4 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/27

  Kızıl Bayrak'tan
  Rejim krizi derinleşiyor!
   Kürt halkına saldırılar hız kesmiyor
AKP’yi kapatma davasında son gelişmeler...
Mamak’ta güçlü bir 2 Temmuz
süreci örgütlendi…

Kürdistanlı tarım işçilerinin Ordu ve Trabzon’a girişi yasaklandı

KESK Genel Kurulu cansız, coşkusuz ve katılımsız gerçekleşti…
  KESK Genel Kurulu’ndan yansıyanlar ve görevler...
  Kayseri İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  F tiplerinde keyfi
baskılar sürüyor!
  Arjantin’de “öteki final!”
  Emperyalizmin Ortadoğu hesapları ve Türkiye’nin rolü!
  Avrupa futbol şampiyonası ve BİR-KAR’ın kampanyası
  Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması:
Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? - 1
Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması:

Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? - 1

Volkan Yaraşır

1970’lerin başında kapitalist sistem hem üretim yapısını, hem kurumsal yapısını değiştirdi. Bunun iki temel nedeni bulunuyordu.

Birincisi siyasal boyuttu; özellikle Vietnam Savaşı büyük önem taşıdı. Savaş yenilmez gibi görünen, emperyalizmin yenilebileceğini ve Mao’nun deyimiyle “emperyalizmin kağıttan bir kaplan” olduğunu gösterdi.

Ayrıca metropol ülkelerde 1968’de yaşanan küresel düzeydeki ayağa kalkış, “imkansızı istemenin” politikasına güç kattı. Kitleler insanların ruhlarını kadavra haline getiren refah toplumuna ve özgürlüğün ütopyasını kirleten bürokratik sosyalizme karşı ayaklandı. Başka bir dünya isteğini haykırdı. O dönemde Kültür Devrimi’nin metropollerde sarsıcı etki yaratması boşuna değildi. Çin Devrimi ve Kültür Devrimi, Avrupa merkez ülkelerinde yeni bir sosyalizm arayışının esin kaynağı oldu. Refah toplumunun özünde kapitalist barbarlığı gizlediği, insanın ontolojisine bir saldırı olduğu ortaya çıktı.

İkincisiyse ekonomik boyuttu. Kapitalizm yapısal özelliklerine bağlı olarak 1970’lerde genel bir bunalım içine girdi. Çünkü kapitalizm kriz eğilimlerini de içinde barındıran dinamik ve çelişkili bir süreç olarak işler. Bunalımın temel nedeni, artık değer üretiminde karşılaşılan güçlüktü ya da kapitalizmin belirleyici kriz dinamiği olan kâr oranlarında düşme eğilimiydi. Sanayide kâr oranlarının düşmesi ve yaşanan petrol krizi, kapitalizmin yeni bir sermaye birikimi rejimine geçmesini zorunlu kılıyordu.

Bu süreç bir yanıyla da kapitalizmin yeniden yapılanma süreci olarak işledi. Bağlantılı olarak üretim ve emek rejimlerinde, ayrıca işin örgütlenmesinde önemli değişiklikler gündeme geldi.

Sınıflar mücadelesi tarihi bize her emek rejiminin, aynı zamanda yeni bir sınıf mücadelesi rejimi olduğunu gösterdi.

Kapitalizmin yeniden yapılanma süreci

Kapitalist sistem, 1929’da yaşadığı küresel krizi II. Dünya Savaşı’nın sonunda aştı. Dünyanın yeniden paylaşılması krizin absorbe edilme olanaklarını yarattı. Savaş sonrası ekonomik politikalara damgasını Keynes’çi refah devleti modeli vurdu. Bu kapitalist organizasyon, özünde sosyalizme karşı bir güvenlik kuşağıydı. Uygulandığı ülkelerde işçi sınıfı muhalefetini ve sosyalizm tehdidini bertaraf etmeyi amaçlıyordu. Toplumsal muhalefeti denetim altında alacak politikalar üretildi. Refah devleti/toplumu eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, konut edinme vb. toplumsal ihtiyaçların yanında, sosyal sigorta sisteminin oluşturulması, işsizliğin giderilmesi ve bir dizi sosyal hakkı yürürlüğe koydu.

