19 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/38

  Kızıl Bayrak'tan
   Soluğu kesilen kapitalizm
   İşbirlikçi sermaye devletinin iyimser vaazları sahtedir!
Mehmetçik medyayı toplayan ordu sefere mi hazırlanıyor?
Kürt halkına ve diline özgürlük!

Kadıköy Belediyesi’nde grev!

İşçi ve emekçi hareketinden…
  Direnişteki UNO işçileriyle konuştuk...
  12 Eylül protestolarından…
  12 Eylül askeri faşist darbesi ülke çapında protesto edildi...
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu’nun
6. Toplantısı’nda buluşalım!
  Bir deney üzerine gözlemler…
  Pakistan: Emperyalist savaşın yeni cephesi!
  Bolivya ile Venezüella’da ABD destekli darbe hazırlıkları…
  Dünyadan…
  Yeni dönem mücadele gündemleri ve komünist gençliğin görevleri...
  Anti-faşist mücadelenin sorunları ve faşizme karşı mücadele
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve kolera günleri / 3
Volkan Yaraşır
  Küçük-burjuva dükkancı zihniyet festivallerde de iş başında!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mehmetçik medyayı toplayan ordu sefere mi hazırlanıyor?

İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasının ardından ordu cephesinde bir dizi hamle peşpeşe geldi. Burjuva medyanın İlker Başbuğ’un kişisel özellikleriyle açıklamaya çalıştığı bu hamlelerden en önemlisi, ordu adına bir generalin Ergenekon davasından tutuklu generalleri ziyaret etmesiydi. Genelkurmay Başkanlığı tarafından “vefa borcu” olarak tanımlanarak sahiplenilen bu ziyaret, orduda yeni bir dönemin başladığına ilişkin iddiaya kanıt olarak gösterildi. Özellikle, Yaşar Büyükanıt aynı göreve geldiğinde ona umut bağlayan, fakat sonra büyük bir hayalkırıklığı yaşayan “ulusalcı” çevreler, bunu İlker Başbuğ’a yönelik beklentilerinin güçlenmesine dayanak yaptılar. Onlara göre artık AKP’nin karşısında boyun eğen Yaşar Büyükanıt’tan sonra nihayet sert ve uzlaşmaz bir Genelkurmay Başkanı vardı.

Oysa durum hiç de böyle değildir. Çünkü ordu kişilere göre politika değiştirecek bir yapılanma olmadığı gibi, gelen her kişi de bu yapının süzgeçlerinden geçirilmektedir. NATO aracılığıyla emperyalist karargahlardan yönetilen ordu, emperyalistlerin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin çıkarlarının bekçiliğini yapmaktadır. Yönetim kademelerinde bulunanlar bu işin ne denli iyi ve gerektiği biçimde yapılıp yapılmadığı konusunda belirleyici olurlar elbette, fakat işin kendisini tartışamazlar dahi. Ergenekon davasından tutuklanan generaller bile deşifre olan darbe hazırlıkları sırasında bu gerçeği teyit etmişlerdi. Amerika istemezse darbe olmaz! İşte bu gerçek, etrafında yaratılan toz dumanın da dağılmasıyla birlikte İlker Başbuğ şahsında da çok net biçimde görülmektedir. İlker Başbuğ da bir NATO generali olarak emperyalist efendilerine hizmette kusur etmeyecek tarzda davranmakta, bunun için özellikle emperyalist merkezlere bağlılığını tekrar tekrar vurgulamaktadır. Diğer taraftan da, Kürt halkına yönelik inkar ve imha politikaları konusundaki ısrarı ve faşist devlet terörünün büyütülmesi yönünde sergilediği azgınlıkla yine kendinden önceki generallerden hiçbir farkının olmadığını göstermiş bulunmaktadır.

Tüm bunlarla birlikte belirtmek gerekir ki, İlker Başbuğ’un ismi etrafında yapılan “orduda yeni dönem” vurgusu boş bir vurgu değildir. Kendisinden önce aynı görevi yapanlardan kişisel özellikleri bakımından çok fazla farklı olmasa da, düzen içi çatışmanın geçici bir uzlaşmayla sonuçlanmasının ardından göreve gelmiştir. Ayrıca buna bir de Kafkaslar’daki emperyalist savaşı eklemek gerekir. Çünkü bu savaşta ülkedeki amerikancılara ve orduya  büyük görevler düşmektedir. Sadece uluslararası hukuka aykırı olarak Boğazlar’ın Amerikan savaş gemilerine açılması bile büyük ve tarihsel önemde bir hizmet sayılmalıdır. Öyle ki, ülke yönetenleri meclis gibi mekanizmalara bile ihtiyaç duymadan ABD emperyalizminin yanında saf tutmuş bulunmaktadır. Kuşkusuz bu emperyalizme uşaklıkta yeni bir durumu ifade etmektedir ve bir dizi siyasal sonucu olacaktır.

