15 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/07

  Kızıl Bayrak'tan
  Emekçiler gerici güçlerin peşine takılmayı reddetmelidir!
  Emperyalist gericilik gölgesinde dinci gericilik ilerlemeyi sürdürüyor
TÜSİAD–AKP ilişkileri ve kriz dinamikleri
TEGA işçisiyle dayanışmayı büyütelim!
Türban dalaşı ve üstü örtülen gerçek gündem
A. Deniz
Laik–anti laik çatışması neye hizmet ediyor?
  5. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu toplantısına çağrı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  SSGSS saldırısı ve gelişen mücadele süreci üzerine Harb-İş Sendikası Anadolu Şube Başkanı Hüseyin Över ile konuştuk....
  SSGSS karşıtı faaliyetlerden...
  TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...
Kadın sorunu ve sınıf içinde kadın çalışması / 2
  Emekçi Kadın Kurultayı çalışmalarından...
  Nükleer santrallere hayır!
  Fahişeleştiren düzene çanak tutmak!
A. Eylül
  Dünyadan...
  Köln’de “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” gecesi
  Demokrasi mücadelesi mi, iktidar çekişmesi mi?
M. Can Yüce
  Sitemizin Ocak ayı rakamları...
  Gündem, Devrimci Demokrasi gazetesi ve Sosyalist Barikat dergisi temsilcileriyle basına yönelik sansür üzerine konuştuk....
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

Gazete biçiminde okumak için tıklayın

 

Gündem, Devrimci Demokrasi gazetesi ve Sosyalist Barikat dergisi temsilcileriyle basına yönelik sansür üzerine konuştuk....

Her türlü yöntem ve araçla sansürün üstüne gitmeliyiz” 

- Sol-sosyalist-devrimci basın-yayın organlarına dönük baskılar her dönem yaşandı. Yakın dönemde de içerde ve dışarda atbaşı giden saldırılarla beraber işçi ve emekçilerin sesi olan muhalif basın yayın organları susturulmak istendi. Gündem Gazetesi, Atılım ve gazetemize dönük yayın yasağı ve kapatma saldırısı arka arkaya devreye sokuldu. Muhalif basına dönük saldırılarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Gündem: Bana göre temel düğüm şurada: Mevcut statükoyu savunan bir yapı var. Bu yapı yekpare bir yapı değil elbette. Çünkü farklı iktidar grupları var. Statükocu dediğimiz yapının dışında, ona alternatif olduğunu iddia eden bir de AKP’nin başını çektiği bir kesim var. İkisi de muhalif kesimleri baskı altına almaya, susturmaya yönelik bir tutum içerisinde. Eski statükocu devlet yapısının alternatifi olduğunu iddia eden kesimlerin, teorik olarak baktığımızda, özgürlükçü olması gerekiyor. Oysa birbirinden farklı olmadığı görülüyor.

Biri farklı argümanlarla (12 Eylül döneminin sansür-sıkıyönetim kararnameleri) basına yönelik kararnameleri geliştiren bir yapıydı. Yıllardır devrimci basına, devrimci yurtsever kalemlere yönelik çıkartılan kararnameyi daha da ileri boyutlara taşıdılar. Saldırı ‘90’lardan itibaren fütursuzlaştı. Örneğin Kürt basınına baktığımızda, ‘90’da ilk haftalık gazeteler olan Yeni Ülke ve Halk Gerçeği gazeteleri çıktı. Günlük gazete yayınına 1993’de adım atıldıktan sonra, dönemin kirli savaş ortamını deşifre eden, bunu günlük olarak halklara ulaştırmaya çalışan bir yaygınlığa eriştiği zaman, muazzam bir baskı politikası gündeme kondu. Bu baskı 94’de Özgür Ülke’nin bombalanmasıyla tırmandırıldı.