Devletin ekonomide rolü arttı. Yine, devlet tarafından tüketim körüklendi ve istihdam olanakları yaratıldı. Bu model merkez ülkelerde ekonomik büyümeyi beraberinde getirdi. Devlet, merkez ülkelerde daha çok altyapı yatırımları; barajlar, yollar ve benzeri şeyler yaparken, periferide ya da sömürge ülkelerde üretim ve hizmet alanında yoğunlaştı. Kapitalizm II. Dünya Savaşı’ndan sonra fordist üretim sistemini egemen bir sistem olarak devreye soktu. Refah devleti, fordist rejimin işlemesine olanak sağladı. Global ölçekte fordizmin gerçekleşmesi, refah devletinin merkezi rol oynadığı uluslararası düzenlemeye göre biçimlendi (1). Fordizm ya da bant sistemi, büyük ölçekli üretim birimlerinin kurulmasına olanak sağlıyordu. Bunun yanında hem kamuda, hem de özel sektörde geniş istihdam olanakları yaratıyordu. Bu sistem üretim sürecini makinenin mantığına göre düzenlemekteydi (2). Fordist üretimde iş süreci çok küçük parçalara ayrılıp her parça hareket ve zaman kategorilerine tabi tutularak, her işçinin işi tam olarak nasıl ve ne kadar zamanda yapacağı belirlenmişti. Bu bir standardizasyondu ve bu sistemin temel özelliklerinden biriydi.

İşçinin makinenin basit bir uzantısı, bir vidası haline gelmesiyle, işçinin bilgi ve becerisinin hiçbir önemi kalmamaktaydı. Bu durum vasıfsız kol emeğine dayanan bir işçi profili ortaya çıkardı. Yapılan iş kalifiye bir nitelik gerektirmediğinden, uzun yıllar çalışan bir işçinin yeri hemen doldurulabilmekteydi. Böylece bütün işsizler, yedek işgücü olarak devrede tutuluyordu. Sermaye için yedek işçi ordusu olağanüstü avantaj sağlıyordu.

Ayrıntılı işbölümü ve standart mal üretimi dünya pazarlarında rekabetin esasını belirledi. Rekabet aynı maldan çok sayıda, ucuza üretmek üzerinden kuruldu.

Fordizmin önemli özelliklerinden biri de üretimin kayan üretim hattı üzerinden yapılmasıydı. Akan/hareket eden montaj hattı kitlesel üretim için gereken standartlaşmış ürünün elde edilmesini sağlıyordu. Özel amaçlı iş makineleri kullanılabilmekteydi. Bunların çoğu yapılan ürün tipine, modeline göre tasarlanmıştı. Bir modelden ya da ürün tipinden öbürüne geçmek hem problemli, hem de yüksek maliyetliydi. Bunun yanında özel amaçlı makinelerin kullanımının yüksek maliyeti, ölçek ekonomilerini çok önemli kılmış, üretimin büyük ölçeklerde yapılmasının gereğini doğurmuştu.

Bu üretim sistemi, standart tüketim kalıplarının olması, geniş ve istikrarlı pazarların varlığıyla 1945-1970 yılları arasında dünyada egemen sistem haline geldi.

Çünkü geniş ve istikrarlı pazarlar bir yandan, büyük miktarda üretilmiş standart malların tüketilmesine olanak sağlıyordu, öte yandan büyük ölçekli yatırımın amorti olabilmesine yetecek zamanı veriyordu.

Bu süreçte makinenin parçasına dönüşmüş, basit ve mekanik tekrar içinde boğulan işçi, konsantre bir yabancılaşma yaşıyordu. Zihni faaliyet işçiden koparılmıştı. İşçi üretimin bütününden ve her türlü bilgiden uzaktı. Bu durum işçinin işyeri dışında da duyarsızlığına ve apolitizasyonuna neden oldu.

Aynı süreçte refah devletinin politik ve ekonomik uygulamalarına bağlı olarak özellikle Avrupa’da, kitle sendikacılığının önünün açılması dikkat çekti. Kitle sendikacılığı büyük ölçekli işyerlerinde, binlerce işçi örgütlenme olanağına kavuştu. Yüksek ücretin yanında, çalışma saatlerinin azaltılması ve bir dizi sosyal ve ekonomik hak elde edildi. Fakat kitle sendikacılığı bir yanıyla da işçi sınıfının yıkıcı gücünü deforme ederek, sınıfın sisteme eklemlenmesine yarayan bir işlev gördü. Batı işçi sınıfı giderek Engels’in deyimiyle ayrıcalıklı işçi, burjuva işçi sınıfı konumuna geldi. Hatta emperyalist-kapitalist sömürüden pay almaya başladı.

