19 Şubat 2005
Sayı: 2005/07 (07)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD Ortadoğu'da yeni fırsatlar yaratma peşinde!
  İMF anlaşmasının kaderi sokakta belirlenecek!
  Amerikancı işbirlikçiler suç ortaklığını
pekiştiriyor
  Sermaye, savaş çetesiyle “eşgüdüm
mekanizması” oluşturacak
  16 Şubat sınıf hareketinde bir ayrışma ve saflaşma döneminin yaşanmakta olduğunu
ortaya koydu
  İstanbul 16 Şubat eylemi
  Çeşitli illerde 16 Şubat EP eylemi
  SEKA’den TEKEL’e, Kocaeli’den Diyarbakır’a  SEKA gibi direnmek
  Devrimci inisiyatif ve irade ile sınıfın birleşik direnişini öreceğiz!
  Haramidere’nin haramisinden hesap
soracağız!
  Ravelli işçileri, işverenin şiddeti ve
ludizm üzerine/Yüksel Akkaya
   8 Mart üzerinden yaşanan ayrışma üzerine
  BDSP tarafından sempozyuma
sunulan tebliğ
  Sempozyum sonuç bildirgesi: Devrimci bir siyasal sınıf hareketi yaratmak için!
  Kampanya ve sempozyum üzerine
  OSB-İMES Derneği’nin
sempozyum tebliği
  Haluk Gerger’le “Kan tadı” üzerine
 Emek Platformu Adana
bölge toplantısı
Emperyalist-siyonist zorbaların kanlı eli
Lübnan’ı yeniden karıştırmaya başladı
 Lübnan, BM ve işgaller!
Fransa’da liseli gençlik ve eğitim emekçileri ayakta!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

BDSP tarafından ‘Güvencesiz çalışmaya, geleceksiz yaşamaya hayır!' sempozyumuna sunulan tebliğ...

Devrimci bir sınıf hareketi için!

Emperyalist-kapitalist sistem 1970'li yıllarda büyük bir krize girmiştir. Burjuvazi krizlerin yükünü işçi ve emekçilere fatura etmek ve kâr oranlarını yükseltebilmek için işçi sınıfı ve emekçilere dönük kapsamlı bir dizi neo-liberal saldırı programını uygulamaya sokmuştur.
Sermayenin önündeki her türlü kural ve engeli kaldırmayı hedefleyen bu saldırı programı, işçi ve emekçilerin tüm kazanımlarını yoketmeyi ve bu hedefe ulaşabilmek için sermayeye karşı örgütlü mücadele mevzilerini tahrip edip zayıflatmayı içermektedir. Kuralsızlaştırma, esnekleştirme, özelleştirme ve sosyal hakların gaspı gibi uygulamalar neo-liberal saldırı programının unsurlarından bazılarıdır. Benzer politikalar 1980'lerden bu yana Türkiye'de de hayata geçirilmektedir.
Neo-liberal saldırılar ilk kez 24 Ocak Kararları'yla gündeme getirilmiş, 12 Eylül'le uygulanmasının önü açılmıştır. 12 Eylül ve geride bıraktığı baskıcı-yasakçı siyasal hukuksal düzen, neo-liberal saldırıların hayata geçirilmesinde sermayenin işini önemli ölçüde kolaylaştırmıştır. Sonuç olarak sermaye, zaman zaman farklı nedenlerle yavaşlayıp kesintiye uğrasa da, neo-liberal saldırıların hayata geçirilmesi noktasında bugüne kadar küçümsenemeyecek bir mesafe katetmeyi başarmıştır.
Sözü edilen saldırı politikalarının ayrıntıları, işçi ve emekçilerin bu saldırılardan nasıl etkilendikleri, ne tür yıkımlar ve hak kayıpları yaşadıkları sempozyum gündemi içerisinde ayrıntılarıyla tartışılacaktır. Önümüzdeki dönemin temel saldırı başlıkları da aynı şekilde tartışma konusu olacaktır. Bu saldırılardan dolaysız bir şekilde etkilenecek işçi ve emekçi yığınlarının bu konularda gerekli bilgilenmeden yoksun oldukları dikkate alındığında, saldırıların ayrıntılarının burada gündeme gelmesi elbette gereklidir.
Fakat bu, sempozyumun gerçek amacını gölgede bırakmamalıdır. Sempozyumun asıl amacı, bu saldırılara karşı mücadele ve örgütlenme sorunlarını tartışmaktır.