Bu uygulamada seyir bayrağını şu an AKP devralmış durumda. Onlar da eski kışla zihniyeti gazeteciliği yerine anti-özgürlük bloku oluşturuyor. Kendine yandaş bir basın oluşturuyor. Eski sistemin istediği kışla gazeteciliği yerine, türbanla örtülmüş bir gazeteciliği arzulayan bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bunu yaparken de, basın şu ana kadar Türkiye’de olmamış ölçüde bir kapatma, sansür uygulamasıyla karşı karşıya geldi.

2006 Ağustos ve Kasım’ında Ülkede Özgür Gündem’in kapatılmasıyla bu kapatma serisi başlamış, Gündem’le devam etmiş, Yaşamda Gündem, Azadiya Velat, Güncel Demokrasi, Güncel, Gerçek Demokrasi, Yedinci Gün, Yaşamda Gündem, Haftaya Bakış, Yaşamda Demokrasi ile sürmüştür. 2007 yılında 9 gazete 19 kez kapatılmıştır. Buna haftalık yayın yapan Atılım, Kızıl Bayrak, Yürüyüş gibi basın organlarını da eklediğimizde, iş daha da boyutlanıyor. Çünkü devrimci bir kalem, devrimci bir ses istenmiyor. 2008’de bu furya devam ediyor. Toplumsal Demokrasi, Yedinci Gün yine Ocak’ta kapatıldı. Haftaya Bakış en son 2 Şubat’ta kapatıldı. Geçmişte devletin o statükocu yapılanması DGM eliyle basını susturmaya çalışıyordu, şimdi AKP bunu Ağır Ceza eliyle yürütüyor. Çünkü DGM’ler isim olarak ortadan kaldırıldı, ama zihniyet hala Ağır Ceza’da devam ediyor.

Basına kapatma cezaları 3713 sayılı TMK’yla, 5187 sayılı Basın Kanunu’yla geliyor. Bunlar demoklesin kılıcı gibi özgür basının üzerinde sallanıyor. En çok kullanılan, basın kanununun 25. maddesi. Oysa Basın Kanunu’nda 3. madde “basın özgürdür”, bu özgürlük bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir diyor. Ama 25. maddeye geldiğimiz zaman, 25. maddeye kadar yazılanların bir anlam ifade etmediği ortaya çıkıyor. 25. maddeye göre, çıkan yayının iki nüshası Cumhuriyet Savcılığı’na iletiliyor. Savcı bir sakınca görürse kendine göre yorum yapıyor, merkezden yönlendirmeli siyasi kapatmalar oluyor. Sisteme cepheden muhalif olan, kışla gazeteciliği ile türbanla örtülmüş gazeteciliğin dışında yayın yapan gazeteleri savcı yönlendirmeyle “sakınca var” diyerek durdurabiliyor, kapatabiliyor. Savcı sakınca görmüyorsa hakim vasıtasıyla yapılıyor. Adeta faşist ideolojilerin doğduğu ülkelerden kopya edilmiş. Örneğin İspanya’da basına benzer şekilde muazzam bir basınç uygulanmış, sesinin kısılması için her türlü psikolojik baskı, tutuklama, işkence, gözaltı vb. kullanılmıştır. Türkiye’de de benzer şeylerle karşılaşıyorsunuz. Onlarca insan öldürülmüş, basın çalışanı gözaltına alınmış, cezaevine konulmuş. (...)

 

- Özgür basın geleneği, devrimci basın geleneği hiçbir zaman baskılara karşı teslim olmadı, her koşulda yayın çizgisini sürdürdü. Kapatmalara, engellemelere rağmen bu süreç devam ediyor. Doğan Dağıtım, Kürt halkına karşı saldırıların yoğunlaştığı, sosyal yıkım saldırıların arttırıldığı, çeşitli yasaların mecliste görüşüldüğü bir dönemde devrimci, muhalif sol basının işçi ve emekçilere ulaşmasının önünü kapatmış oldu. Bu engele karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmelidir? Nasıl bir ortak program etrafında birleşmelidir? 

