12 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/37

  Kızıl Bayrak'tan
  Yiyici asalakların dalaşması neyi yansıtıyor
   Abdullah Gül’ün Erivan ziyareti…
12 Eylül düzenine son vermek için devrimci sınıf hareketini yükseltelim!
Grev ve direnişlere daha güçlü destek!

Belediye TİS’lerinin gösterdikleri

Yol-İş Olağanüstü Genel Kurulu yapıldı...
  Metal grup TİS’leri tartışıldı
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Kamu emekçilerini hedef alan saldırılar gündemde…
Tabanda oluşturulacak örgütlenmelerle
mücadeleye hazırlanılmalıdır!
  KESK’in mücadele programı ve toplu görüşme sürecine ilişkin şube yöneticileriyle konuştuk…
  Bunlar engerekler ve çıyanlardır!
  Metal TİS’lerinde esneklik dayatması!
  Tuzla tersanelerinin “mazlum” patronları!
  Kapitalizm kadını neden öldürüyor?
  Kapitalizm doğayı yok etmeye devam ediyor…
  Suikast kurbanı Benazir Butto’nun dul eşi cumhurbaşkanı…
  Özel savaş aygıtı kendisini
tahkim ediyor!
M. Can Yüce
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve kolera günleri / 2
Volkan Yaraşır
  Bültenlerden
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suikast kurbanı Benazir Butto’nun dul eşi cumhurbaşkanı…

Savaş kundakçıları Pakistan’da hırsızı tercih etti!

Pilotsuz Amerikan uçaklarının Kuzey Veziristan’da köyleri bombalayıp kadın ve çocukları katlettiği günlerde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini, suikastla öldürülen eski Başbakanlardan Benazir Butto’nun dul eşi Asıf Ali Zerdari kazandı.

Seçimde, Pakistan parlamentosunun 342 sandalyeli alt kanadı Millet Meclisi ile 100 sandalyeli üst kanadı Senato üyelerinin yanı sıra toplam 1170 sandalyeli olan, ancak nispi temsil ile 702 üyenin seçme hakkı bulunan Pencap, Sindh, Belucistan ve Kuzey Batı Sınır Eyaleti meclis üyeleri oy kullandı. En yüksek oyu alan hırsız Asıf Zerdari, eğer askeri darbe ile alaşağı edilmese, 5 yıl boyunca devlet başkanlığı görevini yapacak.

Yolsuzluk, rüşvet ve cinayet suçlarından hüküm giyen yeni cumhurbaşkanı 11 yıl hapiste yatmıştı. Rüşvetçiliğinden dolayı “Bay yüzde 10” lakabıyla anılan Asıf Zerdari, Pakistan’ın en zenginler listesinde ikinci sırayı işgal ediyor. Faklı ülkelerde milyarlarca dolar değerinde mülkleri bulunan ABD tercihli yeni cumhurbaşkanı, bu göreve gelerek “aklandığı” için, İsviçre bankalarında dondurulan hesapları da serbest bırakıldı. Asıf Zerdari, böylece Londra ya da Cenevre’de yargılanmaktan da kurtulmuş oldu.

9 yıllık hizmetine rağmen son diktatör General Pervez Müşerref’i çukura süpüren ABD emperyalizmi, miadı dolan uşakları gözünü kırpmadan çöpe attığını birkez daha kanıtladı. General Müşerref’in, Washington’daki efendiye hizmet etmeye hevesli olduğu halde çöpe atılmasının esas nedeni, Pakistan halkları nezdindeki saygınlığının yerlerde sürünmesinden dolayı riskli bir uşağa dönüşmesiydi. Zira çoğunluğu yoksullardan oluşan 190 milyonluk bu ülke halkları, “teröre karşı mücadele”nin tetikçiliğini yapan diktatör Müşerref’in yaptıklarının Bush’la neo-faşist çetesine hizmet etmekten başka bir anlam taşımadığının farkındaydı.

Hizmetindeki diktatörün İran şahının uğradığı türden bir akıbetle karşılaşmaması için “sivil” bir adayı cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtmaya karar veren Washington’daki savaş çetesi, Afganistan bataklığında çırpınırken, Pakistan’da başına bela açacak bir diktatörle yola devam etmenin akıl karı olmayacağının farkına varmış görünüyor.