Saldırılarla yüzyüze olan işçi sınıfı ve emekçi hareketi nasıl bir süreçten geçmektedir, hangi deneyimler yaşanmıştır, ne tür sorunlarla boğuşmaktadır' Saldırıları püskürtecek bir mücadele kapasitesine ulaşmak için atılması gerekli adımlar nelerdir' Nasıl bir programla, hangi taleplerle ve ne tür örgütsel araçlarla mücadele edilirse sermayenin saldırıları püskürtülebilir' Asıl yanıt arayacağımız sorular bunlar olmalıdır.

Sorunların çözümü köklü bir yenilenmededir

Bugün işçi ve emekçi hareketi zor bir dönemden geçmektedir. Sermaye, başta sosyal güvenlik alanında olmak üzere sömürü ve yıkım saldırılarını büyük bir kararlılıkla sürdürmektedir. Emperyalizmin tam desteğini arkasına alan sermaye iktidarı, devlet ve hükümet cephesinden tüm olanaklarını seferber etmiş durumdadır. Şimdiye kadar aksayan özelleştirme saldırısı yeniden hız kazanmıştır. KİT'ler peşpeşe özelleştirilmektedir. Bugün gündemde SEKA vardır. TELEKOM, TEKEL, PETKİM gibi temel kuruluşların yağmaya açılması için de son hazırlıklar yapılmaktadır. Geçen yıl çıkarılan kölelik yasasının ardından şimdi de ‘sosyal reform' ve ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı' adı altında sosyal güvenlik kurumları hızla tasfiye edilmekte ve bu alanlar piyasaya açılmaktadır. Bütün bu saldırı politikalarının başarıya ulaşması halinde işçi ve emekçiler tam anlamıyla köleleştirilmiş olacaktır.
Buna karşılık işçi sınıfı ve emekçiler büyük bir dağınıklık ve kendine güvensizlik içindedir. Sınıf ve emekçi hareketi son yılların en zayıf dönemini yaşamaktadır. Başka etkenler yanında, sendikaların tepesini tutan bürokratların uzlaşmacı ve ihanetçi çizgilerinin bu tablonun ortaya çıkmasında çok özel bir payı vardır.
Kölelik yasasına, SSK hastanelerinin devrine karşı aldıkları tavır, tüm toplusözleşmelerin birer satış sözleşmesi olarak imzalanması, son yıllarda gelişen eylem ve direnişlere karşı takındıkları umursamaz tutum, uzlaşmacı ve ihanetçi sendikal pratiğin sonucudur. Bazı sendika ya da şubelerin yer yer daha ileri tutum almaları, tabanlarında ya da yönetim kademelerinde yeralan devrimci, ilerici unsurların basıncından kaynaklanmaktadır. Bu tutumlar anlamlı olmakla birlikte, sendikal hareketin genel tablosunu değiştirmemektedir.
Bu noktada, son yıllarda büyük umutlar bağlanan Emek Platformu hakkında da bir şeyler söylemek gerekmektedir. Elbette işçi ve emekçilerin örgütlü kesimlerinin en geniş birlikteliği, sermayeye karşı mücadele açısından son derece önemlidir. Fakat sendikal hareketin bugünkü durumu dikkate alındığında Emek Platformu hakkında olumlu konuşmak mümkün değildir. Bugün Emek Platformu'nu oluşturan konfederasyonların tepesi sermayeye hizmet eden ihanet çeteleri tarafından tutulmuştur. Dahası, Emek Platformu içerisinde doğrudan doğruya sermayenin yönlendirmesi altında olan gerici sendikal merkezler de yeralmaktadır. Bu gerici sendikal odakların sınıf ve emekçi hareketini geliştirmek ve sermayeye karşı mücadele etmek gibi ne bir niyetleri, ne de iddiaları vardır. Nitekim bugüne kadar yaşananlar da, Emek Platformu'nun işçi ve emekçi hareketinin ihtiyaç duyduğu önderlik ihtiyacını yerine getirme niyet ve kapasitesinden yoksun olduğunu yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır.