Gündem: Bir taraftan devletin resmi kurumlarının muhalif basına yönelik baskı stratejisi var. Bunu asker, polis, savcı, hakim, mahkemeler ve hükümet eliyle yütürüyor. Bir taraftan da muhalif basının önündeki handikaplardan birisi olarak tekelleşme olgusu karşımıza ortaya çıkıyor. Basının tekelleşmesinin mutlaka kırılması gerekir. Çünkü sermayenin gölgesi altında haber ister istemez manipüle ediliyor ya da görmezden geliniyor. Halkın haber alma özgürlüğünü engelleyen bu tarz yönelimlere karşı muhalif kalemler haber ürettikleri zaman birçok kesim zor durumda kalıyor. Zira, resmi alanın dışında sermaye devreye giriyor. Çalışmaların farklı bir şekilde engellendiğini görüyorsunuz. Yayın dağıtımını bir-iki şirket gerçekleştiriyor. Fiili olarak, halkın desteğiyle ayakta kalmaya çalışan gazetelerin maddi olarak kaldıramayacağı bir ücret talep ederek, onu engellemeye çalışıyor. Böylece bir nevi sansür uygulanmış oluyor. Bütün bunları kırmak, halka dayalı, halkın içinden doğan basın organlarını yaymak gerekiyor.

Basın kendi yerel dağıtım ağlarını örgütleyebilir. Seslerini duyurmayanların sesi olmak için çaba göstererek bunu gerçekleştirebilir. Yılgınlık yerine, kenara çekilmek yerine o iradeyi sergileyebilmeli.

Muhalif basının, muhalif seslerin cesaretle ortaya çıkabilmesi gerekiyor. Örneğin Dreyfus davasında Emile Zola’nın cesur tutumunun ihanetle suçlandığı dönemlerde, La Figaro’nın ona olanak açması, mektuplarına yer vermesi, en son “İtham ediyorum” diye Lauragazetesinde manşette yayınlanan ünlü mektubu... Basının hiçbir zaman gözaltı, sansür ve kapatmalara karşı yılmaması gerekiyor. Ancak o şekilde barajları yıkabilirsiniz. Sistemin çarklarını bu şekilde kırabilirsiniz. Mevcut statükocu durum bütün medyayı ipotek almaya çalışıyor. İfade özgürlüğünü, düşünce, bilim ve sanat özgürlüğünü ipotek almaya çalışıyor. Devlet bütün medyanın kendisinin ideolojik aygıtı olmasını istiyor. Bunun AKP de tersinden izliyor. Bütün medyanın şeriat hükümlerine göre yazıp çizmesini istiyor. Alternatif bir sol istemiyor. Bu kuşatma ancak, “bütün ülkelerin basın emekçileri birleşin!” şeklinde formüle edilerek, bir dayanışma içerisinde kırılabilir.

 

- Devrimci-sosyalist çizgide yayın hayatını sürdüren gazete ve dergiler her dönem baskılarla, engelleme girişimleriyle karşılaştılar. Son olarak da Doğan Dağıtım’ın gazete ve dergiler üzerinden kurumlara büyük maddi külfet getiren yeni bir uygulaması, sosyalist-devrimci basının karşısına “dağıtım sansürü” olarak çıktı. Sansür uygulamasına ilişkin düşünceleriniz neler?

Devrimci Demokrasi: “Dağıtım sansürü”nü aslında bu ülkeyi yöneten gerici iktidarın uygulamaya koyduğu baskıların küçük bir tezahürü olarak görmek lazım. “Bu ülkeyi yönetenler” dedik, çünkü Doğan Holding gerici iktidarın ortaklarından biridir, komprador burjuvazinin önemli temsilcilerindendir. Faşizm ile yönettikleri bu düzene karşı çıkanları “sansür”lemek onlar açısından doğal bir davranıştır. Onlar, baskıyla, manipülasyonla, hilelerle yönettikleri bu düzene alternatif olanları güle oynaya karşılamazlar elbette. Bizleri susturmak için ellerinden gelen her yöntemi kullanmak noktasında birlikte hareket etmekten kaçınmazlar.