ABD’nin Asıf Zerdari gibi bir hırsız ve rüşvetçiyi tercih etmesi, Pakistan egemen sınıflarının içinde bulunduğu çürümenin de göstergesidir. Anlaşılan o ki, CIA patentli askeri cuntalarla yönetilen zorba Pakistan rejiminin içinde debelendiği bataklıkta ABD’nin işine yarayacak sağlam siyasetçi kalmamıştır.

Amerikancı Pakistan rejiminin uğradığı bu akıbet hiç de şaşırtıcı değil. Tersine, anti-komünizme odaklanan rejimin şeriat yasalarını uygulaması, Taliban gibi güruhları CIA ile işbirliği içinde eğitmesi, El Kaide güçlerine ev sahipliği yapması vb. icraatlara imza atan bir rejimin çürüme ve kokuşmadan kurtulması mümkün değildir. Pakistan rejiminin parçalı ve yozlaşmış hali, ABD adına yaptığı tetikçiliğin dolaysız sonucudur.

Pakistan halkları sözkonusu olduğunda kamçıyı elden eksik etmeyen İslamabat’taki zorbalar, kimi zaman alçaltıcı üsluplar içeren muameleye rağmen Washington’daki efendilere yaltaklanmayı sürdürüyorlar. Afganistan’daki işgalci ABD ordusunun sık sık Pakistan sınırını aşarak bomba yağdırması, İslamabat’taki işbirlikçilere layık görülen muamele hakkında fikir vermektedir.

Sivillerin katledilmesinden tedirgin olan Pakistanlı şeflerin ABD nezdindeki girişimleri ise, muhatap bile alınmıyor. Örneğin ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, kadın ve çocukların katledildiği son bombardımanla ilgili bir açıklama yapma ihtiyacı bile duymuyor.

Katliamlara maruz kalan Pakistan halklarının biriken öfkesinden çekinen İslamabat rejimi, gelinen aşamada ABD’ye tepki göstermek zorunda kalıyor. İslamabat’taki ABD büyükelçisine protesto notası vermek için huzura çağıran Pakistan yönetimi, hava bombardımanlarını eskisi gibi sessiz izlemeyeceğini dillendirmeye başladı.

Son olarak ABD özel kuvvetlerinin bir Pakistan köyüne saldırı düzenlemesine tepki gösteren Pakistan hükümeti, Afganistan’daki işgalci güçlere petrol sevkiyatının yapıldığı yolu kapattığını ilan etti. Dawn Televizyonuna konuşan Pakistan Savunma Bakanı Chaudhry Ahmed Muhtar, “Onlara bunu karşılıksız bırakmayacağımızı söylemiştik. Bugün harekete geçtik. Petrol tedarikini durdurduk. Bu konudaki ciddiyetimizi göstereceğiz.” dedi.

Ancak, uşakların kuyruklarına basılmış gibi bağırması, küstah efendiler tarafından ciddiye alınmıyor. Gerici Pakistan rejimi uşaklığı devam ettiği sürece de, bu tür açıklamalar ABD tarafından dikkate alınmayacaktır. Emekçilerin başına işsizlik, yoksulluk, sefalet, cehalet, iç çatışmalar gibi belaları saran Pakistan rejimi, ABD adına tetikçilik yaptığı sürece iflah olmayacaktır.

Öte yandan, Pakistanlı emekçiler, emperyalistler ile işbirlikçilerine karşı birleşik direnişi yükseltmediği sürece, ülkede halklar lehine bir gelişme yaşanması da mümkün değildir.



Almanya’da ırkçılığa karşı ortak mücadele!


Avrupa’nın değişik ükelerinden çok sayıda ırkçı-faşist 19-22 Eylül tarihleri arasında Köln’de, “Anti-İslam konferansı” adı altında, uluslararası nitelikte ırkçı bir kongre yapmaya hazırlanıyor. Irkçı-faşist güruh bu çerçevede günler öncesinden başlayan yoğun bir faaliyet yürütüyor ve provokatif eylemler planlıyor.