1970’lere doğru, son çeyrek asırda yaşanan üretim ve ticaret hacmindeki genişleme durdu. Büyük ve istikrarlı, kitlesel pazarlar çökmeye başladı. Küçük ve istikrarsız bir yapı ortaya çıktı. Tüketici tercihlerinin standart ucuz mala doymuş olması ve talebin mal çeşitlenmesine kayması, fordist sistemin işleyişini sağlayan kitle talebini ortadan kaldırdı. Esas olarak 1966’da OECD ülkelerinde başlayan ve bütün dünyaya yayılan ekonomik kriz, sermayenin teknik kompozisyonunun bozulmasından kaynaklandı.

Yani sabit sermaye ya da sermayenin değişmeyen kesimin büyümesi (sabit sermaye yatırımlarının artması); artı değer ve bağlı olarak kar oranlarının hızla düşüşüne yol açtı, krize neden oldu.

Kapitalizm çıkış olarak, sabit sermaye yatırımlarını azalttı. Sabit yatırımların yoğunlaştığı üretim alanlarını parçalara bölerek, çevreye dağıttı. Üretim dünya ölçeğine yayıldı. Dünya küresel fabrikaya dönüştü. Dolayısıyla küçük sabit sermaye yatırımlarıyla birlikte kâr oranlarında bir toparlanma yaşandı.

Bu yönde fordist üretim sisteminin krizine karşılık, post-fordizm adı verilen düzenlemelere geçildi. Amaç verimlilik ve kârlılığı artırmaktı. Sermaye krizden çıkabilmek için üretim sürecini yeniden yapılandırıyordu.

Yeni üretim sistemi, küçük ve çeşitlenmiş pazara dönük, değişken tüketici tercihlerine yönelik, aşırı stokları ortadan kaldırmaya, makineleşmenin ve aşırı uzmanlaşmanın yol açtığı verim kayıplarını ve hata risklerini azaltmaya dayanıyordu. Zamanın en işlevli kullanılması, işin akışkanlığı ve emek yoğunluğu artırılarak üretkenlik sağlanması hedeflendi. Ama en önemlisi sömürüyü maksimize etmek için işçi sınıfının hem metropollerde, hem de sömürge ülkelerde siyasi ve ekonomik örgütlenmelerinin dağıtılmasıydı.

Metropol ve sömürge ülkeler arasında işbölümü yeniden düzenlendi. Metropoller bacasız sanayi merkezlerine dönüşürken, bazı sömürge ülkeler hizmet sektörü, tasarımı dışarıda yapılan montaj üretimi ve sanayi ürünlerinin bazı parçalarının üretimini üstlendi. Teknoloji gelişmiş kapitalist ülkelerin tekelinde kaldı.

Yeni üretim sistemi (post-fordizm), üretimin parçalanarak farklı ülkelerde yapılmasını mümkün kıldığı için sermayeye olağanüstü hareket kabiliyeti kazandırdı. Sermaye merkez ülkelerdeki üretim birimlerini başka ülkelere taşıma ve yine başka ülkelere direkt yatırım yapma şansı buldu.

Sermayenin yeniden yapılanma (ya da sermayenin değersizleşme) süreci neo-liberal politikalar aracılığıyla küresel düzeyde uygulanmaya başlandı.

Post-fordist üretim sistemleri temelde iki ana yönelimde kendini dışa vurdu: Esnek üretim biçimleri ve onun bir türevi olan taşeronlaşma…

Esnek üretim ya da uzmanlaşma neo-liberal politikalara göre ülkelerin yeniden yapılanmasını ve bu süreçte üretimin dünya ölçeğinde parçalanmasını öngördü. Böylece çokuluslu şirketler, bir üretimin dünyanın çeşitli ülkelerinde sürdürülen aşamalarını, her biri bağımsız şirketler gibi davranan aslında kendi parçaları olan şirketler aracılığıyla denetim altında tutma olanağı buldu. Taşeronlaşma da esnek üretim içinde son derece yaygın kullanılan işletme biçimlerinden biri olarak öne çıktı.