Sansür uygulaması devam etmektedir. Bu zamana kadar devrim ve demokrasi güçleri işkencelerle, tehditlerle susturulmak istendi. Susmayanlar gözaltılarda kaybedildiler, kurşuna dizilerek katledildiler. Hapishanelere konularak doğruları halka aktarmaları engellenmeye çalışıldı. Bunun sayısız örneği var.

Amed büromuzun çalışını İlyas Aktaş, 2006 yılında bir haber takibi sırasında polis tarafından vurulup katledildi. Gazetemizin eski Yazı İşleri Müdürü Erdal Güler gazetemizde yayımlanan haberlerden dolayı bu yıl tutuklandı, şimdiki Yazı İşleri Müdürümüz yüzlerce dava ile karşı karşıya. Diğer devrimci-demokrat yayınlar için de durum farklı değil. İstanbul’da Yürüyüş dergisini dağıtan Ferhat Gerçek polis tarafından vurularak öldürülmeye çalışıldı. Bunların dışında sayısız baskı, yargılama ve katliam; Hrant Dink’in vurulması, Metin Göktepe’nin gözaltında katledilmesi, Musa Anter’in katledilmesi, Özgür Ülke gazetesine bomba atılması, gazete bürolarının basılıp gazetecilerin örgüt üyesi iddiasyla tutuklanması...

Bizim açımızdan sansürün bugünün bir politikası olmadığı nettir. Sansürün bir devlet politikası olduğunu, devrim ve demokrasi mücadelesinin tarihini irdeleyerek, devlet tarafından hangi uygulamalara maruz kaldıklarını görerek anlayabiliriz.

Sansür, bu ülkede ve ülke dışında yaşayan milyonlarca kişiyi etkileyen bir uygulamadır. Sansür, doğrunun, gerçeğin yaşamla buluşup, perdenin önüne çıkmasını engellemeyi amaçlar. Bugün Doğan Dağıtım gibi şirketlerin uyguladığı “dağıtım sansürü” de böyledir ancak, genel baskı ortamı içerisinde faaliyetlerimizin sürdürülmesi noktasında büyük bir engel teşkil etmemektedir. Yani büyük sansür ortamında bu ancak komprador burjuvazinin “minik” bir sansür uygulaması olarak yer edinebilir.

Bu yüzden komprador burjuvazinin “dağıtım sansürü” bizim açımızdan önümüzdeki büyük engellerden birisi değildir. Bu zamana kadar uygulanan baskı ve sansüre karşı halkımızdan aldığımız güçle baş ettik ve bunu yine boşa düşüreceğimize inanıyoruz. Çünkü onlar efendileri olan emperyalizmden güç alıyorlar, oysa biz binlerce yıllık bir kültürü yaratan işçilerin, köylülerin, emekçilerin, ezilenlerin, sömürülenlerin oluşturduğu halk kitlelerinden...

 

- “Dağıtım sansürü” başta olmak üzere basına yönelik bu sansür uygulamalarına karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmeli? Bu çerçevede sol-sosyalist-devrimci basın yayın organları beraber neler yapabilirler? 

Devrimci Demokrasi: Bu zamana kadar mücadele ettiğimiz yöne iyice sarılmamız gerekiyor. Biz dağıtımımızın esasını Doğan Dağıtım üzerinden yapmıyoruz. Dağıtımımız esasen “aktivist” dediğimiz okurlarımız üzerinden şekilleniyor. Tabii şu an kendimizi yeterli düzeyde görmüyoruz, fakat devletin dayattığı sansüre karşı alternatif çözümün kendi gücüne dayanma anlayışı üzerinden şekilleneceği reddedemeyeceğimiz bir doğrudur. Bu anlamda mevcut çabamız ve gücümüz büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, işçilerle, köylülerle, emekçilerle, alternatifini yaratacaklarla içiçe olmamız gerekiyor. Bu gücü hiçbir sansür uygulayıcısı durduramaz.