Çok sayıda ilerici, anti-faşist, devrimci yerli ve göçmen parti, grup ve inisiyatiften oluşan platform da, uzun sayılabilecek süredir karşıt bir çalışma yürütüyor. Hiçbir dönem tanık olunmayan yoğunluk ve yaygınlıkta afiş çalışmaları gerçekleştiriliyor, ırkçı kongreyi engellemeye dönük çağrılar yapılıyor ve çeşitli toplantılar organize ediliyor. DEKÖP-A da bu platformla işbirliği yapmanın yanı sıra, bir dizi faaliyet planlamış bulunuyor.

Köln ve çevresinde, kongreyi engellemek ve ırkçı-faşist güruhu kente sokmamak amacıyla, emekçilere, özellikle de gençlere dönük yaygın bir ajitasyon çalışması planlanmış bulunuyor. Platform bileşenleri bu amaçla çıkardıkları bildiri ve açıklamaları önümüzdeki günlerde emekçilere ve gençliğe dağıtacaklar.

Semtlerde ve merkezi yerlerde konuşmalar yapıp, kongreyi engelleme çabalarına destek isteyecekler. DEKÖP-A’nın “Ayrımcılığa, yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa karşı, Harekete geç, ses ol, güç ol, barikat ol!” başlıklı açıklamasında ırkçı konferansa ilişkin şu görüşlere yer verildi: “Gerçek şu ki, düne kadar bir ‘sosyal haklar cenneti’ ve ‘temel hak ve özgürlüklerin kalesi’ sayılan, başta Almanya gelmek üzere, Avrupa ülkeleri, günümüzde, yabancı düşmanlığının ve ırkçılığın en güçlü ve yaygın olduğu bir alan haline gelmiştir. Bu tehlike gün be gün büyüme potansiyeli taşımaktadır. Bu nedenle de, Pro Köln gibi grupların çabaları küçümsenmemelidir.

Hitleri zamanında ciddiye almamanın, başta Alman işçi ve emekçileri olmak üzere, tüm dünya halklarına ağır bir faturaya dönüştüğü unutulmamalıdır. Bunun için şimdiden, yabancı düşmanlığına, ırkçı-faşist grupların propaganda, örgütlenme ve eylemlerine karşı harekete geçilmeli, gelişmesine izin verilmemelidir…”

Açıklama şu çağrıyla son buldu: “Tehlike hepimize dönüktür. Irkçılık ve faşizm bir insanlık suçudur. İnsanlık düşmanı faşizme karşı birliğe ve kardeşliğe her zamankinden çok ihtiyacımız var. O halde, yerli-göçmen demeden, birleşelim. Bu ortak tehlikeye dur demek için mücadeleyi yükseltelim. Bunun için, Pro Köln grubunun düzenlediği insanlık düşmanı amaçlar taşıyan ‘Anti-İslam Konferansı’nı engelleyelim. Güçlerimizi birleştirip, ırkçı-faşistleri Köln’e sokmayalım.”

ABD dışişleri bakanının Libya ziyareti…

Eski “terörist”i dost yapan emperyalist çıkarlardır!

1986’da Libya’nın başkenti Trablusgarp ile ikinci büyük kenti Bingazi’yi bombalayan ABD emperyalizmi, devlet başkanı Muammer Kaddafi’yi katledip, ülkede kukla bir yönetim kurmanın hesabı içindeydi. Ancak suikast girişimi başarısızlığa uğradı. 2001’de gerçekleşen 11 Eylül saldırılarından sonra ise, Afganistan’la aynı akıbete uğrama korkusunun da etkisiyle Kaddafi yönetimi, ABD ile diğer batılı emperyalistlerin istediği çizgiye doğru yol almaya başladı.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Libya ziyareti, Kaddafi yönetiminin gelinen yerde batılı emperyalistlerin “dostu” sıfatına terfi ettiğinin ilanı olmuştur.

