25 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/04

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı ve emekçiler fatura ödeyen değil, ödeten olmalı!
  Sermaye devlet, Kürt emekçilerini düzene bağlamak için AKP’nin arkasında seferber oldu…
Kontrgerilla’nın Kızıl Elmacı kanadına “Ergenekon” operasyonu...
Yüzde 47’lik islami faşizm
Yüksel Akkaya
SSGSS karşıtı yürüyüş coşkuyla tamamlandı!
Türk-İş ve Kamu-Sen hükümetle anlaştı... 
  Türban tartışmaları ya da el kadar bezle yapılan yelken yarışı
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Genç-Sen Genel Kurulu ve sonrasına dair bir çerçeve...
  Atılım ve SGD gölge dövüşü yaparak gerçeklerin üzerini örtemez!
  Gençlik
hareketinden...
  Tersanelerde iş kazaları...
  Küba seçimleri ve demokrasi...
  Venezüella’da süreç, sınıf çatışmalarını sertleştirecek yönde ilerliyor!
  İsrail barışa değil savaşa hazırlanıyor!
  ABD ile batılı müttefiklerinin küstahlığına karşı Rusya’dan yeni hamleler…
  Milliyetçilik üzerine birkaç söz
M. Can Yüce
  Ankara’da “Manifesto’nun 160. yılında marksizmin güncelliği” sempozyumu...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Milliyetçilik üzerine birkaç söz

M. Can Yüce

Gündemimizi başka konular işgal etiği için milliyetçilik üzerinde durma fırsatımız olmadı. Bilindiği gibi İmralı cephesinde ulus-devlet ve milliyetçiliğe karşı kimi zaman salvo atışları yapılmaktadır. Bu tutumları ilkeli ve samimi bir yaklaşımdan kaynaklansaydı, belli bir anlamı olurdu. Ancak bu salvo atışlarının hedefinde Kürtlerin temel hakları, istemleri ve Güneydeki devletleşme süreci var. Bu, kuşkusuz boşuna değildir. Kendini devlete kabul ettirme çabalarının bir parçasıdır. Milliyetçilik ve ulus-devlet karşıtlığı lafları, bu çabanın ideolojik perdesinden başka bir şey değildir.

Bir süre önce Aysel Tuğluk, Milliyetçilik (Pozitif Milliyetçilik, 23.12.2007, Radikal) üzerine bir yazı kaleme almıştı. Bu yazı Türkiye’deki egemen medya çevrelerinden övgüler aldı. Bu, boşuna değildi, çünkü vurduğu Kürtlerin “Milliyetçiliği”, Güneydeki devletleşme süreciydi. Daha önce yazdığı yazılar da aynı övgüye “mazhar” olmuştu. Anti-milliyetçi kesilen Tuğluk, daha önceki yazılarında M. Kemal’e yaptığı mistik yüceltmeleri unutuyor, unutturuyor. Bu yazıda yaptığı kimi saptırma ve çarpıtmalara uzun boylu değinme gereğini duymayacağız. Yine İmparatorluk kitabından alınan “çokluk” kavramı üzerinde de durmayacağız. Ulus-devlet ve milliyetçilik üzerinde kafaları bulandırdığı için birkaç söz söylemenin gerekli olduğunu düşünüyoruz. Zaten İmralı ve çömezlerinin rolü bu; bilinçleri bulandırmak, Kürtlerin ulusal bilincini tahrip etmek...

Ulus, uluslaşma, ulus devlet ve milliyetçilik tarihsel birer olgudur. Kapitalizmin doğuş ve gelişme döneminde kapitalizmin, burjuvazinin ulusa, ulus devlete, ulusal bir pazar şiddetle ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacın kendisi, milliyetçiliğin de maddi ve sosyal temellerini oluşturdu. Bu maddi ve sosyal temel, ilk önce Batı Avrupa’da oluştuğu için bu alanın milliyetçiliğin “ilk yurdu” olması da anlaşılırdır. Ulusal pazara egemen olmak, bunu ulusal çitlerle sınırlamak ve bunu kendi iktidarıyla taçlandırmak, kapitalizmin gelişmesi, burjuvazinin büyümesi için vazgeçilmez bir ihtiyaçtı. Bu ihtiyacın tarihsel, kültürel, coğrafik motiflerle örülmüş bir ideolojiyi, milliyetçiliği doğurması kaçınılmazdı.