Buradan şu sonuç çıkmaktadır. Sınıf hareketi köklü bir yenilenme yaşamak durumundadır. Bugün gündemde olan ve tarihsel önem taşıyan saldırıların püskürtülebilmesi, saldırıların hedefi olan işçi ve emekçilerin silkinip ayağa kalkmasına, örgütlü, birleşik bir mücadele yürütmesine bağlıdır. Sınıf hareketinin üzerindeki ölü toprağını atması, siyasal bir sınıf hareketinin yaratılmasına bağlıdır. Sendikaların içinde bulunduğu tablo bu yenilenmenin sendikaları da kapsaması gerektiğini göstermektedir. Sendikalar sermayenin denetim araçları olmaktan çıkartılmalı, yeniden gerçek işlevine kavuşturulmalı, işçi ve emekçilerin mücadelesine hizmet etmelidir.

Devrimci bir siyasal sınıf hareketi yaratmak için!..

Siyasal bir sınıf hareketi ve buna bağlı olarak yeni bir sendikal hareket yaratmanın, kısa zamanda çözüm sağlayacak sihirli bir formülü yoktur. Herşey, işçi sınıfının tarihsel misyonuna inanan emekten yana güçler ile saldırıların birebir muhatabı olan sınıfın ileri, öncü kesimlerinin ortaya koyacakları çabaya, harcayacakları emek ve enerjiye bağlıdır.
İlk adım olarak, sözünü ettiğimiz bu güçlerin, sınıfın karşı karşıya olduğu bu temel sorunlar üzerinden biraraya gelip tartışmaları, deneyim ve birikimlerini paylaşmaları ertelenemez bir ihtiyaçtır. Bugün burada gerçekleştirilen sempozyum bu ihtiyacın ve bakışaçısının bir ürünüdür, bu çerçevede mütevazi bir ön adımdır. Bu yöndeki tartışmaların derinleştirilmesi, süreklileştirilmesi ve daha ileri adımların atılması ise, sınıf hareketine karşı sorumluluklarımızdan biridir.
Aynı şekilde, bu tür platformlarda elde edilen sonuçların sınıfın daha geniş kesimlerine ulaştırılması, onların sermayenin saldırılarının içeriği konusunda bilgilendirilmeleri ve örgütlü mücadeleye çağrılmaları bir diğer önemli ihtiyaçtır. Sempozyuma katılan bileşenlerin bu konuda da ortak bir arayış içine girmeleri, ortak çözümler üretmeleri, hedeflerimizden biridir.
Yeni bir sınıf hareketinin yaratılması, bu çerçevede sendikal ihanet çemberinin aşılmasına ilişkin görevler, esas olarak bir mücadele programı oluşturma ve örgütlenme alanındadır. Bir sempozyumun sınırları dikkate alındığında, siyasal bir sınıf hareketinin mücadele programına ilişkin görüşlerimizi burada ayrıntılandırmak gerekmiyor. Fakat birkaç temel noktayı vurgulamak istiyoruz.
Vurgulanacak ilk ve en önemli nokta, siyasal bir sınıf hareketinden devrimci bir sınıf hareketinin anlaşılmasıdır. Dünyada yaşanan gelişmeler kapitalist sistemin işçi ve emekçilere verebileceği hiçbir şey olmadığını yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır. Bugün işçi ve emekçilerin yaşadıkları her türlü yıkımın, uğradıkları bütün haksızlıkların gerisinde gün geçtikçe daha da asalaklaşan, çürüyen ve saldırganlaşan sermaye düzeni vardır. İşçi ve emekçilerin kendi sorunlarına bu düzen içinde gerçek ve kalıcı çözümler bulabilmeleri mümkün değildir.
İşçi sınıfının tarihsel misyonu kapitalizmi ortadan kaldırmak, sosyalizmi kurmaktır. Kriz içinde debelenen kapitalist sistem, işçi ve emekçilerin en sıradan, en insani ihtiyaçlarını bile karşılamaktan kaçınmakta, kayıtsız-şartsız bir kölelik dayatmaktadır. Keskinleşen rekabet ve kâr oranlarını yüksek tutma hırsı, burjuvazinin bu alandaki hareket imkanlarını alabildiğine sınırlamaktadır. Dolayısıyla, bugün sermayenin yıkım saldırılarına karşı yapılması gereken, işçi sınıfı ve emekçileri devrimci sınıf mücadelesine ve sosyalizme çağırmaktır.