Oysa 20. yüzyılın sonuna kadar Kaddafi, batılı emperyalistler nezdinde “azılı teröristler” kategorisindeydi. Albay rütbesindeyken darbe ile başa geçen Kaddafi, hem uzun süre ABD ile müttefiklerine “kafa tutmuş”, hem emperyalist-siyonist saldırı ve işgalleri mahkum etmişti. Bir dönem Filistin direnişine destek veren Kaddafi, sözünü sakınmadan gerici Arap rejimlerinin bazı şeflerine saldırmaktan da geri durmamıştı. Kaleme aldığı “Yeşil Kitap” ile islamla sosyalizmi sentezlemeye çalışan Kaddafi, marksizme uzak olmakla birlikte, Sovyetler Birliği’nin ayakta olduğu dönemde, batılı emperyalistlerin karşı safında yer alabilmişti.

Zengin petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğu bir ülkenin lideri için bu kadarı, ABD ile yardakçıları tarafından “terörist” sayılmak için yeterliydi. ‘90’lı yılların sonlarına doğru modaya uygun olarak nükleer silah üretmeye çalışmakla suçlanan Libya’nın üzerindeki baskılar ağırlaştırıldı. Libya yönetimini dize getirmek için, batılı emperyalistlerle Birleşmiş Milletler, Libya’ya onlarca yıl süren ambargo uygulayarak amaçlarına ulaşmak için çırpınıp durdular.

Batılı emperyalistlerin Kaddafi yönetimine isnat ettikleri iki olay, yıllar boyu medya tekellerinin Libya’yı şeytanlaştırma kampanyasının malzemesi olarak kullanıldı. Olayların ilki 1986’da Almanya’da bir diskoteğin bombalanması, diğeri ise 1988’de içine bomba konan bir uçağın İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde infilak etmesidir.

ABD ile müttefikleri, bu iki olayın Kaddafi yönetimi tarafından üstlenilmesi için her yola başvurdu. Suçlamaları reddeden Kaddafi yönetimi ise, sözkonusu saldırıların ABD’nin işi olduğunu savunuyordu. Libya dışında da sözkonusu iki katliamın CIA tarafından yapıldığına dair ciddi kanıtlar ileri sürüldü.

Emperyalistlere yakınlaşma sürecinde iki katliamın sorumluluğunu üstlenen Kaddafi yönetimi, bir süre ayak diredikten sonra her iki olay için yüklü miktarda tazminat ödemeyi kabul etti.

Geçen ay yapılan anlaşmaya göre, hem 270 Lockerbie kurbanına, hem de ABD’nin Libya’ya 1986’da düzenlediği hava bombardımanında ölenlerin yakınlarına tazminat ödenmesi için fon oluşturuldu.

Batılı emperyalistlerle arayı düzelten Libya’ya yapılan ilk “jest”, terörizme destek veren ülkeler listesinden çıkarılması oldu. Böylece Kaddafi yönetimi, batılı emperyalistler safında yer alan rejimler arasına katılmak için adım atmış oldu.

Bu gelişmelerin ardından Libya’ya ilk üst düzey ziyaret, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi tarafından gerçekleştirildi. Berlusconi, 20. yüzyılda Libya’daki İtalyan işgali ve sömürgeciliğini tazmin etmek için 25 yıl içinde 5 milyar dolar sağlayacaklarını bildirerek, emperyalist güçlerin tarafına geçen Kaddafi yönetimini ödüllendirdi.

Berlusconi’nin “jest”inden sonra savaş kundakçısı Rice’ın Trablusgarp’a gelerek Kaddafi ile görüşmesi, “tarihi ziyaret” şeklinde yorumlandı. Rice’ı kabul eden Libya Dışişleri Bakanı Muhammed Abdülrahman Şalgam, görüşmeden sonra verdiği demeçte, Rice ile başta petrol olmak üzere şu anda ABD’de okuyan Libyalı öğrencileri ilgilendiren eğitim gibi çeşitli konuları ele aldıklarını söyledi.

Libya’yı “önemli” kılan nedenlerin başında zengin petrol rezervleri geliyor. Rice’ın temel gündeminin petrol konusu olması, ABD’nin Libya’daki öncelikleri hakkında fikir veriyor.

