27 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/26

  Kızıl Bayrak'tan
  Derinleşen kriz, düzenin yeni manevra arayışları...
   Emekçi halklara karşı düşmanlıkta aynı saftalar!
Başbuğ-Erdoğan görüşmesi ve
çatışan tarafların ortak gündemleri
“Darbeye karşı 70 milyon adım” parodisinin hatırlattıkları...
İşçi ve emekçi eylemlerinden…
Tuzla tersanelerde hak gaspları sürüyor, mücadele de...
  16 Haziran eylemi ve dükkancı zihniyetin küçük hesaplara dayalı sorumsuzluğu üzerine…
Gerçek bir grev için ileri!
  OSB-İMES İşçileri Derneği 3. Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi…
  Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı’nın ardından...
  Sosyalist Kamu Emekçileri’nden KESK Genel Kurulu öncesi panel…
  Gençlik örgütlenmesi sorunu, Genç-Sen ve tutumumuz üzerine...
  Dünyadan...
  Düzenin gözbağlarına kanmayalım...
  “Çatı Partisi”…
M. Can Yüce
  Bir-Kar’ın kampanya
çalışmalarından…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

16 Haziran eylemi ve dükkancı zihniyetin küçük hesaplara dayalı sorumsuzluğu üzerine…

Gerçek bir grev için ileri!

Tuzla tersanesinde fiili bir havza grevi örgütleme fikri ne keyfi bir tercihin ürünüdür, ne de küçük hesaplarla hareket eden dükkâncı zihniyetin zannettiği gibi “sihirli formül” arayışları kadar sığdır. Havza grevi işçi sirkülasyonunun yoğun olduğu, üretimin taşeronlar üzerinden binlerce parçaya bölündüğü, ağır çalışma koşullarının yarattığı öfke ve tepkiye rağmen işçilerin herhangi bir örgütlülükten mahrum olduğu havzada, bütün sorunları bir çırpıda çözen bir son hesaplaşma değildir. Grev ancak havzadaki kölelik çarkını bir yerinden kırmaya, kalıcı kazanımlar sağlamaya ve insanca çalışma koşullarını kabul etmeye zorlayacak bir silah olarak kullanıldığı zaman işlevli olacaktır. Böyle bir eylemin iki başarı ölçütü vardır. Birincisi, patronların talepleri kabul etmesini sağlamak. İkincisi, henüz bunu tam olarak sağlayamasa bile grevin ön süreci, hazırlığı ve sonuçları ile genel işçi kitlesinde kalıcı bir örgütlenme ve bilinç sıçraması yaratmayı başarabilmek.

Havza grevini, ön hazırlığı, kendisi ve sonrası ile somut bir eylem planı olarak tersane işçisinin önüne koyan 2. Tersane İşçileri Kurultayı aynı zamanda böyle bir eylemin gerçekleşebilme koşullarını da tespit etmişti. Kendi faaliyet düzeyi ile böyle bir eylemi organize edebilecek, kitleleri harekete geçirebilecek öncü kuvvetin varlığı, somut taleplere dayanan bir programın oluşturulması ve bunun sürekliliği sağlanmış bir çalışmaya konu edilebilmesi, böyle bir programla bağlantılı ve genel olarak tersane işçilerinin bilinç ve örgütlenme düzeyinin kendisi, grev propagandasının ne zaman eylem çağrısına dönüşeceği vb. bunu belirleyecekti. Tek tek hak alma mücadelelerinde işçilerin kendi öz deneyimleri ile eğitilmesi sağlanmadan, grev düşüncesiyle bağlantılı olarak genel işçi kitlesinin bilinç ve örgütlenme düzeyini günbegün artırmadan, tek tek mevzilerdeki direnişlerde ve düzenlenecek genel eylemlerde grev provalarını başarı ile gerçekleştirmeden ismi grev olan bir eylem örgütlemek mümkündür ancak bu eylemin asgari bir başarı şansı dahi yoktur. En iyi ihtimalle bu tür girişimler havzada daha önce gerçekleşen, işçinin eylem birikimini ve kapasitesini geliştirdiği için bu sınırlarda olumlu bir işlevi olan ama kalıcı kazanımlar sağlayamadığı ölçüde de işçiyi yoran, ümitsizliğini arttıran eylemlerin kaba bir tekrarı olabilirdi.