Dünyaca ünlü Dell marka bilgisayar üretimi esnek uzmanlaşmaya tipik örnek oluşturmaktadır. Dell’in pili-bataryası Meksika’da; dizaynı Teksas ve Tayvan’da; hafıza kartı Almanya’da; CD/DVD sürücüsü İsrail’de; grafik kartı Çin’de; güç adaptörü Tayland’da; hard disk sürücüsü Singapur’da; güç kablosu Hindistan’da; mikro işlemcisi Costa Rica’da yapılıp, Malezya’da monte edilmektedir. Daha sonra tüm dünyaya pazarlanmaktadır.

Alman devi Siemens patronunun yaşanan süreci ifade edişi çarpıcıdır: “Eskiden okyanusta giden bir transatlantik gibiydik, şimdiyse nehirde yüzen yüzlerce sürat teknesiyiz.”

Esnek üretimin yarattığı en önemli sonuçlardan biri işletme ölçeklerinin küçülmesi oldu. Bunun yanında kârı maksimize edecek tarzda üretimi önce (temizlik, taşımacılık, yemek gibi) esas olmayan, daha sonra kısmen ya da tamamını taşeronlara devreden düzenlemeler yaygınlaştı.

Bu adımların yanında kâr oranlarını artırmayı amaçlayan bir dizi esneklik modeli geliştirildi. Sayısal esneklikle işçilerin işe alınma ve işten çıkarılma koşulları, bütünüyle şirketin denetimine bırakılması amaçlandı. Sermeye sayısal esneklik uygulamalarıyla iş güvencesi ve kıdem ihbar tazminatı gibi hakların gaspını gündemine aldı. Ücret esnekliğiyle, sınıfın tarihsel mücadeleler sonucu elde ettiği kazanımların gaspı hedeflendi. Fazla mesai ücreti, tatil ücreti gibi haklar ücret sisteminden çıkarılarak, ücretlerin çalışılan saate göre belirlenmesi yönünde adımlar atıldı. Bu uygulama performans ücret sistemi diye adlandırıldı. Asgari ücretin bölgeselleştirilmesi, içeriğinin boşaltılması ve aşamalı olarak kaldırılması sermayenin ana yönelimlerinden biri olarak öne çıktı. Ayrıca işe giriş ücretlerinin düşük tutulması, ücret esnekliği politikalarından biri olarak dikkat çekti. Ücret dışı işgücü maliyetlerinde esneklikle sermaye, işçi sınıfının temel haklarının gaspına yöneldi. Yakacak, giyecek, tatil parası, öğrenim yardımı, çocuk yardımı ve benzeri gibi sosyal ve parasal hakların gaspı bu esneklik politikasının hedefi oldu. Bunun yanında işyerindeki teknolojik düzey, işgücünün farklılaşması ve nitelik çeşitliliği ve iş bölümünün derinleşmesi ücret farklılaşmasının zemini olarak kullanıldı. Ücret farklılığı sermayeye işçileri bölmek için çeşitli olanaklar sağladı.

Bir başka esneklik uygulaması ise çalışma zamanında hayata geçirildi. Bu yöntemle esas olarak çalışma saatlerinin artırılması hedeflendi. Haftalık çalışma saatinin 45 saatin üzerine çıkarılması bugün birçok ülkede başarıldı. Sömürge ülkelerde fazla mesai, hafta sonu, tatil çalışması, yoğunlaştırılmış çalışma gibi yöntemlerle çalışma zamanı fiilen uzatılmış durumda.

Esnek istihdam modeli ise sermayenin işgücünün sosyal maliyetinden kurtulma taktiği olarak devreye sokuldu. Sermaye kısmi çalışma, geçici ya da mevsimlik çalışma, taşeron işçiliği, evde çalışma, tele çalışma gibi biçimlerle standart olmayan istihdam biçimleri yaratarak kâr oranlarını artırmayı hedefledi.

Esneklik uygulamalarının bir başka biçimi esnek üretim sistemleri ya da yeni emek yönetim modelleri oldu. Esnek üretim sistemleri olarak “sıfır hatalı üretim”, “stoksuz üretim”, “tam zamanında üretim” adında hataya geçirildi. Bu adımlar “toplam kalite yönetimi”, “kalite çemberleri”, “insan kaynakları yönetimi” gibi emek yönetimi modellerinin altyapısını oluşturdu.