Bu sürecin iki temel hedefi vardı: Birincisi; toplumu kapitalizmin ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirmek, dil, eğitim, ortak ölçüler, kültürel ortaklık, aynı pazar etrafında oluşturulmuş ortak yaşam tarzı gibi… İkinci hedef, hem bu “iç pazarı” korumak, hem de “dış pazar”da rakip devletlerle boy ölçüşebilecek ekonomik, politik, askeri, siyasal ve ideolojik donanıma sahip olmaktır. Bu iki hedef veya ihtiyaç, milliyetçiliği belirleyen temel etkenlerdir.

Burada “iyi” veya “kötü” nitelemelerinden çok tarihsel bir süreç ve onun doğurduğu gelişmelerden söz ediyoruz. Yine burada, milliyetçiliğin içte uluslaşma ve ulusal devletin ideolojik harcı, dışta da “diğerleriyle” rekabet ve savaşın, sömürge fetih hareketlerinin ideolojik yansıması olduğunu vurgulamak durumundayız. Uzun uzun ayrıntıya girmek konumuz değil, milliyetçiliğin tarihsel bir sürece ve ihtiyaca denk düştüğünü vurgulamak istiyoruz. Burjuva milliyetçiliğin bu ilk biçiminin içte sınıf baskısı, giderek faşist diktatörlüğe dek evrildiğini, dışta da sömürgeci, yayılmacı, ırkçı bir hareketin ideolojik aracı olduğunu unutmamak gerekiyor…

Ezilen ulus kavramı, ezilen ulus milliyetçiliğinin de temelidir. Egemen ulus ve ezilen uluslar aynı kefeye konulabilir mi? Ya ikisinin milliyetçiliği? Aysel Tuğluk, bu noktada ya “cehaletinden” ya da kasıtlı tavrından dolayı marksist-leninist teoriyi kabaca tahrif ediyor. Onlar, “ezilen ulusun milliyetçiliği olmaz” demiyorlar. Onlar, her iki milliyetçilik burjuva sınıfsal temele dayansa da ezilen ulus milliyetçiliği, belli ölçülerde (evet burası önemli, belli ölçülerde ve sınırlar içinde) “ilerici”, “haklı” ve demokratik” yanlar taşır. Biri, bastırmaya, katliama, sömürgeci egemenliğe dayanacak ve bunları sürdürmenin ideolojik dayanağı olacak; diğeri, baskı, ulusal zulüm ve sömürgeciliğe karşı durmanın ideolojik aracı olacak. Bu ikisini aynı kefeye koyduğunuzda, hangi ilkesel ve etik duruşun sözcüsü olursunuz?

Kuşkusuz ezilen ulus milliyetçiliği de kendi içinde ve mayasında “masum” öğeler taşımıyor. Zaten devrimci sosyalistlerin ezilen ulus milliyetçiliğine yaklaşımı ideolojik olarak onaylama ve benimseme değildir, politiktir! Yani tarihsel olarak ve bundan dolayı politik olarak ulusal baskı ve sömürgeciliğe, her türlü yabancı egemenliğe karşı durduğu ölçüde desteklenir! Bu desteklerin ölçüleri ve sınırları vardır. Ama devrimci sosyalistler, ezilen ve sömürge uluslarda milliyetçiliğe dayalı ulusal hareketlerin iktidar olduktan sonra dışta emperyalist sistemle işbirliğine gireceklerini, içte de kaba ve geri diktatörlüklere yönelebileceklerini biliyorlardı. Ama bu bilgilerine ve öngörülerine rağmen tarihsel ve belli koşullar bağlamında ezilen ulus milliyetçiliği ve buna dayalı ulusal hareketler, kendi uluslarının tarihsel gelişmeleri açısından ileri bir rol oynamışlardır! Kuşkusuz bu konuda sosyalistlerin politik ve pratik tavırları ayrıntılı bir biçimde değerlendirmeyi gerektiriyor. Ama bu kendini egemene kabul ettirmek ve inkârcı bir kaygı ve hesapla olmamak durumundadır.