Dükkâncı anlayış tam da 16 Haziran eylemi üzerinden bu tür kalkışmaları grev diye adlandırarak böylesine önemli bir silahın içini boşaltmıştır. Kimi çevreler ise “grev”, “havza grevi” vb. söylemler üzerinden “grevin nasıl işlevli bir araç olduğu”, “duruma göre değişebilirliliği”, “grevin özgünlüğü” tartışmalarının şu ya da bu şekilde bir yerinden tutarak Limter-İş’in açıkça sergilediği bu sorumsuzluğun altını doldurmaya girişmektedirler.

16 Haziran eylemi sonrasında yaşanan “havza grevi” tartışmalarını şimdilik bir tarafa bırakıyoruz. Zira bu tür tartışmalar 16 Haziran eyleminin tersane işçilerinin mücadele deneyimine, birikimine, bilinç ve örgütlülük düzeyine ne kattığı sorusunun üzerini örtmekten öte bir işe yaramamaktadır.

Yazının girişinde ifade ettiğimiz ve bugüne kadar değişik vesilelerle hem kamuoyuyla, hem de tersane işçisi kardeşlerimizle paylaştığımız “tersanede nasıl bir grev?” düşüncesinin sınırlı bir özeti kabul edilmelidir.

16 Haziran’da gerçekleşen işçisiz grevin ardından tablonun tüm açıklığına rağmen eylemin sahipleri “Limter-İş tipi özgün grev”i canhıraş bir çaba ile kutsamakta, buna tepki olarak gelişen bazı eleştirileri ise (bilinçli ya da bilinçsiz) havza grevinin gerçekleşebilir olmasına dayandırmaktadırlar. Bu mevcut durum, 2. Kurultay’ın ardından grev hazırlığına başlayan ve halen bu çalışmaları sürdüren başını sınıf devrimcilerinin çektiği TİB-DER için havza grevi ve 16 Haziran eylemi üzerine bazı hatırlatmalar yapmayı, tekrar pahasına da olsa, zorunlu kılmaktadır.

Mezhepçi zihniyet sorumsuzluklarıyla “grev” silahının içini boşaltmaya devam ediyor!

16 Haziran günü beklendiği gibi binlerce destekçi tersane havzasına akmıştır. Eylem “doygunluğa ulaştığı” gerekçesi ile bitirildiğinde ise havzadan ayrılan güçler tersane işçisinin eyleme katılımının düşüklüğünden kaynaklı hayal kırıklığına uğramışlardır. “Eylemin doygunluğa ulaşması” ise ayrı bir tartışma konusudur. Zira bir grevin doygunluk hali ne anlama gelmektedir? Eylemin taleplerinin kabul edilmesi mi, patronlara korku salması mı, eylemin işçinin bilincinde yarattığı sıçrama mı? 16 Haziran eylemi için bunlardan hiçbirisinin söylenemeyeceği açıktır. Çünkü bu eylemin gerisinde tersane işçilerinin mücadele birliği, sınıfsal çıkarları ve kazanımları yoktur. O zaman kimin için ve ne gibi bir kazanım sorusuna verilecek tek bir yanıt kalmaktadır; Tersane işçisinin uzun vadeli mücadelesine açıkça zarar veren bu fırsatçı sorumsuzluğa imza atanların küçük hesapları…

Eyleme tersane işçisinin katılımı 200’den fazla değildir. Bu durum bizim için şaşırtıcı da değildir. Havzayı az buçuk bilen, bu grev sürecinin nasıl karar altına alındığını ve örgütlendiğini görenler için de sürpriz değildir. Buna Limter-İş yöneticileri ve ona kayıtsızca destek verenler de dahildir. Yukarıdan aşağıya alınmış ve havza merkezli ciddi bir hazırlık çalışmasına konu edilmemiş bir eylemin yaratabileceği sonuç budur. Ama önemli olan ve eylem nezdinde grev iddiasını inandırıcılıktan uzaklaştıran, sanıldığının aksine tersane işçisinin düşük katılımı değildir. Bu yalnızca bir sonuçtur. Esas sorun meseleye havzadaki mücadelenin ihtiyaçları üzerinden bakılması değil de dışarıda oluşan duyarlılığın ne pahasına olursa olsun dar grupçu kaygılarla değerlendirilmeye çalışılmasındadır. Konuya buradan bakılarak havzadaki mücadele dinamiklerinin heba edilmesi pahasına, gerekli örgütlülükten ve hazırlıktan yoksun, tepeden inme tek günlük eylem kararlarının “grev” diye sunulmasındadır. Esas sorun budur. Meseleye buradan bakanların böyle bir sorumsuzluğa imza atmaları ise şaşırtıcı değildir.