Ancak, sınıf ve emekçi hareketini siyasallaştırma çabası, onları devrimci sınıf mücadelesine ve sosyalizme çağıran genel bir propagandayla başarılamaz. Asıl yapılması gereken, sınıfın ve emekçilerin yüzyüze kaldığı saldırılara ilişkin taleplerini devrimci bir temelde formüle etmek ve sermaye düzeninin çıkışsızlığını bunlar üzerinden anlatmaktır. Örneğin, bugün neo-liberal saldırılar olarak adlandırdığımız politikalar dosdoğru kapitalizmin krizlerine bir çözüm olarak gündeme getirilmektedir. Bu politikaların gerçek sahipleri ve sorumluları İMF memurları ya da hükümet yetkilileri değil doğrudan doğruya sermaye sınıfının kendisidir.
Dolayısıyla sermayeye akıl vermek, çözüm önermek yerine, yaşanan yıkım ve saldırılardan sermayeyi sorumlu tutan, işçi ve emekçilerin gerçek çıkarlarının ifadesi olan talepleri, sermayenin bunları yerine getirip getiremeyeceğinden bağımsız olarak formüle eden ve savunan bir mücadele programı, işçi ve emekçi hareketinin siyasallaşmasında son derece işlevsel bir rol oynayabilir.
Bir diğer konu örgütlenme alanındaki sorunlardır. Bugün sermayenin saldırılarıyla yüzyüze olan işçi ve emekçilerin ancak küçük bir kısmı sendikalarda örgütlüdür. Sendikaların içinde bulunduğu durum, aslında bu kesimin de mücadele edebilecekleri örgütlülükten yoksun oldukları anlamına gelmektedir. Üstelik sendikalar son yıllarda sürekli kan kaybetmektedir. İhanet çetelerinin sendikal örgütlenmeyi geliştirmek gibi bir sorunu yoktur. Onlar yeni üyelere sadece yeni aidat kaynağı olarak bakmaktadırlar. Bu nedenle de çoğunlukla devrimci ve ilerici güçlerin çabalarıyla örgütlenen işyerlerinde yaptıkları ilk şey patronlarla elele vererek mücadeleci işçileri tasfiye etmek ya da etkisizleştirmektir. Zira onlara mücadele edecek değil aidat ödeyecek, kendi egemenliklerini kabullenecek işçiler gereklidir.
Öte yandan, sendikalarda örgütlenmemiş işçi ve emekçiler çalışan kesimin asıl büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Sermayenin sistematik engellemeleri, örgütlenme bilincinden yoksunluk, yığınları bilinçlendirme ve örgütleme yönünde ciddi bir çabanın olmayışı, sendikaların içinde bulunduğu kötü tablo ve sendikacılara duyulan güvensizlik örgütlenmenin önündeki başlıca engelleri oluşturmaktadır.
Örgütlenme sorununun çözümünde çıkış noktası olacak araçlardan biri taban örgütleridir. Bu tür örgütlenmeler sermayenin saldırılarına ve sendikal ihanete karşı biriken öfke ve tepkinin mücadele kanallarına akıtılması noktasında önümüzdeki dönemde önemli işlevler yüklenebilirler.
En genel tanımıyla taban örgütleri, işçilerin ve emekçilerin doğrudan söz ve karar sahibi olabildikleri yapılanmalardır. Fakat bu çok genel bir tanımdır ve bir işletmedeki ya da bölgedeki işçilerin biraraya gelip sorunlarını konuşmaya, bunlarla ilgili kararlar almaya başlaması işlevsel bir taban örgütü oluşturdukları anlamına gelmez. Kuşkusuz bu da anlamlıdır ve bu tür girişimler de özellikle şu dönemde her türlü desteği hak etmektedir.
Bu dönemde hem sendikalı hem de sendikasız işyerlerinde, sanayi havzalarında ve emekçi semtlerinde yaşanan sorunlara ve içinde bulunulan koşullara uygun taban örgütlerinin kurulması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması mutlaka yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Bu yerine göre bir işyeri komitesi, yerine göre bir dernek ya da daha farklı bir örgütsel biçim olabilir. Koşulların ve imkanların farklılığı nedeniyle tek bir biçimde ısrar etmek doğru olmayacaktır. Önemli olan bu tür taban örgütlerinin biçimi değil fakat niteliğidir.
