19 Şubat 2005
Sayı: 2005/07 (07)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD Ortadoğu'da yeni fırsatlar yaratma peşinde!
  İMF anlaşmasının kaderi sokakta belirlenecek!
  Amerikancı işbirlikçiler suç ortaklığını
pekiştiriyor
  Sermaye, savaş çetesiyle “eşgüdüm
mekanizması” oluşturacak
  16 Şubat sınıf hareketinde bir ayrışma ve saflaşma döneminin yaşanmakta olduğunu
ortaya koydu
  İstanbul 16 Şubat eylemi
  Çeşitli illerde 16 Şubat EP eylemi
  SEKA’den TEKEL’e, Kocaeli’den Diyarbakır’a  SEKA gibi direnmek
  Devrimci inisiyatif ve irade ile sınıfın birleşik direnişini öreceğiz!
  Haramidere’nin haramisinden hesap
soracağız!
  Ravelli işçileri, işverenin şiddeti ve
ludizm üzerine/Yüksel Akkaya
   8 Mart üzerinden yaşanan ayrışma üzerine
  BDSP tarafından sempozyuma
sunulan tebliğ
  Sempozyum sonuç bildirgesi: Devrimci bir siyasal sınıf hareketi yaratmak için!
  Kampanya ve sempozyum üzerine
  OSB-İMES Derneği’nin
sempozyum tebliği
  Haluk Gerger’le “Kan tadı” üzerine
 Emek Platformu Adana
bölge toplantısı
Emperyalist-siyonist zorbaların kanlı eli
Lübnan’ı yeniden karıştırmaya başladı
 Lübnan, BM ve işgaller!
Fransa’da liseli gençlik ve eğitim emekçileri ayakta!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

İMF ile imzalanacak yeni anlaşma gecikiyor...

İMF anlaşmasının kaderi sokakta belirlenecek!

İMF ile 3 yıl önce imzalanan stand by anlaşması 4 Şubat'ta sonra erdi. İmzalanacağı Aralık ayında ilan edilen yeni stand by anlaşması ise henüz ortada yok. Ne zaman kesinleşip yürürlüğe gireceği de belli değil. Yani Türkiye'nin bir İMF programına resmi olarak bağlı olmadığı günler yaşıyoruz.
Fakat bu durum pratikte hiçbir şeyi değiştirmiş değil. İMF sanki bir program varmış gibi, her vesileyle Türkiye'deki ekonomik gelişmelere karışmaya, kendi ağırlığını hissettirmeye devam ediyor. Hükümet ise İMF'nin öngördüğü politikaların dışına çıkmamaya, emekçilere dönük saldırı politikalarını kararlılıkla uygulamaya devam ediyor.
Bunun farklı nedenleri var. Birincisi gündemdeki saldırı programları İMF memurlarının hatırı için değil, emperyalist tekellerin ve sermayenin çıkarları öyle gerektirdiği için uygulanıyor. Dolayısıyla değil anlaşma, İMF denilen kurum toptan ortadan kalksa bile, bu politikalar yolu yordamı bulunup bir biçimde uygulanacaktır. İkinci neden ise, hem İMF'nin hem de hükümetin yeni bir stand-by anlaşmasının imzalanacağından emin olmasıdır. Bugün bir takım engeller nedeniyle gecikse bile, her iki taraf da bir süre sonra bu engellerin ortadan kalkacağını ve yeni bir anlaşmanın imzalanacağını bilmektedir.
Şu günlerde düzen cephesinde İMF ve stand by anlaşmasıyla ilgili bazı tartışmalar var. Bu tartışmalardan birincisi ‘Türkiye İMF ile anlaşma imzalamalı mı, yoksa imzalamasa da yoluna devam edebilir mi' sorusu etrafında yaşanmaktadır. Bir diğer tartışma ise İMF ve hükümet arasında şu anda meclis gündeminde olan Teşvik Yasası'nın kapsamı ve maliyetiyle ilgili görüş ayrılığından kaynaklanmaktadır.