Yeni emek yönetim modelleri sınıfı ehlileştirilmesi ve itaatkarlaştırılmasının stratejileri olarak hayata geçirildi. Sınıfın kolektif düşünme, hareket etme ve davranma yeteneklerini bloke eden bu uygulamalarla sermaye, emek üzerinde tam denetim kurmayı amaçladı.

Emek yönetim modelleriyle sermaye sendikaları –özellikle metropollerde– sınıfı kontrol eden, bir nevi personel müdürü gibi faaliyet yürütmesini amaçlayan organlara dönüştürdü. Benzer gelişmeler sömürgelerde de yaşandı. Sendikalar sınıfsal bir örgüt olma özelliği deforme edilerek, üretimden ve verimlilikten sorumlu yapılar haline geldi. Zaten sendikaların bürokratik ve korparatist özellikleri bu türlü bir değişimin zeminini yaratmıştı. Sendikaların faaliyetleri işyerleriyle sınırlandırıldı.

Esneklik modeliyle sermaye vahşi ve son derece derin bir sömürüyü hayata geçirdi. Sınıfın tarihsel kazanımlarını ve kolektif haklarını gasp etmeyi hedefledi. Emek yönetimi modelleriyle sınıfı ehlileştirmeyi ve itaatkarlaştırmayı amaçladı. Sınıfın kolektif davranma, düşünme ve hareket etme yeteneklerini felç etmeyi stratejik bir program olarak önüne koydu.

Toparlayacak olursak sermayenin kârını maksimuma çıkarmak için belli başlı atakları şunlar oldu:

1- Bilginin metalaşması ve tekelleşmesi yönünde önemli adımlar atıldı. Bilgi en önemli üretim faktörü haline geldi. Saklandığı ve gizlendiği oranda değer kazandı. İçine girilen yeni dönemde bilgi en önemli kâr kaynağına dönüştü. Bilginin kâr kaynağı olma özelliği, gizli kalmasına bağlı olarak şekillendi. Bilgiye sahip olan sermaye açısından satılabilir olan şey onun ürünleri ve sonuçlarıydı. Yoksa kendisi değildi. Bu ise iletişim teknolojisindeki bütün gelişmelere rağmen yaşanan süreçte bilginin herkes tarafından ulaşılabilir, kullanılabilir, hatta üretilebilir olması değil, tam tersine gizli kalmasını, toplumun çok az kesiminin bilgiye ve onun getirdiği ekonomik, siyasi, toplumsal egemenliğe sahip olmasını, geri kalan büyük çoğunluğun ise bu olanaklardan yoksun bırakılmasını gerektirdi.

2- Yeni teknolojiler kullanılmaya başlandı. Biogenetik, nanoteknoloji ve bilişim teknolojisi üretim sürecine sokuldu. Özellikle mikro elektronikteki “devrim” niteliğindeki gelişmeler önem taşıdı.

3- Otomasyon yaygınlaştırıldı.

4- Radikal özelleştirmelere gidildi. Kamu İktisadi Teşekkülleri ya da kamu yatırımları tasfiye edildi. Devletin sosyal yönünün özelleştirilmesi ve metalaştırılmasına bağlı bir şekilde, devlet salt “gece bekçisine” dönüştürüldü. Eğitim, altyapı sektörleri, sağlık doğrudan kârlılık esasına göre yeniden düzenlendi.

5- Stoksuz üretime geçildi.

6- Esnek üretim modelleri yaygınlaştı. Üretim parçalandı. Enformelleşme, taşeronlaştırma ve fason üretim genişledi. 

İşçi sınıfının yapısındaki değişim

Kapitalizmin yeniden yapılanma süreci, sınıflar mücadelesinde yeni bir tarihsel momenti simgeledi. Bu süreç bir yanıyla da sınıfın yeniden yapılanması süreci olarak işledi. Sınıfsal antagonizma kendini dışa vuruyordu.

1970’lerden sonra üretim yapısındaki değişime bağlı olarak, işçi sınıfının yapısında da farklılaşmalar yaşandı. 1970’lere kadar bütün dünyada büyük ölçekli işletmeler hakimdi. Binlerce işçi bir arada çalışıyor, bir ürünün tasarımından, nihai aşamasına kadar üretim aynı mekanda gerçekleştiriliyordu. Bu üretim yapısı sınıfın homojenleşmesini sağlayacak özellikler taşıyordu.

