17 Temmuz'04
Sayı: 2004/28 (20)


  Kızıl Bayrak'tan
  Genelkurmay direktifleriyle işleyen “demokrasi”!
  Kürt halkına yönelik tarihsel inkar ve imha politikası sürüyor
  Türkiye-Suriye ilişkilerinde hızlı gelişmelerin anlamı...
  CHP’den AKP’ye vekil transferleri...
  Büyüme masalları ve sefalet tablosu
  Aydos halkı yeni yıkım girişimlerine karşı hazırlanıyor!
  Pendik Belediyesi tarafından konduları yıkılmak istenen Aydoslu emekçilerle konuştuk...
  Castleblair direnişi işçi hareketini ve sendikaları felç eden...
  Direnişçi Castleblair işçilerinden sendika ağalarına...
  Direnişteki Castleblair işçilerinin kaleminden...
  Sendikalarımıza çöreklenmiş ihanet şebekelerini dağıtalım!
  Almanya’da onbinlerce Daimler-Chrysler işçisi ayakta!
  Özelleştirme yağmasında sıra TEDAŞ’ta
  Rottweiler tipi özelleştirme
  Mevsimlik tütün işçileri eylemde
  Yasa tanımayan yasadışı devlet: İsrail
  Türkiye-İsrail arası “köklü ilişkiler”i halkların direnişi bozacak!
  Irak’ta direniş kirli planlarla hesaplaşarak ilerleyecektir
  Gericiliğe ve emperyalizme karşı birlikteliğimiz sürecek!..
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Gazetemize bazı eleştiriler...
  Kızıl Bayrak’a yönelik eleştirel değerlendirmeler...
  Alişer hevala yanıt...
  14 Temmuz bir çağrıdır!
  Fahrenheit 9/11
  Şahintepesi İşçi Kültür Evi açıldı...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Siyonistlerin “cesaret” ödüllüne layık gördüğü Tayyip Erdoğan Filistin halkından yana olabilir mi?

Türkiye-İsrail arası “köklü ilişkiler”i
halkların direnişi bozacak!

Son aylarda Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerildiğine işaret eden pek çok değerlendirme yapıldı. Bu süreç Erdoğan’ın, İsrail’in Refah mülteci kampında yaptığı yıkım ve katliamlar üzerine sarfettiği sözlerle başlatılıyor. Bu değerlendirmeler özellikle iki temel olguyu gözardı ediyor. İlkin, İsrail-Türkiye ilişkilerinin AKP hükümetinden çok önce başladığı, haliyle, AKP siyasi çöplükte yerini aldıktan sonra da devam edeceği. İkincisi ise, dış politikanın temel esaslarının hükümetlerden öte, devletin askeri ve bürokratik kurumları tarafından belirlendiği gerçeği. Bu durum elbette hükümetlerin hiçbir söz hakkı olmadığı anlamına gelmiyor.

Bu ülkede başbakan olan tüm düşkünler, o koltuğa oturmadan önce, Washington’da büyük efendinin huzuruna çıkıp icazet alırlar. Ancak bu aşamadan sonra milletin “bağımsız iradesinin” temsilcisi olarak iş başına gelirler. Büyük efendiden alınan icazet, aynı zamanda Amerika’daki son derece güçlü Yahudi lobisinin/burjuvazisinin onayını almak anlamına da gelir. Sözkonusu Erdoğan olunca, bu durum çok daha barizdir. Zira bu uşak, henüz başbakan bile değilken, haydutbaşı Bush’un “özel” ilgisine mazhar oluyordu. Bush’un en büyük destekçilerinin siyonist lobiler olduğu ise ilgili herkesin malumudur. Tabii Yahudi lobileri en az Şaron kadar siyonisttir. Demek oluyor ki, AKP hükümeti İsrail’in de desteğini almıştır.

AKP hükümeti bu konuda rüştünü ispatlamış olmalı ki, geçen Aralık ayında başbakan Erdoğan New York’ta “Amerikan Yahudi Cemaati” tarafından ödüllendirildi. Bu siyonist lobi, Erdoğan’ı, Türk-İsrail ilişkilerine yaptığı katkıdan dolayı “Cesaret Örneği” ödülüne layık gördü. Seçim propagandasını din üzerinden yürüten bir başbakanın, Filistin’de günaşırı katliam yapan siyonist bir devletin hamileri tarafından “cesaret” timsali seçilmesi yabana atılacak bir şey değil.

