9 Ocak 2009 Sayı: SİKB 2009/01

  Kızıl Bayrak'tan
  Siyonist vahşet, dinci ikiyüzlülük ve
devrimci sorumluluk
  Hiçbir güç direnen halklara diz çöktüremez!
Siyonist cellatlar bir kez daha işbaşında!..
Kriz karşıtı eylem ve etkinlikler…
2008 yılı eylem ve direnişlerle geçti!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Emperyalist-siyonist vahşete karşı öfke beş kıtaya yayıldı…
  İnkarcı rejimin Kürtçe televizyon manevrası
  Ünsa’da yeniden işgal
ve gözaltı!
  BDSP ve OSİM-DER’den direniş ziyaretleri!
  Sinter Metal direnişinin başarısı için!..
  2. Ümraniye İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk...
  Faşist devlet 2008’de cinayetlerine
ara vermedi!
  Gençlik hareketinden…
  Ekim Gençliği’nin “Geçit Yok!” kampanyası sona erdi…
  Siyonist saldırganlık dünyanın dört bir yanında lanetlendi!
  Gazze’de işgal ve vahşet… - M. Can Yüce
  Gazze’ye varamamış
bir babanın kızına
vasiyeti - Yüksel Akkaya
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tüm dillerin tam hak eşitliği! Zorunlu devlet dili kaldırılsın!

Herkese kendi anadilinde eğitim hakkı!

İnkarcı rejimin Kürtçe televizyon manevrası

Kürt halkının özgürlük mücadelesinin önünü kesmek ve temel ulusal istemlerini hak kırıntılarıyla bloke etmek için sermaye rejiminin attığı son adımlardan biri de, Kürtçe televizyon kanalının devreye sokulması oldu.

Bir yandan Kürt dili üzerinde yoğun bir baskı yaşanırken öte yandan Kürtçe televizyon kanalının devreye sokulması tam bir ikiyüzlülük örneği oluşturuyor.

Kürtçe Meclis’te hala “bilinmeyen bir dil” olarak tutanaklara geçerken, “TRT Şeş (6)” adlı yeni devlet kanalı bu dilde yayına başladı.

Bugüne kadar üç yasaklı harfi (x, w, q) içeren çocuk isimleri bile kabul edilmiyordu. Oysa şimdi devletin yeni kanalı bu yasaklı harfleri kullanarak yayınını sürdürüyor. Böylece yeni bir tutarsızlık ve ikiyüzlülük örneği sergilenmiş oluyor. Devlet isterse bu dili istediği gibi konuşur, ama Kürtler değil! İçişleri Bakanlığı’nın bu harflerin kullanılmasına göz yumulmamasına ilişkin olarak valiliklere gönderdiği genelge bunun bir kanıtı. Yine TRT Şeş’te kentlerin sonradan değiştirilen “resmi” isimleri yerine “Kürtçe” isimleri yazıldı. Siirt’e “Sêrt” denilebildi. Öte yandan, TRT 1 Haber bültenlerinde yeni kanalın yayına başladığı duyurulurken, “çok dilli kanal” denilerek “Kürtçe” kelimesi bile kullanılmadı.

Bir başka dikkat çeken nokta ise şu: RTÜK özel kanallara Kürtçe yayında “alt yazı” zorunluluğu getirirken, TRT 6 için bu zorunluluk sözkonusu değil. Yine özel kanallar için toplam 4 saatten fazla Kürtçe yayın yapmak yasak. Ancak TRT’nin yeni kanalı 24 saat yayın yapacak. Ayrıca TRT’nin haber bültenlerinin Kürtçe sunulması ve Türk filmlerinin Kürtçe dublajla gösterilmesi planlanıyor.

Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM), Kürt Enstitüsü, Kurdî Der gibi Kürt kurumları ve Kürt dilbilimcileri ve Kürt sanatçıları TRT’nin teklifine kapılarını kapattılar. Kürt kurum ve sanatçıları, TBMM’de bile Kürtçe’nin ‘bilinmeyen bir dil’ şeklinde tutanaklara geçtiğini ve hâlâ “W, Q, X” harflerinin yasaklı olduğu Türkiye’de AKP’nin bu adımını “yerel seçim öncesi siyasi bir girişim” olarak değerlendirdiler.

Kurdî Der Genel Başkanı Haydar Şık, Kürtçe alfabede yer alan “W, Q ve X” harflerini yasaklayan devletin Kürtçe televizyon kanalı açmasının bir çelişki olduğunu belirterek, “Biz bu televizyonu onaylamıyoruz” dedi.

MKM Yöneticisi Mehmet Akyüz ise şunları söyledi: “Bizim bu çalışmaya olan yaklaşımımız nettir. Bir bakıma sistemin Kürtçe kanalı kendi anlayışıyla yapacak olması niyetlerini ortaya koyuyor. Ocak ayından itibaren yayına girecek olması, AKP, ordu ve medyanın amaçlarının ne olduğunu ortaya koyuyor. Daha önceki pratiklerinde de olduğu gibi bazı şeyler kâğıt üzerinde kalacak. Açıktır ki bu siyasi bir çalışmadır. Kürt kültürü ve yaşamını devletin resmi penceresinden dile getirmek Kürtler’e bir yarar getirmeyecektir. Devletin Kürt modeli AKP eliyle yapılmaya çalışılıyor.”