Türkiye kapitalizmi İMF'siz yapamaz

Türkiye İMF ile anlaşma yapmasa da olur diyenlerin farklı gerekçeleri var. Fakat en fazla dile getirilen görüş, İMF programlarının ülkelerin ekonomisini düze çıkartmaktan çok batırdığı, o nedenle birçok ülkenin İMF programlarını uygulamaktan vazgeçtiği tezine dayanıyor. Bazı yönlerden durumu Türkiye'yi andıran Brezilya'nın geçtiğimiz günlerde bir daha İMF ile anlaşma imzalamayacağını ilan etmesi ise bu görüşü savunanlara ‘Bakın Brezilya yapıyor, demek ki Türkiye de yapabilir' dedirtiyor.
Dünyadaki genel duruma bakıldığında, gerçekten de son yıllarda bir dizi ülkenin İMF ile ekonomik istikrar programlarına dayalı ilişkilerini kestikleri görülmektedir. Brezilya bunun son örneği olmaya adaydır.
Brezilya'da iktidarda bulunan Lula, esasen daha iktidara gelmeden önce, eğer seçilirse İMF ile ilişkileri tasfiye edeceğini vaat etmişti. Emekçiler ve yoksulların umudu haline gelen Lula bu sayede devlet başkanı seçilmişti. Fakat iktidara geldikten sonra ABD tekelleriyle ve İMF ile ilişkileri tasfiye etmek yerine, onların dayattığı yıkım programlarını emekçileri oyalayacak bazı gerekçeler öne sürerek uygulamaya devam etti. Bu durum onun itibarını büyük ölçüde düşürdü. Bundan iki yıl önce emekçiler tarafından bir umut olarak görülen Lula, son zamanlarda emperyalizmin piyonu olmakla, emperyalist saldırı politikalarını uygulamaya devam etmekle suçlanır oldu. Devlet başkanı Lula bu nedenle güvenilirliğini önemli ölçüde yitirdi.
Dünya kapitalizminin son dönemde yaşadığı geçici büyüme ve rahatlamanın ortaya çıkardığı imkanlardan yararlanmasını bilen Lula yönetimi şimdi buna dayanarak İMF ile bir daha anlaşma yapmayacağını ilan ediyor. Fakat Lula yönetimi'nin bu davranışı, Brezilya ekonomisinin gerçek gücüne değil konjonktürel durumun uygunluğuna dayalı ve esas olarak da ülkedeki toplumsal muhalefeti bir ölçüde dizginleme amacına hizmet ediyor.
Gene de bunun yanında Brezilya ekonomisi Türkiye ile karşılaştırıldığında bir dizi avantaja da sahip ve bu avantajlar sözü edilen politikanın gündeme getirilmesine ek imkanlar sağlamaktadır. Örneğin Brezilya'nın dış borcunun ulusal gelire oranı yüzde 30. Türkiye'de ise bu rakam bilindiği gibi yüzde 55'i geçmektedir. Gene Brezilya dış ticaret fazlası veren bir ülkedir, yani cari fazla vermektedir. Türkiye'nin cari açığı ise giderek büyüyor ve ekonomideki dengeleri sarsacak düzeylere tırmanıyor. Kısacası Brezilya, Türkiye kadar yakıcı bir biçimde dış finansman desteğine ihtiyaç duymamaktadır. Ekonomik göstergeleri Brezilya'ya göre hayli kötü olan Türkiye kapitalizmi krizlere karşı çok daha korumasızdır.
Sonuçta sıcak para girişi ve dış borç desteği olmadan Türkiye ekonomisindeki yalancı bahar havasının sürdürülmesi ve dengelerin korunması mümkün değildir. Türkiye burjuvazisi emperyalist finans kurumlarına sırtını dönerek yolunu yürüyecek güç ve imkanlardan yoksundur. Durum böyle olunca da, İMF ile anlaşma yapıp yapmama gibi bir tercih şansı bulunmamaktadır. Yeni stand by anlaşması biraz gecikerek de olsa mutlaka imzalanacaktır.