Bu genel çerçeve ışığında Türk ve Kürt milliyetçiliklerine de bakılabilir. Bu ikisini aynı kefeye koymak, hatta daha ileri giderek Kürt milliyetçiliğini yerden yere vurmak, ilkesel ve etik bir tutum değil, kendini bir yerlere kabul ettirme çabasının dışavurumudur. Türk milliyetçiliği her dönemde aldığı biçim, egemendir, egemen devleti, onun bekasını korumayı ve sürdürmeyi esas alır. Osmanlıcılık, Jön Türk, İttihat ve Terakki’de somutlaşan Pan-İslamist / Pan-Türkist ve son olarak Kemalizm, onun çeşitli algılanmaları bu özelliklere sahiptir. Bunların hepsi devlete dayalıdır, devleti ve onun geleceğini korumayı, bununla çelişen her “unsuru” “temizlemeyi” esas almışlardır. Cumhuriyet dönemi, Türk devlet ulus süreci, bunun hukuksal, siyasal, askeri ve kültürel yapılanması, aslında eşine az rastlanan bir ideolojik ve politik çizgiye dayanır. İnkârcılık, imha, dört başı mamur ırkçı-şovenizm, ama bunu çok farklı yansıtma, işte bunlar, her çeşit Türk milliyetçiliğinin temel özellikleridir... Ermeni soykırımı, Kürt ve Kürdistan gerçeğinin inkârı ve tarihten silinmesini hedefleyen sömürgeci sistem ve daha başkaları, bu milliyetçiliğin somut biçimleridir…

Ya Kürt milliyetçiliğinin durumu nedir? Hangi icraatlarından söz edilebilir? Kürtler “milliyetçi olamaz” gibi bir bilim ve gerçek dışı yaklaşım son derece gülünçtür! Bu ne kadar gülünçse Ermeni soykırımında ve diğer halklara karşı işlenen suç ve cinayetlerde Kürtlerin pratik rollerini “Milliyetçilik”le açıklamak da cehalet değilse kaba bir çarpıtmadır. Evet, kimi Hamidiye Alaylarının mensupları, kimi milisler Ermeni Soykırımında fiili olarak rol oynadılar. Kimi Kürt Aşiret beyleri, Alevi ve diğer dinlere mensup Kürdistanlılara baskı uyguladılar, talan yaptılar, cinayet işlediler. Ama bunlar, milliyetçi oldukları için değil, yaşadıkları toplumsal ve kültürel yapının ürünleridir, her toplumda ve her çağda da olmuş şeylerdir.

Kürtlerde milliyetçiliğin temelleri 19. yüzyılın ortalarından itibaren gelişmeye başlar. Ama kapitalizmin gelişme olanağını bulamaması, feodal toplum yapısının parçalılığı ve durgunluğunun egemenliği, ayaklanmaların kanlı bastırılması, bunun ekonomik ve sosyal yapıyı daha da geriletmesi ve dağıtması milliyetçiliğin de sınırlı gelişmesini koşullamıştır. “Bizde” bir “orta sınıf”, dünya ile etkileşim içinde bir burjuva sınıf olabilseydi, 19. ve 20. yüzyıl ayaklanmaları da daha farklı bir yol izlerlerdi, o zaman milliyetçiliğin gelişme çizgisi de farklı olabilirdi...

