve halihazırda kriz üzerinden işyeri temsilcilerinin iradesine dayanarak yol yürümeye çalışan Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu’nun ayrıksı tutumu dışta tutulursa, sendikal hareketin halihazırdaki tablosu ne yazık ki iç açıcı değildir.

Bu tablodan çıkışı zora sokan bir diğer etmen de sol siyasal öznelerin konumudur. Hareketlenme eğilimi gösteren sınıf hareketinin toplumun gündemine girmesi sol siyasal güçlerin de dikkatlerini bu noktaya çekmesine neden olmuştur. Ancak sol hareket şahsında bu ilginin sınırları vardır. Komünistler bahar sürecinin ardından yaptıkları değerlendirmede sorunu şu şekilde ortaya koymuşlardır:

“Bugün bir dizi sol grup gitgide daha belirgin bir biçimde sınıf hareketine ve dolayısıyla çalışmasına artan bir ilgi duymaktadır. Bunu tüm siyasal yaşamları boyunca küçük-burjuva katmanları esas almış bazı devrimci-demokrat gruplar üzerinden olduğu kadar, son bunalım ve bölünmelere eşlik eden tartışmalar sırasında açığa çıktığı gibi reformist sol hareketin bazı kesimleri üzerinden de görebilmek mümkün. Kuşkusuz ortada bu ilginin pratik sonuçları konusunda henüz anlamlı sayılabilecek işaretler yok. Ama yine de bu ilginin oluşması, siyasal güçsüzlükten ve açmazlardan çıkış yolu olarak sınıf hareketine ve çalışmasına artan biçimde vurgular yapılması, hele de bunun şu son bir-iki yılın süreçleri eşliğinde olması, dikkate değer bir olgudur. Son yirmi yılın toplamı içinde ve özellikle de, geleneksel sol harekette işlerin artık eskisi gibi gidemeyeceğinin açık biçimde kanıtlandığı son on yıl üzerinden değerlendirdiğimizde, bu yeni eğilimin hiç de konjonktürel gelişmelerin etkisiyle sınırlı olmadığını görebiliriz.

Önemli bir noktayı peşinen vurgulamak zorundayız. Halen yaşanan ne ideolojik bir görüş açıklığı, ne de buna dayalı bir kimlik ve yön değişimidir. Gelinen yerde küçük-burjuva akımlardan bunu beklemenin artık herhangi bir gerçekçiliği de yoktur. Onların geçmişten bugüne ne böyle sağlıklı bir devrimci gelişim ve değişim geleneği, ne de artık bu türden bir yeteneği sergileyebilecek politik ve moral güçleri var. Dolayısıyla halen sözkonusu olan, daha çok, bugüne kadar tutulan tüm öteki yolların açık bir başarısızlıkla sonuçlanmasının yarattığı çaresizliğin beslediği bir tür kendiliğinden ve zorunlu yönelimdir. Bir yandan sınıf dışı kesim ve katmanlara yönelik çabaların yılları bulan kısırlığı, öte yandan ise sınıf hareketinin yıllar yılı kendini belirgin bir biçimde döne döne hissettiren gücü ve olanakları, siyasi yaşamda tutunmak isteyen bir dizi sol grubu nihayet sınıf hareketi ve dolayısıyla çalışması üzerinde daha dikkatle durmaya yöneltmektedir. Olup bitenin temeli, anlamı ve sınırları halen bundan ibarettir.” (Bahar süreci, sınıf hareketi ve sol hareket, SİKB, Sayı: 2008/23, 6 Haziran ‘08)

Açıktır ki, böylesi bir tabloda işçi ve emekçi kesimlerin biriken öfke ve tepkisinin mücadele kanallarına akabilmesi, akabildiği koşullarda ise güçlenmesi olanaklı değildir. Dağınık ve parçalı bir seyir izleyen sınıf hareketinin birleşik, bağımsız ve siyasal bir karakter kazanabilmesi mümkün değildir.

2009 yılında krizin ağır ve yıkıcı sonuçlarının derinleşeceği açıktır. İşçi hareketi bugünden krizin yıkıcı sonuçlarına karşı işgal, direniş vb. yöntemlerle yanıt vermeye başlamıştır. Krizin yıkıcı etkisi giderek ağırlaşan sonuçlarını üretmeye başladıkça, bu türden eylem biçimlerinin giderek daha fazla yaygınlaşma ve sınıf kitlelerinin militanlaşma potansiyeli taşıdığını ifade etmek abartı olmayacaktır.

Tüm bu gelişmelerin de gösterdiği gibi, 2008 yılı geçmiş yıllara oranla sınıf hareketi cephesinden daha hareketli bir yıl olmuştur. İşçi ve emekçilerde biriken tepki ve öfke giderek artmaktadır. Sınıf hareketinin yaşadığı en temel eksiklik önderlik sorunudur.

Açıktır ki 2008 yılı 2009’a birleşik bir sınıf hareketi yaratılması konusunda oldukça fazla deneyim ve imkan biriktirmiştir. Günün görevi bu imkanları devrimci temellerde değerlendirerek, birleşik, siyasal bir sınıf hareketi geliştirme hedefiyle sürece müdahale etmektir. Devrimci güçler, ileri unsurlar 2009’un mücadele yılı olması için imkanları güce dönüştürmek hedefiyle davranmak zorundadır.