Bu perspektifle faaliyetini sürdüren birçok devrimci, demokrat yayın bulunuyor. Bunların birlikte hareket edebilmeleri hedef kitleye ulaşmak noktasında büyük önem taşıyor. Ancak bu noktada parçalı bir duruş var. Ancak gerici sistemin devrim ve demokrasi mücadelesine topyekûn saldırısı sırasında ya da saldırılar özel olarak bir devrimci, demokrat çevreye yoğunlaştığında bir dayanışma, birlikte hareket etme tepkisi göstermekteyiz. Gerçek şudur ki, birlikte hareket etmeyi ancak sistemin saldırıları koşullamaktadır. Bunun sistemin saldırıları karşısında bir tepki olma boyutundan çıkıp, gerici sistem karşısında yürütülen mücadelenin olmazsa olmaz bir olgusu haline gelmesi gerekir. Politik gündemlerde birlikte hareket etme kültürü gelişmedikçe, bu olgunluğa erişilmedikçe bütün girişimlerin altı boş kalmaktadır. Ortak birşeyler yapılması elzemdir fakat buna engel teşkil eden bazı kalıpların, statükoların parçalanması da şarttır.

1 Mayıs, 8 Mart gibi tarihlerde dahi biraraya gelirken ne tür sıkıntılarla yüzyüze kaldığımızı hepimiz iyi biliyoruz. Bu olgunlukla hareket edildiğinde daha gerçekçi adımlar atılabilir. Buradan ortak bir dağıtım ağı fikri çıkabilir, şimdilik daha uçta görülebilecek öneriler de çıkabilir. Genel siyasi çizgisinde uzlaşılmış, örneğin genel olarak her türlü milliyetçi yaklaşımdan uzak, anti-emperyalist, anti-feodal, anti-faşist bir çizgisi olan, ortak, güçlü, zengin bir yayın, bunun basım-yayım işlerini yapan ortak bir kuruluş... Bu şekilde güçlendirebileceğimiz bağımsız bir kuruluş her çevrenin kendine özgü yayınlarına kesinlikle bir sansür olmadan uygun koşullarda dağıtım imkanı sağlanabilir ve böylece tekelci dağıtım şirketlerine muhtaç kalınmaz.

 

- Devrimci-sosyalist çizgide yayın hayatını sürdüren gazete ve dergiler her dönem baskılarla, engelleme girişimleriyle karşılaştılar. Son olarak da Doğan Dağıtım’ın gazete ve dergiler üzerinden kurumlara büyük maddi külfet getiren yeni bir uygulaması, sosyalist-devrimci basının karşısına “dağıtım sansürü” olarak çıktı. Sansür uygulamasına ilişkin düşünceleriniz neler? 

Sosyalist Barikat: Doğan Dağıtım yetkilisi bizimle görüşürken, böyle bir uygulamanın aslında “biz sizi dağıtmayacağız” anlamına geldiğini kendisi de itiraf etmişti. Aslında dağıtım sürerken de bir tür sansür vardı, çünkü fiilen yayın dağıtılmıyordu. Ancak siz zorlarsanız, ısrarla üstüne giderseniz, belki bir parça işler düzeliyordu. Şimdi ise tümden susturma ve bastırma amaçlanıyor. Öyle görünüyor ki, Genelkurmay’ın emriyle başlatılan “topyekun savaş” basın alanında kendisini böyle ortaya koyuyor. Aykırı bir ses duyulmamalı, her şey düzen sınırları içinde cereyan etmeli, türban vb. tartışmalar ya da başka gündemlerle ortalık oyalanırken, farklı düşünceler ve gündemler kendini ortaya koyamamalı. Örneğin şovenist yaygaranın ortasında biri çıkıp geçen yıl iş cinayetlerinde 1600 kişinin öldüğünü ve bu rakamın ölen asker sayısını onlarca kez katladığını söylerse, sonuçta bu moda deyimle “ezber bozucu” bir şeydir. Asıl problem de zaten burada, yani “gerçek gündem” diyebileceğimiz temel sorunların kenara itilmesinde.

