4 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/27

  Kızıl Bayrak'tan
  Rejim krizi derinleşiyor!
   Kürt halkına saldırılar hız kesmiyor
AKP’yi kapatma davasında son gelişmeler...
Mamak’ta güçlü bir 2 Temmuz
süreci örgütlendi…

Kürdistanlı tarım işçilerinin Ordu ve Trabzon’a girişi yasaklandı

KESK Genel Kurulu cansız, coşkusuz ve katılımsız gerçekleşti…
  KESK Genel Kurulu’ndan yansıyanlar ve görevler...
  Kayseri İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  F tiplerinde keyfi
baskılar sürüyor!
  Arjantin’de “öteki final!”
  Emperyalizmin Ortadoğu hesapları ve Türkiye’nin rolü!
  Avrupa futbol şampiyonası ve BİR-KAR’ın kampanyası
  Uluslararası işçi hareketinin yeniden yapılanması:
Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? - 1
Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Arjantin’de “öteki final!”

Futbol, geçtiğimiz hafta Avrupa Futbol Şampiyonası nedeniyle ön plana çıktı. Türkiye’nin kupadaki başarısı yurt çapında büyük ilgi gördü. Yapılan zamlara uygun zemin hazırlayan, aşağılık kompleksi sosuyla bezenmiş kutlama ve “gurur” ortamı iktidar-futbol ilişkisini bir kez daha su yüzüne çıkarmış oldu. Tüm devlet erkanının şov yaparcasına arz-ı endam ettiği maçlar kapatılma tehdidiyle bunalan AKP’ye nefes aldırmış oldu. Benzin, elektrik, doğalgaz zamlarıyla trafik sigorta primlerine yapılan zamlar arada kaynamış oldu.

Ancak şampiyona maçlarının ortalama 2 milyar kişi tarafından izlendiği düşünüldüğünde, kapitalizmin endüstriyel futboldan kazancının siyasi kaygıların ötesinde bir genişliğe sahip olduğunu da söyleyebiliriz. Hector Cuper’in özetlediği gibi “futbol asla sadece futbol değildir.”

Bu “objektif” tablo ise dar kafalı aydın takımına tekrar en içlisinden “bir topun peşinde koşan 11 kişi” türküsünü söyletmeye başladı. Ancak futbol bu eleştirileri hakedecek bir şey yapmamıştır. Onu kirleten burjuvazi ve onun kokuşmuş düzenidir. Zira modern futbol kapitalizmin gelişme evrelerinde işçi sınıfı tarafından yaratılmış, oynaması en kolektif spordur. Burjuvazinin ilk zamanlarda futbolu aşağılaması ve futbolun anavatanı İngiltere’de tüm köklü futbol takımlarının işçi takımı olması da bundandır. Ve onun popülaritesi de bu sebeplerden dolayı bir tesadüf değildir. Ancak bunu anlamayan ve eleştiren bir sürü insan vardır.

Futbolu, kitleleri toplumsal ve siyasal gelişmelerden, ekonomik sorunlardan uzaklaştıran, birbirine yabancılaştıran ve yalıtan bir olgu olarak görüyorlar. Gücü ve etkisi itibariyle iktidarların elinde oyuncak olan futbol suçlu değil tersine kimliğine ve değerlerine tecavüz edilmiş bir kurban olabilir ancak.

Futbolun gücü Hitler’den Mussolini’ye, Salazar’dan Franco’ya kadar birçok diktatörün ilgisini çekti. Ancak her defasında futbol kendini aklayarak çıktı bu cendereden. Hitler’e cevabı Dinamo Kiev’in Bolşevik futbolcuları verirken, Mussolini’nin mirası A.S Roma tribünlerine -Roma’da inşa edilen stada Faşist Parti adı verilmişti- asılan Che posteriyle parçalandı.

