9 Ocak 2009 Sayı: SİKB 2009/01

  Kızıl Bayrak'tan
  Siyonist vahşet, dinci ikiyüzlülük ve
devrimci sorumluluk
  Hiçbir güç direnen halklara diz çöktüremez!
Siyonist cellatlar bir kez daha işbaşında!..
Kriz karşıtı eylem ve etkinlikler…
2008 yılı eylem ve direnişlerle geçti!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Emperyalist-siyonist vahşete karşı öfke beş kıtaya yayıldı…
  İnkarcı rejimin Kürtçe televizyon manevrası
  Ünsa’da yeniden işgal
ve gözaltı!
  BDSP ve OSİM-DER’den direniş ziyaretleri!
  Sinter Metal direnişinin başarısı için!..
  2. Ümraniye İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk...
  Faşist devlet 2008’de cinayetlerine
ara vermedi!
  Gençlik hareketinden…
  Ekim Gençliği’nin “Geçit Yok!” kampanyası sona erdi…
  Siyonist saldırganlık dünyanın dört bir yanında lanetlendi!
  Gazze’de işgal ve vahşet… - M. Can Yüce
  Gazze’ye varamamış
bir babanın kızına
vasiyeti - Yüksel Akkaya
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Faşist devlet 2008’de cinayetlerine ara vermedi!

2008 yılı geride kalırken, krizler ve hak ihlalleri ile dolu bir 365 günün ağırlığı 2009 yılına taşındı. Geçtiğimiz yılın son aylarında patlak veren global ekonomik kriz ile birlikte neoliberal iktisatçı takımının bile 2008’in tarihe geçecek bir yıl olduğu yolunda bir dizi açıklamasına şahit olduk.

Kriz içinde debelenen kapitalizm, gürültülü çöküşünü baskı, şiddet ve zorbalıktan oluşan bir sis perdesiyle örtmek istiyor.

Geçtiğimiz yıl da gerek Türkiye’de gerekse dünya çapında gericiliğin güç kazandığı, burjuva devletin baskısının ve terörünün gözle görünür bir şekilde arttığı bir yıl oldu. Üç yıl önce 55 binlerde olan hapisteki insan sayısı yüzbinin üzerine çıktı. Yargısız infazlar artarak devam etti. Çocuklar büyüklerle aynı mahkemelerde yargılandılar. İşkence yapan memurlar 2008’de de tutuklanmazken, taş attığı gerekçesiyle çocuklar cezaevlerine gönderildiler. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’na 2007 yılında 1171 kişi insan hakları ihlali iddiasıyla başvururken, bu rakam 2008 yılının sadece ilk 6 ayında 2 bin 356 kişi olmuştu bile.

Geçtiğimiz yıl boyunca polis onlarca yargısız infaz gerçekleştirirken, copunu ve gazını da emekçilerin üzerinden eksik etmedi. Faşist devlet, kolluk güçlerini korudukça, onları yasalarla destekledikçe polis daha da azgınlaştı. Son olarak polis kılığında barı basan üç-beş serserinin onlarca insanın arasında bir kadını saçından sürüyerek götürüp tecavüz etmesi ile toplumun gözünde polisin ne anlama geldiği açığa çıktı.

Yeni düzenlemelerle baştan aşağı sermaye devletinin yasal tetikçisi haline getirilen polis aynı zamanda bir yargıç ve cellat haline dönüştü. “Dur ihtarı” yüzünden kaygısızca ateş eden polis birçok kişiyi sorgusuz-sualsiz öldürdü. 2007’de “polisin eli soğutuluyor” diye değiştirilen Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu 2008 yılında meyvesini verdi ve polis kurşunuyla tam 36 kişi öldü.

İstanbul 2008 1 Mayıs’ı polisin pervasızlığını ve azgınlaşan devlet terörünü belgelemişti. Taksim ve civarında olağanüstü hal ilan eden sermaye devleti, işçi sınıfının karşısına elindeki tüm güçle saldırmıştı. Toplanan her gruba şiddetli bir şekilde müdahale edilirken, hemen her sokakta bir panzer ve yüzlerce çevik kuvvet polisi işçi ve emekçilerin üstüne salınmış, DİSK binası tarumar edilmiş, bina içine atılan gaz bombaları ile neredeyse insanlar öldürülmeye çalışılmıştı. Bu “ölçüsüz şiddet”ten hemen herkes nasibini almıştı. Şişli Etfal Hastanesi’nin içine bile gaz bombaları atılmıştı.

Ancak 2007’nin rövanşını almaya çalışan devlet yine yenilmiş, binlerin 1 Mayıs kararlılığını kırmayı başaramamıştı. Devletin “işkenceye sıfır tolerans” nutuklarının kulaklardaki hoş tınısı daha geçmemişken, tüm Türkiye AKP’nin de “aynı” olduğu gerçeğiyle 2008’de en açık şekliyle karşılaştı. 2008’in sonlarına yaklaşırken devletin 1 Mayıs terörünün yine devlet tarafından aklandığını gördük. 2008 Newroz’unda ve 1 Mayıs’ındaki polis şiddeti aslında alışılmışın bir tekrarıydı.

Sokak ortasında polisin, jandarmanın ve hatta zabıtanın saldırısına uğrayan insanlara alışıldık işkence olayları da eklenince, AKP hükümetinin yalancı demokrasi ve insan hakları makyajı da döküldü. Engin Çeber’in karakoldan cezaevine kadar süren işkence seansıyla katledilmesi, devletin devrimcilere öfkesinin hala nasıl harlı olduğunu göstermişti. TİHV’in raporuna göre, 2008’in ilk 9 ayında gözaltında ve cezaevlerinde gerçekleşen ölüm olaylarının sayısının 29 olduğu açıklandı.