İlker Başbuğ’un kişisel özellikleri üzerinden yazılıp çizilenlerin sırrı da buradadır. Düzenin bir bütün olarak emperyalist efendileri tarafından sınavdan geçirileceği, oldukça zor ve maceralarla dolu bir döneme girilirken, orduya da çeki düzen verilmeye çalışılmaktadır. Çünkü ordu AKP ile girdiği dalaşmadan büyük yara almış ve prestij kaybetmiştir. Prestij kaybı sadece genelde toplum nezdinde değil, aynı zamanda ordu bünyesinde de yaşanmıştır. Özellikle ordunun alt rütbeli subaylarının Ergenekon operasyonları nedeniyle Genelkurmay’a karşı büyük bir hoşnutsuzluk besledikleri sır değildir. Bunun içindir ki, İlker Başbuğ başkanlığında Genelkurmay’ın yaptığı ilk iş bozulan imajlarını düzeltmeye çalışmak olmuştur. Ergenekon tutuklusu generallerin ziyaretinin bu amaçla yapıldığı şüphesizdir. Ayrıca, geçmiş dönemin tüm sorumluluğu büyük ölçüde Yaşar Büyükanıt’a kesilmiştir. Öyle ki, göreve gelişi bir hayli tantanaya konu edilip el üstünde tutulan Büyükanıt, görevini sessiz sedasız bırakmak durumunda kalmıştır.

İmaj tazeleme operasyonu çerçevesinde yeni bir adım da bugünlerde atıldı. Bu kez, düzen içi çatışmada bölünen ve ipleri gevşeyen medyanın temsilcileriyle toplantı yapıldı. İçlerinde daha önce benzer toplantılara alınmayan Yeni Şafak ve Star gazetelerinin temsilcilerinin de olduğu geniş bir medya kalabalığı ile yapılan toplantı tam bir çalışma toplantısı biçimindeydi.

3.5 saat gibi uzun bir süreye yayılan toplantı boyunca Genelkurmay medya ile ilişkileri üzerinde dururken, beklentilerini sıraladı. Medyanın temel gündemler üzerinde nasıl hareket etmesi, orduyla ilişkilerinde nasıl davranması gerektiği gibi konuların yanısıra, toplantıda asıl öne çıkan, Genelkurmay’ın gündemdeki temel sorunlara ilişkin tutumunun en birinci elden ortaya konulması oldu.

Açıktır ki yapılan toplantının amacı, oldukça zor bir döneme girerken medyayı hizaya çekmek, “mehmetçik medya” nitelemesine uygun bir emir-komuta zincirini yeniden kurmaktır. Çünkü, görüşmeye ilişkin yazan Milliyet gazetesi yazarı Fikret Bila’nın dediği gibi, Genelkurmay “her mücadelenin önce kafalarda, kamuoyunda kazanılacağının farkında”dır. Bunun için en işlevsel araç da kuşku yok ki medyadır. Ordunun da medyayı bugüne kadar ne kadar etkili biçimde kullandığı bilinmektedir. Bundan dolayıdır ki, yapılan toplantıda öne çıkan en önemli başlıklardın biri, ordu ile medya arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin daha yakın ve işlevsel biçimde nasıl kurulacağı olmuştur. Genelkurmay bünyesinde medyayla ilişki kurmak üzere 24 saat görevli olacak bir birimin kurulması, haftalık düzenli toplantılar gibi mekanizmalar, toplantıda ifade edilen somut adımlar arasındadır. Bu kadarı bile ordunun medyayı kullanmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Toplantıda öne çıkan diğer bir konu ise, Kürt sorunu bir yana bırakılırsa, ABD-NATO’ya bağlılığa yapılan özel vurgu olmuştur. İlker Başbuğ bu konuda o kadar ileri gitmiş, öyle ifadeler kullanmıştır ki, toplantı neredeyse ABD ve NATO’ya bağlılık seremonisine dönüşmüştür. ABD Genelkurmay Başkanı’nın ziyaretine değinen İlker Başbuğ ABD ile ilişkiler konusunda şunları söylemiştir:

“ABD Silahlı Kuvvetleri ile TSK arasındaki ilişkiler çok önemli. Türkiye-ABD ilişkileri çok kapsamlı. Bu kadar kapsamlı ilişkiler varsa, ilişkileri tek konuya kilitlememek lazım. ABD ile Türkiye arasında stratejik işbirliği olur mu? Bunu tartıştık. Küçük konuları idare etmek büyük konulara konsantre olmak gerekir. (…) Türkiye’nin NATO ile ilişkisinin zayıflaması sözkonusu olamaz. NATO sadece askeri bir güç değil, aynı zamanda siyasi güç, karar mekanizmasında Dışişleri Bakanları Konseyi var. Bundan sonra ne olabilir: Girmek isteyen ülkeler var: Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan barış için ortaklık anlamında ilgililer.”

Genelkurmay böylelikle, ABD ve NATO çizgisinde hareket edeceğini, bu yolda yeni mecralara gireceğini dile getirirken, medyaya verilen görev de bellidir. Medya da bu doğrultuda kamuoyunu yönlendirme görevini yerine getirecektir. Ordu-medya ilişkileri için getirilen yeni mekanizmalara bakıldığında  bu görevin kapsamı da görülmektedir. Bu tür mekanizmaların genel olarak savaş halinin olduğu dönemlerde işletildiği düşünülürse, İlker Başbuğ’un komutasındaki ordunun nasıl bir batağın içinde olduğu daha iyi görülecektir. Görünen o ki, ordunun yeni dönemi savaş ve saldırganlıkta geçmişi katlayacak ölçüde bir karanlık dönemdir.

Dolayısıyla, başta devrimciler olmak üzere toplumun örgütlü muhalif güçleri, bu tehlikeyi bertaraf etmek üzere çok yönlü bir hazırlık içine girmek durumundadır.