Gazze’yi ablukaya alan İsrail ordusunun Refah mülteci kampında giriştiği yıkım ve katliam öyle bir boyuta ulaştı ki, AKP destekçilerinin yüreğini olmasa da dini duygularını incitmeye başladı. Erdoğan’ın “sert” ifadeleri bu dönemde gündeme geldi. Erdoğan, İsrail-Türkiye ilişkilerinin seyriyle ilgili olarak; “Bizim buradaki hedefimiz İsrail değildir. Bizim İsrail ile olan ilişkilerimiz gerçekten iyidir ve böyle de devam edecektir. Ama bir taraftan Gazze’yi boşaltacağınızı söylüyorsunuz, diğer taraftan da barış isteyenlere bombalar gönderiyorsunuz. Burada samimiyet göremiyoruz” şeklinde ifadeler kullanmıştı. Tabii bu sözler gerici-dinci basının da özel katkısıyla AKP kitlesini teskin etti.

Bu ifadelerin samimi olmadığını bildiği halde İsrail, Erdoğan’ın sözlerinden rahatsız oldu. Tam bu aşamada AB emperyalizmiyle-Türkiye arasındaki ilişkilerin bir gereği olarak İsrail’e verilen “yağlı” silah ihaleleri iptal edildi. Türk-İsrail ilişkilerinin lokomotifi olan generaller, bu ihalelerin İsrail’e verilmesini sağlamışlardı. İhalelerin iptalinde, muhtemelen AKP ile Amerikancı Türk generalleri arasındaki “etkinlik alanlarını geliştirme” çatışmasının da payı var. Tabii bu adım sadece Şaron yönetimini değil, Erdoğan’ı cesaretinden dolayı ödüllendiren “siyonist lobi”yi de rahatsız ediyor.

Amerika yolculuğuna çıktığı gün gerçekleşen Ulucanlar katliamını mola verdiği Brüksel’de savunan dönemin başbakanı Ecevit, İsrail’in Cenin mülteci kampındaki katliamını “soykırım” olarak nitelemişti. Bir Türk başbakanı adına “cüretli” sayılabilecek bu çıkışın arkasında durmayan 21. yüzyıl Türk nasyonal sosyalisti Ecevit, bir kaç gün sonra siyonist katillerden defalarca özür dilemişti. Yani ölüm döşeğinde bile sermayeye hizmet etmek için çırpınan Ecevit gibi bir siyasetçi, üstelik yaşından da utanmadan, tükürdüğünü tekrar tekrar yalamak zorunda kalmıştı. İsrail şimdi Erdoğan’dan da benzer bir tutum bekliyor.

Bugünlerde Türkiye’de bulunan ırkçı Likud partisinin Şaron’dan sonraki ikinci adamı Ehud Olmert, AKP camiasını “aydınlatacak”, ardından işledikleri yanlışı düzeltmelerini isteyecektir. Türk TV’lerinde boy gösteren kasap Şaron’un yardımcısı Olmert, son dönemde iki ülke arasında yaşanan “yanlış anlaşılmaları” gidermeyi hedeflediğini söyledi. Şaron’un Erdoğan’a “özel mesaj”ını getireceğini, bu mesajın Erdoğan’ın kafasındaki birçok konuya açıklık getireceğini ve iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin önünü açacağını vurgulayan siyonist bakan, AKP’den samimi olmasını isteyecek.

Bu arada siyonist basın bile artık Erdoğan ve Abdullah Gül tarafından yapılan açıklamaların Filistinle bir ilgisinin olmadığını yazıyor. İsrail gazetesi Haaretz, AKP hükümetinin, Filistin sorununu, silah ihalelerini İsrail’den Avrupa Birliği ülkelerine kaydırmak için gerekçe olarak kullandığını yazdı. Bu gazeteye göre Türk ordusu ilk fırsatta silah ihalelerini tekrar İsrail’e verecek. Spekülasyona dayalı olsa da, sözkonusu makalede iki temel gerçek net bir şekilde ortaya konmuş. Belirtmek gerekir ki, bu gazete doğrudan İsrail devletiyle ilişki içinde bulunuyor. Makaledeki ilk gerçek, Erdoğan ve çevresindeki gerici-dinci takımının Filistin diye bir dertlerinin olmadığıdır. İkinci nokta ise, Amerikancı Türk generallerin, siyonistlerle işbirliğine ne kadar önem verdikleri meselesidir.