Teşvik Yasası: Teklif var ısrar yok!

Stand by tartışmaları kapsamında gündeme gelen konu da Teşvik Yasası oldu. Ekonomideki nispi rahatlamanın yarattığı imkanlardan daha fazla faydalanmak isteyen orta burjuva katmanların AKP üzerindeki basıncıyla gündeme gelen düzenlemelerden biri de Teşvik Yasası oldu. Şimdiye kadar 36 ilde sanayi yatırımlarına verilen teşviklerin kapsamının genişletilmesi ve diğer illere de yaygınlaştırılması, AKP üzerinde belli bir ağırlığı bulunan küçük sanayicilerin temel taleplerinden biriydi. AKP hükümeti, bu konuda İMF ile büyük sermayeden gelecek tepki ve basıncı az-çok hesap edebildiği halde, hem teşvikten yararlanmayı uman orta burjuva kesimlere mavi boncuk dağıtmak hem de İMF'ye kafa tutabildiğini göstermek, bu sayede yıpranmaya yüz tutan itibarını bir parça olsun yenilemek için Teşvik Yasası'nı gündeme taşıdı.
İMF bu duruma tepki vermekte gecikmedi. 9 Şubat'ta bir açıklama yapan İMF Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp, teşvik kapsamındaki illerin genişletilmesinin bütçeye maliyetinin çok yüksek olacağını ve bunun bütçenin dengesini tehdit edeceğini söyledi. Eğer bu mutlaka yapılacaksa ek kaynak yaratılmasının zorunlu olduğunu belirtti.
Hükümet, bu açıklamaya rağmen, ‘İMF'de kim oluyor' havalarında, ‘Parası bulunur, konu hükümeti ilgilendirir' sözleri eşliğinde Teşvik Yasası'nın meclise sevkiyle ilgili adımları atmaya devam etti. Bakanlardan ve başbakandan, teşviklerle ilgili yasal düzenlemenin meclisten geçirileceği, bu düzenlemenin bütçe dengelerini tehdit etmesi diye bir şeyin sözkonusu olmadığı yönünde açıklamalar geldi.
Bu gelişmeler üzerine İMF yeniden harekete geçti. İMF Türkiye Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp, 15 Şubat'ta yeni bir açıklama yaparak, Teşvik Yasası ile ilgili gelişmelerden rahatsızlık duyduklarını, hükümetin atacağı adımlara göre stand by anlaşmasının gecikip gecikmeyeceğine karar vereceklerini belirti. Bredenkamp, ‘Bunun anlaşmayı daha da geciktirip geciktirmeyeceği, hükümetin bunu ne kadar hızlı çözeceğine bağlı' diye konuştu.
Hemen arkasından İMF'den daha üst düzey bir açıklama daha geldi. İMF Dış İlişkiler Direktörü Tom Dawson Washington'da yaptığı açıklamada, Teşvik Yasası'nın bütçe hedeflerini tehlikeye soktuğunu belirti. Tom Dawson bu teşvik planının çarpıklıkları artıracağını, sosyal güvenlik sistemini zayıflatacağını ve ciddi bir mali bedelinin olacağını düşündüklerini, rahatsızlıklarının bundan kaynaklandığını ifade etti.
İMF cephesinden gelen bu net ve kararlı tutum karşısında hükümet çark etti. Bir taraftan kararlılık gösterisine devam edilirken, bir taraftan da teşviklerle ilgili yasal düzenlemelerin rafa kaldırılması için harekete geçildi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın ‘yiğitliği' elden bırakmaksızın İMF açıklamalarına ilişkin ‘Her kuruluş kendine ait açıklamaları gerektiği zamanda yapabilir. Bu kendi iradesinde olan bir şeydir. Bu bizi bağlamaz.' diye konuştuğu gün meclis komisyonlarında görüşülen Teşvik Yasası, AKP ve CHP milletvekillerinin ortak kararlarıyla alt komisyona havale edildi. Yani bir süreliğine gündemden çıkartıldı.
Teşvik Yasası üzerinden yaşanan tartışmalar, bir kez daha, hükümetin İMF ile imzalanacak yeni anlaşmayı risk altına sokacak en küçük bir adım dahi atamayacağını gösterdi.

