Son aylarda Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerildiğine işaret eden pek çok değerlendirme yapıldı. Bu süreç Erdoğanın, İsrailin Refah mülteci kampında yaptığı yıkım ve katliamlar üzerine sarfettiği sözlerle başlatılıyor. Bu değerlendirmeler özellikle iki temel olguyu gözardı ediyor. İlkin, İsrail-Türkiye ilişkilerinin AKP hükümetinden çok önce başladığı, haliyle, AKP siyasi çöplükte yerini aldıktan sonra da devam edeceği. İkincisi ise, dış politikanın temel esaslarının hükümetlerden öte, devletin askeri ve bürokratik kurumları tarafından belirlendiği gerçeği. Bu durum elbette hükümetlerin hiçbir söz hakkı olmadığı anlamına gelmiyor.
Bu ülkede başbakan olan tüm düşkünler, o koltuğa oturmadan önce, Washingtonda büyük efendinin huzuruna çıkıp icazet alırlar. Ancak bu aşamadan sonra milletin bağımsız iradesinin temsilcisi olarak iş başına gelirler. Büyük efendiden alınan icazet, aynı zamanda Amerikadaki son derece güçlü Yahudi lobisinin/burjuvazisinin onayını almak anlamına da gelir. Sözkonusu Erdoğan olunca, bu durum çok daha barizdir. Zira bu uşak, henüz başbakan bile değilken, haydutbaşı Bushun özel ilgisine mazhar oluyordu. Bushun en büyük destekçilerinin siyonist lobiler olduğu ise ilgili herkesin malumudur. Tabii Yahudi lobileri en az Şaron kadar siyonisttir. Demek oluyor ki, AKP hükümeti İsrailin de desteğini almıştır.
AKP hükümeti bu konuda rüştünü ispatlamış olmalı ki, geçen Aralık ayında başbakan Erdoğan New Yorkta Amerikan Yahudi Cemaati tarafından ödüllendirildi. Bu siyonist lobi, Erdoğanı, Türk-İsrail ilişkilerine yaptığı katkıdan dolayı Cesaret Örneği ödülüne layık gördü. Seçim propagandasını din üzerinden yürüten bir başbakanın, Filistinde günaşırı katliam yapan siyonist bir devletin hamileri tarafından cesaret timsali seçilmesi yabana atılacak bir şey değil.
Gazzeyi ablukaya alan İsrail ordusunun Refah mülteci kampında giriştiği yıkım ve katliam öyle bir boyuta ulaştı ki, AKP destekçilerinin yüreğini olmasa da dini duygularını incitmeye başladı. Erdoğanın sert ifadeleri bu dönemde gündeme geldi. Erdoğan, İsrail-Türkiye ilişkilerinin seyriyle ilgili olarak; Bizim buradaki hedefimiz İsrail değildir. Bizim İsrail ile olan ilişkilerimiz gerçekten iyidir ve böyle de devam edecektir. Ama bir taraftan Gazzeyi boşaltacağınızı söylüyorsunuz, diğer taraftan da barış isteyenlere bombalar gönderiyorsunuz. Burada samimiyet göremiyoruz şeklinde ifadeler kullanmıştı. Tabii bu sözler gerici-dinci basının da özel katkısıyla AKP kitlesini teskin etti.
Bu ifadelerin samimi olmadığını bildiği halde İsrail, Erdoğanın sözlerinden rahatsız oldu. Tam bu aşamada AB emperyalizmiyle-Türkiye arasındaki ilişkilerin bir gereği olarak İsraile verilen yağlı silah ihaleleri iptal edildi. Türk-İsrail ilişkilerinin lokomotifi olan generaller, bu ihalelerin İsraile verilmesini sağlamışlardı. İhalelerin iptalinde, muhtemelen AKP ile Amerikancı Türk generalleri arasındaki etkinlik alanlarını geliştirme çatışmasının da payı var. Tabii bu adım sadece Şaron yönetimini değil, Erdoğanı cesaretinden dolayı ödüllendiren siyonist lobiyi de rahatsız ediyor.
Amerika yolculuğuna çıktığı gün gerçekleşen Ulucanlar katliamını mola verdiği Brükselde savunan dönemin başbakanı Ecevit, İsrailin Cenin mülteci kampındaki katliamını soykırım olarak nitelemişti. Bir Türk başbakanı adına cüretli sayılabilecek bu çıkışın arkasında durmayan 21. yüzyıl Türk nasyonal sosyalisti Ecevit, bir kaç gün sonra siyonist katillerden defalarca özür dilemişti. Yani ölüm döşeğinde bile sermayeye hizmet etmek için çırpınan Ecevit gibi bir siyasetçi, üstelik yaşından da utanmadan, tükürdüğünü tekrar tekrar yalamak zorunda kalmıştı. İsrail şimdi Erdoğandan da benzer bir tutum bekliyor.
Bugünlerde Türkiyede bulunan ırkçı Likud partisinin Şarondan sonraki ikinci adamı Ehud Olmert, AKP camiasını aydınlatacak, ardından işledikleri yanlışı düzeltmelerini isteyecektir. Türk TVlerinde boy gösteren kasap Şaronun yardımcısı Olmert, son dönemde iki ülke arasında yaşanan yanlış anlaşılmaları gidermeyi hedeflediğini söyledi. Şaronun Erdoğana özel mesajını getireceğini, bu mesajın Erdoğanın kafasındaki birçok konuya açıklık getireceğini ve iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin önünü açacağını vurgulayan siyonist bakan, AKPden samimi olmasını isteyecek.