Kamuoyuna yansıyan bazı vakalar şöyle:

- Antalya L Tipi: 18 Şubat 2008’de Nazmi Nejat Arıbaş ve adı belirtilmeyen 16 yaşında bir hükümlünün intihar ettiği belirtildi. Arıbaş’ın çevresindekilere yaşamının tehlikede olduğunu dile getirdiği ileri sürüldü.

- 27 Mart 2008’de İsmail Hakkı Kaya yatağında ölü bulundu. Ailesi Kaya’nın vücudunda izler tespit etti.

- Tekirdağ E Tipi: Abdullah Ekinci`nin Tekirdağ E Tipi Cezaevi’nden tutukluluğunun 6. haftasında kaldırıldığı İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde 2 Ağustos 2008’de intihar ettiği öne sürüldü. Baba Mustafa Ekinci ise, oğlunun kendisine “beni öldürecekler” dediğini savunarak, oğlunun vücudunda darp izlerinin bulunduğuna dikkat çekti.

- Mardin Cezaevi: 21 Ağustos 2008’de, Abdülaziz Ekinci adlı hükümlü gardiyanların dayağı sonucu öldü. Ailesi suç duyurusunda bulunurken, savcılık kovuşturmaya gerek görmedi.

Benzer bir tablo ile başbakanın Kürdistan gezisi sırasında karşılaştık. Polisin silah kullandığı eylemlerde korucuların da sahne aldığına tanık olduk. Diyarbakır, Adana, Mardin, Hakkari, Dersim, Ağrı, Mardin, Antep, Batman’da yapılan gösterilerde polisin şiddeti ölümlere neden olurken, onlarca kişi yaralandı. Kürt halkının karşısına bir kez daha silahla çıkan TC ve onun kolluk güçleri, Ağrı’nın Doğubeyazıt İlçesi’nde toplanan kitlenin üzerine ateş açarak Ahmet Özer’i katletti.

Kürt halkına dönük saldırı hız kesmeden devam etti. Bir yandan TSK sürekli bir şekilde kapsamlı operasyonlar düzenlerken, anlarca köy bombalanarak neredeyse haritadan silindi. TSK’nın büyük kayıpları ile kapanan yıl, çatışmaların dışında Kürtlere dönük geniş tutuklama, gözaltı ve asimilasyon furyası ile doluydu.

İHD verilerine göre Kürdistan’da 2008 yılının ilk 10 ayında 32 bin 115 hak ihlali yaşandı. Kürtlere dönük saldırılar devam ederken, devletin kışkırttığı şovenist kudurganlık da etkisini gösterdi. Bir dizi ilde mevsimlik çalışan veya inşaat işçisi Kürt, faşistlerin saldırısına uğradı. Ayrıca polisin keyfi saldırılarının hedefinde de yine Kürtler vardı. Aydın’ın Didim İlçesi’nde Necmettin Elveren, Davut Elveren ve Ekrem Öztaş isimli Kürt işçilere ve Azadiya Welat Gazetesi dağıtımcısı Sefa Görgün’e sokak ortasında polisler saldırdı ve dövdü. Şırnak’taki Berxbir Festivali askerler tarafından keyfi bir şekilde basıldı. Hakkari’deki Newroz kutlamalarında ise 14 yaşındaki Cüneyt Ertuş’un kolu, kameraların önünde sivil polislerce kırıldı. Ertuş, olayın ardından tutuklandı.

2008 yılında cinsel taciz ve tecavüz vakaları da önemli bir yer tuttu. Ülkenin her yerinden gelen haberlerde kadınlara, çocuklara yapılanlar toplumsal çürümenin göstergelerinden biri oldu. Ancak aralarından biri devlet himayesiyle yapılmış olmasıyla diğerlerinden çok farklı bir yerde duruyor. Eskinin faşist tetikçisi, bugünün İslamcı yazarı 14 yaşında bir kızı taciz etmiş ve İslamcı medyanın “bravo” alkışları arasında cezaevine girmişti. Tacizciyi cezaevinden çıkaran ise Adli Tıp Kurumu ve onun raporu oldu. Tacize verilen mukaddesatçı onay Kürt çocuklarını “terörden” korumak üzere şefkatli kollarını açan devletin çocuk sevgisini anlatıyordu.

2008 yılı polis şiddetinin arttığı, sermaye devletinin tüm muhalefete dönük gerek psikolojik gerekse de fiziki geniş bir tahkimat yaptığı bir yıl oldu. Tayyip Erdoğan, konuşan eleştiren kim varsa kabadayı misali meydan okurken, ağzına geleni söyleyerek medya aracılığıyla hedef gösterdi. Eski dostlarının bazılarını bile defterden silen başbakan kimini “sevdi”, kimini boykot etti ve etmeye çağırdı.

Yılın son günleri İsrail’in vahşetine sahne olsa da, kriz ile anılacak bir yılı geride bırakıyoruz. Elbette 2008’in hem krizin başlangıç yılı olması hem de devlet terörünün dünya çapında yükseldiği bir yıl olması tesadüf değil. Burjuvazi bir yandan kapitalist sistemin çözümsüzlüğüne çözüm bulmaya çalışırken, diğer yandan da baskıyı kurumsallaştırarak geniş yığınlara boyun eğdirmeyi amaçlıyor.

Ancak Yunanistan’ı bir anda yangın yerine çeviren kıvılcımı ve bu yangını yaratanları incelediğimizde, burjuvazinin geçmişi arayacağını söylemek zor olmayacaktır. Yunanistan’da polis kurşunuyla öldürülen Alexis’in adını tüm dünyaya ezberleten küresel ekonomik krizin mağdurları olmuştur. Bugün yaşanan kapitalist terörü durduracak tek güç de yine işçi sınıfı ve emekçiler olacaktır.