Kuzeyde 1925-40 döneminde ayaklanmaların “Tedip ve Tenkil Harekâtları” ile bastırılması, aynı zamanda egemen sınıfların biçilmesini ve dağıtılmasını birlikte getirdi. Yani sadece ayaklanmalar bastırılmadı, aynı zamanda yeniden ayaklanmaların “öncü kuvvetleri” de dağıtıldı; bu, sömürgeci egemenliğin oturmasının ve istikrar kazanmasının önünü açtı. Bu, aynı zamanda milliyetçiliğin toplumsal ve maddi temellerini son derece zayıflattı. Güney Kürdistan’da ise ayaklanmaların yenilgisine rağmen egemen sınıfları ve örgütsel yapıları varlıklarını sürdürdü. Bu, daha önce KDP ve bununla birlikte daha sonra YNK ile devam etti. Kuzeyde denenmek istenen KDP türü örgütlenmelerin tutmamasının temel nedeni de kısaca vurgulamaya çalıştığımız Kuzeyde egemenlerin dağıtılması sürecidir. Bu ezme hareketinin sonucu Kürt egemenleri siyaseti devlete bağımlılık çerçevesinde ve kendini inkâr ederek, aynı zamanda kendi aşağılanmaları karşılığında yapmaya çalıştılar. Bu konumdaki sınıfların Kürt sorunu olmadığı gibi, milliyetçilik gibi bir dertleri de yoktur. Bunlar kendilerini aşağılatma pahasına düzen partileri ve devlet kurumları içinde siyaset yapmaya, çıkarlarını bu temelde gözetmeye çalışmaktadırlar. Güneyde milliyetçilik, kendisini partiler düzeyinde ifade eder ve geliştirirken, Kuzeyde böyle olmadı…

1960’lı yılların sonları ve 1970’li yıllarda gelişen ulusal kurtuluş hareketi, burjuva, orta burjuva ve bunların milliyetçi çizgilerine dayanarak gelişen bir hareket değildir. PKK’de ifadesini ve gelişmesini bulan bu hareket, devrimci sosyalist bir ideolojik ve politik çizgiyi esas alan ve emekçi sınıflara dayanan bir harekettir. Bu hareket hiçbir zaman kendisini milliyetçi olarak tanımlamadığı gibi, milliyetçiliğe karşı hatırı sayılır bir mücadele de verdi, milliyetçiliğe karşı enternasyonalizmi bayrak edindi. Kullandığı ilk sloganının “Yaşasın Bağımsızlık ve Proleter Enternasyonalizm” olması, bunun en özlü ve anlamlı ifadesidir. Ancak süreç içinde devrimci sosyalist çizgisi aşındırıldıkça, emekçi sınıflar yerine egemen ve orta sınıflar esas alınmaya başlayınca, devrimci yurtseverlik ve enternasyonalizm bir kabuğa dönüştürüldü, içi boşaltıldı, giderek karşıtına dönüştürüldü. Bu aynı zamanda kafa karışıklığı, milliyetçi öğelerin uç vermesi, aslında yurtseverlik ve enternasyonalizmin tasfiyesi için her şeyi ve zemini hazırladı.

Güneyde milliyetçiliğin temelleri var ve bugün devletleşme sürecinde, iktidarın her türlü olanağına da sahiptir. Uluslaşma, bunu demokratik bir temelde yürütme, bölge halklarıyla dostluk ve sömürgecilere ve emperyalist haydutluğa alet olmama temelinde yaptığı sürece, özelde Güneydeki gelişmelere, genelde Kürdistan ulusal kurtuluşuna, en azından nesnel olarak, katkı sunacaktır! Bu milliyetçi çizgilerin olumsuzluklarını eleştirmek ve reddetmek, yapacağı nesnel ve öznel katkıları desteklemek, bunlarla birlikte milliyetçiliğe karşı devrimci yurtseverliği ve enternasyonalizmi, emekçi eksenli bir seçeneği geliştirmek devrimci sosyalist çizginin özünü oluşturmaktadır.

Kuzeyde egemen sınıfların bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük hedefli bir Kürdistan sorunu olmadığı için, hareket düzeyinde milliyetçiliğin gelişme şansı sınırlıdır! Ama bir eğilim olarak farklı biçimler altında ve farklı öğelerle bir milliyetçilik gelişebilir. Irkçı-şoven Türk milliyetçiliğine ve saldırganlığa karşı devrimci seçenek gelişmediği takdirde tepki yönü ağırlıkta milliyetçi eğilimler gelişebilir. Bu türden eğilimlerin ve hareketlerin Kürdistan davasına önemli katkılar yapabileceğini sanmıyoruz. Ama buna rağmen Kürt milliyetçiliği ile soykırımcı, ırkçı şoven, linç kültürünü içine sindirmiş, hep devlet kucağında ve onun eliyle büyütülen Türk milliyetçiliğini aynı kefeye koymak, zalimle mazlumun tepkilerini aynı kefeye koymaktır. Bu da kendini bir Kürt siyasetçisi olarak tanımlayan birisinden geliyorsa, bu davranış, kendini devlete kabul ettirme ve şirin gösterme aymazlığı, derin boyun eğişçi ruh hali ve bunu süslü “derin entelektüel” laflarla gizleme zavallılığı değilse nedir?

Unutulmasın ki, teslimiyet ve yalvarma davranışı, eteklerine yapıştıkları devlet ve sistem katında da saygı görmez, görmüyor da! Bugün devletin kendilerine gösterdiği aşağılayıcı tavır yeterince açıklayıcı değil mi?

22 Ocak 2008

 

Çiğli’de işçi toplantısı

20 Ocak günü İşçi Kültür Sanat Evi’nde, Çiğli İşçi Platformu tarafından düzenlenen ve Tez Koop-İş Sendikası Eğitim danışmanı Volkan Yaraşır’ın katıldığı bir panel gerçekleştirildi. Panelin ön çalışmasında 2 bin adet el ilanı fabrika önlerinde, servis güzergahlarında ve emekçi semtlerinde dağıtıldı. İşçi servislerinin geçiş noktalarında afişler yapıldı.

4 saat süren panelde canlı tartışmalar yapıldı ve deneyimler aktarıldı. Çiğli Organize’den metal, plastik, gıda ve tekstil sektöründen işçilerin yanısıra, Bakırçay Havzası’nda çalışan demir-çelik işçileri, belediye işkolunda örgütlenme çalışması yürüten işçiler ve Çiğli Telekom işçi temsilcisi de katıldı.  

Panelin açılış konuşmasında, Çiğli Organize işçilerinin sorunlarına kısaca değinilerek, Çiğli İşçi Platformu’nun Çiğli Organize’deki çalışmalarından bahsedildi. Ardından Volkan Yaraşır, sınıf mücadelesinde bağımsız taban örgütlenmeleri ve önemi üzerine oldukça etkili bir sunum gerçekleştirdi.

Volkan Yaraşır sunumunda sınıfın genel sorunlarına ve sınıf kimliğinin kazanılmasının önündeki engellere değindi. Taban örgütlenmelerinin tarihsel çıkış dönemleri ve mücadele tarihimiz içinde aldığı çeşitli biçimler anlatıldı. Sunum somut örneklemeler ve canlı bir anlatımla oldukça ilgi ve dikkatle dinlendi.

Verilen kısa aradan sonra panelin soru-cevap kısmına geçildi. Bu kısımda çeşitli fabrikalardan işçilerin fabrikada örgütlenme sürecinde karşılaştıkları sorunlar tartışıldı. Örgütlenmenin önüne engel olarak çıkan etnik, dinsel vb. ayrımlara değinildi. Ayrıca  panele katılan BMİS’te örgütlü işçiler de söz alarak, işçi sınıfın örgütlenmesinde tabanın örgütlenmesine vurgu yaparak, sendikaların gerçek işlevlerine kavuşturulması gerektiğini ifade ettiler. Daha sonra Çiğli Telekom temsilcisi söz alarak kendi deneyimlerinden bahsetti ve sendikal bürokrasiye karşı verdikleri mücadeleyi aktardı. Telekom grev sürecinin deneyimlerinden de hareketle taban örgütlenmelerinin gereği üzerinde durdu.

Panelin kapanışında önümüzdeki aylarda düzenlenmesi planlanan 3. Çiğli İşçi Kurultayı’na değinildi. Kurultayı örgütlemek üzere hazırlık komitesi oluşturulması için önümüzdeki hafta yapılacak olan toplantıya çağrı yapıldı. Panele 70 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Çiğli

 

Yurtdışında Hrant Dink anmaları...

Berlin: “Kardeşik, barış ve bir arada yaşam...”

Berlin’de, “Miliyetçiliğe, ırkçılığa ve savaşa karşı kardeşik, barış ve bir arada yaşamı savunmak için Hrant Dink’i anıyoruz” etkinliği 20 Ocak günü gerçekleştirildi. Almende’nin organize ettiği etkinliğe yaklaşık 300 kişi katıldı.