Soruna buradan bakamayan ve bugün bütün enerjisini eylemi güzelleme çabasına ayıranların, tersane işçilerinin eyleme katılımı 200 değil de 500 olsaydı, zafer kutlaması yapıyor olacaklarından da şüphe duymamak gerekiyor. Oysa ki havzanın somut durumuna bakma becerisi olanlar göreceklerdir ki, havzada binlerce tersane işçisinin katıldığı eylemler daha önce de gerçekleşmişti. Örneğin 3 sene önce gerçekleşen 16 Haziran eylemine binlerce tersane işçisi katılmıştı. Arkası düşünülmemiş, eylem anı iyi organize edilmemiş ve öncesinde eyleme çağrılan tabanla yeterince bütünleştirilmemiş eylemler sorunların çözümünde manivela olamazlar. Olmuyorlar da. Üstelik buna “grev” dediğiniz zaman, eyleme katılanların ya da katılmasa da sonuçlarını izleyen işçilerin “grev de yaptık ne değişti” demesi kaçınılmaz olur.

Ama küçük burjuva dükkancı anlayışın bu tür durumlarda ne yaptığını kısa bir zaman dilimi önce gerçekleşen ve adına yine “grev” denilen başka eylemden de biliyoruz. Hatırlanacağı gibi DİSK, tersanelere çadır kurma eylemi kararı aldığında Limter-İş alelacele iki günlük grev kararı almış, birinci gün sendikaların katılımının sağladığı meşrulukla ve üst üst gelen iş kazalarının yarattığı öfke ile 2 bine yakın tersane işçisi eyleme katılmıştı. İkinci gün ise eylem sürdürülememişti. Buradan gerekli sonuçları çıkarması gerekenler “grev ve dayanışma ile kazanıyoruz”, “grevin kazanımları devam ediyor” ajitasyonuna sığınmışlardı. Eylemin sahipleri arkası olmayan eylemlerin ardından “grevin kazanımları” üzerine kuru ajitasyon çekerken tersane işçileri bir başka gerçekliği yaşıyordu. Durumda esaslı bir değişiklik görmeyen tersane işçileri bir süre sonra ilk anda yaşanan kazanımların da sökülüp alındığına tanık oluyorlardı.

Kolay başarı peşinde koşmaya hevesli aynı anlayış bu sefer benzer bir havayı 16 Haziran eyleminin ardından yaratmaya çalışmaktadır. 20 Haziran’da gerçekleştirilen bir toplantıyı “Çözüm için ilk adım atıldı, gerisi gelmeli!” başlıklı açıklama ile kamuoyuna duyuran Limter-İş, “tersane işçilerinin taleplerinin ve çözüm önerilerinin tartışıldığı” toplantıda bir takım konular üzerinde anlaşıldığını ilan etmekte ve “eylem planı çerçevesinde önce tüm tarafların güvendiği akademisyen ve uzmanların katılımıyla iş güvenliği risk analizi yapılacağını, acil tedbirlerin neler olması gerektiğinin belirleneceği”ni duyurmaktadır.

Her şeyi kendilerine yontmak adına sınıf mücadelesinin gerçekliklerini ve ihtiyaçlarını ters yüz eden Limter-İş Sendikası’nın başını tutanlar “kazandık” argümanını öne çıkarmaktadırlar. Varılan mutakabat üzerine de “toplantıdaki tüm konuşmaların bir hafta içerisinde deşifre ettirileceğini, on gün içerisinde tarafların yeniden buluşacağını” büyük bir sevinçle ilan etmektedirler.

İş cinayetleri üzerinden kamuoyunun dikkati uzun süredir tersane havzasının üzerindedir. Başta TİB-DER olmak üzere, konuyla ilgili çeşitli tepkiler gösteren ilerici kamuoyunun da çabalarıyla konu sürekli gündemde kalmakta, bu da bir duyarlılık yaratmaktadır. Zira bu çabaların bir sonucu olarak patronlar ve hükümet bir takım adımları sözde atıyor görünmekte, böylece tepkileri bloke etmeye çalışmaktadır. Ancak tersanelerde yaşanan her ölüm kamuoyunun ilgisini canlı tutmaya devam etmektedir. Tüm bu sürecin bir ürünü olarak sermaye, Tuzla tersanelerinin sürekli gündemde kalmasından, burjuva medyanın dahi ilgisinin buraya odaklanmasından rahatsızdır. Dolayısıyla patronların ve bürokratların biçimsel düzenlemeler konusunda atmak zorunda kaldıkları adımlar yeni değildir. Toplam sürecin bir sonucudur. Kaldı ki bu adımların sınırları da bilinmektedir.