Deneyimler, sınıfın gerçek taleplerine yaslanmayan taban örgütlerinin sermayenin saldırılarını püskürtmede etkili olamadıklarını ve bürokratik denetimin dışına çıkma yeteneğinden yoksun olduklarını göstermektedir. Bu tür örgütlenmeler ilk ciddi zorlanmada sendikal bürokrasiye eklemlenmek, etkisizleşmek ya da dağılmak gibi sorunlarla yüzyüze kalmaktadır. Bu nedenle, sermayenin ve sendikal bürokrasinin her türlü denetiminin dışında, sınıfın bağımsız çıkarlarına ve gerçek taleplerine dayalı örgütlenmeler yaratmak, bu durumda olmayanları ileri çekici müdahalelerle dönüştürmek hedeflenmelidir.

***
Sonuç olarak şu ana kadar söylediklerimizi toparlayacak olursak,
* Emperyalist kapitalizmin neo-liberal politikaları uyarınca yürürlüğe sokulan sosyal hak gaspları, sermayenin işçi sınıfına, emekçilere yönelttiği toplam saldırıların bir parçası ve devamıdır. Sınıfsal çelişkileri derinleştiren sosyal saldırıların hedefinde işçi sınıfı ve emekçiler vardır. Saldırılar ancak bu sınıfsal temelde karşılanabilir. Saldırıları ancak siyasallaşmış, birleşik, militan bir sınıf hareketi püskürtebilir.
* Saldırılar, emperyalist tekellerle işbirliği içerisindeki sermaye iktidarı eliyle yürütülmektedir. Sözde muhalefet partileriyle, hükümetiyle, ordusuyla, yargı kurumları ve cumhurbaşkanıyla tüm düzen cephesi, bu saldırılara dolaysız olarak hizmet etmektedir. Sosyal saldırılara, hak gasplarını içeren yasalara ve özelleştirmelere karşı mücadelede, icazetçi uzlaşmacı sendika bürokratları ile liberal reformistlerin pompaladığı anlayışlara kapılmak; yargı yoluyla saldırıların durdurulacağına inanmak; cumhurbaşkanlığının bu saldırı yasalarını veto edeceği boş beklentisine kapılarak oyalanmak ya da şu veya bu düzen partisine bel bağlamak, yenilgiyi baştan kabul etmek demektir.
* Saldırılara karşı, bizzat bu saldırıları yürüten sözde ‘sosyal devlet'i, kapitalist ‘refah toplumu' modelini savunmak, mevcut statüyü korumaya çalışmak, çıkışsız ve boş bir çabadır. Gaspedilmeye çalışılan hak ve özgürlükler sonuna kadar savunulmalı, bunun için dişe diş bir sınıf mücadelesi verilmelidir. Fakat sosyal hakları savunmak, bunun için mücadele etmek ile ‘sosyal devlet'i eski biçimiyle savunmak tümüyle farklı şeylerdir. Sosyal hakların gaspına, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesine karşı mücadele sözde ‘sosyal devlet'i savunmaya bağlanamaz. Tüm saldırılara karşı mücadele, işçi sınıfının bağımsız devrimi sınıf iktidarı hedefine hizmet etmelidir.
* Neo-liberal saldırıları kapitalizmin diğer saldırılarından ayırmak, emperyalist savaş ve saldırganlıktan koparmak, ayrı bir olgu olarak ele almak mümkün değildir. Sosyal saldırılara karşı mücadele, kaçınılmaz olarak, emperyalist köleliğe, emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı mücadele görevleriyle birlikte ele alınmalı, bunun yakıcı pratik gereği olarak bölge halklarıyla dayanışma görevleri yerine getirilmelidir.
* ‘Küreselleşme', kapitalizmin yeni bir aşaması değil, onun giderek daha da saldırganlaşan emperyalist niteliğini gözlerden saklamak için bilinçli olarak üretilen ve kullanılan ideolojik bir kavramdır. ‘Küreselleşme', ‘uygarlıklar savaşı', ‘dinler savaşı'yla gerçekte gözlerden saklanmaya çalışılan emperyalist barbarlık ve yayılmacılıktır. Bu ideolojik saldırıları boşa çıkarmanın en etkili yolu ise, sınıf savaşını yükseltmek, halkların kardeşliğini, işçi sınıfının uluslararası birliğini sağlamaktır.

Sermayenin sosyal saldırılarına karşı güçlü bir mücadele örgütlemek için güncel ve pratik görevlere çağrı!

