19 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/38

  Kızıl Bayrak'tan
   Soluğu kesilen kapitalizm
   İşbirlikçi sermaye devletinin iyimser vaazları sahtedir!
Mehmetçik medyayı toplayan ordu sefere mi hazırlanıyor?
Kürt halkına ve diline özgürlük!

Kadıköy Belediyesi’nde grev!

İşçi ve emekçi hareketinden…
  Direnişteki UNO işçileriyle konuştuk...
  12 Eylül protestolarından…
  12 Eylül askeri faşist darbesi ülke çapında protesto edildi...
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu’nun
6. Toplantısı’nda buluşalım!
  Bir deney üzerine gözlemler…
  Pakistan: Emperyalist savaşın yeni cephesi!
  Bolivya ile Venezüella’da ABD destekli darbe hazırlıkları…
  Dünyadan…
  Yeni dönem mücadele gündemleri ve komünist gençliğin görevleri...
  Anti-faşist mücadelenin sorunları ve faşizme karşı mücadele
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve kolera günleri / 3
Volkan Yaraşır
  Küçük-burjuva dükkancı zihniyet festivallerde de iş başında!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşbirlikçi sermaye devletinin iyimser vaazları sahtedir!

Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı birleşik direniş!

Kafkaslar’da oluşan yeni dengelerin sıkıştırdığı Türk egemen sınıfları, telaş içinde çıkış arayışına girmiş görünüyorlar. Son haftalarda diplomatik alanda gözlenen hareketlilik, bu çıkış arayışının dışa vurumudur.

Şam’daki “Dörtlü Zirve”ye katıldıktan sonra iç politikaya odaklanmak zorunda kalan dinci gericiliğin başı Tayyip Erdoğan, “Deniz Feneri” dosyalarından ortalığa saçılan yolsuzluk ve rüşvet pisliğinin kendisine kadar uzanmasından kaynaklı dış politikayla ilgilenemez duruma düştü. TÜSİAD’ın sesi Aydın Doğan medyasının ortalığa saçılan çirkefi egemenler arası çatışmanın malzemesi olarak kullanıp manşete çıkarması, Tayyip’le müritlerini iyice çileden çıkardı. Zira kendilerine “ak” yaftası asan Tayyip Erdoğan ve partisinin rüşvet ve yolsuzluk batağı içinde yüzdüğünün Alman mahkemeleri tarafından belgelenmesi, tekelci sermayenin bir kesimini temsil eden dinci gericiliğin “kara” yüzünü gözler önüne sermiştir. İşte Erdoğan bir süredir bu kara lekeyi sıvamakla iştigal ettiği için, son günlerde dış politika ve diplomasi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a kalmış görünüyor.

Ermenistan’a “maç ziyareti” gerçekleştiren Abdullah Gül, hemen ardından Azerbaycan’a gitti. Gürcistan’la birlikte bu iki ülkeyi Kafkas İşbirliği Platformu (KİP) oluşturmak için ikna etmeye çalışan Cumhurbaşkanı Gül, Karabağ sorunundan dolayı 17 yıldır ilişkileri sorunlu olan Azerbaycan’<st1:personname productid="la Ermenistan" w:st="on">la Ermenistan</st1:personname>’a “Üçlü Zirve” yapma önerisini götürdüğünü açıkladı. Göründüğü kadarıyla daha önce çeşitli girişimlerde bulunarak “arabulucu” rolüne soyunan Ankara’daki Amerikancılar, buna Karabağ bölgesini eklemeye heveslenmişler. Abdullah Gül’ün ardından iki ülke dışişleri bakanları ile görüşen Ali Babacan, tarafların New York’ta üçlü zirvede biraraya gelme önerisini kabul ettiklerini savundu. Bundan pek memnun görünen Ali Babacan, ABD’nin huzurunda toplayacağı “üçlü zirve”nin, Washington nezdinde kendisine sağlayacağı prestijin hayaline kapılmış görünüyor.

Savaş kundakçılarının kendi denetimlerinde böyle bir zirvenin toplanmasını istediklerinden kuşku duyulamaz. Ancak bu girişimin beklenen sonucu vermesi pek olası görünmüyor. Zira Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev de aynı sorunla ilgili “üçlü zirve” önermiş bulunuyor. Medvedev’in önerdiği mekan ise, sorunun merkezi Karabağ’dır.

Görüldüğü üzere, Ankara’daki Amerikancılar, Karabağ sorununa çözüm bulmak adına Ermenistan’<st1:personname productid="la Azerbaycan" w:st="on">la Azerbaycan</st1:personname>’ı ABD’ye yakınlaştırmak istiyorlar. Daha geniş kapsamlı bir proje sunan Rusya ise, bunun tersini yapıyor. Bundan dolayı Ali Babacan’ın hevesinin kursağında kalma ihtimali yüksektir.

