19 Şubat 2005
Sayı: 2005/07 (07)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD Ortadoğu'da yeni fırsatlar yaratma peşinde!
  İMF anlaşmasının kaderi sokakta belirlenecek!
  Amerikancı işbirlikçiler suç ortaklığını
pekiştiriyor
  Sermaye, savaş çetesiyle “eşgüdüm
mekanizması” oluşturacak
  16 Şubat sınıf hareketinde bir ayrışma ve saflaşma döneminin yaşanmakta olduğunu
ortaya koydu
  İstanbul 16 Şubat eylemi
  Çeşitli illerde 16 Şubat EP eylemi
  SEKA’den TEKEL’e, Kocaeli’den Diyarbakır’a  SEKA gibi direnmek
  Devrimci inisiyatif ve irade ile sınıfın birleşik direnişini öreceğiz!
  Haramidere’nin haramisinden hesap
soracağız!
  Ravelli işçileri, işverenin şiddeti ve
ludizm üzerine/Yüksel Akkaya
   8 Mart üzerinden yaşanan ayrışma üzerine
  BDSP tarafından sempozyuma
sunulan tebliğ
  Sempozyum sonuç bildirgesi: Devrimci bir siyasal sınıf hareketi yaratmak için!
  Kampanya ve sempozyum üzerine
  OSB-İMES Derneği’nin
sempozyum tebliği
  Haluk Gerger’le “Kan tadı” üzerine
 Emek Platformu Adana
bölge toplantısı
Emperyalist-siyonist zorbaların kanlı eli
Lübnan’ı yeniden karıştırmaya başladı
 Lübnan, BM ve işgaller!
Fransa’da liseli gençlik ve eğitim emekçileri ayakta!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Devrimci inisiyatif ve irade ile sınıfın birleşik direnişini öreceğiz!