Üretimin dünya çapında parçalanması, üretimin emek-yoğun veya teknoloji-yoğun oluşuna bağlı olarak ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesi, uluslararası yeni iş bölümünü beraberinde getirdi.

Özellikle teknolojik gelişmeler sonucu işletme ölçeği küçüldü. Ayrıca bir yandan yeni teknolojinin gerektirdiği bilgi birikimine sahip, yeni teknolojilere dayanan üretim araç ve gereçlerini kullanan, birden fazla becerisi olan nitelikli emek, öte yandan yeni teknolojilerin uygulanmasıyla birlikte gittikçe daha mekanik bir özellik taşıyan niteliksiz emek ya da vasıfsız kol emeği ayrımı gelişti. Geçmişin fordist fabrikasında benzer niteliklere, yaşam tarzına ve taleplere sahip olan görece homojen işçi kitlesinin yerine, bugün nitelik, ücret, yaşam düzeyi, alışkanlıkları, beklentileri ve talepleri açısından farklılaşmış bir işçi kitlesiyle karşı karşıyayız.

İşçi sınıfının içyapısındaki heterojenleşme diye tanımlanabilecek bu süreç kendini çekirdek işgücü ve çevre işgücü olarak dışa vurdu. Çekirdek işgücü (nitelikli emek) özellikle metropollerde hızlı bir değişim yaşadı. Metropol ülkelerde önceleri imalat sanayindeki işçiler bu özelliğe sahipken, bugün için ağırlıkları azaldı. Çekirdek işgücü giderek bilgisayar, haberleşme, uzay teknolojisi gibi teknoloji üretimi yapan sektörlerde yoğunlaştı. Bu gelişmeler aynı zamanda işçi sınıfının kapsamını genişletici ve beyin emeğini proleterleştirici bir sürecin önünü açtı. Çekirdek işgücü ilk dönemlerde yüksek ücret alırken ve belirli oranda rahat imkanlara ve kısmi iş güvencesine sahipken, özellikle Doğu Asya krizinden sonra bu özelliklerini hızla kaybetmektedir. İşsizliğin anaforu bu kesimi de içine çekmiştir. Madalyonun bir yüzünü çekirdek işgücü oluştururken, öbür yüzünü yine üretim yapısındaki değişime bağlı olarak niceliksel oranı muazzam derecede artan, olağanüstü zor koşullarda çalışan, her geçen gün hak kaybına uğrayan çevre işgücü oluşturdu.

Çevre işgücünün en karakteristik özelliği kendi içindeki yoğun heterojenliğidir. Bu işgücü ağırlıkla atölye ya da küçük ölçekli fabrikalarda sürekli hizmet akdine sahip olmadan çalışıyor. Bu yönleriyle geçmişte aynı mekanda emeklilik yaşına kadar çalışabilen işçi kuşağından farklı olarak, hiçbir sosyal ve ekonomik güvencesi olmayan ve uzun çalışma saatlerinde iş gören, işletmeye geçici sözleşmelerle bağlı, uygulanan ayrımcı politikalar sonucu birbirleriyle ortak duruş noktalarında kaymaların görüldüğü, hatta bazen aralarında çelişkilerin yaşanabildiği bir işçi profili var (3). Bu durum işgücü kitlesi açısından bir niteliksizleşmeydi. Çevre işgücü part-time, parça başı çalışma, götürü çalışma, geçici statüde çalışma gibi işgücü türleriyle kendini gösterdi. İstihdamın gettolaşması sonucu kolektif mücadele biçimlerinde gerilemeler yaşandı. Çevre işgücü içinde kadın, genç işçi hatta çocuk işçilerin sayısı dünya çapında arttı.

Taşeronlaşmanın yaygınlaşması çevre işgücünü arttıran başlıca unsur oldu. Taşeronlaşma üretimin parçalanmasına ve emeğin düşük maliyette kullanılmasına olanak sağladı. Taşeron işçileri çoğunlukla güvencesiz istihdam edildi.