Limter-İş’in başını tutan anlayış, estirmeye çalıştığı havayla öncesi ve sonrası ile 16 Haziran eyleminin işçilerin örgütlü gücüne yaslanmadığı gerçeğinin üzerine örtmeye çalışmaktadır. Altı boş eylemlerin ardından “kazanım” diye sunulanların uygulanabilirliğinin işçilerin örgütlü gücüne bağlı olduğu gerçeğinin üzerinden atlayan dükkancı anlayış, bir kez daha kaba propaganda ile tersane işçilerine “çözüm” diye çözümsüzlük sunmaktadır. Zira işçilerin örgütlü gücüne ve iradesine yaslanmayan, arkası olmayan eylemlilikleri “çözüm” diye sunmak işçilerin mücadeleye olan güvenini ve inancını zedelemektedir. 27 Şubat’ın ardından yaşanan tam da budur.

Uzatmak gereksiz, 16 Haziran eyleminin sonuçları ortadadır. Dış kamuoyunun haklı desteğine dayanarak grev diye sunulan eylem gerçekte sonuç alıcı bir grev düşüncesinin altını oymuştur. Tersane işçisi bu önemli silahı iki defa kullanmış görünmekte ama bir sonuç elde edememiş olmaktadır. İlerici, devrimci kamuoyunun ve sınıfın değişik bölüklerinden işçilerin desteği fazlası ile anlamlıdır ama bu da tersane işçilerinin mücadelesini geliştirecek bir kanala akmadığı ölçüde misyonunu oynayamamıştır.

16 Haziran eylemi havzaya dışarıdan gelenlerin eylemi olmuştur. Ön sürecinde ve eylem anında Limter-İş Sendikası’nın başını tutanların dar grupçu mezhepçi davranışları sürüp gitmiş, hatta eylem anında bir kez daha saldırgan biçimlere bürünmüştür. “Pankartları kapatın” dayatması hem kürsüden hem de fiili olarak yaşanmış, bu dayatmayı kabul etmeyen bizlere kürsüden “reklamcılar öne gelin” diye seslenilmiştir. Bu gerici tutumun sahiplerinin kendi ruhhallerini yansıttıklarına şüphe yoktur. Ancak bu davranışlar göstermiştir ki bu “pek deneyimli” sendikacılarımızın yalnız tersane işçisi ve mücadelesi üzerinden değil, eylem adabı üzerinden de öğrenmesi gereken çok husus vardır. Her türden gerici sendikanın eylemlerine dahi kendi şiarları ve pankartlarıyla katılan sınıf devrimcileri bu gericiliği püskürtmüşlerdir.

Ancak burada anlaşılmaz ve kabul edilemez olan bir diğer konu ise eyleme katılan diğer ilerici güçlerin, tersanelerde gerçekleşebilir bir grevin altını boşaltırken sessiz kaldıkları dükkancı zihniyetin, demokrasinin en basit gereklerini yerine getirmekten uzak dayatmacı tutumlarına da sessiz kalmalarıdır. Bu tutumlarıyla “yasakçı zihniyete” ortak olmalarıdır.

Havzadaki öncü potansiyelin parçalı durmasına yol açan bu tutumlar tersane işçisinin mücadelesinin önündeki en büyük engel olmaya devam etmektedir. Havzada yapılan her etkinliğin sonuçlarının yalnız bunu gerçekleştirenleri değil tüm tersane işçisini etkilediğini bilen TİB-DER, 6 Haziran tarihli açıklamasında şunu söylemişti, “Taban adına yaraşır bir greve hazırlanmaksızın tepeden gündeme getirilen tek günlük eylem kararlarını grev diye sunmak, bu etkili eylem biçiminin içini boşaltmaktan başka bir şey değildir. Bu tür amaçsız ve sonuçsuz girişimler, tersane işçisinin mücadele potansiyelini heba etme sonucuna da yol açar.”

TİB-DER bu teyidi koyarak “Bu nedenle hiçbir biçimde ‘grev’ olarak nitelenemeyecek 16 Haziran eylemi, tersanelerde gelişmekte olan mücadele sürecinin özel bir noktası olabilir en fazla. Bu nedenle olmadık nitelemelerle abartılmamalıdır. Ancak bu takdirde herşeye rağmen bir anlam taşıyabilir ve bir parça olsun bir uyarı eylemi işlevi görebilir. Tersane işçisinin belirleyici desteğini göz ardı etse de eylemin ilerici-devrimci kurumlar üzerinden geniş bir dış desteğe sahip olması yine de önemlidir. Şanlı 15-16 Haziran direnişinin yıldönümüne denk geliyor olmasının ayrıca sembolik bir önemi var” açıklamasını yaparak eyleme katıldı. TİB-DER’li işçiler, bundan sonra da havzada tersane işçilerini ilgilendiren eylemlere katılmaya devam ederken diğer yandan tersane işçisinin mücadelesini gerileten tutumlara karşı açık mücadelelerini sürdüreceklerdir.