Birleşik mücadele arayışı, sınıf hareketinde uzun dönemdir kendisini güçlü biçimde hissettiren bir olgudur. ‘89 Bahar eylemlilikleriyle başlayan ‘91'de doruk noktasına ulaşan hareket, basit ve yerel mücadele biçimlerinden genel ve militan mücadele biçimlerine uzanan bir hatta, güçlü taban dinamikleri ile birlikte politik bir öncü işçi kuşağına dayanarak ‘genel grev'i zorlamaktaydı. Sendika bürokrasisi hareketin bu dayatmasını merkezi hava boşaltma eylemleri ve pijamalı soytarılıklarla boşa çıkarmaya çalışırken, hareketin yetiştirdiği öncü işçi kuşağı da peyder pey kırıldı. Akabinde sınıf hareketi adım adım parçalandı, dağıtıldı. Güçten düşürülüp, güveni kırılarak sendika bürokrasisinin, aynı anlama gelmek üzere burjuvazinin tam denetimi altına alındı.
‘90'lı yılların ortaları mevzi direnişlerin yoğunlaştığı bir dönemdi. Mevzi direnişlerin en önemli sorunu güçlü-eylemli bir sınıf dayanışmasından yoksunluk olarak kendisini gösterdiği ölçüde hayati önemde kendisini hissettiren birleşik mücadele ihtiyacı ve bunun ürünü arayışlar diri kalmaya devam etti. Ancak bu arayışlar, ileri-devrimci güçlerin müdahaleleriyle sınırlı güçleri kapsayan yerel platformlar ve yine bu sınırlardaki bir destek faaliyetinin ötesinde bir karşılık bulamadı. Bundan dolayı, güçlü ve militan başlayan dönemin birçok mevzi direnişi yenilgiyle sonuçlandı.
Nihayet, ‘98 metal eylemleri ve akabinde yaşanan SEKA direnişi, işçi sınıfının sektörel ölçekte, sendika bürokrasisini karşısına alarak ve ona rağmen birleşik-mücadele arayışına kendiliğinden fiili bir düzey kazandırdığı örneklerdi. Ama bu örnekler, birincisinde genel olarak merkezi bir önderlikten yoksun olduğu ölçüde yenilgi kaçınılmaz olurken, ikincisinde ise sektörel direniş başarıya ulaştı, ama bu sermaye açısından sadece taktik bir geri çekilmeydi. SEKA, parçalara ayrılarak sektörel dayanışma ve direnme gücü ortadan kaldırıldı. Elbette sermayenin SEKA direnişi karşısında sadece taktik olarak geri çekildiği SEKA işçilerinin de bildiği bir gerçekti. SEKA işçileri direniş sırasında da, direnişten sonra da özelleştirmeye karşı birleşik mücadelenin gerekliliği konusunda belli bir bilince dayalı olarak Türk-İş bünyesinde bir baskı unsuru oldular. Özelleştirme sorununun sınıf hareketinin mücadele deneyimi yüksek başka bir dizi bölüğünce de yaşanıyor olması, Türk-İş üzerindeki baskıyı arttırınca hava boşaltma amaçlı merkezi eylemler yeniden gündeme geldi. Tabandaki basınç yoğun ama şekilsiz olunca, bu hava boşaltma amaçlı merkezi eylemler son derece başarılı oldular.
‘99 yılı, sınıf hareketine ortak ve hayati bir amaç birliği kazandıran mezarda emeklilik saldırısıyla ateşlenen, yaygın, birleşik ve sendika bürokratlarınca önü alınmakta güçlük çekilen bir hareketliliğe sahne oldu. Bu dönemin ön günlerinde sınıf hareketinin güçlü, birleşik mücadele arayışına sendika bürokratlarınca verilmiş bir yanıt olarak kurulmuş olan Emek Platformu, işçi ve emekçilerin hayati saldırı karşısındaki mücadele istek ve kararlılıklarına bir ölçüde yanıt vermek zorunda kaldı. Nihayet bir dönem hareketin güçlü taban dinamizminin önünde sürüklendikten sonra deprem yıkıntısından bir barikat kurmayı başardılar. Sınıf ve emekçi hareketinin dalga dalga gelen kendiliğinden hareketi, bir kez daha iç örgütsüzlüğüne ve sendika bürokrasisini aşan bağımsız bir örgütlü inisiyatiften yoksunluğa yenilmiş oldu. Böylelikle Emek Platformu'nun sınırları ve işlevi sınıfın geniş bölüklerince anlaşılmış olmakla kalmadı, alt kademe sendikacılar şahsında Emek Platformu'nu etkinleştirmek üzere inisiyatif kullanma amacıyla yerel emek platformlarını gündeme getirdi. Ancak yerel platformlar, alt kademe sendikacıların üst kademe sendikal bürokrasi karşısındaki iradesizliklerinin yeni örnekleri olarak, özellikle ileri ve öncü işçiler üzerinde derin hayal kırıklıkları yaratarak kısa sürede yokoldular.
İşçi ve emekçiler, önce merkezi Emek Platformu, sonrasında ise yerel platformlar tarafından hayal kırıklığına uğratılmalarına karşın Emek Platformu'na yönelik beklentilerini sürdürdüler. Ancak Emek Platformu, özellikle 2001 krizi sonrasında gösterdiği pratikle de yeniden yeniden bu beklentileri boşa düşürmekte gecikmedi. İşçi hareketi, yoğun saldırıların biriktirdiği ve yeniden tazelediği mücadele istek ve arayışları ile sermaye uşağı Emek Platformu'nun arasında çıkışsız kaldı. Bu durum zamanla derinleşecek çaresizlik duygusunu sınıf hareketinin örgütlü kesimlerine egemen hale getirdi. Ayrıca daha önce herşeye rağmen üst kademe sendika bürokratlarını aşarak yerellerde belli bir mücadele inisiyatifi gösterebilen alt kademe sendikacılar da bu çaresizliği besleyerek ve onu bir bahane olarak kullanarak artık tümüyle atalet ve kayıtsızlık içerisine düştüler.
Geldiğimiz bu nokta, sınıf hareketindeki mevcut durumu da anlatmaktadır. Her bakımdan dağınıklık ve parçalılık ile çaresizlik, sınıf hareketinin bugünkü tablosunun temel unsurları olmayı sürdürmektedir. Dahası sermayenin kapsamlı ve hayati saldırı programlarının azalmayan şiddeti bu tabloyu her geçen gün daha da kötüleştirmektedir. Ama sınıf hareketi cephesinden durum bu denli kötü olmasına karşın, birleşik mücadele arayışı tüm bir dönemi kesen bir olgu olarak kendisini hala güçlü biçimde göstermeye devam etmektedir. Sınıf hareketinin birleşik mücadele ihtiyacı yakıcılığını korumakta ve nispeten diri kesimlerinde bir takım arayışlara konu edildiği ölçüde, ‘genel grev' talebinin öne çıktığı eylemliliklere tanık olunmaktadır.
En son SSK hastanelerinin devri dolayısıyla yaşanan hareketlilik neticesinde Emek Platformu'nun aldığı eylem kararları bu isteğe verilmiş bir yanıt olma özelliği taşımaktaydı. Ancak sınıf hareketinin bahsedilen olumsuz tablosu değiştirilmeksizin, bu talebin Emek Platformu tarafından az-çok kararlı bir biçimde karşılanması beklenemezdi. Nitekim 16 Şubat fiyaskosu bunun en bariz örneği durumundadır. Ortada bunca saldırı ve saldırı hazırlığı varken bu türden ‘uyarı eylemleri' yapmak işçi sınıfıyla dalga geçmek dışında bir anlam taşımamaktadır. Bunun için, sınıf güçlerinin bu ‘uyarı eylemleri'ne itibar etmemesi doğaldır. İşçi sınıfı bu hainlere güvenemeyeceğini en bayağısından bir ihanetle yüzyüze kalarak bir kez daha görmüş bulunmaktadır. Ama bu mevcut tablo değişmedikçe, çaresizliğini ve güvensizliğini katlamaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Elbette böylelikle sendika bürokratları bir kez daha amaçlarına ulaşmış olmaktadırlar.
Ama sınıf hareketi cephesinden bu olumsuz gidişatın sonu uzak değildir. Çünkü, birincisi daha önce sık sık vurguladığımız üzere sınıf hareketi önü alınamayan gerileme süreciyle artık ‘dip' noktaya ulaşmıştır. Bu noktadan daha da geriye gitmek mümkün değildir. Böyle olduğu ölçüde bu ‘dip noktası' aynı zamanda bir başlangıç noktasıdır. Sınıf hareketi nasıl ve ne kadar sürede olacağı bugünden kestirilemese de, bulunduğu bu noktadan yeni bir başlangıç ve ilerleme için dayanaklar oluşturacak ve günü geldiğinde zincirlerini kıracak gücü bulacaktır kendinde. Gelişmenin nesnel mantığı ve sınıf hareketinin tarihsel deneyimleri bunun böyle olması gerektiğini göstermektedir.
İkinci olarak; birinci savımızı rastlantılara bağlı olmaktan çıkaran ve güvenceleyen bir olgu, sınıf hareketinde giderek kendisini daha belirgin biçimde göstermektedir. Bu olgu, henüz sınıf hareketinin mücadele ve örgütlenme ihtiyacına yanıt vermek güç ve olanaklarından yoksun olsa da, akıntıya göğüs gererek sağlam adımlarla ilerleyen komünist sınıf çalışmasıdır. Emek Platformu'nun 16 Şubat soytarılığından kısa bir süre önce gerçekleştirilen ‘Geleceksiz yaşamaya, güvencesiz çalışmaya hayır!' sempozyumu, bu olgunun dolaysız ve güncel ifadesi olmuştur. Sınıf hareketinin sendika bürokratları ve her türden burjuva sınıf işbirlikçiliği platformu karşısında savunmasız ve çaresiz olduğu bir dönemde, küçük sanayi sitelerinin genç işçilerinden sendikalı-sendikasız orta ve büyük ölçekli fabrikalarda çalışan işçilere kadar geniş bir yelpazeden işçiler, bu etkinlikte biraraya gelerek sorunlarını tartışmış, birleşik mücadele-örgütlenme için güçlü bir irade ortaya koymuşlardır. Bu irade, sendika bürokrasisi karşısında sınıf güçlerinin artık çaresiz olmadığını göstermektedir.
Elbette yolun henüz başındayız, ama sempozyumun da gösterdiği gibi artık yola çıkılmıştır. Bugün önemli olan da budur. Bundan sonrası artık daha büyük bir cüret ve atılganlıkla, devrimci sınıf çizgisi rehberliğinde sınıfın sermayeye ve emperyalizme karşı birliğini ve genel eylemini adım adım örebilmektir.
Bunu da başaracağız!