Egemenler arası farklı nedenlerden dolayı belli çelişkiler ortaya çıkabilir. Bu çelişkiler bazen iki gerici devlet arasında da cereyan edebilir. Dolayısıyla buradaki çelişkiler öze değil biçime ilişkindir. Bunu bilen siyonistler, Türk-İsrail ilişkilerinin düzeleceğinden kuşku duymuyorlar.

AKP ya da Erdoğan’ın Filistin halkına reva görülen zulümlere bir itirazları yoktur. Belli hesaplarla atılan hamasi nutukların bir kıymeti harbiyesi olmadığı gibi, samimiyetten de yoksundur. Bir yandan İsrail’e eleştiri yönelten Erdoğan, öte yandan Filistin halkının direnişinin “terör” olduğunu iddia edebiliyor. Buna karşın sermaye basını ve özellikle dinci olanları Erdoğan’ı neredeyse anti-siyonist ilan edecekler. Gerçekte hem AKP-Erdoğan, hem de onu pohpohlayan gerici basın gerçekleri çarpıtarak İsrail saldırganlığına hizmet ediyorlar.

İsrail’le gerginliğin gerisinde bir de kuşkusuz bu devletin Irak’ta Kürtler üzerinden giriştiği oyunların inkarcı politikalarla çelişki oluşturması var. Dün Kürt direnişini ezmek için siyonist devletin cömert yardımlarından faydalananlar, bugün onun güney Kürtleri’ni kendi Ortadoğu hesapları için kullanmasından rahatsızlık duymaktalar. Dün Suriye’ye ve İran’a karşı İsrail’i bir koz olarak görenler, bugün Kürt sorunu nedeniyle bu iki devletle birlikte İsrail’i dengelemeye çalışmaktadırlar.



“Tecrit duvarı” protestosuna kimyasal silah

Uluslararası kamuoyunda mahkum olan İsrail’in ırkçı duvarı, Filistinliler ile anti-siyonistlerin protestolarına hedef oluyor. Bu eylemlere tahammülsüz olduğu bilinen İsrail ordusunun zorbalıkta sınır tanımadığı da biliniyor. Protestoculara saldıran siyonist ordu sık sık cinayet işliyor. İsrail’deki Barış Blok’undan (Gush Şalom) yapılan açıklamada, göstericilere karşı -henüz ne olduğu bilinmeyen- kimyasal gazların da kullanıldığı vurgulandı. Nablus’taki Filistin hastane kaynakları da bu gazlardan zehirlenen yüzü aşkın göstericinin kendilerine başvurduğunu açıkladılar.

Konuyla ilgili açıklama yapan İsrailli barışçılar; “Ordunun burada kullandığı şey gözyaşartıcı gaz değildi. Gözyaşartıcı gazın ne olduğunu biliyoruz. Bu tamamen farklı bir şeydi (...) Atılan gazı soluyan herkes, yüzden fazla kişi, anında bilincini kaybetti. Neredeyse 24 saat boyunca baygın kaldılar... Ateşleri çıktı ve kasları sertleşti. Bazıları acil kan nakline ihtiyaç duydular. Bu bir gösteriyi dağıtma yolu mu, yoksa bir kimyasal saldırı mı?” ifadelerine yer verdiler.

Bu arada İsrailli askerlerin kullanılan gaz kutularını yerlerden toplayıp götürdükleri de bildiriliyor.

İsrail, biyolojik ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan hiçbir anlaşmaya imza atmamış bir devlet. Nükleer silah üreten İsrail, sözkonusu tesislerini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimine de açmıyor. Gösteri yapan kitleye karşı bile kimyasal gaz kullanacak kadar vahşileşen siyonistlerin, olası bir çatışmada ellerindeki kitle imha silahlarını kullanmayacaklarının hiçbir garantisi yoktur. Bu da, siyonistlerin yönetimi altındaki İsrail’in tüm bölge halkları için ciddi bir tehdit unsuru olduğunun açık bir göstergesidir.