Son olarak 16 Haziran eylemi ve “gösterdikleri” üzerine şunlar söylenebilir: Sendika içinde tutunmaya çalıştığımız zaman diliminde, havzada klasik sendikal örgütlenmenin önünde nesnel olarak birçok engel olduğunu belirtmiştik. Havzanın tek bir fabrika gibi ele alınması, tek tek mücadelelerin küçümsenmeden GİSBİR’in hedef alınması gerektiğini ifade etmiştik. Ancak eş zamanlı kalkışmaların genel bir örgütlenmenin önünü açabileceğini vurgulamıştık. Bunu ise havzadaki bütün güçlerin somut taleplere dayalı tek bir program altında uzun soluklu çalışması ile mümkün olacağını dile getirmiştik. Dün bu görüşlerimizi “bunlar sendika düşmanlığı yapıyor” diye lanse edenler 2. Kurultayımız’ın ardından gerek havza örgütlenmesine ilişkin görüşlerimize gerekse de grev düşüncesine sahip çıkmış göründüler.

27-28 Şubat ve 16 Haziran eylemleri bir kez daha göstermektedir ki, bizim için sevindirici sayılabilecek bu durumun altı boştur. Limter-İş Sendikası ve ona yön veren ideolojik çizginin, kendilerinin de sahiplendiği söylemlerden hiçbir şey anlamadıkları ortadadır. Bu çizginin gerçek grev ufku yoktur. Hal böyle olmasına rağmen Limter-İş’e yön veren ideolojik çizginin mimarlarının 21 Haziran tarihli Atılım gazetesinin başyazısında “Grev ve sınıf hareketi üzerine ezber yaparak bu gerçekliği küçümseyenlerin, burun kıvıranların havza grevinden öğrenemeyecekleri de açıktır” diye yazması 16 Haziran fiyaskosunun üzerini örtme çabasından başka bir şey değildir.

Gerçek grev için ileri!

Tuzla tersanesinde bir grevin koşulları mevcuttur. Tersanedeki ağır çalışma koşulları alt-üst oluşlara gebedir. Ancak bir eylemin koşullarının mevcut olması ile onun başarı ile gerçekleşebilir olması aynı şey değildir. Öncü güçler, en azından önemli bir kısmı, somut taleplere dayanan bir grev hazırlık programı altında biraraya gelmeden, söz konusu program ve özelde talepleri tersane işçilerinin geniş kesimlerine maledilmeden yapılacak bir grev çağrısının başarı şansı yoktur. Tersane içindeki öncü kuvvetler kendi eylem ve hareket kapasitelerini arttırmalıdır. Mezhepçilik alt edilerek en azından öncülerin biraraya gelmesi sağlanmalıdır. Ancak bu biraraya gelişin, geniş kesimlerin içine katılabildiği, tabanın enerjisini ve inisiyatifini açığa çıkaracak mekanizmalar yaratılması için olduğu unutulmamalıdır. Dışarıda oluşturulan duyarlılığın kaybolmaması için çaba harcanmalıdır. Tek tek hak alma eylemlerinin, amacı ve biçimi doğru kurgulanmış genel eylemlerin eğiticiliği hep gözetilmeli, bunlar greve kan taşıyacak parçalı mücadeleler olarak ele alınmalıdır.

2. Kurultay’da grev kararı aldık. Yaklaşık 8 aydır bu yönlü çalışmalarımız sürüyor. Altı boş son grev denemelerinin işimizi zorlaştırdığının farkındayız. Ama olağanüstü başka bir gelişme olmazsa, grev eyleminin bu havzada bir zorunluluk olduğunun da farkındayız. Bunun başarılabileceğine ve tersanelerde sömürü çarkının bir yerinden parçalanabileceğine inanıyoruz. Bunun için sabır ve sebat içerisinde alınması gereken bir yol var. Yolun neresinde olduğumuzu biliyoruz. Geri kalanını nasıl alacağımızı da. Bu yolu uzun bulanlar kolay başarı peşinde koşmaya devam edebilirler. Ancak unutulmasın ki, sınıfın devrimci birliğine zarar veren mezhepçi zihniyet altedilecektir.

Tersane İşçileri Birliği