15 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/07

  Kızıl Bayrak'tan
  Emekçiler gerici güçlerin peşine takılmayı reddetmelidir!
  Emperyalist gericilik gölgesinde dinci gericilik ilerlemeyi sürdürüyor
TÜSİAD–AKP ilişkileri ve kriz dinamikleri
TEGA işçisiyle dayanışmayı büyütelim!
Türban dalaşı ve üstü örtülen gerçek gündem
A. Deniz
Laik–anti laik çatışması neye hizmet ediyor?
  5. Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu toplantısına çağrı!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  SSGSS saldırısı ve gelişen mücadele süreci üzerine Harb-İş Sendikası Anadolu Şube Başkanı Hüseyin Över ile konuştuk....
  SSGSS karşıtı faaliyetlerden...
  TKİP II. Kongresi değerlendirmeleri...
Kadın sorunu ve sınıf içinde kadın çalışması / 2
  Emekçi Kadın Kurultayı çalışmalarından...
  Nükleer santrallere hayır!
  Fahişeleştiren düzene çanak tutmak!
A. Eylül
  Dünyadan...
  Köln’de “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” gecesi
  Demokrasi mücadelesi mi, iktidar çekişmesi mi?
M. Can Yüce
  Sitemizin Ocak ayı rakamları...
  Gündem, Devrimci Demokrasi gazetesi ve Sosyalist Barikat dergisi temsilcileriyle basına yönelik sansür üzerine konuştuk....
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

Gazete biçiminde okumak için tıklayın

 

Türban dalaşı ve üstü örtülen gerçek gündem

A. Deniz

Geçtiğimiz hafta siyaset gündeminin merkezine, gerçek sorunların örtüsü, emekçilerin gözbağı türban yerleşti. AKP-MHP koalisyonu, türbana “Anayasal güvence” sağlamayı amaçlayan Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerindeki değişikliği Meclis’ten geçirdi. Şimdi sıra Cumhurbaşkanı Gül’de. CHP de değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne götürmek için hazırlanıyor.

Sözkonusu değişikliklerin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ihtimali zayıf değildir. Bu durumda AKP yerel seçimler öncesinde seçmen tabanına, “bakın ben yapmaya çalıştım ama izin vermediler” mesajı verebilecektir. Elbette işin en önemli boyutu, gerçek gündemlerin, emekçilere yönelik saldırıların üzerinin bu konuyla örtülmesidir.

Bugün laik cephe ile dinci cephe arasında türban tartışması alevlenmiş durumda. Son anayasa değişikliğiyle birlikte üniversitelere türbanla girilebileceği iddia edilse de, sorunun bu kadar basit olmadığı söyleniyor. Buna göre; üniversitelerde türban kullanımı, anayasanın değiştirilmesi bile önerilemeyecek olan maddeleri ve Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay’ın bu maddelere gönderme yapan önceki kararlarıyla engellenmiş, bu engelleme Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da onaylanmıştır. Bu ulusal ve uluslararası hukuksal içtihat gözönünde bulundurulduğunda, anayasanın iki, Yüksek Öğretim Yasası’nın bir maddesinin değiştirilmesiyle türbanın serbest bırakılması kolay olmayacak, türbanlı öğrencilerin üniversitelere girmesi karşısında yapılacak her itiraz, mahkemeler tarafından haklı bulunabilecektir.

Eski YÖK Başkanı ve anayasa hukukçusu Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri sözkonusu olduğunda, sadece şekil yönünden değil, içerik yönünden de denetleyebileceğini, dolayısıyla son “mini anayasa” değişikliğini iptal edebileceğini vurguluyor. Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu da son değişikliğin üniversitelerde türbanı serbest bırakamayacağını savunarak, “Anayasanın temel ilkeleri bulunduğu sürece, isterseniz ‘Yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir’ diye bir hüküm koyun, bu da türbanı serbest bırakıcı bir hüküm haline gelmez” diyor.

Elbette AKP kurmayları da bunu biliyor, fakat hem tabanı üzerindeki etkisini artıracak hem de ülkedeki gerçek gündemlerin örtüsü olabilecek bir “Türban operasyonu”na ihtiyaç duyuyor. Bu konuda ABD’den de gereken desteği almış bulunuyor.

ABD yönetimi, AKP’nin “türban operasyonu”nun arkasında olduğunu açıkladı. Matt Bryza, türbanın “Türkiye’nin karar vereceği bir iç sorun” olduğunu vurgulayarak, “Türban takmak, kadınlar için kişisel bir seçimdir. ABD, demokratik toplumların saygı göstermesi gereken din özgürlüğünü desteklemeyi sürdürüyor” dedi. Burada dikkat çeken nokta, ABD yönetiminin AKP-MHP ittifakıyla neredeyse aynı argümanların kullanılmasıydı. Kuşkusuz ki Bryza’nın açıklaması, Ortadoğu’ya yönelik ABD stratejisinde Türkiye’ye biçilen “ılımlı islam”cı taşeron rolünden haberdar olan hiç kimseyi şaşırtmadı.