 

- “Dağıtım sansürü” başta olmak üzere basına yönelik bu sansür uygulamalarına karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmeli? Bu çerçevede sol-sosyalist-devrimci basın-yayın organları beraber neler yapabilirler?  

Sosyalist Barikat: Elbette sosyalist basın olanaklı bütün yol ve araçlarla bu konudaki tepkisini ortaya koymalı. Genelde bu tür durumlarda sadece basın temsilcilerinin bir araya geldiği toplantılar yapılır ve eylemlere katılım da yayınlar üzerinden olur. Belki bunu da zorlamalı, platform ve kitle örgütlenmelerini de işin içine katmalıyız. Sonuçta fiilen onlar da yayınların okuru ve dağıtımcısıdırlar. Bunun ötesinde, dağıtım işini fiilen örgütlemek gibi bir düşünce genel olarak mevcut olsa da (ki daha önceleri de bu tür öneriler gelmişti) solun ortak iş yapma ve bunu kalıcı kılma konusundaki gelenekleri henüz çok güçlü değil. Ama yine de bu aklımızın bir köşesinde olmalı ve genel olarak her türlü yöntem ve araçla sansürün üstüne gitmeliyiz. Biz genel olarak bu konuda makul önerilere açığız.

- Devrimci-sosyalist çizgide yayın hayatını sürdüren gazete ve dergiler her dönem baskılarla, engelleme girişimleriyle karşılaştılar. Son olarak da Doğan Dağıtım’ın gazete ve dergiler üzerinden kurumlara büyük maddi külfet getiren yeni bir uygulaması, sosyalist-devrimci basının karşısına “dağıtım sansürü” olarak çıktı. Sansür uygulamasına ilişkin düşünceleriniz neler? 

Proleter Devrimci Duruş Dergisi: Yay-Sat’ın tutumunu kuşkusuz meşru bir hakkımızın gasp edilmesi olarak görmek zorundayız. Çünkü Doğan Holding devrimci basının dağıtımını “babasının hayrı”na üstlenmemişti. Nice bedeller ödenerek kazanılmış bir haktı bu. Her şeyde olduğu gibi devrimci basının legal alanda meşruiyet kazanmasında ve dağıtımın holdingler aracılığı ile de yapılabilmesinde şehitlerimizin kanı var, büyük bir emek var.

Fakat öte yandan burjuvazi çok sıkışmış durumda. Ağır sömürüye dayanan sistemini yaşatabilmek için her yönden saldırıya geçiyor. Kitleleri sağır ve dilsiz bırakmak bu nedenle onun için ölüm-kalım sorunu ve kitleleri aydınlatacak her araca da saldırmak önem kazanıyor. Bunların başında devrimci basın geliyor. Yaptığı bu. Açıktan yasaklayamadığı bu dönem fahiş fiyatlar öne sürerek en geniş kitlelere ulaşmamızı engellemek istedi.

Burjuvazinin aldığı her önlem karşılığını bulur. İşte, bu konuda örgütlenmemizin ve ortak hareket etmemizin önünü açtı. Kaldı ki bizler geçmişten bu yana engelleri yara yara yolumuzu açtık. Yine aynı şey olacak. Ardından devrimci basınımızın daha çok sahiplenilmesinin yolu düzlenecek.

Burjuvazi tüm gücüyle işçi ve emekçilerin sabrının taştığı günlere hazırlanıyor. Biz de… Saldırıların boyutu çok büyük. Yanıtın da o ölçüde güçlü olması gerekiyor. İşçi ve emekçilerin büyük bölüklerine ulaşmamızın yollarını arıyoruz hepimiz. Güçlerimizi dağıtım alanında da birleştirmek ve güçlü bir dayanışma içine girmek bu nedenle de önemliydi. Gecikmeden ilk adımları atmamızın değeri de burada. Bu değeri geniş kitlelere taşıyabilirsek daha iyi olacak.

Kızıl Bayrak / İstanbul