---------------------------------------------------------------------------------

Asil Çelik grevi sona erdi

Birleşik Metal-İş Sendikası'nın örgütlü olduğu Asil Çelik Fabrikası'nda 31 Ocak günü başlayan grev, 11 Şubat günü sendika yetkilileri ile patron arasında yapılan görüşmeyle sonlandırıldı. Ücretlerde ortalama %10, sosyal haklarda ise %30 artış sağlandı. Düşük ücretlerde artış oranı ise %19 olarak belirlendi.
12 gün süren grev uzlaşmayla sonuçlandı. Asil Çelik grevi, işçi sınıfının son dönemlerde yaygınlaşma eğilimi gösteren hareketliliğiyle birlikte değerlendirildiğinde anlamlıydı. Son yıllarda Bursa'da ve ülkede gerçekleştirilen ilk grev olması, BMİS'in uzlaşmacı tavrına karşın işçilerin basıncı ve kararlılığıyla greve çıkılması, eylemin olumlu yanlarıydı. Aynı şekilde işçilerin, grevlerini yansıtmayan yerel ve ulusal sermaye medyasının gerçek yüzünü görmeleri açısından da olumluydu.
Valinin ‘ricası'yla tekrar masaya oturulması, görüşmelere endeksli bir grev olması ve sınıf dayanışmasından yoksunluk grevin önemli eksiklikleri ve olumsuzlukları arasındaydı.

Kızıl Bayrak/Bursa