* Saldırılara karşı işçi sınıfını ve emekçi yığınları aydınlatma ve bilinçlendirme hedefiyle merkezi ve yerel düzeyde yürütülecek bu tür etkinlikler bir ihtiyaçtır. Böyle bir ihtiyaç, mevcut saldırılara karşı mücadele görevleriyle birarada ele alınmalı, sınıfın mücadele ve örgütlülük düzeyini geliştirmeye hizmet etmelidir. Belli ilkeler çerçevesinde, daha güçlü bir taban çalışmasına dayalı kurultay, panel, söyleşi, sempozyum gibi bu türden ortak etkinlikler örgütlenmelidir.
* Sosyal saldırılar, hak gaspları ancak güçlü ve uzun soluklu bir mücadeleyle, sınıfın en geniş kesimlerini harekete geçirecek, ona yol gösterecek devrimci bir sınıf örgütlülüğüyle püskürtülebilir. Ne sendikalar, ne de alt ve orta kademe sendikacıların oluşturduğu Emek Platformu gibi oluşumlar bu ihtiyacı karşılayabilir. Tepeden, merkezi olarak oluşturulmaya çalışılan, sendikal sınırları ve sendikalist anlayışları aşmayan, bürokratik işlerle vakit öldüren içi boş platformlar yerine, ayağını sağlam biçimde fabrikalara, işyerlerine, yerellere basan, gerçekleşen saldırılara karşı günbegün mücadele içerisinde pekişen güç ve eylem birlikleri oluşturulmalı, bu çalışmaya bağlı olarak giderek daha merkezi oluşumlara gidilmelidir.
* Bu saldırıların karşılanabilmesi için sendikaların gerçek birer mücadele silahı haline getirilmesi çok önemli bir diğer ihtiyaçtır. Fakat ne yazık ki, sendika bürokrasisinin tam denetimine geçen işçi sınıfının bu en temel örgütlenme ve mücadele aracı, kötürümleşmiş, işlevsizleştirilmiştir. Sendikalara tekrar hayat vermenin yolu, düzenin 5. kuvveti haline gelen sendika bürokratlarının sendikalar üzerindeki denetimini kırmaktan, sendikaları gerçek birer mücadele silahı haline getirmekten geçmektedir. Bu nedenle, mevcut güç ve olanaklar, sınıf sendikacılığı çizgisinde, her türden gerici sendikal anlayışa karşı mücadelede seferber edilmelidir. Öte taraftan, devrimci ve mücadeleci bazı sendika mevzilerini ellerinde tutan anlayışlara sirayet eden dar grupçu, tekkeci yaklaşımlara derhal son verilmeli, bu mevziler sendikaların sınıfın sendikaları haline getirilmesinin birer olanağı olarak kullanılmalıdır.
* Sendikalara gerçek işlevinin kazandırılması yönünde yapılacak müdahale, işçi sınıfının büyük bir kesiminin örgütlenmesi çalışmasından bağımsız ele alınamaz. Bu amaçla, toplam saldırılara karşı güçlü ve ortak bir mücadele için örgütsüz işyeri ve fabrikalardaki güçler ve olanaklar değerlendirilmelidir.
* Gerçekleşen mevzi ve tekil direnişleri güçlendirmek, gerekli sınıf desteği örgütlemek ve bu direnişleri yaygınlaştırmak güncel bir görev olduğu kadar, tüm saldırılara karşı sınıfın birleşik direnişini örgütlemenin önemli bir halkasını oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, işçi sınıfının tarihsel misyonuna inanan emekten yana güçler ile saldırıların birebir muhatabı olan sınıfın ileri, öncü kesimlerini bugün önemli sorumluluklar beklemektedir. Eğer üzerimize düşen sorumlulukların hakkını verebilirsek, eğer sınıfın mücadele ve örgütlenme alanındaki ihtiyaçlarını çözmeye dönük bir irade ve çaba ortaya koyabilirsek, son derece anlamlı bir işi de başarmış olacağız.
Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu olarak bu konuda önümüze çıkacak her türlü fırsatı değerlendirmeye, tüm güç ve imkanlarımızı işçi ve emekçilerin birleşik, militan ve siyasal mücadelesini yaratma hedefi doğrultusunda seferber etmeye hazır olduğumuzu ifade ediyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle tüm katılımcıları selamlıyoruz...
Sempozyumun amacına uygun ve başarılı geçmesini diliyoruz...