Bu arada siyonist basın bile artık Erdoğan ve Abdullah Gül tarafından yapılan açıklamaların Filistinle bir ilgisinin olmadığını yazıyor. İsrail gazetesi Haaretz, AKP hükümetinin, Filistin sorununu, silah ihalelerini İsrailden Avrupa Birliği ülkelerine kaydırmak için gerekçe olarak kullandığını yazdı. Bu gazeteye göre Türk ordusu ilk fırsatta silah ihalelerini tekrar İsraile verecek. Spekülasyona dayalı olsa da, sözkonusu makalede iki temel gerçek net bir şekilde ortaya konmuş. Belirtmek gerekir ki, bu gazete doğrudan İsrail devletiyle ilişki içinde bulunuyor. Makaledeki ilk gerçek, Erdoğan ve çevresindeki gerici-dinci takımının Filistin diye bir dertlerinin olmadığıdır. İkinci nokta ise, Amerikancı Türk generallerin, siyonistlerle işbirliğine ne kadar önem verdikleri meselesidir.
Egemenler arası farklı nedenlerden dolayı belli çelişkiler ortaya çıkabilir. Bu çelişkiler bazen iki gerici devlet arasında da cereyan edebilir. Dolayısıyla buradaki çelişkiler öze değil biçime ilişkindir. Bunu bilen siyonistler, Türk-İsrail ilişkilerinin düzeleceğinden kuşku duymuyorlar.
AKP ya da Erdoğanın Filistin halkına reva görülen zulümlere bir itirazları yoktur. Belli hesaplarla atılan hamasi nutukların bir kıymeti harbiyesi olmadığı gibi, samimiyetten de yoksundur. Bir yandan İsraile eleştiri yönelten Erdoğan, öte yandan Filistin halkının direnişinin terör olduğunu iddia edebiliyor. Buna karşın sermaye basını ve özellikle dinci olanları Erdoğanı neredeyse anti-siyonist ilan edecekler. Gerçekte hem AKP-Erdoğan, hem de onu pohpohlayan gerici basın gerçekleri çarpıtarak İsrail saldırganlığına hizmet ediyorlar.
İsraille gerginliğin gerisinde bir de kuşkusuz bu devletin Irakta Kürtler üzerinden giriştiği oyunların inkarcı politikalarla çelişki oluşturması var. Dün Kürt direnişini ezmek için siyonist devletin cömert yardımlarından faydalananlar, bugün onun güney Kürtlerini kendi Ortadoğu hesapları için kullanmasından rahatsızlık duymaktalar. Dün Suriyeye ve İrana karşı İsraili bir koz olarak görenler, bugün Kürt sorunu nedeniyle bu iki devletle birlikte İsraili dengelemeye çalışmaktadırlar.
Uluslararası kamuoyunda mahkum olan İsrailin ırkçı duvarı, Filistinliler ile anti-siyonistlerin protestolarına hedef oluyor. Bu eylemlere tahammülsüz olduğu bilinen İsrail ordusunun zorbalıkta sınır tanımadığı da biliniyor. Protestoculara saldıran siyonist ordu sık sık cinayet işliyor. İsraildeki Barış Blokundan (Gush Şalom) yapılan açıklamada, göstericilere karşı -henüz ne olduğu bilinmeyen- kimyasal gazların da kullanıldığı vurgulandı. Nablustaki Filistin hastane kaynakları da bu gazlardan zehirlenen yüzü aşkın göstericinin kendilerine başvurduğunu açıkladılar.
Konuyla ilgili açıklama yapan İsrailli barışçılar; Ordunun burada kullandığı şey gözyaşartıcı gaz değildi. Gözyaşartıcı gazın ne olduğunu biliyoruz. Bu tamamen farklı bir şeydi (...) Atılan gazı soluyan herkes, yüzden fazla kişi, anında bilincini kaybetti. Neredeyse 24 saat boyunca baygın kaldılar... Ateşleri çıktı ve kasları sertleşti. Bazıları acil kan nakline ihtiyaç duydular. Bu bir gösteriyi dağıtma yolu mu, yoksa bir kimyasal saldırı mı? ifadelerine yer verdiler.
Bu arada İsrailli askerlerin kullanılan gaz kutularını yerlerden toplayıp götürdükleri de bildiriliyor.
İsrail, biyolojik ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan hiçbir anlaşmaya imza atmamış bir devlet. Nükleer silah üreten İsrail, sözkonusu tesislerini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının denetimine de açmıyor. Gösteri yapan kitleye karşı bile kimyasal gaz kullanacak kadar vahşileşen siyonistlerin, olası bir çatışmada ellerindeki kitle imha silahlarını kullanmayacaklarının hiçbir garantisi yoktur. Bu da, siyonistlerin yönetimi altındaki İsrailin tüm bölge halkları için ciddi bir tehdit unsuru olduğunun açık bir göstergesidir.