Yeni stand-by için önkoşulların yerine getirilmesi bekleniyor

Gündemdeki tartışmalardan, yeni stand-by anlaşması konusunda hükümetin ya da İMF'nin ayak sürüdü gibi sonuçlar çıkartmak mümkün değil. Zaten hem İMF, hem de hükümet bu anlaşmanın imzalanacağını daha Aralık ayı içerisinde açıkladılar. Dolayısıyla gecikmenin nedeni herhangi bir tarafın keyfi tutumundan kaynaklanmamaktadır. Gecikmenin asıl sebebi, anlaşmaya ilişkin ön görüşmelerde üzerinde anlaşılan bazı ön koşullardır. Ön görüşmelerde yeni anlaşmasının bu ön koşullar hükümetçe yerine getirildikten sonra imzalanmasına karar verilmiştir. Gelir idaresinin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili yasaların çıkartılması, sosyal hak gasplarıyla ilgili saldırı yasalarının ve Bankalar Yasası'nın son şekli verilerek meclise sevk edilmesi anlaşmanın temel ön koşullarıdır.
Hükümet şu sıralar bu konularda istenilenleri yerine getirmek için canla başla uğraşmaktadır. Gelir idaresinin yapılandırılmasıyla ilgili adımlar atılmaktadır. Bankalar Yasası bakanların imzasına açılmıştır ve bir hafta içerisinde meclise gönderileceği ifade edilmektedir. Ön koşulların yerine getirilmesi noktasında en temel sorun, sosyal güvenlikle ilgili düzenlemelerdir. Sosyal hakların gaspı, özelleştirme saldırısıyla bir arada şu sıralar sınıf hareketinin gündemindedir ve iyi kötü yürütülen bir mücadelenin konusudur. Hükümet bu nedenle acele etmemekte ve sosyal güvenlikle ilgili yasa taslaklarını sendikal ihanet çeteleri üzerinden bir sahte uzlaşmaya dayandırmak için girişimlerini sürdürmektedir. Çalışma Bakanı, yasa taslaklarının ilgili taraflara iletildiğini, konuyu sosyal taraflarla konuşacaklarını, herkesin görüşünü aldıktan sonra tasarılara son şeklini vereceklerini açıklamıştır.
Hükümet SSK hastanelerinin devri, Köy Hizmetleri'nin kapatılması ve özelleştirmeler üzerinden işçi ve emekçilerin ortaya koyabileceği mücadele kapasitesini kestirmeye çalışmaktadır. Kısacası sosyal güvenlikle ilgili yasaların meclise sevk edilip edilmeyeceği ve bununla bağlantılı olarak yeni stand by anlaşmasının kaderi işçi ve emekçilerin ortaya koyacakları mücadelenin gücüne bağlıdır. Bugün işçi ve emekçiler saldırıları gerçek anlamda püskürtebilecek güçten yoksun olsa da bir eylemlilik süreci içindedir. SEKA'da TEKEL'de, limanlarda, SSK hastanelerinde ve irili ufaklı birçok fabrikada sermayenin değişik saldırılarına karşı bir direniş söz konusudur. Sendikal ihanetin tahrip edici etkisi nedeniyle ciddi sancılar ve açmazlar sözkonusu olsa da, mücadele yayılma ve güçlenme eğilimi içerisindedir. Özelleştirme saldırısının simgesi haline gelen SEKA'da sonuç alamaması ve SSK hastanelerinin devri konusunda sert tepkilerle karşılaşması durumunda sermaye yeni saldırı politikalarını hayata geçirme konusunda eskisi kadar rahat davranamayacaktır. İMF politikalarının ve yeni stand-by anlaşmasının kaderi gerçek anlamda işçi ve emekçilerin elindedir.