Etkinlik açılış konuşmasıyla başladı. Program “Kırlangıç Yuvası” adlı, Hrant Dink’in çocukluğu ve gençliğinin geçtiği İstanbul Tuzla’daki kampının anlatıldığı sinevizyon gösterimi ile devam etti. Ardından Grup Lilith Zazaca, Kürtçe, Almanca ve Türkçe söyledikleri türküleriyle salonda duygulu anlar yaşattılar.

Rosa Luxemburg Vakfı adına Murat Çakır, Berlin Ermeni Topluluğu adına Dr. Celal Koçaryan, Sol parti adına Helmut Schols konuşmalar yaptılar. Gazeteci-yönetmen Halil Gülbeyaz, Hrant Dink ile yaptığı 7 dakikalık röportajın seyredilmesinin ardından, sahneye çıkarak konuşma yaptı.

Panelde ilk sözü alan Rober Koptas, Agos gazetesini ve Hrant Dink’in kendini nasıl varettiğini anlattı. 2.5 milyon Ermeni’nin yaşadığı Türkiye’de 1910’lardan bu yana yaşadığı süreçleri özetledi. Ardından Masis Kürkçügil, ulus devlet olmanın gerekleri, ulusları arındırma politikası ve buna bağlı olarak çıkarılan savaşlar üzerinde durdu. Hrant’ın sosyalist kimliğini vurguladı. Aydın Engin, Hrant’ı son yolculuğuna yollarken yapılan yürüyüşe yüzbinlerce kişinin katıldığını, bunun Hrant’ın kimliğiyle bağlantılı olduğunu belirtti.

Panel soru ve cevaplar ile sona erdi.

Kızıl Bayrak/Berlin


Köln’de Dink anması...

19 Ocak 2007’de katledilen Hrant Dink anısına Köln’de TÜDAY ve Alman-Ermeni Topluluğu’nun birlikte organize ettiği bir anma toplantısı düzenlendi. Kısa bir konuşma ile başlayan program, Hrant Dink anısına yapılan saygı duruşuyla devam etti. Ardından, Hrant Dink’in yetiştiği ve yüzlerce çocuğun yetiştirilmesine emek harcadığı Tuzla Çocuk Yuvası’na ve Hrant’ın bu alandaki hukuksal mücadelesini anlatan “Kırlangıcın Yuvası” isimli sinevizyon gösterildi. İki genç arkadaşın piyano eşliğinde Ermenice Sarı Gelin türküsünü seslendirmelerinin ardından Dr. Raffi Kantian (Ermeni-Alman Topluluğu Temsilcisi), Şaban Dayanan (İHD), Raffi Hermon ve Agos gazetesi yayın kurulu üyesi Aydın Engin’in katıldığı “Hrant Dink anısına: Basın Özgürlüğü ve İnsan Hakları” konulu panele geçildi.

Panelistler, Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu, 301, Hrant Dink’in katledilişi vb. üzerine konuştular. Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığı, 301. maddeyle basın özgürlüğünün daha çok sınırlandırıldığı belirtildi. Etkinliğe 200’ü aşkın bir kitle katıldı.

Kızıl Bayrak / Köln


Frankfurt’ta Hrant Dink paneli

18 Ocak Cuma günü Frankfurt’ta “Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü 301. Madde ve Hrant Dink katliamı” adı altında bir panel gerçekleştirildi. Türkiyeden DTP Grup başkanvekili Selahattin Demirtaş, Hrant Dink’in avukatı Av. Erdal Doğan, ÖDP kurucu üyesi Masis Kürkçü, Agos gazatesi yazarı Robert Koptaş ve DEKÖP-A temsilcisi Özcan Temur’un panelist olarak katıldığı panele 200’ün üzerinde insan katıldı. İlgiyle izlenen sunumlarda, panelistler tarafından Türkiyede düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önünde büyük engeller bulunduğu, sistemin aykırı düşünce ve örgütlenmelere en ufak bir tahammül göstermediği dile getirildi.

Kızıl Bayrak / Frankfurt