Post-fordist fabrikalar diye de tanımlayabileceğimiz organize sanayi bölgelerinin hızla çoğalması dikkat çekti. Bu bölgeler yeni işçi havzaları olarak öne çıktı. Onlarca sektörün bulunduğu, binlerce işçinin küçük atölyelerde ya da sitelerde çalıştığı organize sanayi bölgeleri, çevre işgücünün ana havzalarına dönüştü. Vahşi kapitalizm koşullarının hakim olduğu bu alanlarda, sigorta ve sendika hakkının şiddetle engellenmesi ve güvencesiz işçilerin yoğunluğu genel bir durum olarak kendini gösterdi. Bu duruma istihdamın gettolaşması adı verildi.

Geçmişin klasik hizmet sektörleri (eğitim, sağlık, ulaşım vb.) ağırlıkla devlet eliyle yürütülen kamu hizmetleri olarak görülmekteydi. Şimdi bir taraftan bu kamu hizmetleri niteliğindeki sektörler, giderek sermayenin kâr anlayışına bağlı olarak yeniden düzenlenirken, esas olarak finansman, reklam, tasarım, yönetim ve koordinasyon gibi alanlarda doğrudan özel sektörle ilişkili ve nitelik olarak farklı bir hizmet sektörü kavramı gelişti.

Yeni teknolojilerin sanayiye uygulanmasının en çarpıcı sonuçlarından birisi de, kapitalizme zaten içkin olan yapısal işsizliğin tarihte görülmemiş boyutlara ulaşması oldu.

Sınıfın organik parçası olan işsizler, sınıfın yeniden yapılanma sürecinde asla ihmal edilmemesi gereken bir kesimi olarak öne çıktı. Arjantin’de 2001 krizinden sonra Barikatçılar olarak anılan İşsiz İşçiler Hareketi’nin geliştirdiği pratikler ve sınıf mücadelesine yeni katkıları işsizlerin muazzam gücünü ortaya çıkardı. Marx’ın dediği gibi “ emekçi kendisini sermayeye satmadan da sermayeye aittir”. Bunun anlamı işgücü yalnızca fiili üretim sürecinde var olan meta değil, onun dışında da bir metadır. İşgücünü satışa çıkarmış herkes, alıcı bulup bulamadığı hiç önemli olmadan doğrudan işçi sınıfı içinde yer alır. Bu anlamda ücretli emeği direkt olarak ilgilendiren işsizlik, kapitalizmin kendisinin örgütlediği bir yedek işgücü ordusudur.

Üretim ve emek sürecinin faklılaşması, hem emeğin kendi içinde bölünmesini, hem de sınıf içi farklılaşmayı derinleştirdi.

İşçi sınıfının yapısındaki bir dizi değişikleri kısaca şöyle tanımlayabiliriz:

1- İşçi sınıfının kapsamında olağanüstü bir genişleme yaşandı. Ama sınıfın organik birliği parçalandı. Atomizasyonu arttı. Heterojenleşme süreci derinleşti. Bir başka ifadeyle tarihin en büyük proleterleşme sürecine girildi. Ne var ki paradoksi bir şekilde sınıfın amorfe oluş süresi de hızlandı.

2-Hizmet sektörünün önemi artmaya başladı. Sektör geleneksel özelliklerinin yanında yeni özellikler kazandı. Ayrıca bilişim sektörü gelişti.

3-Bilginin metalaşmasına bağlı olarak beyin işgücünün proleterleşmesi yoğunlaştı.

4-Enformel sektör yaygınlaştı. Olağanüstü gelişti.

Üretim sürecindeki değişiklikleri özetle toparlayacak olursak:

1-Esnek uzmanlaşmaya dayalı merkezsiz, küçük üretim yaygınlaştı.

2-Değişken ve akışkan tüketici talebine karşı çok hassas ve esnek bir sistem devreye sokuldu.

3-Tek ürünün baştan sona üretildiği fabrikalar kapanmaya başladı.

4-Organize sanayi bölgeleri yaygınlaştı. Ana (merkez) fabrikaların ihtiyacı olan ürünler ağırlıkla bu alanlarda üretilmeye başlandı.

5-İmalat sektörünün yanında bilgisayar, iletişim, enformasyon gibi yeni hizmet ve teknoloji alanları açıldı.

6-Özellikle mikro elektronikteki muazzam gelişmeler sanayide ve hizmet sektöründe kullanılan canlı emeğin üretim gücünü olağanüstü yükseltti.