Benzer bir olay geçtiğimiz günlerde Arjantin’de yaşandı. Avrupa Şampiyonası finali oynanırken Arjantin’de sessiz sedasız yapılan başka bir final maçıyla da 30 yıl öncesine dönüldü. Tüm dünya İspanya-Almanya finaline kilitlenmişken dünyanın öteki ucunda kanlı cuntanın peşini bırakmayanlar sahadaydı. Amaç kayıpları bir kez daha hatırlamak, cuntanın 30 yıl önce kendi imajını temizlemek için kullandığı futbolu o gün olduğu gibi bir kez daha cuntaya karşı ses çıkarmak için kullanmaktı.

30 yıl önce Arjantin, Güney Amerika’da düzenlenen en son Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmıştı. Dünya Kupası’nın Arjantin’de düzenlenmesine 1970 yılında karar verilmişti ancak Arjantin’de 1976’da faşist bir darbe gerçekleşmişti. Arjantin dünya tarihinin en kanlı cuntalarından birine sahne olurken darbecilere Dünya Kupası bir kurtuluş gibi gözüküyordu. Büyük tartışmalar yaşansa da organizasyonun adresi değişmedi. Ellerini ovuşturarak bekleyen cunta ise hem dış dünyadaki imajını makyajlamayı hem de içerdeki huzursuzluğu kendi lehine çevirmeyi hesaplamıştı. Dev statlar, yollar yapıldı. “Çok çirkin” duran gecekondu bölgeleri yok edildi. Buralarda oturanlar maç oynanmayacak şehirlere ve Catamarca Çölü’ne nakledildiler. Kupa merkezlerinden biri olan Rosario kentine giden ana yolun her iki tarafına güzel görünümlü ev resimlerinin bulunduğu bir duvar inşa ettirildi ve kenar mahalleler yabancıların gözlerinden saklandı. Dış dünyaya karşı makyaj tamamlanmıştı. İçerde de “kupa” heyecanın her evi sarması gerekiyordu. Cunta renkli televizyon yayınını emretti. Teknik zorluklara rağmen bu iş de başarıldı ve iletişim sistemleri yenilendi. Cunta lideri eli kanlı General Jorge Rafael Videla da gözünü karartmış kupayı istiyordu. Cunta’ya bir Dünya Kupası gerekiyordu! Slogan hazırdı: “Dünya Kupası’nda 25 milyon Arjantinli oynayacak”

Ancak daha kupa başlamadan rüzgar cuntanın tersine esmeye başladı. Tüm dünyada kupanın boykot edilmesi için kampanyalar başlatılırken, maçları izlemeye giden gazetecilere “Arjantin’de yaşanan gerçekleri” yazmaları çağrısı yapılıyordu. Atmosfer daha turnuva başlamadan cuntanın aleyhine dönmüştü. Tüm bunlara, adı gelmiş geçmiş en büyük futbolcular arasında anılan Hollandalı Johann Cruyff, Almanlar’ın Maocu olarak bilinen ünlü futbolcusu Breitner ile kampı terk eden Almanlar’ın dünya çapında bir başka efsane futbolcu Beckenbauer’ın cuntanın gölgesi altında oynamayı reddetmesi eklenince faşist diktatörlüğün kupa hayalleri tuzla buz oldu. Ayrıca Arjantin’de cuntaya karşı savaşan gerillalarda turnuva sırasında saldırı düzenlemeyeceğini söyledi.

Turnuva boyunca tribünleri yüzbinler doldurdu. Arjantin halkı beklenenin aksine cuntaya sevgisini değil öfkesini gösteriyordu. Cunta, finale gelinceye kadar türlü oyunlar ve tarihe geçen şikeler yaptı. Final maçı ise birçok kişiye göre cunta için sonun başlangıcı oldu. Finalde Hollanda ile karşılaşan Arjantin kazandı ve kupayı aldı. Ancak bazı futbolcular, kupayı Videla’nın elinden almaya çıkmadı. Maç boyu susmayan tribünler seremonide sus pus oldu. Hollandalı futbolcular ise diktanın oturduğu tribünü selamlamadı. Arjantinli futbolcular ise “kupayı cunta için değil halkımız için aldık” diyerek cuntanın, işkencelerin, kayıpların ve dökülen kanın yerine koymayı hedeflediği “hediye paketini” parçaladı. Cuntanın diktatörleri Arjantin’in attığı her golden sonra sanki golü kendileri atmış gibi ayağa kalkıp mağrur bir edayla halkı selamladılar. Buna rağmen kimse golleri onların attığına inanmadı. Cuntanın oyunu tutmadı.