Bush liderliğindeki neo-faşist çetenin kabul edeceği çizgiye gelerek emperyalistlerin “dost”ları arasına giren Kaddafi’nin daha da alçalması ise kaçınılmaz görünüyor. Zira emperyalist zorbalara elini verenin kolunu kaptırması kaçınılmazdır.

Bir zamanlar batılı emperyalistlerin “yakın dostu” olan Saddam Hüseyin, emperyalist-siyonist güçlerin Ortadoğu planları önünde bir engel olarak algılanmaya başlayınca, “tehlikeli terörist” ilan edilerek önce yönetimi devrilmiş, ardından asılmıştı. Bir zamanlar “azılı terörist” olan Kaddafi ise, ABD’nin önünde alçalarak, batılı emperyalistlerin “dost”ları arasına buyur edilmiştir.

Her iki örnek, kapitalist-emperyalist düzenin efendilerinin her şeye sefil çıkarları üzerinden baktıklarının göstergesidir. Bu iki örnek, “uygar batı”lıların herhangi bir insani ya da etik değer taşımadıklarının çarpıcı kanıtlarıdır aynı zamanda.


Dünyadan...

İran’da tekstil fabrikasında grev!

Kuzeybatı İran’da tekstil fabrikasında çalışan işçiler 5 aydır ücretlerini alamadıkları için 8 Eylül günü greve çıktılar.

Fabrika yönetimi, Kürdistan bölgesinde her geçen gün artan hayat pahalılığı ile mücadele etmeye çalışan işçilere olan birikmiş borçlarını ödemeden fabrikayı satmaya çalışıyor.

Yaptıkları eylemde konuşan grevci bir işçi, yönetimin fabrikayı satmakta kararlı olduğunu, kısa bir süre önce de örme bölümünün Tahran’a taşındığını söyledi. Bir başka işçi ise, ürünleri için iyi bir pazara sahip olduklarını, ancak hammadde eksikliği ve kötü yönetimden kaynaklı fabrikanın iflasın eşiğine sürüklendiğini ifade etti.

Kolluk güçleri eylemin yapıldığı bölgenin yakınında bekliyor ve gazetecilerin görüntü almasına izin vermiyor.

İran’da son aylarda binlerce işçi ücretlerini alamadıkları gerekçesiyle grev yapmıştı.


Arjantin’de lastik işçileri eylemde!

Arjantin’de lastik işçilerinin bağlı bulunduğu sendika ile üç lastik üreticisi firma arasında ücret konusunda yaşanan anlaşmazlık sonucu 215 işçi işten atıldı.

24-25 Temmuz’da 4 bin lastik işçisi pazarlık süresinin sürekli olarak uzatılmasını protesto etmek için 48 saatlik grev gerçekleştirmiş, bunun üzerine Bridgestone-Firestone, Pireli ve FATE firmaları işçilerin işine son vermişti.

Arjantin Çalışma Bakanlığı, Ağustos ayının başlarında 10 günlük zorunlu uzlaşma dönemi önermesine rağmen şirketler anlaşmaya yanaşmadılar. Sendika 25 Ağustos’ta tekrar grev kararı aldı, atılan işçiler geri alınmadığı takdirde yeni grevlerin başlayacağını duyurdu.

Lastik patronlarının tutumu, diğer sendika ve kitle örgütleri tarafından çeşitli eylemlerle protesto edildi.

Sendika %35 zam talep ediyor, fakat şirketler %28’lik artış öneriyorlar.


Brezilya’da otomobil sektöründe grev!

Brezilya’da otomotiv sanayi bölgesi olan Sao Paulo’da General Motor, Honda, Toyota ve Daimler işçileri 3 Eylül günü 24 saatliğine işi bıraktılar. İşçiler daha fazla zam talebiyle greve gittiler. Parana eyaletinde 30 Ağustos’ta başlayan VW, Renault ve Nissan işçilerinin grevi ise sürüyor.


Hindistan’da Honda grevi

Hindistan’da Manesar’da Honda işletmesinde çalışan 1500 taşeron işçi greve gitti. İşçilerin işverenin fiziki saldırılarına karşı gece vardiyasında başlattıkları grev, diğer vardiyalarda da sürdürülüyor.