Kürtler’in kendi dilleriyle eğitim görmeleri ve Kürtçe’nin devlet işlerinde, kurumlarında tanınması hala yasakken, Kürtler’in varlığı ve dilinin kabulü açısından bir “yeni adım”la karşı karşıyayız. İnkarcı sermaye devleti, çeşitli resmi tutanaklara hala “bilinmeyen bir dil” olarak geçirilen Kürtçe’de televizyon yayını başlatırken, amacının Kürt yayın kuruluşlarına “resmi alternatif yaratmak” ve bundan gereğince yararlanarak Kürtler’i kazanmak olduğunu gizlemiyor da. Amacın bu tür adımlarla Kürtler’in hiç değilse bir kesimini yedeklemek olduğu açıktır.

Güney Kürdistan yönetimine yaklaşıp Kuzey Kürtleri’ni etkisizleştirmek şeklindeki yeni devlet stratejisinin nasıl zerre kadar bir demokratik içeriği yoksa, bu stratejinin gerektirdiği Kürtçe televizyon vb. gibi “açılımlar”ın da demokratik açılımla yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. Amaç Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini bloke etmek, ulusal istemlerinin içini boşaltmak, böylece Kürt hareketini etkisizleştirmek ve zaman içinde tasfiye etmektir. Sözkonusu olan inkarcı Türk burjuva gericiliğinin yeni bir manevrasıdır.

Ama öte yandan bu “yeni durum”, Türk sermaye devletinin geleneksel inkâr ve asimilasyon politikalarının iflasının da yeni bir göstergesi oluyor. Mücadelenin basıncı altında “nereden nereye gelindiğini” de göz önüne seriyor.

Bugün Kürt dili üzerindeki baskı çok yönlü olarak sürüyor. Bu ülkede anadilini konuştuğu için insanlar halen sokakta dayak yiyor, yargılanıyor, cezaevine giriyorlar. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir belediye internet sitesinde Kürtçe kullanıyor diye yargılanabildi. Kürtçe’nin kullanımı o kadar çok yasak ve cezaya neden oldu ki, bunun en son ve en tipik örneklerinden birisi Danıştay 8. Dairesi’nin kararıdır. 2007’de çok dilli belediyecilik kararı alan Diyarbakır’ın Sur Beldesi Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Danıştay kararıyla başkanlıktan düşürüldü ve bu kararı onaylayan belediye meclisi feshedildi. Öte yandan Siyasi Partiler Yasası, partilerin propaganda faaliyetlerinde Kürtçe kullanmayı yasaklıyor. Bu yasak da hazırlanan afiş ve pankartlarda bu üç harfin kullanılmasını engelliyor. Genelkurmay, Nisan 2008’de hazırladığı afişlerle ‘W, Q ve X’ harflerinin üzerini çizdi.

Şu traji-komik örnek Kürt dili üzerindeki baskı ve yasağın hangi boyuta ulaştığını gözler önüne seriyor. Babası siyasi mülteci olan Alman vatandaşı Welat, annesiyle Türkiye’ye girerken isminde ‘W’ harfi olduğu için girişine izin verilmedi. İçişleri Bakanlığı Welat’ın vize sorunu nedeniyle giremediğini iddia etti, ama vize sorununun da isimden kaynaklandığı anlaşıldı.

Son Kürtçe televizyon “açılımı”, bugüne kadarki tüm diğer “açılımlar” gibi, Kürt halkının haklı ve meşru istemleri karşısında sergilenen gerçek bir ikiyüzlülük ve aldatma örneğidir. Tüm bu sözümona “açılımlar”ın amacı, Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerini karşılamak değil, tam tersine, bu istemlerin içini boşaltmak ve bu temelde geliştirilen mücadeleyi etkisizleştirmektir. Daha dün Diyarbakır’da yaptığı görüşmede kendisine anadilde eğitim ve üniversitelerde Kürdoloji bölümleri açılması önerisinde bulunan Sezgin Tanrıkulu’na Başbakanın yanıtı, “Bekâra karı boşamak kolay” olmuştu. Diyarbakır Barosu’nun Dicle Üniversitesi’ne Kürdoloji bölümü açılması başvurusu karşısında savcılığın soruşturma açması, aynı ikiyüzlülüğün ve samimiyetsizliğin bir başka örneğidir.

Yine hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz Eylül-Ekim aylarında anadilde eğitim ve üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması için yapılan eylemler nedeniyle onlarca öğrenci gözaltına alınıp tutuklanmıştı.

Bütün bunlar temelde inkarcı zihniyetin sürdüğünü göstermektedir. Yapılan açılımlar da özünde bu aynı zihniyete hizmet etmektedir. “Kürtçe televizyon açılımı” da bunun bir parçasıdır.

Zorunlu resmi dil uygulamasına son verilmedikçe, tüm dillerin hak eşitliği tanınmadıkça, Kürtçenin başta kamusal alan olmak üzere toplumsal-siyasal yaşamın her alanında özgürce kullanılabilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmadıkça, “Kürtçe”nin tanınması ve kullanılmasına ilişkin tüm iddialar sıradan gerici manevralar ve aldatmacalar olmanın ötesine geçemeyecektir.