İşte sözkonusu finalin yıldönümü olan 25 Haziran günü finalde oynayan futbolcular, demokratik kitle örgütü temsilcileri ve Arjantin B takımı oyuncuları aynı sahada bir araya geldiler. Buenos Aires Stadı’nda sadece Arjantin’in değil tüm insanlığın yüz karası olan cuntayı lanetleyen binlerce insan ve Arjantin’in ünlü Mayıs Meydanı Anneleri yerlerini aldı. 30 yıl önce katillerin oturduğu tribüne hayatını kaybedenler anısına bir bayrak ve “30 bin kayıp” yazan bir pankart asıldı. “Öteki final” adıyla organize edilen maç öncesinde cunta döneminin işkencehanesi olarak bilinen “gözaltı merkezinden” stada yürüyüş yapıldı. Maçı sloganlarla izleyen Arjantinliler hem futbola olan sevgilerini gösterirken hem de cuntadan hesap sormak konusundaki kararlılıklarını ortaya koydular. Cunta zamanı gözaltında olan Nobel Barış Ödülü sahibi Adolfo Perez Esquivel, kupa sırasında gözaltı merkezinde hoparlörlerden maç yayını yapıldığında hem işkence yapanların, hem de işkence kurbanlarının birlikte “Gol Arjantin!” diye bağırıştığını ifade ederek Arjantin’deki futbol sevgisini anlattı.

Futbola biçilen rol ne olursa olsun futbolun içinde taşıdığı dayanışma ve ruh varolmaya devam edecektir. Tıpkı aynı gole sevinen işkenceci ve mahkum arasındaki çelişki gibi futbola biçilen rollerdeki farklılık bugünün çözümünü oluşturmaktadır. İşkenceci-mahkum, cunta-muhalefet, emek-sermaye futboldan aynı beklentilere sahip değildir. Sevinç, görünenin aksine her sınıf için aynı değildir. Tıpkı kupayı çılgınlar gibi isteyen Arjantinliler’in, onu, her golde ayağa kalkıp kendine sırtını dönmüş tribünleri selamlayan Videla’nın elinde gördüğünde susması gibi. Cunta futbolu, Videla kupayı kirletmiştir, ama bu ne futbolun ne de o tribünlere koşanların suçudur. Bu, her şeyi metalaştıran kokuşmuş düzenin, kapitalizmin suçudur.


 

Tunus işçisi yalnız değildir!

4. Uluslararası Sendikal Konferans Türkiye Komitesi, Tunus’ta maden işçilerinin eylemine yapılan saldırıyı kınamak, yaralananlarla dayanışmak amacıyla 1 Temmuz günü Galatasaray Postanesi önünde bir açıklama gerçekleştirdi. Ankara’da bulunan Tunus Konsolosluğu’na protesto faksı gönderdi.

Eylemde “Tunus işçileri yalnız değildir! Yaşasın uluslararası dayanışma!/Uluslararası Konferans Türkiye Komitesi” pankartı açıldı. “Tunus işçileri yalnız değildir!”, “Yaşasın uluslararası dayanışma!” ve “Bin Ali diktatörlüğüne son!” dövizleri açıldı.

Komite adına yapılan açıklamada Bin Ali hükümetinin, Tunuslu işçi ve emekçilere ilk defa saldırmadığı, mücadele eden işçi ve emekçilere karşı hükümetin zor kullandığı ifade edildi.

Açıklama şu sözlerle sona erdi: “Bugün ve bundan sonra da Tunus işçi ve emekçileriyle dayanışma içinde olacağız. Tunuslu mücadeleci sendikacıların, aydınların, yazarların mücadelesini destekleyeceğiz.”

Eylemde “Tunus işçisi yalnız değildir!”, “Yaşasın enternasyonal dayanışma!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul