26 Ekim 2007 Sayı: 2007/41(41)

  Kızıl Bayrak'tan
   Hedeflerinde sadece Kürt halkı değil,
işçi ve emekçiler de var!
  Şovenist histeriye ve faşist kudurganlığa karşı devrimci direniş!..
Düşman Kürt halkı değil, sermaye düzeni ve devletinin kendisidir!..
Felakete doğru uygun adım - Haluk Gerger
Sermaye saldırıyor,
İMF daha fazlasını istiyor!
“Türk” Telekom ve grev hakkı - Yüksel Akkaya..
  Sermaye sınıfı ve sendika bürokrasisi
Telekom grevini boğmak için harekete geçti!
  Telekom greviyle dayanışmayı
yükseltelim!
  Türkiye Cumhuriyeti ve Ortadoğu - Haluk Gerger
  “Küreselleşme”, sendikasızlaştırma
ve yoksullaştırma/3
Yüksel Akkaya
  Sosyalist Kamu Emekçileri’nden çağrı:
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Uluslararası tekellerin kârı uğruna Kaz Dağları feda ediliyor...
  Rusya-İran işbirliği pekişiyor...
  Sürgünden dönen Benazir Butto’ya suikast girişimi...
  Dünyadan...
  Özel savaşta yeni aşama... - M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Özel savaşta yeni aşama...

M. Can Yüce

TC, Kürdistan sorunu konusunda tarihinin en zorlu, belki de en kritik aşamalarından birini yaşıyor. Güney Kürdistan’ın varlığı, genel anlamda bütün dinamikleriyle derinleşerek süren Kürdistan sorunu ve bir türlü çözülemeyen PKK sorunu, onu içte ve dışta ciddi handikaplarla karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Bu büyük sıkışmanın, krizin en temel nedeni inkar ve imhayı ödünsüz bir biçimde dayatan resmi çizgideki ısrardır. Bu ısrar, hareket yeteneklerini, manevra olanaklarını da ortadan kaldırıyor. Resmi çizgideki bu katı ısrar, var olan krizi süreklileştiren, derinleştiren ve yeniden üreten bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda bu, kendileri açısından kırılma enerjisini biriktiren bir işleve de sahip...

Gelinen noktada inkâr ve dolayısıyla imhada ısrar çizgisinin sonuç alması mümkün değildir. Ama bu konudaki ısrar, sonuna kadar ödünsüz gitmeyi dayatıyor; sonuçta ya imhada mutlak başarı ya da mutlak yenilgi ve kırılma dışında diğer ara seçeneklere yaşam şansı tanımıyor. Bu, aslında büyük bir açmazı, onulmaz bir çıkmazı anlatıyor.

Bir kez inkâr ve imha çizgisi, Ortadoğu düzleminde ve genel Kürdistan sorunu açısından stratejik bir yara almış, bu çizgide stratejik bir gedik açılmıştır. Bu, Kuzey’de verilen ve ortaya çıkarılan birikim, Güney Kürdistan’daki devletleşme süreci ve bunda katedilen yolla olmuştur. TC’nin bunu tek başına ve salt kendi askeri, diplomatik ve ekonomik gücüyle alt etmesi mümkün değildir. Güneydeki gelişmelerin tersine döndürülmesi, ancak ABD’nin Irak ve Güney politikasında köklü değişikliklerle mümkün olabilir. Aslında TC, öteden beri bunu zorluyor. Suriye ve İran ile geliştirdiği anti-Kürdistan politikalarıyla bunu gerçekleştirmek istiyor. Bu çabalar boşuna değil, tümden sonuçsuz kalacağı düşüncesi de yanılgılıdır; politik Kürtler’in bu gelişmeleri yakından izlemeleri ve bunları boşa çıkaracak genişlikte bir ufka ve politik yaklaşıma sahip olmaları gerekiyor.

Çatışma süreci ve son dönemde artan eylemler bahane edilerek Güney Kürdistan’a yönelik yetki tezkeresi meclisten çıkarıldı. Ama bu tezkereye dayalı bir işgal hareketini hemen gerçekleştirmenin birçok engeli vardı. Tezkere ile birlikte psikolojik savaş da tırmandırıldı. Tam bu sıcak gelişmelerin içinde Hakkâri’de bir askeri birliğe karşı gerçekleştirilen ve önemli kayıplar verdirten eylem, TC’yi birçok açıdan ciddi bir noktaya getirdi. Güney operasyonunun kaçınılmazlığı özel savaş medyası ve partileri tarafından kesin bir dille tartışıldı. Psikolojik savaş Kürtlere yönelik fiili saldırılara kadar genişletildi; bütün toplum tam bir seferberlik havasına sokuldu. Bunlarla birlikte öteden beri sürdürülen diplomasi atağı ABD, Irak ve Güney Kürdistan üzerinde ciddi bir baskıya dönüştürüldü…

Kuşkusuz bütün bu baskı ve diplomatik, psikolojik ve toplumsal kampanyaların sınırlı bir operasyon için olmadığını, daha geniş ve kalıcı stratejik sonuçlar doğurabilecek bir hareket için olduğunu çok net bir biçimde vurgulamamız gerekiyor.