Bütün bu gelişmeler sınıfın temelde üçlü bir tarzda şekillenmesine yol açtı. Bunu iç içe geçmiş dairelerle (çemberlerle) anlatabiliriz. Büyük dairenin (çemberin) içindeki küçük dairede teknisyen ve mühendis formasyonundaki çekirdek işgücü yer aldı. Vasıflı ve kalifiye özellikleri olan bu kesim kısmi düzeyde iş güvencesine sahiptir. Büyük daireyi ise çevre işgücü meydana getirdi. Çevre işgücüne Mc Donald’s işçisi adı da verildi. Vahşi bir sömürüye maruz kalan bu işçi, kalifiye bir özellik taşımıyor ve sınıfın ana gövdesini oluşturuyor. Halkanın dışında ise yine sayı olarak tarihin en üst noktasına ulaşmış işsizler bulunuyor. Çevre işgücünün en dikkat çekici özelliği son derece katmanlı bir yapıya sahip olmasıdır. Ayrıca çevre işgücü standart olmayan istihdam biçimlerinde, ya kısmi zamanlı, geçici, mevsimlik ya da evde çalışan bir tarzda yer alıyor. İstihdamın dağınık yapısı sınıfın kolektif düşünme ve davranma özelliklerini aşındırdığı gibi, sınıf bilincinin mayalanmasını da engelleyici bir rol oynuyor. Bu durum sermayeye önemli olanaklar sağladı ve işgücünün genel yapısını bu noktaya getirmek yönünde politikalar geliştirmesine neden oldu. Artık işçi sınıfı; işsizler, güvencesizler, sokak işçileri, sendikalı işçiler, marjinal sektörlerde çalışanlar, beyin işgücünün proleterleşmesine bağlı kafa-entelektüel işçilerden oluşmuş katmanlı bir yapı olarak karşımızdadır.

Kısaca işçi sınıfının kapsamı muazzam derecede gelişti. Tarihin en büyük proleterleşme dalgası küresel düzeyde yayıldı. Ne var ki sınıfın kapsamındaki bu gelişmeye karşın, sınıfın organik birliği dağıldı ve giderek heterojenleşti. Bunun temel nedenlerinden biri işçi sınıfının sistematik bir karşı devrimci program olan neo-liberalizmin şiddetli saldırılarına maruz kalmasıydı (4). Stratejik nitelikteki bu saldırı sınıfın her düzeydeki örgütlülüğünü dağıtmayı hedefledi. Bilinç ve kimliğinde önemli kırılmalar ve deformasyonlar yarattı. Kolektif davranma, düşünme ve hareket etme yeteneklerini zafiyete uğrattı. Şekilsizleştirdi, atomize etti ve iç farklılaşmasını derinleştirdi.

Dipnotlar:

(1)SSCB ile ABD arasında 1945 sonrası oluşan makro denge ve Soğuk Savaş döneminde askeri gücünü ve politik etki alanını genişletmeye çalışan ABD’nin politikaları, fordist düzenlemeleri yaratan faktörler olarak öne çıktı.

(2)Daha önce kullanılan Taylorist model aletin kullanıldığı bir sistemdir. Aletin bir insan tarafından kullanılması, üretimin insan becerisine bağımlı olmasına yol açıyordu. Bu da üretimin işçinin tavrı ve tepkisinden etkilenmesine neden olmaktaydı. Ama fordizmde esas olan makinenin mantığı ve makinenin nesnelliğiydi.

(3)Türkiye işçi sınıfının ana gövdesini emek-yoğun ve hizmet sektöründe çalışan çevre işgücü oluşturmaktadır. Ayrıca kadın, çocuk, genç işçiler çevre işgücü içinde yer alırken, ağırlıkları da artmaktadır. Benzer gelişmeleri aynı kapitalist gelişme düzeyindeki sömürge ülkeler için de söyleyebiliriz.

(4)Sömürge ülkelerinin birçoğunda, örneğin Latin Amerika ve Türkiye’de olduğu gibi askeri darbeler sonucu ya da faşist diktatörlükler aracılığıyla neo-liberal politikalar radikal bir şekilde hayata geçirildi.

(Bu yazı aynı başlık altında 18-20 Haziran 2008’de Hong Kong’da yapılan ILPS’nin 3. Kongre’sine tebliğ olarak sunulmuştur….)

(Devam edecek…)