“Bölge barışı”na katkıda bulunmak için çaba sarf ettiklerini öne süren Gül-Babacan ikilisinin icraatlarıyla ilgili yapılan bazı yorumlar, Çankaya tepesinin sakini Abdullah Gül’ü rahatsız etmiş görünüyor. Türk devletinin rolüne dair yapılan “aktif taşeronluk” yorumuna sinirlenen Gül, Türkiye’nin “muz cumhuriyeti” olmadığını iddia ederek, bölge barışı için çalışmanın kendi kararları olduğunu öne sürdü. Oysa bilindiği üzere Ankara’daki işbirlikçiler, bölgesel sorunlar sözkonusu olduğunda, Washington’daki efendiden icazet almadan adım atabilecek iradeden yoksundurlar.

İrade yoksunluğundan muzdarip olan işbirlikçi sermaye devleti, hem ABD’nin sözünden çıkmadan hem Rusya ile arayı bozmadan hareket etmekte zorluk çekiyor. Zira çıkarları zıt olan tarafları idare etmek, verili koşullarda kolay değil. KİP girişiminin işe yaraması için diğer bölge devletlerini bu sürece katmaya çalışma telaşı içinde bulunan Türk egemenleri, bir yandan girişimin başarısı için çırpınırken, öte yandan uçuk sayılabilecek pozitif değerlendirmeler yaparak kendilerini rahatlatmaya çalışıyorlar.

Göründüğü kadarıyla bu girişimi ciddiye alan tek devlet İran oldu. Tahran yönetimi, Türkiye ile yakınlaşarak olası bir ABD-İsrail saldırısında Ankara’daki işbirlikçilerin aktif tetikçilik yapmalarını engellemeye çalışıyor. Tabii böyle bir oluşum başarılı olsaydı, bu İran’ın bölge konusunda daha etkili bir rol üstlenmesine vesile olurdu. Ancak ABD’nin İran’ın etkisini güçlendirecek bir girişime onay vermesi mümkün olmadığı için, İran’ın hevesi Ankara’daki Amerikancılar’ın işine pek yaramıyor.

Görünen o ki, iplerini Washington’a teslim edenlerin “etkin taşeronluk” misyonu bile efendinin icazetine bağlıdır. Demek oluyor ki, Türk egemenlerinin girişimlerine, ancak savaş kundakçılarının bölgesel planlarına hizmet ettiği ölçüde izin verilmektedir. Bu girişimlere önayak olan Türk burjuvazisi, elbette kendi çıkarlarını da korumaya çalışmaktadır. Ancak içinde bulunduğu sıkışmadan, Washington’daki efendilerin emrinden çıkmadan harekete ederek kurtulması mümkün görünmüyor.

Durum böyleyken, Abdullah Gül’ün “sorunların çözümü için bölgede fırsatlar doğmuştur” şeklinde özetlenen görüşü, boş bir temenniden ibaret değilse eğer, gerçekleri saptırmak için uydurulmuştur. Zira Kafkaslar’da savaş tamtamları çalarken, “önemli fırsatlar sunan” bir durumdan söz etmenin bölgenin verili durumuyla bir ilgisi yoktur. Abdullah Gül medya görevlilerine iyimser vaazlar verirken, ABD ile bölgedeki yardakçıları Karadeniz’de bir hafta sürecek savaş provasına hazırlanıyorlardı. Bu arada tatbikatı organize eden ABD ordusunun savaş gemileri, Montrö Sözleşmesi’ne uymak adına Boğazlar’ı “yolgeçen hanı”na çevirmiş bulunuyor. Diğer gelişmelerin yanısıra ortada Karadeniz’i kan gölüne çevirebilecek savaş provaları yapılırken, Amerikancı Abdullah Gül “iyimser vaazlar”la ortalığı yatıştırmaya çalışıyor.

ABD emperyalizmi, Afganistan ve Irak’ta görüldüğü gibi, Kafkaslar üzerinde egemenlik kurma çabasını da savaş aygıtına dayanarak yürütmekte, olası bir çatışmada ise, işbirlikçilerini de bu yönde seferber olmaya zorlayacağı bilinmektedir. Savaş hazırlığının Karadeniz’de yapıldığı göz önüne alındığında, ABD’nin Türk sermaye devletine nasıl bir rol biçeceğini tahmin etmek güç olmasa gerek.

Böyle bir kritik süreçte yapılması gereken, ilerici-devrimci güçlerin, işçi sınıfının, emekçilerin ve tüm ezilenlerin emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı birleşik direnişi yükseltmeleridir.