Geçici, sınırlı ve önemli bir askeri ve politik sonuç doğurmayacak bir hareketin kendileri açısından daha olumsuz sonuçlar doğurabileceğini de biliyorlar. Bu nedenle resmi çizgi açısından kısa ve orta vadede belli sonuçlar getirebilecek bir askeri operasyona hazırlık yapıyorlar. Bu operasyon, Güneyi ortadan kaldırmaya dönük uzun vadeli bir planın önemli bir ayağı olma özelliğine sahiptir. İlk planda sınırda 30-50 km genişliğinde bir tampon bölge oluşturmayı düşünüyorlar. Bu öteden beri sesli olarak dile getirilen ve son dönemde yeniden açıkça tartışılan bir konudur. Tampon bölge uygulaması, PKK’ye dönük gözükse de bu, daha sınırlı bir hedeftir. Esas hedef kısa vadede Güney üzerinde baskı ve oradaki gelişmeleri sınırlandırma, Kerkük referandumunu geciktirme ve uzun vadede ise dengelerin değişmesine ve beklenmedik gelişmelere bağlı olarak Güneyi ortadan kaldırmayı gerçekleştirme hedefidir. Bununla birlikte ve anılan bu hedef çerçevesinde Irak iç dengelerinin yeniden kurulmasında etkin bir taraf olmak istedikleri çok açıktır. Yani Güney’in aleyhinde merkezi yönetimi güçlendiren, merkezi yönetimde Kürtler’in etkisini sınırlandıran bir konum elde etmek istiyorlar. Kısacası TC, 1 Mart tezkeresiyle yitirdiği Irak ve Güney üzerinde söz söyleme ve karar süreçlerinde etkin olma konumunu yeni tezkere ve ona dayandırılacak askeri ve diplomatik girişimlerle elde etmek istiyor…

Bu kapsamlı planlarında ne kadar başarılı olabilirler? Bu yanıtı net olmayan ve birçok karmaşık boyutu olan bir sorudur. Ancak şurası açık ki, TC, Kürdistan için kapsamlı bir seferberlik geliştirmektedir.

Kuşkusuz bu seferberlik Güney ve Kuzey Kürtleri’nin savunma ve direniş reflekslerini tetiklemiştir. Bu, bir anlamda uluslaşma süreçlerinin daha da gelişmesi ve derinleşmesi anlamına gelmektedir. Güneyde TC ve olası işgal hareketine karşı kitlesel tepkiler eylemsel olarak gelişmektedir. Güney yönetimi de işgale karşı net bir tutum aldığını defalarca açıklamıştır. Bu duruş da kitle eylemlerinde tetikleyici bir rol oynamaktadır. Kuzey’de de benzer bir ruhsal duruşun geliştiğini söylemek zor olmasa gerektir. Gerçi bu ruhsal duruş kendisini henüz eylemli olarak ifade etmiyor, ama öyle de olsa bu gelişmenin derinden derine yaşandığını söylemek bir abartı olmayacaktır. Güney ve Kuzey Kürtleri arasında TC’nin işgal ve saldırı politikalarına karşı bu ortak ulusal ve ruhsal duruş, bunun giderek daha güçlü bir kurumlaşmaya dönüşmesi önemlidir; bu, TC’nin inkâr ve imha çizgisi karşısında çok önemli bir engelin büyümesi anlamına gelmektedir…

Açık ki, bu süreçte Kürtler’in de handikapları, paradoksları ve aşmak durumunda oldukları sorunları var. PKK, 30 yıla yaklaşan mücadelesi ve birikimiyle Kuzey’deki potansiyel ve dinamiklerin toplandığı ve denetlendiği merkez… Ama bu merkez, bugün, Kürtler’in temel çıkarlarını ve istemlerini savunmaktan ve temsil etmekten çok, kendisini bazı kırıntılar ve af karşılığında düzene kabul ettirmenin peşindedir. Bir çatışma sürecinin varlığı, hatta kimi başarılı askeri eylemlerin gerçekleştirilmesi aldatıcı olmamalıdır. Halkın desteği de öyle… Burada çizgiye, ortaya konulan program ve stratejiye bakmak gerekir. İlan edilen ve savunulan hedef, “bütün kültürlerinin varlığının kabulü ve kendini ifade etmesi” ile yasal siyaset yapma olanağıdır! Bunun dışında devletin temel çizgilerine, sınırların dokunulmazlığına, üniter yapıya, Cumhuriyetin temel niteliklerine herhangi bir itirazları yoktur. Bunu sayısız kez yazılı ve sözlü olarak ifade etmişlerdir…

Özel savaş medyası, “Öcalan devlete hizmet edeceği vaadinde bulunmuştu, bunu niye değerlendirmedik” sorusunu sormakta ve tartışmaktadır. Özel aygıt bu konuda inkârcı resmi çizgi bağlamında Öcalan’dan yararlanması gerektiği kadar yararlandı, yararlanıyor… Bunun ötesinde bir adım atması mümkün mü? Çok güç… İki temel nedenden dolayı:

Bir: İnkâr ve imha çizgisi o kadar katı kurumlaştırılmış ve uygulanmıştır ki, devletin kuruluş ve var oluş çizgisi olan bu çizgi, aynı zamanda devleti ve bütün kadrolarını teslim almış bir çizgidir! Oluşturulan politik kültür ve kadro tipolojisi bu tutsaklığın bekçisi ve yeniden üreticisidir. Dolayısıyla resmi çizgiye bağlılık sürdüğü sürece bir esnemenin olması neredeyse mümkün görünmemektedir.

İki: Bu birinci noktaya bağlı olarak PKK sorununun bir af ve diğer düzenlemelerle çözülmesiyle Kürt sorununun çözülmeyeceğini, tersine doğacak yeni ortamda farklı dinamiklerin, devrimci öğelerin harekete geçme olanağını bulacağını düşünüyorlar. Yine yapılacak yasal düzenlemelerle mevcut güç ve birikimi sindirmeye hazır olmadıklarını da hesaplamışlardır. Bu nedenlerden dolayı İmralı üzerinden ve İmralı aracılığıyla devrimci potansiyelin kontrol altında tutulması, en geri ve teslimiyetçi bir ideolojik ve ruhsal duruşta tutulması, bunun bir yaşam çizgisi haline getirilmesi daha akılcı görülmüştür. Ama bir de hayatın kendi diyalektiği, karmaşık boyutları ve çelişkileri var; o da kendi hükmünü icra edecekti… Sorunun devrimci dinamizmi, bunu tetikleyen katı inkârcı resmi çizgi ve bunun şiddet olarak günlük uygulanması, Irak ve Güney’deki gelişmeler, yılların birikimi gibi temel etkenler Kuzey’deki gelişmelerin tam kontrol altında tutulmasını olanaksızlaştırmıştır.

Gelinen noktada TC’nin Güney işgal hareketi kaçınılmaz görünüyor, hatta kimileri bunun başladığını, son asker kayıplarının bu hareketin ilk adımlarının bir sonucu olduğunu belirtiyor. Bu değerlendirmeye büyük ölçüde katılıyoruz. İşgal hareketinin Güney Kürdistan ve genelde KUKM’ni bastırma, birikimlerini dağıtma ve yok etme hedefine sahip olduğu çok açık… İşgalin “içte” de yansımaları olacaktır. Bugünden basına sansür gündemleştirilmiş ve RTÜK eliyle uygulamaya konulmuştur. Kürtlere ve kurumlarına, işyerlerine sadırılar ise yaygınlaşarak devam ediyor. Bunun nerede duracağı, daha doğrusu kitlesel bir boğazlama hareketine dönüşüp dönüşmeyeceği kesin değildir, ancak böyle bir eğilim, tehlike ve yönelimin işaretleri çok sayıda var. Demokratik hak ve olanaklara, işçi ve emekçilerin grev gibi hak arama mücadelelerine yönelik yasaklamaların olması da şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütün bu genel gelişmeler değerlendirildiğinde dayatılanın özel savaşın yeni bir aşaması olduğu çok açık, dayatılan topyekûn özel savaştır… Dolayısıyla bu özel savaşa, Güneyi işgal hareketine, Kürt halkına dönük yıldırma ve linç kampanyalarına karşı durmak, bu duruşu birleşik bir mücadele cephesi olarak algılamak kaçınılmazdır, bu devrimci yurtseverliğin kaçınılmaz bir gereğidir. Kürt halkının mücadele enerjisi, kararlılığı ve birikimi herşeye rağmen vardır. Önemli olan bu enerji ve birikimi doğru bir mücadele çizgisine kanalize etmektir. Kazandıran budur; yoksa doğru hedefe akmayan enerji ve birikim, sadece umutsuz bir direniş olarak kalır! Emekçi Kürt halkının salt direnmeye değil, direnişi kazanmaya götürme çizgisine ihtiyacı vardır!

23 Ekim 2007