AKP’nin “türban operasyonu” sermaye devletinin laik niteliğine yönelik ciddi bir saldırı olarak gören CHP, bu mini anayasa değişikliğine karşı her türlü yasal mücadeleyi vereceğini ilan etti. Baykal, “cumhuriyetin kendini savunma mekanizmalarını” türbanın serbest bırakılmasına yönelik anayasa değişikliği girişimine karşı göreve çağırdı. Baykal’ın bu çağrısının hemen ardından, başta Yargıtay, Danıştay ve üniversitelerin yönetim kurulları olmak üzere birçok kurum ve kuruluş, AKP-MHP gerici ittifakının anayasa değişikliği paketine karşı sert açıklamalar yaptı.

Ama bu kez alışılmadık bir şey oldu. “Laik cumhuriyetin bekçisi” olan ordudan bu kez hiçbir ciddi tepki gelmedi! Bu durum, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın yaptığı basın toplantısına kadar sürdü. Ancak Büyükanıt’ın konuyu, “Bir şey söylememiz malumu ilandan ileri gitmez, onun için bu konuda herhangi bir şey söylemek istemiyorum” diyerek, yumuşak biçimde geçiştirdi.

Bütün göstergeler, ABD’nin de arabuluculuğuyla, geçici bir denge durumunun sağlandığını gösteriyor. Bu mutabakat ilk meyvesini, devletin PKK’ye karşı, sınırötesini de kapsayan topyekûn bir saldırıya girişmesiyle verdi. PKK’ye yönelik bahar aylarında kapsamlı bir kara operasyonu olacağı tahmin ediliyor. Bunun için, Genelkurmay ile AKP arasındaki uzlaşmanın önümüzdeki aylarda da sürmesi gerekecek. Buradan bakıldığında Genelkurmay’ın türban konusunda sessiz kalması bir anlam kazanıyor.

Kuşkusuz, bugün kurulmuş olan denge geçici bir durumu ifade etmektedir. Eğer AKP, tabanının, partisindeki çeşitli unsurların, yaklaşan belediye seçimlerinin vb. basıncıyla türban meselesinde kendisine çizilen çerçeveyi zorlamaya devam ederse, çatışma derinleşecektir.

Öte yandan, ordudan görmeye alışık olduğumuz tavrı bu kez TÜSİAD gösteriyor. O, ekonomi alanında çok daha önemli düzenlemeler (bu yaklaşan ekonomik krize karşı yeni saldırı yasaları anlamına geliyor) dururken, türbanı gündeme getirdiği için hem AKP’yi ve ona destek veren MHP’yi fırçalıyor.

Bugün türban krizi, sermaye sınıfının içinde bulunduğu derin açmazı bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Türkiye kapitalizminin iç dengeleri son on yıl içinde büyük ölçüde değişmiş, burjuvazinin geleneksel kesimlerinin karşısına “Anadolu kaplanları” olarak adlandırılan ve AKP iktidarında siyasi temsilini bulan yeni bir kesim dikilmiştir. Bu kesim, Türkiye ekonomisinin uluslararası rekabete açılması sürecinde iyice semirmiştir. Şimdi topluma, kendi değerlerini ve yaşam tarzını da dayatmaya çalıştığı ölçüde hem geleneksel burjuvazinin hem de Kemalist seçkinlerin “batılı” değerleriyle çatışmaya girmektedir. Ayrıca buna ABD’nin Büyük Ortadoğu Planı çerçevesinde Türkiye’nin “batılı” kimliğinin törpülenmesi ve islam dininin daha da egemen kılınması anlamına gelecek değişiklikleri de eklemeliyiz.

Kimi laik burjuvaların ve kemalist seçkinlerin açmazı, ülkeyi ABD emperyalizminin gerici “ılımlı islam” projesine uygun hale getirenlerin bizzat kendilerinin olmasıdır. Onlar, Cumhuriyet tarihi boyunca ilerici, devrimci harekete karşı dincilik silahını kullanmışlardır. Şimdi aynı silah onların “batılı” yaşam tarzlarını tehdit etmektedir.

Açıktır ki, dinci gericilik ile laikçi geçinen düzen güçleri arasındaki çatışmada taraf olmak, emekçi yığınları bölmek ve düzene bağlamaktan başka bir sonuç yaratmaz. Yapılması gereken, bu oyunu deşifre etmek, işçileri, emekçileri ve Kürt halkını, kendileri karşısında aynı safta duran düzen güçlerine karşı taraflaştırmak, birleşik bir güç olarak harekete geçirebilmektir. Sınıf mücadelesinin önümüze koyduğu görevlere sarılmalı, ordu ve AKP eliyle yürütülen siyasal-sosyal ve ekonomik saldırılara karşı “sınıfa karşı sınıf” perspektifiyle mücadeleyi yükseltmeliyiz.